Ülkemiz etnisiteye dayalı kültür armonisinden oluşan, dünyada ender bir kültürel yapıya sahiptir. Ülkemizin kültürel yapısını oluşturan kültürler, dünya medeniyetlerine ışık tutmuş kadim Süryani, Keldani, İbrani, Arap ve Arami Sami halk toplulukları ve Ermeni – Kürt ari kültürleriyle Mezopotamya kültürünü, ege yunan ve Laz Karadeniz antik yunan kültürünü, Türk ve Türkmen orta Asya kültürünü, Çerkez, Gürcü, Azeri Kafkaslar kültürlerini yansıtmıştır. Müslümanı, Hiristiyan’ı, Yahudi’si, Alevi’si, Êzidi’si, Nesturî’si, Nusayri’si ve Marunî’siyle bir gönül bahçesidir. İşte bu kültürel ve dinsel zenginliği özgünlükleriyle, ötekileştirmeden, tekçi anlayışla yok saymayan bir mutabakata varabildiğimiz takdirde bir çözüm sürecinden, kalıcı bir barış sürecinden, halkların kardeşliğinden ve demokratik bir geleceği kurabilmekten bahsedebiliriz. Unutmayalım ki, her renk kendini yansıtır. Hiçbir renk başka rengi yansıtamaz. Gride beyaz vardır ama gri beyaz değildir.
***
Bu pervasız nutukların etkisinde tarihte “KİMİN ÇOCUGU NE İÇİN, KİMİN İÇİN Ölmüş’ü” araştırdım.
Geçen yazımda “Gencecik fidanların, bebeklerin, çocukların, yaşlıların canı-kanı üzerinde çıkarları üzerinden kirli senaryolarla, halkların esareti üzerinden hesaplar yapan uluslararası emperyalist güçler, bölgesel güçler, ulusal güçler, yerel işbirlikçi güçler var oldukça demokratik bir düzen kura-bilmekten, birlikte barış içinde kardeşçe yaşayabilmekten, adaletten, özgürlüklerden… Vs. bahsedebilir miyiz?” diye yazmıştım.
Daha yazımın üzerinden iki hafta geçmeden bir değil birçok tuzu kuru kesimden çocuklarımızın kanları ve ölümleri üzerinden nutuklar gündemi işgal etti. Bu pervasız nutukların etkisinde tarihte “KİMİN ÇOCUGU NE İÇİN, KİMİN İÇİN Ölmüş’ü” araştırdım.
Bu araştırmamda hamasetle atılan nutuklar sebebiyle ölen bir holding sahibinin veya bir devlet başkanı veya bu kategoride bulunan birinin çocuklarının öldüğüne dair kayıtlara veya analizlere rastlamadım. Ama sanki bu tür ölümler yoksul veya orta tabakaya mensup çocuklara aitmişçesine yüzbinlerce, milyonlarca yoksul veya orta kategoride yer alan kesimlerin çocuklarının hamaset nutukları ve yakınlarının ağıtları eşliğinde gömülmelerini izler dururuz.
Bu hamaset nutuklarının çatışmaların her iki kesiminde yer alan tarafların ortak argümanları her zaman vatan-millet-özgürlük-demokrasi vs. edebiyatıdır. Nedense her dönemde tuzu kuru kesimce vatan-millet- özgürlük-demokrasi vs. bu kesimin çocuklarının akacak kanına, kaybedecekleri yaşamlarına endekslenmiş olduğunu bariz bir biçimde görürüz.
Peki, hem çatışmalı dönemlerin hem de çatışmasız dönemlerin sonuçlarının nimetlerinden hangi kesim yararlanıyor. Bu düşünülmesi gereken ama başlı başına ayrı bir tartışma konusudur…
İstikrarsızlığı hedefleyen çatışmalı ortamlardan bugüne kadar çıkan olumlu bir çözüm olmuş mu? Hayır, tam aksine çatışmalar istikrarsızlığı derinleştirdikçe çatışmaları körüklemiş çözümsüzlük katmerleşerek derinleşmiştir.
Dünya deneyimlerini incelediğimizde istikrarlı ve güçlü ülkelerde sorunlar çocuklarının akacak kanına, kaybedecekleri yaşamlarına endekslenmemiş, içi boş tartışmalarla taraftarı olduğu çatışan tarafın amigoluğunu yaparcasına nutuklar atan etiketli kişilerin çözümsüzlüğü çözüm olarak dayatan, çatışmaları derinleştiren kör ve sağırlar diyalogunu andıran yöntemlerin tersine demokratik mekanizmaların kuralları gereğince fikir üreterek çözüm projeleri hazırlanarak uygulanır ve sorunlar çözülür. Sorun çözemeyen fikirler ve projeler fikir ve proje değildir. Bu tür fikir ve proje sahipleri bizdeki gibi pişkince karşı tarafı suçlayarak sıyrılmaya çalışarak itibarını koruyup arttırmaz tam aksine itibar kaybeder.
Ülkemiz etnisiteye dayalı kültür armonisinden oluşan, dünyada ender bir kültürel yapıya sahiptir. Ülkemizin kültürel yapısını oluşturan kültürler, dünya medeniyetlerine ışık tutmuş kadim Süryani, Keldani, İbrani, Arap ve Arami Sami halk toplulukları ve Ermeni – Kürt ari kültürleriyle Mezopotamya kültürünü, ege yunan ve Laz Karadeniz antik yunan kültürünü, Türk ve Türkmen orta Asya kültürünü, Çerkez, Gürcü, Azeri Kafkaslar kültürlerini yansıtmıştır. Müslümanı, Hiristiyan’ı, Yahudi’si, Alevi’si, Êzidi’si, Nesturî’si, Nusayri’si ve Marunî’siyle bir gönül bahçesidir. İşte bu kültürel ve dinsel zenginliği özgünlükleriyle, ötekileştirmeden, tekçi anlayışla yok saymayan bir mutabakata varabildiğimiz takdirde bir çözüm sürecinden, kalıcı bir barış sürecinden, halkların kardeşliğinden ve demokratik bir geleceği kurabilmekten bahsedebiliriz.
Unutmayalım ki, her renk kendini yansıtır. Hiçbir renk başka rengi yansıtamaz. Gride beyaz vardır ama gri beyaz değildir. Mezopotamya, kadim Süryani, Keldani, İbrani, Arap, Arami, Ermeni, Türkmen ve Kürt renkleriyle bezenmiştir. Mezopotamya, hepsidir ama hiçbiri tek başına Mezopotamya değildir. Anadolu, 26 rengin armonisidir, ama hiçbir renk tek başına Anadolu değildir. Samimi olmanın ölçütü bu gerçekliği kavramak – içselleştirmek ve uygulamak gereğini yerine getirmektir. Gerisi yukarıda tarif ettiğimiz çözümsüzlük ortamında çocuklarımızın ardından atılan nutukları dinlemektir.
Bu aşamada ve bu koşullarda sadece iki dinamiğin arasında süren bir monolog biçiminde süren çözümsüzlüğü esas alan karşılığı ve sonuçları olmayan tartışmaların ve çatışmaların yerine, Türkiye’nin tüm dinamiklerinin hiçbiri dışlanmadan katılacağı yeni bir mutabakat metnine ihtiyacı vardır.
Ancak bu mutabakat çağdaş demokratik yöntemlerle gerçekleştirilmelidir. Çocuklarımızın, gencecik fidanlarımızın kanı ve canı üzerinden olmamalıdır.
Mim Yavuz Binbay
Yorumlar kapatıldı.