İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Müslümanlar yeni milliliği inşa edebilecek mi?

Etyen Mahçupyan / etyen.mahcupyan@aksam.com.tr
Bugünün post modern küresel dünyasında sınırlar kalkıyor, ulus anlayışı vatandaşlık temeline kayıyor ve millilik topraktan ziyade insan üzerinden tarif ediliyor. Kişiler kendi milliliklerini seçerek bir bütünün parçası oluyorlar. Diğer bir deyişle kimliklerin sentezlenmesine dayanan bir millilik mümkün ve istenilir hale geliyor. Coğrafyayı dışarıda bırakan bir tarihin artık hükmü yok… Kültürel çoğulculuk ve yerlilik bu yeni milliğin meşruiyet zeminini oluşturuyor. Türkiye’nin Müslümanları şimdi kendilerini bu yeni ‘dünyadaki’ ilişkiler üzerinden yeniden tanımlamak durumundalar. Mesele inançları ya da dindarlıkları değil… Devletle ve ‘öteki’ ile nasıl, hangi zihniyet temelinde irtibatlandıkları ve buradan kendi otantik kimliklerini aşan sağlıklı ve kalıcı bir millilik üretip üretemeyecekleri…

***
Milliyetçilik çağı başladığında Osmanlı epeyce sıkıntıya düşmüştü. Sadece ayrılıkçılığın yol açtığı parçalanma tehdidi nedeniyle değil. Dünyanın ‘ilerleme’ olarak sunduğu yeni ideoloji ile teorik planda başa çıkmakta zorlandığı için. Ümmet yaklaşımından gelenlerin bu yeni bahis karşısında üç farklı tepki geliştirmesi mümkündü. Kimliğine kapanma şeklinde bir ataerkil tutum; ümmetçiliği otoriter zihniyete yamayan bir anlayış; ya da liberal veya demokrat bir zihni duruşa evrilme ve melezleşme eğilimi…
Bu ihtimallerin ilki Batı’da zayıftı çünkü Reformasyon yaşanmış ve Kilise’nin gücü devlet lehine büyük çapta azalmıştı. Buna karşılık diğer iki ihtimal epeyce güçlüydü. Batı, otoriter zihniyetin belirleyici olduğu bir geçmişten gelmenin yanında, değişimi kutsallaştıran bir bakışın da büyüsü altındaydı. Oysa Osmanlı’da durum bunun tam tersiydi. Toplum yüzyıllar boyu ataerkilliğin anlam dünyasında yaşamış, durağanlığa mahkûm olmasa da bu kavramın idealize edilmesine dayanan bir ‘doğru düzen’ tasavvuru geliştirmişti. Dolayısıyla milliyetçilik akımları başladığında Osmanlı İslam cemaati kendi kimliğine dönmeye, ideolojik olarak içe kapanmaya yatkındı.
Milliyetçiliğin bu gerilimden galip çıkıp Türk kimliği etrafında yeni bir ırk tahayyülünü empoze etmesinin ardından, muhafazakârlar bir ikilemle karşı karşıya kaldılar. Devlet artık ‘Türk’tü’ ama aynı zamanda İslam’ın yaşamasını sağlayan bir hamiydi de… Bu durum devletin Müslümanlara bakışındaki gelgitlere bağlı olarak zayıf veya güçlü bir ‘Türk-İslam sentezi’ ideolojisi üretti. Söz konusu yaklaşım modernlikten beslendiği ölçüde kendisini de modernliğin içine yerleştirirken bu uğurda uyduruk bir tarih yaratıldı.
Sonuçta Türkiye’de milliyetçilik Türklüğü dışarıdan gelen ötekiler için kapsayıcı, ama içeride yaşamakta olan ötekiler için dışlayıcı bir işleve oturttu. Ulus devletin bütünlüğüne ilişkin hamaset dili meşruiyetini ve anlamını toprakta arayıp bulan bir ‘milliği’ beslerken, en iyi Türk ‘bir çakıl taşını bile’ feda etmeyen Türk oldu. Bu süreçte Anadolu’nun Müslümanları göçle gelen ve daha az ümmetçi olup inançla etnisiteyi harmanlayan Balkan ve Kafkas Müslümanları ile bütünleşti. Nitekim Kürt meselesine duyarsızlaşma bu sosyal atmosferde çok daha kolay yaşandı.
Ne var ki milliyetçiliğin bu kaba halini besleyen modernlik de bir süre sonra yıprandı. Bugünün post modern küresel dünyasında sınırlar kalkıyor, ulus anlayışı vatandaşlık temeline kayıyor ve millilik topraktan ziyade insan üzerinden tarif ediliyor. Kişiler kendi milliliklerini seçerek bir bütünün parçası oluyorlar. Diğer bir deyişle kimliklerin sentezlenmesine dayanan bir millilik mümkün ve istenilir hale geliyor. Coğrafyayı dışarıda bırakan bir tarihin artık hükmü yok… Kültürel çoğulculuk ve yerlilik bu yeni milliğin meşruiyet zeminini oluşturuyor.
Türkiye’nin Müslümanları şimdi kendilerini bu yeni ‘dünyadaki’ ilişkiler üzerinden yeniden tanımlamak durumundalar. Mesele inançları ya da dindarlıkları değil… Devletle ve ‘öteki’ ile nasıl, hangi zihniyet temelinde irtibatlandıkları ve buradan kendi otantik kimliklerini aşan sağlıklı ve kalıcı bir millilik üretip üretemeyecekleri…

Not: Tahir Elçi, Ahmet Hakan ve CNN program yöneticisi ‘terör örgütü propagandası’ ile suçlanıyor. Sebep Elçi’nin mealen “PKK terör uygulayan bir örgüt ama bir terör örgütü değil” demesi. Bu gülünç girişimin hemen durdurulması gerekiyor. Yapılan şey hukuku siyasete alet eden bir ideolojik kışkırtmadır. İlkesel açıdan kabul edilemezliği bir yana, engellenmezse yarın birileri aynı cümleyi yargı için de kurabilir ve pek de haksız olmaz…

Yorumlar kapatıldı.