Etyen Mahçupyan
Laik kesimin en temel sorunu kendisini demokrasi denen bir ‘oyunun’ ‘reel’ aktörü olarak görmesi… Burada iki yanlış birden var. Ne demokrasi bir oyun, ne de laik kesim gerçek bir özne. Öte yandan laik kesimin ‘özne’ olabilmesi demokrasinin bir ‘oyun’ olmasını gerektiriyor. Aksi halde nasıl azınlık olduğunuz halde devletin sizin adınıza yönetilmesi gerektiğini ve sizin dışınızdaki ‘cahil’ kitlenin de sizin ölçütlerinize göre terbiye edilmesini isteyebilirsiniz? Ne var ki demokrasiyi babanın canı isteyince müdahale ettiği bir çocuk oyunu olarak yaşamanın da bir sınırı var. Post modern dünya demokrasiyi oyunlaştıran kesimlerin ‘oyuncağını’ elinden almaya çok müsait. Türkiye’de de AKP hareketi bunu yaptı.
2002’den bu yana artık demokrasi bir oyun, laik kesim de toplumsal dönüşüm dinamiğinde bir ‘bağımsız değişken’ değil.
‘Bizim gibi’ insanlar bunu hazmetmekte zorlanıyorlar. Onlar sandığa gidip kendi ölçütlerine göre ‘doğru’ oy kullandıklarında, hayatın da kendi beklentilerine uygun gitmesi gerektiğini düşünüyor ve bu olmayınca da şaşırıyorlar. İhsan Bilgin’in Serbestiyet’teki ‘Tekerrür ve muamma’ yazısı bunun samimi bir örneği. Bilgin Haziran 2015 seçimini şöyle yorumluyor: “AKP kısa tarihinde ilk kez ciddi oy kaybıyla alternatifsiz parti olmaktan çıkmış, tek başına iktidar şansını yitirmişti… İşin ilginç yanı propaganda sürecinde galip üç partinin de birbirlerini değil, iktidar partisini hedef almış olmasıydı. Zaten 13 yıllık iktidar partisine ilk mağlubiyeti tattıran da büyük oranda bu adı konmamış iktidar karşıtı ittifak olmuştu. Bu sonucun… AKP karşısındaki biraradalıklarını sürdürmeye zorlayacağı ve aralarındaki uzlaşmaz çelişkilere rağmen bunun gerçekleşmesinin, toplumsal barışa destek olacağı kanaati uyandı…”
Öncelikle Bilgin AKP’nin oy kaybının nedeninde yanılıyor. Çünkü kritik oy kaybının iki nedeni vardı: Kürtlerin HDP’ye kayması ile bazı AKP’lilerin sandığa gitmemesi ve her ikisi de AKP karşıtı cephenin yarattığı sonuçlar değildi. Ama asıl ilginci bu partilerin sırf AKP karşıtı bir seçim stratejisi izledikleri için ‘biraradalıklarını’ sürdüreceği ve üstelik bunun‘toplumsal barışa destek’ olacağı beklentisi… Bu umut laik kesimde epeyce yaygındı ve sadece ‘bizim gibilerin’ Türkiye siyasetini anlamadığını ortaya koyuyordu…
Bilgin aritmetikte de yanılıyor: “Sadece üç parti var ve 3. ile 4. ikili eşleşmesi dışında herhangi ikisi çoğunluğa yetiyor.” Maalesef yetmiyor ama bunun önemi yok… Önemli olan laik kesimin psikolojisinin ‘bizim gibi’ insanların kendilerini ‘toplumun bizatihi kendisi’ sanmalarına neden olması. Bilgin’e dönersek: “7 Haziran’dan birkaç akşam sonraydı. Huzurlu bir hal vardı üzerimde… Ertesi gün kimle paylaşsam mutabık kaldık… Bizler vazifemizi yaptık… Oylarımızı verdik. Şimdi yeniden ve bu kadar erken bir daha yaşamak istiyor muyuz bütün bunları? Ben isteyenine rastlamadım… Seçim oldu mu? Olduysa niye olmamış gibi oldu?”
Seçim olmamış gibi oldu çünkü rejim tarihsel bir kırılma yaşıyor ve toplum bu kırılmayı aşacak tarihsel bir eşiğin önünde duruyor. Bilgin ‘bizlerin’ durumunu “Oyunu sürdürmekle vazgeçmek arasındaki bir tercih bu noktada karşımızda duran…” diye anlatmış. Demokrasiyi oyun sandığımız sürece zaten oyun dışı kaldığımızı anlamak için daha kaç seçim lazım acaba?
Yorumlar kapatıldı.