İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Ermenistan Seyahati: Algılar ve Deneyimler

Mehmet Karasu
“Sadece bizde enginar; sizde kişniş pek fazla kullanılmıyor, hepsi bu” dedi Roza Teyze. Nisan 2015’te üç arkadaş (Ezgi Mehmetoğlu, Feyzan Tuzkaya ve Mehmet Karasu)[1] Ermenistan’a ziyarette bulunduk.[2] Ermenistan’da geçirdiğimiz araştırma sürecinin ardından, Ermeni halkının kendilerine ve Türkiye’ye ilişkin mevcut algı ve tutumlarına dair pek çok kazanımla Türkiye’ye döndük. Bu yazının hazırlanma amacı ve nihayetinde devam eden satırlarsa, işte tam da bu kazanımların derlenip toparlanması noktasında, bazı somut çıktılara işaret ediyor.

Kültürel pratiklerin benzerliği olarak ilişkiler
Türkiye’de ancak birkaç yıl kalmış ve uzun süredir hayatını Erivan’da torunlarıyla sürdürmekte olan Roza Teyze, akıcı Türkçesiyle, Ermenistan ve Türkiye arasındaki benzerlikleri uzun uzun anlattıktan sonra konuşmasını bir çırpıda şöylece tamamlayıverdi:
‘… Sadece bizde enginar; sizde kişniş pek fazla kullanılmıyor, hepsi bu …’
Roza Teyze, hem Ermenistan hem de Türkiye’deki kültürel pratikler konusunda pek çok derinlemesine bilgiye sahip biriydi; dolayısıyla onunla tanıştığımızda, gözlerimizde altın madeni bulmuşçasına oluşuveren pırıltıya şaşmamalı. Çoğu kişisel meraktan temelli ve biraz da yürüttüğümüz araştırmanın kapsamında irili ufaklı pek çok soruyu hevesle Roza Teyze’ye yönelttik.
Bu sorular yakındaki uzak üzerineydi hâliyle… Onun, Türk misafirperverliğine eşdeğer tavrı, dahası geçmişin acılarına ve geleceğin ümitli yollarına dair vakur açıklamaları bizi çoktan kendine çekmeyi başarmıştı.
Seyahat boyunca, Ermeni halkının kültürel pratiklerinin Türkiye’dekilerle esasında ne denli örtüşüyor olduğunu fark ettiğimizde yaşadığımız bir arada olma hissini tarif etmek güç. Düğün törenlerinden, cenaze merasimlerine; yeme-içme alışkanlıklarından, müzik türlerine kadar pek çok gösterge, iki halkın doğrudan ve neredeyse aynı muhtevada paylaştığı pratiklere işaret ediyordu. Bir lokantada keşkek yerken,  dışarıda kendi otantikliğinde halay çekmekte olan gençlere denk gelirken ya da Roza Teyze, kendi vefat etmiş yakınları nezdinde 7’si, 40’ı gibi günlerin varlığından söz ederken yüzümüzde istemsizce buruk bir tebessümün peydah olması, öyle sanıyoruz ki ayrı yerlerde fakat aynı kodlarla hayatını sürdüregelen iki halkın birbirine ilişkin temassızlığının trajikomik hâlinden kaynaklanıyordu.
Barışın önündeki bazı engeller
Sosyalpsikoloji literatüründen sıkça işittiğimiz bir yaklaşımı burada yinelemek yararlı olabilir: Eğer iki grup arasında göreli olarak denklik ilişkisi varsa ve bu iki grup birbirlerine sahici temas ederlerse birbirlerine ilişkin önyargılı ve ayrımcı tutumları azalma eğiliminde olacaktır. Bu verili bilgiden hareketle iki halk arasındaki temasın önündeki engellerden biri ve belki de en mühimi, Azerbaycan-Ermenistan arasındaki savaş nedeniyle 1993 yılından beri kapatılmış bulunan sınır kapısıdır yorumu yanlış olmayacaktır.
21. yüzyılda toplumsal ve teknik anlamda pek çok kazanımlar elde etmiş insan ırkı, böceğin, tozun, oksijenin rahatlıkla geçebildiği; ama kendisinin geçemediği koca koca sınırlar dikiyor. Kendi kimliklerini çoğu kez bu sınırlar ve ayrımlar üzerinden inşa ederken bu durumu meşrulaştıracak pek çok argümanı bulmakta ise hiç mi hiç güçlük çekmiyor. Fakat geçmişin şimdi sürdürülen hassasiyetlerini incitmeden ve fakat şimdiyi de kaçırmadan, birlikte ve dövüşmeden yaşamak hiç mümkün değil midir?
Barışın önündeki bir diğer engel, Dağlık-Karabağ’da olanca kasvetiyle sürmekte olan savaş hâlidir. Hemen her hafta gerçekleşen can sıkıcı olaylar, Ermeni halkının zihinsel temsillerini, yeniden ve kendi lehine, barıştan uzak bir içerikte inşa ediyor. Kafkas Araştırmaları Derneği’nin güncel araştırmasında [3] ve görüştüğümüz kimi Ermeni katılımcılarımız tarafından Türkiye-Ermenistan arasındaki gerilimin sürmesinde Dağlık-Karabağ sorununun hayli önem arz ediyor oluşu sıkça dile getiriliyor. Ermenistan’a gitmeden evvel, bu sorunun farkındaydık; fakat anlaşılan, etki büyüklüğünü daha iyi kavramak adına, Ermeni halkıyla birebir görüşmeler yapmamız gerekiyormuş…
Siyasi sorunların dışında psikolojiye göreli olarak doğrudan temas eden bir diğer problem, kimi insanlarca acıların hoyratça dövüştürülmesi tutumudur. Ortak acıların yeteri kadar yaşanmaması, birbirini tanımamanın getirdiği yoğun belirsizlik ve dolayısıyla buna eşlik eden güvensizlik hisleri, iki tarafın naif insanlarınca acıları dövüştürmek suretinde görünür oluyor. Böyle bir hareket noktasından bir arada yaşama hayallerine dair olumlu hiçbir adımın atılamayacağı, tahmin edilebileceği üzere, oldukça açık. Dolayısıyla acıları dövüştürmek yerine, onları kibrin ve yıkıcılığa varan nefretin semtine dahi uğramayarak bölüşmek, sanırım hayati bir ihtiyaç olarak karşımızda duruyor.
Daha irili ufaklı pek çok sorunu buraya iliştirmek mümkün; fakat barış içinde yaşama iradesini ortaya koyma ölçüsünde, bu sorunların önemli bir kısmının ilüzyon eseri olduğunu farketmek bizleri şaşırtılabilir. Dahası böyle bir tutum iki halk arasındaki temassızlığa örtük ya da doğrudan hizmet eden dışsal atıflarımızı (dış güçler, lobiler vb.) boşa çıkarabilir.
Sivil ve kolektif bir iradeye doğru
Her ne kadar iki ülkenin siyasi ilişkileri pamuk ipliğine bağlı görünse de, Ermenistan seyahatinden önce ve Ermenistan’da bulunduğumuz zaman zarfında görüştüğümüz insanların birbirlerine ilişkin algı ve tutumları; mevcut kırgınlık, kızgınlık ve acıları iyileştirme yönünde bir iradeye doğru dönüşüyor. Özellikle görüşme yaptığımız Ermeni halkından kimselerin, Türkiye’nin resmi devlet politikasıyla Türkiye vatandaşlarının görüşlerini ayırt ederek anlama gayretleri, bizi fazlasıyla memnun etti, ümitlendirdi. Dahası Ermenistan’da araştırmamızı sürdürürken pek çok katılımcımızın, bize böyle bir çalışma yürüttüğümüz için, gerek sözel gerek beden dilleriyle olan iyi niyet ifadeleri, şimdiye ve geleceğe ilişkin bir arada yaşama hayallerimizi yeniden güçlendirdi.
Öyle düşünüyoruz ki, geçmişin hiç kimseye yarar sağlamayan tortularını kendi siyasi amaçları uğruna sürdüren siyasilerin işgüzarlığı azaldıkça, iki halk sahici bir yüzleşme sürecine girecek.
Ve bu süreç, bize göre, uzmanlara (örneğin tarihçilere, analistlere vb.) bırakılmayacak kadar ‘biz’e dairdir; dolayısıyla sahici bir yüzleşme sürecini ‘biz’e yabancılaştıracak her türlü manipülatif eyleme karşı hazırlıklı olmamız gerekiyor. Zira iktidar sahipleri kendi kazanılmış ayrıcalıklı haklarını muhafaza etmek ve sürdürmek adına halklar için halklara rağmen bir tutum ve davranış seti sergileyebilirler. Bu açıdan, sivil iradenin görünürlüğünü artırarak, yüzleşme sürecine bunu angaje etmek, sanıyoruz, elimizden gelebilecek en etkili mücadele yollarından… (MK/YY)
Dipnotlar:
[1]  Ege Üniversitesi, Arş. Gör.
[2] Bu seyahat, Hrant Dink Vakfı tarafından Civilitas Foundation işbirliği ile yürütülen Türkiye-Ermenistan Seyahat Fonu tarafından desteklenmiştir. Türkiye-Ermenistan Seyahat Fonu, Ermenistan-Türkiye Normalleşme Süreci Destek Programı kapsamında Avrupa Birliği tarafından finanse edilmektedir.
[3] Rapora buradan ulaşabilirsiniz.
Mehmet Karasu
Mehmet Karasu Ege Üniversitesi Psikoloji Bölümü’nde araştırma görevlisi olarak çalışıyor.

Yorumlar kapatıldı.