Zakarya Mildanoğlu
“Ermenice, fonetik anlamıyla çok zengin hatta şiirsel bir dil”. Aras Yayınları’ndan çıkan “Ermenice Süreli Yayınlar, 1794-2000” kitabının yazarı, Agos gazetesinde köşe yazıları yayınlanan Zakarya Mildanoğlu Ermeni yayıncılık tarihi ve nefret iklimini KAOSGL’den Yıldız Tar’a değerlendirdi. Devlet dairesine giren bir eşcinsele bakış ile ismini söyleyen bir Ermeni’ye bakış’ın benzer olduğunu belirten Mildanoğlu, “ İlla aynı küfrün edilmesi gerekmiyor, sonuçta farklı da olsa hepimize küfrediliyor” ifadelerini kullandı.
Ermeni yayıncılık geleneği nereden geliyor?
Ermenice, fonetik anlamıyla çok zengin hatta şiirsel bir dil. İyi Ermenice bilen birisini dinlediğiniz zaman konuşuyor mu yoksa şiir mi okuyor fark edemezsiniz.
Ermeniler aynı zamanda yazılı alfabelerini oluşturan ilk halklardan bir tanesi. 412 yılında 36 harften oluşan alfabe oluşturulmuş.
Daha sonra iki harf daha eklenmiş. Alfabenin oluşturulmasının hemen ardından Grekçe yazılı kaynaklarından ve ilerleyen süreçte Asurca’dan çeviriler başlamış. İlk dönem ağırlıklı olarak dini metinler arkasından ise tarih, coğrafya, sanat gibi akla gelebilecek her alanda metinler tercüme edilmiş.
Ermenilerin hâlâ kutlanan çok ilginç bir bayramı vardır: Çevirmenler Bayramı. Bu bayram 412 yılından sonraki çevirilere dayanıyor.
Alfabenin oluşturulduğu dönemlerde matbaa olmadığı için yaklaşık bin yıl el yazması dönemi yaşanıyor. Günümüze ulaşan yaklaşık 40 bin küsur el yazması var.
Ermenilerin el yazmaları merkezleri büyük oranda manastırlar. Manastırların yanına da muhakkak okul yapmışlar. Hem el yazmaları hem de okullar dolayısıyla manastırlar çok kıymetli bir tarihsel kaynağa dönüşüyor.
Manastırların çevresinde yaşanan her şeyi kaydetmişler. Tamamen objektif bir şekilde o dönem yaşananları anlattığı ve Grekçe el yazmalarının çoğu kaybolduğu için Ermenice el yazmaları dünya tarihçilerinin gözde kaynaklarından birine dönüştü.
1400’lerde matbaanın icadı ile birlikte Ermeni yayıncılığı da değişmiş. Matbaanın icadından 50-60 yıl sonra 1512’de Ermeniler ilk matbu yayınlarını çıkarıyor. Onun arkasından dünyanın çeşitli ülkelerinde Ermeni matbaaları açılıyor.
Süreli yayınlar ve özellikle gazete ne zaman çıkmaya başlıyor?
Belirli periyotlarla yayınlanan gazete, bülten, mecmua gibi yayınlar ticari kaygılarla başlıyor. 1794’e Hindistan’ın Matras kentinde ilk gazete yayınlanıyor.
İngiliz işgaline kadar orada Ermeni ticaret kolonisi var. İngilizlerin gelişiyle birlikte Ermeniler kovuluyor.
Ermenilerin bu yayınları hem Osmanlı coğrafyasında hem de Avrupa genelinde pek çok alanda ürün veriyor.
Kilise yayınlarının içerisinde edebiyat, sanat ve yurtdışı haberleri de yer alıyor. İkinci sırada eğitim yayınları geliyor. Okul yayınları da yine çok çeşitlilik arz ediyor. Okulların her birinin derneği de var ve yayınlar da ona paralel ilerliyor.
Manastırların yanına hemen okul inşa edildiği gibi yayıncılıkta da eğitim yayınları kilise yayınlarından hemen sonra geliyor. Ermenilerin kilise, okul ve yayın çıkartma üçlüsü hiç değişmemiş…
Bir diğer yayın türü ise öğrencilerin çıkardığı gazete ve bültenler. Bu yayınların bazıları çok ciddi ve etkili. Kaligrafik özellikleri ve sayfa düzenleri açısından da olağanüstü başarılılar.
Dünya edebiyatını tanıtan ve önde gelen Ermeni yazarların eserlerini yaygınlaştıran periyodik yayınlar da çıkıyor. Dönemin hukukçularının çıkardığı yayınlar da bulunuyor.
Bugünkü baroya benzeyen hukuk cemiyetleri oluşturulmuş ve onlar aynı zamanda yayıncılık da yapıyor.
Bütün bu muazzam birikim ve üretime 1915 sonrasında ne oluyor?
Soykırım ile birlikte iki yayın haricinde bütün yayıncılık faaliyetleri duruyor. Tutuklanıp götürülen aydınların çok önemli bir kısmı aynı zamanda gazeteci ve yazar.
Bir kısmının matbaaları bir kısmının gazeteleri var. Krikor Zohrab mesela birçok gazetede köşe yazarı. İlk etapta gazeteci gibi gözükmüyorlar ama Ermeni yayıncılığının önemli isimleri tutuklanıyor.
1915 sonrası İzmir’de sadece iki yayın kalıyor. Biri kilise yayını diğeri ise spor mecmuası. 1922’den sonra onlar da yayın hayatlarına veda ediyor. 1915 Ermeni yayıncılığı için zirvedir, ondan sonrası ise yok oluş. Aynı soykırım gibi…
Bugün Ermenilere ait üç tane gazete var. En uzun ömürlü gazetelerden bir tanesi Jamanak, Vakit. 1908’de başlıyor yayınına ve 1915’te ara veriyor. Diğeri Marmara. Üçüncü ise Agos.
Kalan gazeteler ne gibi sorunlarla boğuşuyor? Agos gazetesinin yaşadıklarını hepimiz biliyoruz ama içinde yaşadığımız nefret iklimi nelere yol açıyor?
Burhan Kuzu diye bir profesör var değil mi? Koskoca anayasa profesörü. Türkiye Cumhuriyeti’nin anayasasını hazırlayacak. Ne dedi geçende? “Onlar sünnetsizdir” dedi.
Bu zihniyetin hazırlayacağı anayasadan ne olacak? Bu zihniyet hem yayıncılığa hem de Ermenilere yansıyor. Bu işin resmi ve alenî olarak yapılan boyutu. Gizli saklı değil.
Eğitim meselesi ortada. Ermeni okulları hem ekonomik sorunlarla hem de devlet baskısıyla boğuşuyor.
Bağışlarla ayakta kalmaya çalışıyor ve yetişmiş kadro sorunu yaşıyor. Bir dönemler dünyanın en zengin eğitim kadrosuna sahip milletin okullarına öğretmen bulamaması gibi bir durumla karşı karşıyayız.
Ermeni okullarına müdür yardımcıları ‘bizim ne gibi hainlikler peşinde olduğumuzu’ öğrenmek için Milli Eğitim tarafından atanıyor. Ermeni okullarında hâlâ Ermeni tarihi ve edebiyatı öğretilmesine izin verilmiyor.
Anne sabah çocuğunu okula götürürken tembihliyor, “Sokakta sakın bana mama deme” diyor. Ermenice, unutuluyor. Yok ediliyor. Bütün bu yaşananların adı terör. Başka bir şey değil. Ermenileri hedef alan bir terör iklimi var.
Anlattıklarınız bir yandan LGBTİ’lerin yaşadıklarını anımsattı bana…
Yaşananlar aynı şeyler değil ama olağanüstü paralellikler var. Bir eşcinselin yaşadığı ile Ermeni’nin Kürt’ün yaşadığı aynı yerden besleniyor. Devlet bütün yaşananlara çanak tutuyor. Bir eşcinselin askerde başına gelenler ile Ermeni’nin başına gelenler çok farklı değil.
İntihar denen şüpheli asker ölümleri ortak yaşanan kader… Devlet dairesine giren bir eşcinsele bakış ile ismini söyleyen bir Ermeni’ye bakış o kadar benzer ki… İlla aynı küfrün edilmesi gerekmiyor, sonuçta farklı da olsa hepimize küfrediliyor.
Burhan Kuzu’nun açıklamasına benzer zamanlarda LGBTİ’ler de Lut kavmi diye hedef gösteriliyordu. Dediğiniz gibi farklı küfürlerle ortak nefret hali var. Peki bu nefret ikliminden birlikte çıkabilmenin yolu, yöntemi nedir?
Görünür olmak gerekiyor. Görünür olduktan, tanıştıktan, dokunduktan sonra bakıyorsun ki birtakım değişimler oluyor. Bir Ermeni acaba LGBTİ’ye nasıl bakıyor? Toplumun geri kalanından farklı bakıyor mu acaba? Ortaklıklar öyle kolay kurulmuyor. Devlete, nefret ve kin diline karşı çıkmak gerekiyor. Çok da kolay değil. Vebalı gibisin bu toplumda. Dokunduğun zaman bulaşacak bir durum varmış gibi algı yaratılıyor.
Birkaç ay önce Berlin’e gittiğimde “Benim Çocuğum” belgeselini izledim ve çok başarılı bulmuştum. Sinema, edebiyat gibi alanlar nefretle mücadelenin alanı olmalı. Görünür olmak bir yandan bu şekilde mümkün.
Yorumlar kapatıldı.