İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Siyasetçilerden AKP’nin Dış Politika Karnesi

Alparslan Esmer
Adalet ve Kalkınma Partisi iktidarı sırasında geçmişte Başbakan Erdoğan’a dış politika baş danışmanlığı yapan Ahmet Davutoğlu, sonraki yıllarda Dışişleri Bakanlığı ve geçen yıl da Başbakanlık görevlerine geldi. Kasım 2002’den bu yana Adalet ve Kalkınma Partisi’nin tek başına iktidar olduğu Türkiye, bu pazar yeni genel seçimlere hazırlanıyor. Sonuçları Türkiye kadar tüm dünya merakla bekliyor…Adalet ve Kalkınma Partisi’nin seçimleri kazanıp yeniden iktidara gelmesi durumunda AB politikalarını nasıl yönlendireceğini, reformlara devam edip etmeyeceğini tahmin etmek zor, ancak iktidarı sırasında AB Bakanlığı’nı oluşturan AKP, bu hedefinden vazgeçmiş görünmüyor. AKP Meclis Dışişleri Komisyonu Başkanı Ahmet Berat Çonkar da, bu ilişkileri “stratejik önemde” diye tanımlıyor ve Türkiye’nin üzerine düşen sorumluluklarını yerine getirdiğini söylüyor…

 

***


Adalet ve Kalkınma Partisi iktidarı sırasında geçmişte Başbakan Erdoğan’a dış politika baş danışmanlığı yapan Ahmet Davutoğlu, sonraki yıllarda Dışişleri Bakanlığı ve geçen yıl da Başbakanlık görevlerine geldi. Kasım 2002’den bu yana Adalet ve Kalkınma Partisi’nin tek başına iktidar olduğu Türkiye, bu pazar yeni genel seçimlere hazırlanıyor. Sonuçları Türkiye kadar tüm dünya merakla bekliyor.
Uzun yıllar süren koalisyon hükümetlerinden sonra Türkiye’de karar mekanizmasını tek başına eline alan AKP hükümeti, iktidarının ilk yıllarında ekonomiden dış politikaya, yasal reformlardan anayasa değişikliklerine kadar önemli kararlara imza atmış ve dış dünyada övgü toplamıştı. AKP hükümetinin ilk yılları özellikle Avrupa Birliği üyelik hedefleri çerçevesinde önemli reformlarla hatırlandı. Önceki hükümet sırasında resmi üye adayı olan Türkiye’nin AB ile müzakere süreci AKP hükümeti döneminde başladı.
O dönem Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın dış politika baş danışmanlığını yürüten Ahmet Davutoğlu döneminde Türk dış politikası, önemli değişimler de yaşadı. Cumhuriyetin kuruluşundan itibaren Batı’ya dönük bir siyaset izleyen Türkiye, AKP’nin muhafazakar yapısına da bağlı olarak Ortadoğulu komşularıyla ve Kuzey Afrika ülkeleriyle ilişkilerini geliştirdi. İlerleyen yıllarda Adalet ve Kalkınma Partisi iki genel ve bir de Cumhurbaşkanlığı seçimlerini garantileyince, Türk Dış Politikası’nın son 13 yılının mimarı olan Ahmet Davutoğlu, önce Dışişleri Bakanı, yakın bir zamanda da Başbakan olarak AK Parti içindeki nüfuzunu korumayı başardı.
Davutoğlu’nun Soğuk Savaş sonrası Türk dış politikasını Osmanlı mirası üzerine kurduğu ‘stratejik derinlik’ kavramı, önce “komşularla sıfır sorun” sloganıyla Türkiye’yi bölgesel bir güç haline getirmeyi hedefledi. Ancak son yıllarda, içinde bulunduğu bölgenin yaşadığı istikrarsızlıklar, Türkiye’yi – Davutoğlu’ndan sonra Başbakan’ın dış politika baş danışmanlığını üstlenen İbrahim Kalın’ın deyimiyle – “değerli yalnızlık”a itti.
AB’yle müzakereler donma noktasına gelirken tam üyelik çerçevesinde yapılan demokratik reformlar askıya alındı. Türkiye’nin doğusunda da “sıfır sorun” hedeflenen komşularla büyük sorunlar yaşandı. İç savaşın hala devam ettiği Suriye’deki Beşar Esat rejimi ayakta durmaya devam ederken, Ankara Esat rejimini yıkmaya çalışan muhalif gruplara açık destek verdi. Son dönemde Irak’taki merkezi yönetimle ve özerk Kürt Bölgesel Yönetimi’yle ilişkilerde nispeten iyileşme yaşanırken, IŞİD’in bölgede yükselişi yeni istikrarsızlık nedeni oldu. IŞİD’le mücadele koalisyonuna askeri destek vermeyi reddeden Türkiye, bu mücadele çerçevesinde öncelikler konusunda Amerika’yla sorunlar yaşadı. Suriye, Irak ve Yemen’deki gelişmelere müdahale eden İran, Türkiye’nin karşısına bir bölgesel rakip olarak çıkarken, Ermenistan’la 2009 yılında başlatılan normalleşme sürecinden sonuç alınamadı. Rusya 2014’te Kırım yarımadasını ilhak ederek, işgale itiraz eden Tatar liderleri yarımadadan sürdü, Ukrayna’nın doğusunda savaşan Moskova yanlısı ayrılıkçılara destek verdi. Türkiye bu gelişmelere muhalefetini sözlü olarak belirtse de, Rusya’yla yakın ilişkileri yüzünden ABD ve Avrupa ülkelerinin aldığı sert yaptırımlara ve NATO’nun yürüttüğü askeri manevralara katılmadı. 2010’daki Mavi Marmara olayından itibaren İsrail’den ve 2013’teki darbenin yaşandığı Mısır’dan büyükelçiler çekildi.
Geçen hafta sona erdirilen kamuoyu yoklamalarında diğer partilere önemli fark attığı gözlenen Adalet ve Kalkınma Partisi, seçimi kazanıp dördüncü kez iktidara gelmesi durumunda mevcut dış politika anlayışından ödün vermeyecek görünüyor.
“Sıfır sorun”dan “değerli” adı verilen yalnızlığa geçiş süreci, muhalefet partilerinin ciddi tepkisine yol açarken, Adalet ve Kalkınma Partisi, kendi seçim bildirgesinde dış politikayı “hakkaniyet eksenine” oturttuğunu, “itibarlı bir dış politika” izlediğini savunuyor.
‘Bir takım önyargılar ve Türkiye’nin başarısını hazmedemeyen odaklar’
“Ben yalnız kaldığımızı düşünmüyorum” diyen AK Parti İstanbul milletvekili adayı ve TBMM Dışişleri Komisyonu Başkanı Ahmet Berat Çonkar, Ankara’nın “çok pozitif bir dış politika yaklaşımı” geliştirdiğini söylüyor.
Çonkar, Amerika’nın Sesi’ne yaptığı açıklamada, “Biz açıkçası bütün dünyadan bu noktada destek görmeyi beklerdik. Fakat kendi müttefiklerimiz dahil pek çok ülkenin farklı önyargılarla ve Türkiye’nin başarısını hazmedemeyen bir takım odakların da yönlendirmeleriyle bu politikanın sabote edilmeye çalışıldığını gördük” diye konuşuyor.
Diğer ülke liderleriyle üst düzey temasların devam ettiğini vurgulayan Çonkar, medyada Türkiye’nin dış ilişkilerinde yalnız bırakıldığı yönünde bir hava oluşturulduğunu ve “hükümetin dış politikasını karartma yönünde bir algı operasyonu” düzenlendiğini belirtiyor.
Çonkar’ın yansıttığı hükümetin bu pozisyonu, muhalefet partilerinin – en azından son kamuoyu yoklamalarında Meclis’e girme ihtimali bulunan partilerin – dış politika alanında uzmanlığa sahip yöneticileri tarafından kesin dille reddediliyor.
Cumhuriyet Halk Partisi’nin (CHP) diplomat kökenli Genel Başkan Yardımcısı Murat Özçelik, “Ahmet Davutoğlu ‘komşularla sıfır sorun’ diye başladığı, Türkiye’yi büyük bir itibarsızlık içerisine iten ve dış politikada gerçekten çok kötü durumlara doğru ilerlediğimiz bir hatta soktu ülkemizi” diye konuşuyor.
AKP iktidarının 2005 yılında üyelik müzakerelerine başladığı dönemi “büyük memnuniyet duyduk ve destek verdik” sözleriyle anlatan CHP milletvekili adayı ve emekli büyükelçi, bununla birlikte Cumhuriyet döneminde elde edilen “laiklik, demokratik değerler, çağdaş medeniyete ilerleme” gibi kazanımların yine AKP iktidarında kaybedildiğini söylüyor ve iktidarı Türkiye’yi “İslamlaştırma projesine ilerletmekle” suçluyor. Özçelik, Türk dış politikasının eksen değiştirmesini ise, “Biz AKP’nin tümüyle direksiyonu doğuya doğru kırdığını görüyoruz” sözleriyle yorumluyor.
‘Berbat’ dış politika
Adalet ve Kalkınma Partisi’nin iktidardaki son 13 yılda izlediği dış politika anlayışını değerlendirmesini sorduğumuz Milliyetçi Hareket Partisi (MHP) Genel Başkan Yardımcısı Tuğrul Türkeş’in ağzından çıkan yanıt, “berbat” oluyor. Türkeş, “Başarı adına söylenebilecek hiçbir şey yok. Düşündüğümüz zaman ‘sıfır sorun’ diye büyük iddiayla ortaya çıktılar. Ondan sonra son 10-12 yılda damgasını vuran şahsiyet şimdi Başbakan. Suriye’de bir yığın yanlış yapıldı. Irak’ta zaten yanlışlıklar yapılıyor, Kıbrıs konusunda öyle. (Türkiye) Ukrayna ile yaşanan olaylarda, Tatarlar’ın Kırım işgali sonrasında Rusya’ya bir sert çıkış sergileyemedi. Kararlılığı orada daha net belirtmesi gerekti. Avrupa Birliği ile ilişkilerde çok disiplini bir davranış sergilediğini söyleyemeyiz. O bakımdan ‘AKP’nin dış politikası başarılıdır’ demek mümkün değil” diyor.
Türkeş, “Gazze’ye yardım edeceğim diyor AKP. İki geçiş var, biri Refah kapısı bir Erez, iki ülkede de bizim büyükelçimiz yok. İsrail’de de yok, Mısır’da da yok. Bölge ülkelerinde büyükelçi bile barındıramıyorsan, iyi bir siyasetten söz edemezsin” diye konuşuyor.
Ancak AK Partili TBMM Dışişleri Komisyonu Başkanı Çonkar, “Buralarda büyükelçi bulunduran ülkeler kendi politikalarını gözden geçirsin” yanıtını veriyor. İktidarın insan hayatına değer veren bir dış politikayı öncelik yaptığına dikkati çeken Çonkar için gerek Gazze’de, gerekse Mısır’da yaşananlar, “Batılı ülkelerin bu demokrasi ve insan hakları testini geçemediklerini gösteriyor.”
AKP iktidarının dış politikasına yönelik eleştirinin başında Suriye’ye yönelik tavır yatıyor. 2011 yılında başlayan Suriye iç savaşı, 200 binden fazla kişinin ölmesine, ülke nüfusunun önemli bir bölümünün evlerinden olmasına, sayısı milyonları bulan mülteci ordusuna, komşu ülkelerin ekonomilerinde de ağır bir yüke yol açtı. Ayrıca Esat rejimi, Şam’ı ve ülkenin batısını tutmaya devam ederken, etkinliğini yitiren rejim karşıtı silahlı direnişçilerin içinden cihatçı örgütler doğdu. Türkiye tek başına 2 milyona yakın Suriyeli mülteciyi sırtlamak zorunda kalırken, kendi cebinden Çonkar’ın ifadesiyle “kabaca 5 milyar dolar” çıktı. Mültecilerin plansız bir şekilde Türkiye’nin her yerine yayılması, Türkiye’de daha önce görülmeyen “yabancı düşmanlığının” başlamasına yol açtı.
AKP üyesi Çonkar, mülteciler konusunda Türkiye’nin istediği desteği bulamadığını ve çok büyük maliyetleri kendi üstlenmek zorunda kaldığını belirtiyor ve ekliyor: “Türkiye’ye göre çok daha zengin ve imkanı olan devletler bu konuda çok yetersiz ve cimri davrandılar.”
‘Türkiye’nin güney sınırları Peşaver oldu’
Halkların Demokratik Partisi (HDP) Genel Başkan Yardımcısı Nazmi Gür için, Türkiye’nin Suriye politikası “baştan itibaren yanlış bulduğumuz ve karşı çıktığımız politika.” Gür, “Erdoğan ve Davutoğlu’nun maceracı, komşularla sorunlu politikasını çatışmaya dönüştürücü eğilimi ve nihayetinde yeni Osmanlıcılık adı altındaki dış politika serüvenleri bence çöktü. Ortadoğu, Suriye politikası çöktü. Türkiye’nin hiçbir inandırıcılığı kalmadı” diyor.
Erdoğan ve Davutoğlu’nu “DAİŞ’e destek vermekle” suçlayan ve Türkiye’nin mevcut politikasının Suriye’deki iç savaşın sürdürülmesine yönelik olduğunu iddia eden Gür, Türkiye’de barındırılan milyonlarca mültecinin ise “propaganda malzemesi” olduğunu savunuyor.
Ahmet Berat Çonkar ise, Suriye krizi dört yıl önce ilk ortaya çıktığında NATO ve Amerika’ya gerekli uyarıların yapıldığını söylüyor: “(Dönemin) Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ve Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan dahil, biz milletvekilleri olarak her bulunduğumuz ortamda bu tehdidi aktardık. ‘Eğer Suriye muhalefetine hak ettikleri destek bu ittifak tarafından verilmeyecek olursa, aşırı örgütler, radikal örgütler sahada güç kazanacaktır ve bu herkesin başına bela olacaktır’ diye en açık şekilde uyarı yapan ülke Türkiye olmuştur.
Çonkar “IŞİD’i terör örgütü olarak ilan eden ilk devlet Türkiye olmuştur” dese de, bu konuda Ankara’dan ilk resmi açıklama, Musul’da IŞİD tarafından kaçırılan 50’ye yakın Türk rehinenin serbest bırakılmasının ardından gelmişti.
CHP’li Murat Özçelik ise ­­hükümet ve IŞİD arasında doğrudan olmasa da bir bağlantı olduğu görüşünde. Bununla birlikte AKP’nin aslen Irak’ta bir Sünni Arap devleti kurulmasını amaçladığını savunan Özçelik, mezhepçi hareket etmekle suçladığı iktidarın, Sünni bir örgüt olan IŞİD’e bu hedefe ulaşacak ve daha sonra tasfiye edilebilecek bir araç gözüyle baktığı görüşünde. Özçelik’e göre, hükümet IŞİD’e destek vermiyor, ama Suriye’de el Kaide’nin uzantısı olan el Nusra örgütüne “doğrudan destek veriyor ve tüm dünya bunu biliyor.”
Pakistan’ın Afganistan sınırında Taleban’ın yoğun olarak faaliyet gösterdiği bölgelere atıfta bulunan CHP Genel Başkan Yardımcısı Özçelik, “Türkiye ne yazık ki, güney sınırları itibarıyla Peşaver olmuş durumda. Bir süre sonra bu örgütler, bu örgütlerin Türkiye içindeki uzantıları, uyuyan hücreleri dediğimiz gruplar Türkiye için en büyük tehdidi oluşturuyor. Bizim iktidara geldiğimiz zaman, Amerika’yla, AB’yle, Rusya’yla gerektiğinde, İran’la da birlikte çözmemiz gereken önemli sorunlardan bir tanesi. IŞİD’in mutlaka silahlı bir örgüt olarak yenilgiye uğratılması gerekiyor” diye konuşuyor.
IŞİD’le mücadele konusunda Ankara’nın müttefiklerinden beklediği desteği alamadığını savunan AKP’li Çonkar ise, “Türkiye’nin ortaya koymuş olduğu kapsamlı çözüm ve çareyi üretecek olan güvenli tampon bölgeler, bunun yanında hava desteğiyle oluşturulacak güvenli bölgeler ve eğit-donatla Suriye’deki bu mezalimin aşılmasını sağlayacak tedbirler, maalesef bizim müttefiklerimiz tarafından desteklenmedi. Yeterince desteklenmediği için de IŞİD gibi unsurların daha çok desteklendiği bir süreç görmüş olduk. Türkiye burada üzerine düşeni yapmaktadır” diyor ve Türkiye’nin “yeterli istihbarat paylaşımı aldığı zaman” etkili tedbirler uyguladığını söylüyor.
Özellikle geçen yıl, IŞİD’in ilk çıkış yaptığı dönemlerde Irak ve Suriye’de faaliyet gösteren örgüte Batılı ülkelerden katılan kişilerin Türkiye topraklarından geçiş yapması, Ankara’yı zor durumda bırakmıştı. Ancak yetkililer bunun Batılı ülkelerin kendileriyle bu kişiler hakkında zamanında bilgi sağlamadığını savunuyor.
MHP’den Tuğrul Türkeş de, hükümetin Suriye ve IŞİD politikasını eleştirenlerden. “Irak ve Suriye’de yaşanan olaylarda bu komşu ülkelerin toprak bütünlüğünün korunması gerektiğini söyledik ve savunduk. Onların iç işlerine karışmamak gerektiğini, ülkelerin toprak bütünlüğünü ve demokrasi içinde bir yönetim kurmalarını öngördük. Maalesef bölgedeki gelişmeler buna imkan vermedi” diyen Türkeş, IŞİD’le mücadele konusunda da “bölgede terör örgütleri cirit atıyor” yorumunu yapıyor: “Bir terör örgütünü ‘kötü’ diye tarif edip onunla mücadele ediyor diye, diğer terör örgütlerine sempatiyle bakılmasını biz doğru bulmuyoruz. Yani terör örgütü, terör örgütüdür. İyisi kötüsü olmaz. Hepsine eşit davranılması gerektiğini savunuyoruz.”
Bu yaklaşımın hükümetle benzerlikler taşıyıp taşımadığını sorduğumuz Tuğrul Türkeş, “İktidar partisi zaman zaman bu konulardaki görüşlerini farklılaştırabiliyor” yanıtını veriyor ve ekliyor: “Amerika şu anda IŞİD’in bir tehlike olduğundan hareket ederek IŞİD’le mücadele eden diğer güçlere karşı ‘eğit donat vesaire’ gibi bir yaklaşım içinde. Biz bir bölge ülkesi olarak bunu doğru bulmuyoruz. Bu işlerin sonunda eğitilen ve ellerine silah verilen diğer terör örgütleri bu eğitimi ve silahı farklı şeyler için de kullanıyor.”
Tuğrul Türkeş’in adını vermeden ima ettiği PYD ve PKK gibi örgütler, HDP Genel Başkan Yardımcısı Nazmi Gür’e göreyse IŞİD’in ilk kez yenilgiye uğratılabileceğini kanıtladı. IŞİD, Türkiye sınırındaki Kobani’yi aylarca kuşatmasına rağmen, hem Amerika öncülüğündeki koalisyonun hava saldırıları, hem de kentte PYD ve onlara destek veren PKK’nın direnişi yüzünden başarılı olamayıp çekilmişti. Amerika kentin savunmasına yardım amacıyla Kürt gruplara silah yardımı da yaptı.
“Neredeyse Batı açısından tek müttefik Kürtler” diye konuşan Nazmi Gür, IŞİD’e karşı mücadele veren tek grubun Kürtler olduğunu, Özgür Suriye Ordusu adıyla ortaya çıkan muhalif grubunsa tamamen çöktüğünü söylüyor. Kürtler’in eğit-donat programı dışında bırakıldığına dikkati çeken Gür, bu gerekçe ve Suriyeli Kürtler’in insani yardımlardan yararlanamaması nedeniyle Amerika’ya karşı hayal kırıklığını gizlemiyor. “Bizim Amerika’dan temel beklentimiz, Ortadoğu’da dört farklı egemen devletin sınırları içinde yaşayan yaklaşık 45-50 milyonluk Kürt halkının statüsüz bir biçimde yeni Ortadoğu düzeninde olacaksa asla bu şekilde tutulamayacağı gerçeğinin kabulüdür” diyen Gül, “Amerika diplomatik ve siyasi desteğini esirgemesin ve Kürtleri asla terör örgütleri olarak görmesin” diye ekliyor. ABD’nin terör örgütleri listesini gözden geçirmesi ve Kürtler’i Ortadoğu’daki en dinamik ve değiştirici güç olarak kabul etmesi çağrısında bulunan Nazmi Gür, “ABD yönetimine çağrımız Kürtler olmadan bir çözümün Ortadoğu’da asla olmayacağı gerçeğinin kabulüdür” diyor.
‘Obama yönetimi kararsız politikalar uyguluyor’
Türkiye Amerika’yla Suriye politikası konusunda anlaşamıyor. IŞİD’le mücadele koalisyonu çerçevesinde ılımlı Suriyeli muhalefete silahlı eğitim ve teçhizat sağlanmasını öngören eğit-donat programını başlatan iki ülke arasında öncelik listesi farklı. Türkiye eğitilecek silahlı muhalefetin yalnızca IŞİD ve diğer cihatçı örgütler değil, aynı zamanda Şam’da Beşar Esat rejimine karşı da mücadele vermesi gerektiğinde ısrar ediyor. Washington ise, IŞİD’in bölgedeki yükselişinden dolayı, Suriye’de gerekirse Esat rejimi yetkililerinin de yer alabileceği bir siyasi çözümden yana.
TBMM Dışişleri Komisyonu Başkanı Ahmet Berat Çonkar, “Amerika’nın dış politikası açısından bakıldığında Obama yönetiminin kararsız politikalar uyguladığını görüyoruz” diyor. Çonkar örneğin Obama yönetiminin “kırmızı çizgi” olarak belirlediği “Şam hükümetinin kimyasal silah kullanması” sonrasında bile askeri müdahaleden çekindiğini hatırlatıyor. Çonkar, “IŞİD gibi sorunların büyümesini” ABD’nin kararsızlığına bağlarken, Türkiye’nin sunduğu kapsamlı planların ne Amerika, ne de NATO tarafından uygulamaya konduğunu kaydediyor. AKP İstanbul milletvekili adayı Çonkar, “Bu sorunlar, tabii ki bizim, Amerika’nın ve NATO müttefiklerinin de eleştirebileceğimiz dış politika yanlışlıklarıdır. Doğru noktaya gelmeleri için de her ortamda kendileriyle görüşlerimizi paylaşıyoruz” diyor.
Geçmişte Washington Büyükelçiliği ve Houston Başkonsolosluğu’nda görev yapan CHP Genel Başkan Yardımcısı Murat Özçelik ise, “Amerika’yla stratejik ortaklığımız kalmadı. Dibe vurmuş vaziyette. Onu hemen hemen eski seviyesine çıkartıp, bu bölgede tekrar istikrar, bu bölgede tekrar barış, bu bölgede insanların tekrar refahını sağlamak için elimizden geleni yapan ve buna Sünni-Şii diye bakmayan, laik bir Türkiye Cumhuriyeti’nin dış politikasını yeniden görmeyi size vadediyoruz” diye konuşuyor.
Özçelik’e göre hem Amerika, hem de Avrupa devletlerinin AKP hükümeti iktidarda olduğu sürece Irak’ta ve Suriye’de istikrarı yakalamak için kendilerine yardımcı olacak bir Türkiye’yi karşılarında bulamayacağını savunuyor. CHP Genel Başkan Yardımcısı Özçelik, “İktidara gelirsek yine ABD ile, yine Avrupa Birliği’yle ve İsrail’le de ilişkilerimizi normalleştireceğiz” diyor. İsrail konusunun özellikle altını çizen emekli diplomat Özçelik, “Açık yüreklilikle söylüyorum, bundan sonra İsrail’le ilişkiler bakımından da herhangi bir ‘double talk’ (çifte anlamlı açıklamalar) görmeyeceksiniz CHP’den. Antisemitik (Yahudi karşıtı) laf da olmayacak. İsrail hükümetinin hoşumuza gitmeyen eylemleri olursa hükümeti eleştiririz, o ayrı bir konudur. Ne Yahudiler’i ne İsrailliler’i eleştiren bir Türkiye göreceksiniz. Ancak öyle olduğumuz takdirde hem Arap ülkelerine, hem de İsrail’e bölgede yardımcı olacak bir konuma geliriz diye düşünüyorum” diyor.
Türk-Amerikan ilişkilerinde zayıflama olduğunu MHP Genel Başkan Yardımcısı Tuğrul Türkeş de düşünüyor, ancak bunu bölgesel siyasi gelişmelere değil, ekonomik ilişkilerin zayıflığına bağlıyor. Türkeş, “NATO’da bir işbirliğimiz var, 60 yıllık bir işbirliği, ikincisi de ‘stratejik ortağız’ diyoruz. Türk-Amerikan ekonomik ilişkileri 20 milyar dolar gibi seviyede seyrediyor. Bu ekonomik ilişkileri iyileştirmek için ‘stratejik ortaklık’ tanımına yakışır şekilde her iki tarafın çaba göstermesi lazım” diyor. Türkeş’e göre ekonomik ilişkiler zayıf olduğu sürece bu durumda iki ülke arasındaki diğer ilişkiler, “ihtiyaca göre” kuruluyor, “iki devlet ve iki toplum arasında yaygın bir ilişki olmuyor.”
“Türkiye Amerika’yla ekonomik ilişkileri canlandırmak için Amerika ve Avrupa Birliği arasında yapılan serbest ticaret görüşmeleri (Transatlantik Ticaret ve Yatırım Ortaklığı – TTIP) kapsamında kendisine ayrıcalık tanınmasını talep ediyor. Anlaşma yürürlüğe bu haliyle girerse, Türkiye Avrupa Birliği’yle yaptığı gümrük birliği anlaşmasından dolayı Amerika’yla ticaret dengesi daha da bozulacak” şeklinde bir hatırlatma yaptığımız Tuğrul Türkeş, Türkiye’de dönemin siyasi iktidarlarının 1996 yılında başlayan gümrük birliği sürecinde yanlış yaptığını söylüyor. Gümrük birliği anlaşması imzalandığında Türkiye’yi koruyucu ve destekleyici tedbirlerin alınmadığını belirten Türkeş, öncelikle gümrük birliğinin Türkiye’nin aleyhinde bir süreç olduğunu ve bunun iyileştirilmesi gerektiğini savunuyor.
Türkiye’nin Avrupa Birliği’yle müzakere süreci yıllardır askıya alınmış durumda. Tuğrul Türkeş, sürecin ilerlememesinde AB tarafını daha sorumlu tutmakla birlikte, parti olarak tam üyeliğe olumsuz bir yaklaşım sergilemediklerinin altını çiziyor. Birliğe resmi adaylık sürecinin MHP’nin koalisyon üyesi olduğu 57. Hükümet döneminde başladığını hatırlatan Türkeş, “1960’larda Türkiye Avrupa Birliği’ne (Ortak Pazar) müracaatını yaparken o zamanki Avrupalı liderler bunu Avrupa’nın geleceği için olumlu katkı olarak görüyordu. Bugünkü Avrupa liderleri buna stratejik perspektifle bakmak yerine güncel ve kısa vadeli planlar içinde bakıp, ‘bu benim ülkemin lehine mi olur aleyhine mi olur?’ gibi basit değerlendirmelerle bahaneler çıkartıyor. Bunların aşılması gerekiyor” diyor.
Seçim öncesi Türkiye’de Meclis’e yakın konumda görünen hiçbir siyasi partinin AB üyelik hedeflerine karşı bir muhalefeti yok. Hatta Meclis’teki tüm partilerin temsilcileri üyelik sürecinde belli bir aşamanın kendi partileri döneminde başlatıldığını açıklamaktan çekinmiyor.
Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkan Yardımcısı Murat Özçelik de, 1960’lı yıllarda Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne yönelmesini o dönemki CHP iktidarına bağlıyor.
Halkların Demokratik Partisi’nden Nazmi Gür de Türkiye’nin AB sürecini “en çok destekleyen parti” olduğunu savunuyor. Gür, “HDP’den önceki tüm partilerimiz de çok açık bir şekilde bu politikayı sürdürdü. AB üyeliğinin Türkiye’yi değiştirecek, dönüştürecek, demokratikleştirecek en önemli dinamiklerden biri olduğunu düşündük. Nasıl Portekiz, İspanya ve Yunanistan’da dikta rejimleri AB süreciyle tasfiye olduysa Türkiye’nin de benzeri bir süreçle, başta demokratik yeni bir anayasa olmak üzere AB Kopenhag siyasi kriterlerinin tamamının içselleştirilmesi ve nihayetinde tüm müktesebatın Türkiye’deki iç hukuka uyumlu hale getirilmesi en büyük arzumuz” diye konuştu. Ayrıca Gür’e göre AB üyeliği “Kürt sorununun çözümünü kolaylaştıracak.”
Adalet ve Kalkınma Partisi’nin seçimleri kazanıp yeniden iktidara gelmesi durumunda AB politikalarını nasıl yönlendireceğini, reformlara devam edip etmeyeceğini tahmin etmek zor, ancak iktidarı sırasında AB Bakanlığı’nı oluşturan AKP, bu hedefinden vazgeçmiş görünmüyor. AKP Meclis Dışişleri Komisyonu Başkanı Ahmet Berat Çonkar da, bu ilişkileri “stratejik önemde” diye tanımlıyor ve Türkiye’nin üzerine düşen sorumluluklarını yerine getirdiğini söylüyor. Ancak Çonkar, tam üyelik sürecinde AB’yi yanlı davranmakla suçluyor, özellikle de Kıbrıs Rum Cumhuriyeti’ni 2004 yılında tam üyeliğe alarak hem Kıbrıs barış görüşmelerini, hem de Türkiye’nin tam üyelik sürecini bloke ettiğini savunuyor.

Yorumlar kapatıldı.