İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Musul Meselesinin İç Yüzü

Bilgay Duman, ORSAM Araştırmacısı
Türkiye ve Irak’ın karşı karşıya gelmesi, her iki ülkenin de faydasına olmayacağı gibi zararına olacaktır. Özellikle Iraklı Şii milis gruplar ve Iraklı bazı yetkililerin Türkiye ile ‘savaş dilini’ benimsemeleri son derece tehlikeli ve geri dönülmez sonuçlara yol açabilecek niteliktedir. Irak’taki bazı grupların halkı Türkiye’ye karşı protesto gösterilerine davet ettiği görülmektedir. Siyasi ve diplomatik adımlar çözülecek bir meselenin halkın da içerisine dâhil edilerek anlamsız bir biçimde tansiyonun yükseltilmesi hiçbir fayda sağlamayacak, aksine Irak’taki kamplaşma, kutuplaşma ve istikrarsızlığı derinleştirecektir.

***
7 Mart 2010’da Irak’ta gerçekleştirilen genel seçimlerin ardından Nuri El-Maliki’nin ikinci kez başbakan olması sonrasında gerileyen ve hatta 2012’de gerginliğin had safhada olduğu Türkiye-Irak ilişkileri, 30 Nisan 2014’te yapılan genel seçimlerle birlikte Haydar El-Abadi başbakanlığında kurulan hükümetle birlikte düzelme eğilimine girmiştir. 2014’ün Haziran ayında IŞİD’in Musul başta olmak üzere Irak’ın neredeyse üçte birinde kontrol sağlamasıyla olağanüstü şartlarda, Eylül ayında, kurulabilen yeni Irak hükümetini kutlayan ilk ülke Türkiye olmuştur. Nitekim hükümetin kurulmasının hemen ardından Irak Dışişleri Bakanı İbrahim El-Caferi Türkiye’ye gelmiş ve Haydar El-Abadi’nin davetini Başbakan Ahmet Davutoğlu’na iletmiştir. Ahmet Davutoğlu da 20 Kasım 2014 tarihinde Irak’ı ziyaret ederek, ikili ilişkilerin geliştirilmesi konusunda önemli bir adım atmıştır. 25 Aralık 2015 tarihinde de Haydar El-Abadi, Türkiye’yi ziyaret etmiştir. Bu ziyaret, 2011’den bu yana Irak’tan Türkiye’ye ilk kez başbakan düzeyinde yapılan bir ziyaret olması açısından dikkat çekmiştir. Ziyarette Türkiye ve Irak arasında 2008’de kurulan “Yüksek Düzeyli Stratejik İşbirliği Konseyi” toplantısı da 2009’dan bu yana ilk kez yapılmıştır. Davutoğlu görüşme sonrasında yapılan ortak basın toplantısında, Türkiye ve Irak’ın IŞİD ve PKK gibi bütün terör örgütlerine karşı ortak bir tavır içerisinde olduğunu belirterek, Türkiye ve Irak arasındaki işbirliğine vurgu yapmıştır. Nitekim Türkiye 2015’in Mart ayında IŞİD’e karşı mücadelede Irak’a iki uçak dolusu askeri yardım malzemesi desteği göndermiştir. Bununla birlikte IŞİD’le mücadele kapsamında, Irak Savunma Bakanlığı’nın talebi üzerine Irak’ta IŞİD’e karşı savaşan gruplara eğitim desteği vermeye başlamıştır.
Ancak Suriye meselesindeki kutuplaşma, Rusya’nın Suriye’ye müdahalesi, İran’ın bölgedeki varlığı, Türkiye’nin Irak Bölgesel Kürt Yönetimi (IKBY) ile ilişkilerinin boyutu gibi meseleler, Türkiye ve Irak merkezi hükümet arasındaki ilişkilerin gelişmesinin önüne geçmiştir. Özellikle Suriye meselesinde Türkiye ve Irak’ın farklı pozisyonlar alması, Türkiye-Irak ilişkilerinin gelişmesinin önünü tıkamıştır. Son süreçte ise bu tıkanıklığın yarattığı ortamda hem Irak iç politikasındaki istikrarsızlık ve çekişmeler hem de Rusya ve İran baskısının Irak’ı Türkiye’ye karşı pozisyon almaya zorladığı düşünülmektedir.
Nitekim Musul’un Başika bölgesinde IŞİD’e karşı savaşan güçlere eğitim veren Türk askerlerinin görev değişimi kapsamında Irak’a asker göndermesi sonrasında Irak’tan büyük bir tepki gelmiştir. Irak, Türkiye’yi, egemenliğini ihlal etmekle suçlamış ve Türkiye’nin askerlerinin 48 saat içerisinde çekilmesi talep edilmiştir. Ancak yaklaşık bir buçuk senedir Irak hükümetinin bilgisi dâhilinde devam eden ve daha önce planlanmış bir görev değişimine karşı Irak’ın bu denli bir tepki vermesi anlaşılabilir bir durum değildir. Nitekim Türkiye, Irak’ın hassasiyetlerini göz önüne alarak, ikmali durdurmuş ve birincil ağızdan (Başbakan Ahmet Davutoğlu’nun açıklamasıyla) Türkiye’nin yaptığı asker değişiminin Irak’ın bağımsızlığı, egemenliği ve toprak bütünlüğüne karşı bir eylem olmadığı ifade edilmiştir. Buna rağmen Irak’ın tepkisi artarak devam etmektedir.
Bu noktada öncelikle Irak iç politikasını değerlendirmek verilen tepkinin anlaşılması açısından önemli olacaktır. Yaklaşık bir senedir görevde olan Haydar El-Abadi başbakanlığındaki hükümetin sağlam temeller üzerine kurulduğunu söylemek yanlış olacaktır. Nitekim Haydar El-Abadi, siyasi gruplar tarafından ciddi bir baskı altındadır. Zira Haydar El-Abadi’nin pek çok tarafın desteğiyle açıkladığı reform paketine ilişkin olarak verdiği kararlar, daha sonra siyasi gruplarda rahatsızlık yaratmış ve reformlara verilen destek Kasım ayının başı itibarıyla Irak Parlamentosu tarafından geri çekilmiştir. Cumhurbaşkanlığı ve başbakan yardımcılığı görevlerinin iptal edilmesine ilişkin kararlar, başta eski Başbakan Nuri El-Maliki olmak üzere, bu makamlarda bulunan kişiler tarafından reddedilmiştir. Abadi de pozisyonunu koruyabilmek için reformlar konusunda geri adım atmak zorunda kalmıştır. Abadi’nin güçlü bir hükümet yapısı oluşturamadığı bir gerçektir. Hem IŞİD’le mücadele hem ekonomik kriz hem de hükümet içerisinde parçalı yapı ve dış baskılar Abadi hükümetini zayıflatmaktadır. Özellikle IŞİD’le mücadele kapsamında ortaya çıkan ve daha sonra sürecin yürütücüsü konumuna gelen Haşdi Şaabi’nin oluşumunun tavrı hükümeti zora sokmaktadır. İran’ın aktif olarak destek verdiği Haşdi Şaabi oluşumunun hükümet üzerinde baskı yarattığı ve Nuri El-Maliki’nin de Haşdi Şaabi üzerinden Irak siyasetinde etkili bir pozisyon almaya çalıştığı bilinmektedir. Abadi, Haşdi Şaabi üzerinde bir denetim sağlayabilmiş değildir. Aksine Haşdi Şaabi, IŞİD’le mücadele sürecinde hükümetten bağımsız bir pozisyon almaya başlamıştır. Son günlerde yapılan Ramadi (Anbar) operasyonu bunun en önemli göstergesidir. Haşdi Şaabi ve içerisindeki milis gruplar, Ramadi operasyonundan geri çekildiği ve sadece Irak Ordusu’nun operasyonu yürüttüğü bilinmektedir. Haşdi Şaabi oluşumunun, ABD’nin Ramadi’de düzenlediği hava operasyonları nedeniyle ABD ile birlikte operasyon yapmaya karşı çıktığı gerekçesiyle geri çekildiği söylenmektedir. Haşdi Şaabi’nin geri çekilmesindeki bir başka neden olarak ise Irak Ordusu’nun komutası altında hareket etmek istememesi olarak gösterilmektedir. Bununla birlikte İran’ın Haşdi Şaabi içerisinde ağırlığı ve kontrolünün artmasının da ABD ile ortak operasyon yapılmasına engel olduğu yorumu yapılabilir. Bu nedenle Irak içerisinde bir ayrım yaşandığı, Abadi’nin Maliki dönemindeki kadar İran’a yakınlaşmaması sebebiyle, İran’ın Haşdi Şaabi üzerinden Irak’ta etkin olmaya çalıştığı, Abadi’nin de bu durumdan rahatsız olduğu ifade edilmektedir. Ancak Abadi’nin iç politika açısından eli son derece güçsüzdür. Özellikle Irak’taki Şii halkın Haşdi Şaabi’ye verdiği destek, Abadi’yi korkutmakta ve Haşdi Şaabi’ye karşı pozisyon almasının önüne geçmektedir.
Öte yandan Rusya da Suriye’ye müdahil olarak, Irak’taki denkleme de girmiştir. Bu noktada Irak iç politikasındaki baskı, Irak’ın dış politikasına da yansımıştır. Nitekim Rusya, Suriye, İran ve Irak arasında istihbarat paylaşımı ve IŞİD’e karşı mücadelede koordinasyonu önceleyen bir operasyon merkezi kurulmuştur. Bu merkez Irak’ta Savunma Bakanlığı bünyesinde bir ofis açmıştır. Bu noktada Irak’ın Suriye meselesindeki kutuplaşmada zorunlu olarak Beşşar Esad’ın yanında pozisyonunu kuvvetlendirmiştir.
Türkiye’nin sınırını ihlal eden Rus uçağını haklı olarak düşürmesinin ardından Türkiye ve Rusya arasındaki başlayan gerginliğin Türkiye’nin Irak’la ilişkilerine de yansıdığı görülmektedir. Bu noktada Rusya’nın doğrudan attığı adımların yanı sıra Suriye üzerinden Türkiye’yi sekteye uğratma çabalarının bir karşılığının da Musul meselesinde ortaya çıktığını söylemek mümkündür. Rusya ve İran arasındaki işbirliğinin, Haşdi Şaabi üzerinden Abadi’ye baskı yaparak, Irak’ın Türkiye’ye karşı pozisyon almasını sağlamaya çalıştığını söylemek mümkündür. Dikkat edilecek olursa Rus yetkililer tarafından yapılan açıklamalarda, Türkiye’nin Rus uçağını düşürmesinin her alanda karşılık bulacağı defalarca tekrarlanmıştır. Bu nedenle Rusya, Irak üzerinden baskı kurarak, Türkiye’nin önüne geçmeye çalışmaktadır. Aynı zamanda Ekim 2015’te Musul Valiliği’ne Etil Nuceyfi’nin de yerine Türkiye karşıtı görüşleriyle bilinen Nofel Hummadi’nin seçilmesi, Türkiye’nin yerel unsurlarla koordinasyonunu zayıflatmıştır.
Irak’ın iç ve dış politikada içerisinden geçtiği bu sürecin Musul meselesinde Türkiye’ye yönelik tepki verilmesine yol açtığı düşünülmektedir. Aksi halde Irak hükümetinin bilgisi dâhilinde yaklaşık 1.5 yıldır Türkiye tarafından verilen eğitimin yanı sıra, rutin bir görev değişimine verilen bu denli büyük tepkinin anlaşılmasını mümkün kılmamaktadır. Burada Türkiye, Irak’la ilişkilerin bozulmaması için iyi niyetli adımlarını sürdürmeye devam etmektedir. Türkiye tarafından Irak’ın hassasiyetleri giderilinceye kadar yeni bir intikal söz konusu olmayacağı gibi, diplomatik girişimler de sürmektedir. Irak Savunma Bakanı Halid El-Ubeydi’nin, Türkiye’nin daveti üzerine, önümüzdeki günlerde Türkiye’ye gelmesi beklenmektedir.
Türkiye’nin Irak’la iyi ilişkiler kurmak istediği, Türk yetkililer tarafından her fırsatta dile getirilmektedir. Bu açıdan Türkiye, başta IŞİD’le mücadele olmak üzere her konuda Irak’ın yanında pozisyon almış durumdadır. Ancak Irak’ın iç siyasi çekişmeleri ve özellikle Maliki döneminin etkilerinin devam etmesi, Türkiye ve Irak’ın yakınlaşmasının önüne geçer bir nitelik arz etmektedir. Türkiye ve Irak’ın karşı karşıya gelmesi, her iki ülkenin de faydasına olmayacağı gibi zararına olacaktır. Özellikle Iraklı Şii milis gruplar ve Iraklı bazı yetkililerin Türkiye ile ‘savaş dilini’ benimsemeleri son derece tehlikeli ve geri dönülmez sonuçlara yol açabilecek niteliktedir. Irak’taki bazı grupların halkı Türkiye’ye karşı protesto gösterilerine davet ettiği görülmektedir. Siyasi ve diplomatik adımlar çözülecek bir meselenin halkın da içerisine dâhil edilerek anlamsız bir biçimde tansiyonun yükseltilmesi hiçbir fayda sağlamayacak, aksine Irak’taki kamplaşma, kutuplaşma ve istikrarsızlığı derinleştirecektir.
  
  

   

Yorumlar kapatıldı.