Markar Esayan
“Diktatörlük”, “insan hakları”, “basın özgürlüğü”, “düşünce ve ifade özgürlüğü”, “çevrecilik”, “kadın hakları”, “şeffaflık”, “Kürt, Alevi, Ermeni sorunları”, “sandık güvenliği” gibi birçok değerli konuyu, Erdoğan ve AK Parti’ye karşı kullanmaya, suiistimal etmeye dönük bir mühendislik süreci yürütüyorlar. Evet, bu kesimler, işi PKK’lı, DHKP-C’li olmaya kadar vardırdılar. “Ermeni”, “Kürt” sözcükleri düne kadar bu kesimlerce şeytanlaştırıldığı halde, bugün Ermeniden çok Ermeni, Kürtten çok Kürt olanlar da onlar. Belki amaç hasıl olup da Erdoğan hal edildiğinde, bu eklektik tavırdan anında tornistan ederek 1990’lara, hatta 1940’lara geri dönebileceklerini düşünüyor veya Erdoğan sonrasını hiç düşünmüyor dahi olabilirler.
***
Geçmişte siyaset kurumunun sürekli hedef altında olduğunu gözlemledik. Millet, devlet zihniyetinde bir tehdit olarak algılanmış, sivil siyaset de onun politik güce uzantısı olarak tehlikeli bulunmuştu. Böylelikle sivil siyasetin karşısına dengeleyici rakip olarak asker çıkarılmış, bir ülke için gerekli olan iki önemli kurum aynı anda yıpratılmıştı. Sivil siyasetçilerin bir yandan tepelerinde idam ipi sallanırken, aynı anda ahlaki açıdan düşük olduklarının zihinlere kazınması, ancak askerin neredeyse doğaüstü bir şekilde pirüpak olarak lanse edilmesi gibi.
Oysa demokraside meşruiyetin kaynağı milletti. Devlet millete hizmet adına anlamlıydı ve bu aygıtı meşruiyetini milletten almış sivil politikacıların yönetmesi, hesabı da millete vermesi taşların yerine oturduğu bir rejimi ortaya çıkarırdı.
Son 12 yılın en önemli kazanımı, sivil siyasetin, müdahalelere uğrasa bile geri adım atmaması, bu müdahaleleri şiddet veya gayrimeşru ittifaklarla değil, yine sivil siyasetin alanında çözmesiydi. Mesela, AK Parti 27 Nisan muhtırasında, kapatma davası sürecinde vd. siyaset dışı yollara, şiddete başvursaydı, o anda başarılı olsa bile vesayet kazanacak, siyaset kaybedecekti.
Temelde önemli olan, siyasetin hangi zihniyet içinden hareket ettiğidir. Bu zihniyet, sivil, barışçı ve millete dayalı oldukça, toplam sonuç siyasetin lehine olacaktır ve bu büyük bir kazanımdır. Çünkü demokratik kültürü inşa eder ve bir sonraki sivil politik güç, o deneyimin üzerinden yola devam eder. Tıpkı Menderes, Özal ve Erdoğan çizgisinin birbirini tamamlama özelliğinde olduğu gibi.
Bu manada, son 12 yıllık sivil mücadele, sadece bir parti ve onun kitlesi adına değil, Türkiye siyasetinin toplam kazancı olmuştur. AK Parti sivil, barışçı ve sabırlı bir mücadele sergilediği için muhalefet partileri toplumun değişim baskısını hissetmek durumunda kalmış, eksik, eklektik ve yetersiz olsa da kendilerini yenileme ihtiyacı hissetmiştir. CHP’nin başörtüsü sorununun fiili olarak çözülmesine veya Çözüm Süreci Yasası’na destek vermek zorunda kalması gibi durumlar böyle gerçekleşmiştir. Yani rakipler AK Parti ile değil, zamanın ruhuna karşı mücadele içinde bırakılmıştır. AK Parti’nin sihri bu olmuştur.
Farklı bir açıdan bakmayı denersek, askerin siyasi alanı terk etmesi ama vesayet ittifakının AK Parti ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı hal etmek üzere, algı operasyonlarına, medya gücüne farklı stratejilerle yüklenmesi bu nedenledir. Evet, amaçları değişmiş değil. Ama bunu eski yöntemlerle yapamıyorlar. Darbe süreçlerine demokratik bir kamuflaj giydirmek zorundalar. “Diktatörlük”, “insan hakları”, “basın özgürlüğü”, “düşünce ve ifade özgürlüğü”, “çevrecilik”, “kadın hakları”, “şeffaflık”, “Kürt, Alevi, Ermeni sorunları”, “sandık güvenliği” gibi birçok değerli konuyu, Erdoğan ve AK Parti’ye karşı kullanmaya, suiistimal etmeye dönük bir mühendislik süreci yürütüyorlar.
Evet, bu kesimler, işi PKK’lı, DHKP-C’li olmaya kadar vardırdılar. “Ermeni”, “Kürt” sözcükleri düne kadar bu kesimlerce şeytanlaştırıldığı halde, bugün Ermeniden çok Ermeni, Kürtten çok Kürt olanlar da onlar. Belki amaç hasıl olup da Erdoğan hal edildiğinde, bu eklektik tavırdan anında tornistan ederek 1990’lara, hatta 1940’lara geri dönebileceklerini düşünüyor veya Erdoğan sonrasını hiç düşünmüyor dahi olabilirler.
Ama, olmuş olan şey olmamış sayılamaz. Alınan makro ve mikro her karar dünyamızı değiştirir ve değişen o dünyaya en hızlı adapte olan politik güç meşruiyet ödülünü kazanır.
Son 12 yıldır o kadar devrimci değişiklikler oldu ki, Türkiye belki yüzyılda yaşayacağı değişimi yaşadı. Nesiller değişti, talepler de 2002’ye göre çok farklılaştı. Önemli bir tesbit olarak, 2002 şartları hakkında konuştuğunuzda, bırakın 1995 doğumluları, bizler için bile 12 yıl değil, 100 yıl öncesine dair konuşuyormuşsunuz gibi hissediliyor. Bir Ermeni vekil olarak, daha 10 yıl önce vakıf mallarımıza el konduğuna, ismimizi gizlemek zorunda olduğumuza inanmak bana bile güç gelmekte. Sanki yüz yıl önce yaşanmış bir kabus gibi bu olaylar.
Ama hayat ve talepler durmuyor ve bugünün şartlarına adapte olmuş bir siyaset halkı kucaklamak durumunda. Sanırım 1 Kasım seçimlerinde bunu en iyi ifade edecek hareket AK Parti olacak ve olmalı. Tüm enerjiyi muhalefet partilerinin sahteliklerini, oyun planlarını deşifre etmeye harcamak yerine, milletin taleplerini doğru dillendirmek ve muhalefeti zamanın ruhuyla debelenmeye bırakmak yeterli olacak. Çünkü, halk geleceğini kimin taşımaya ehil olduğunu görmek istiyor ve bu yapıldığında, mühendisliklerin daha net deşifre olacağı da farz edilebilir.
Muhalefet ortamı sertleştirmek, “Savaşı siz başlattınız” türünden kara propagandalarla dengeyi bozmak isteyecek. Cumhurbaşkanı’na saldıracaklar. Buradaki zorluk, milletin kendisine yumuşak, ama partilerine, liderlerine dönük saldırılara ise kararlı bir duruşu aynı anda beklemesi. Bu ayırım başarılmak zorunda. Aynı zorluk PKK’ya rehin olmamak ve devlet otoritesini görmek isteyen ama kendisini de kucaklayan bir tavır bekleyen Kürtler için de geçerli.
Bunu başardığımızda ülke adına bir 100 yıllık iş yapmış, muhalefeti de geri dönmek istedikleri eski Türkiye’den biraz daha uzaklaştırmış olacağız.
Alın size normalleşme.
Yorumlar kapatıldı.