Raffi Bedrosyan
Sayın Erdoğan, Sayın Davutoğlu;
Bu makaleyi size açık mektup olarak yazıyorum, zira Ermenilerle Türklerin, araya üçüncüler girmezse daha kolay anlaşabileceğini ileri sürüyorsunuz. Sayın Davutoğlu her ne kadar şimdilerde Ermeni diasporasının öfke, nefret ve intikamla dolu olduğunu söylüyorsa da geçmişte ‘Ermeni diasporası aynı zamanda bizim diasporamız’ dediği ve diyaloga açık olduğunu belirttiği için TC vatandaşı ve Diasporalı ve de Türk-Ermeni ilişkilerini geliştirmeye emek sarfetmiş biri olarak görüşlerimi yazmak istiyorum. Biz Ermeniler 1915 gerçekleri Türkiye tarafından inkâr edildiği sürece hastayız, 1915’e takılıp kalıyoruz, travmadan kurtulamıyoruz. Ama Türkiye gerçekleri gizlemeye, inkâra devam ettiği sürece Türkler Ermenilerden daha da hasta.
Hasta olanlar hem gerçekleri bilmelerine rağmen bilinçli bir şekilde yalan konuşanlar, hem de yüz yıldır bilinçsiz bir şekilde yalan yanlış bir tarihe inanmış dört nesil halk. Bu hastalıkları bitirmek veya çoğaltmak tamamen sizin elinizde.
Evet, ben hastayım. Bursalı anneannem hamileyken, kocası Osmanlı ordusunda hizmet görürken, diğer yüzbinlerce Ermeni kadın, çocuk ve yaşlılarla beraber sırf Ermeni oldukları için tehcire yollanmış, yolda Konya yakınlarında kafileyle yürürken bir erkek çocuk doğurmuş, açlık, susuzluk içinde dayım olacak bu bebek ancak on gün yaşamış, anneannem bebeği ölünce bir taşın altına gömüp jandarmaların dipçikleriyle taa Suriye’ye kadar yürümüş. Mucizevî bir şekilde ölmemiş, savaştan sonra bir yolunu bulup Bursa’ya dönmüş, ama evine el koyan Türkler tarafından kendi evine girememiş, feci bir şekilde dövülmüş, tekme tokat dışarı atılmış. Bu gerçekleri ben büyürken bana anlatmadılar, Emin Oktay’ın tarih kitaplarında da yazmıyordu. Bunları on sekiz yaşımda öğrenince çok sevdiğim, doğduğum memleketten ayrılmaya karar verdim. Kanada’da bir müddet yanlarında kaldığım evin büyüğü seksen yaşlarındaki Tokat’lı Agop Dede beni daha da hasta etti. Anasının sidiğinin kokusunu her gün burnunda hissettiğini söylüyordu. 1915’te kendisi dört yaşındayken, Teşkilat-ı Mahsusa katilleri Tokatlı Ermenileri topluca katlederken anası onu eteklerinin altına saklamış, başı kesilirken ölmeden Agop’un üstüne işemiş, Agop Dede’nin seksenlerinde ölene kadar her gün sidik kokusu almasına sebep olmuş. Diasporadaki hemen her Ermeni ailesinin yaşadıkları bu gerçekler birer belge, 1915’in sağ kalan kurbanlarının, zorla İslamlaştırılmış/ Türkleştirilmiş Ermeni yetimlerin yaşadıkları gerçekler ayrı birer belge.
Size sorayım, Bursa, Tokat, veya Anadolu’nun her bir köşesinde, hattâ Trakya’da yaşayan Ermenilerin hepsi sizin devamlı tekrarladığınız gibi ‘Doğuda savaş bölgesinde Ruslarla birleşip ordumuzu arkadan mı vurdular?’, ‘Emperyalist devletlerin oyuncağı olup bağımsızlık mı istediler?’ Osmanlı vatandaşı olan bu yüzbinlerce Ermeni kadın, çocuk, yaşlılar devleti nasıl tehdit ettiler? Siz ne zamana kadar ‘Savaşın zor şartlarında her iki taraftan da kayıplar oldu, Müslümanların kayıpları daha çoktu, Zorunlu göç, Ortak acı’ gibi boş laflarla kamuoyunu kandırmaya çalışacaksınız? Ne zaman İttihat- Terakki liderlerinin yanlış kararlar aldığını, savaşa girip hem koskoca bir devleti kaybettiklerini, hem yüzbinlerce Müslüman’ın savaşta ölmelerine sebep olduğunu, hem de dört bin yıl bu topraklarda yaşamış kadim Ermeni milletini ortadan kaldırmaya çalıştıklarını ve bu milletin bütün malvarlığının üstüne de oturduklarını itiraf ve kabul edeceksiniz, ne zaman? Bu itiraf ve kabul neden zor? Üstüne oturulan malları geri vermek mi bu kadar zorluyor, korkutuyor sizleri? Sırf Ermeni oldukları için devlet tarafından sürülen, soyulan, katledilen yüzbinlerce insanın cenazesi hâlâ yerde yatıyor. Bugünlere paralel kurarsak, PKK ile başa çıkamayınca devletin kadın, erkek, çocuk demeden bütün Kürtleri Türkiye’nin her bir köşesinden sürmesi ve katletmesi kabul edilebilecek bir olay mı? 1915’te Osmanlı devletinin Ermenilere yaptığı bu. Ya katillere katil diyeceksiniz, veya bugüne kadar yaptığınız gibi katilleri savunup katliamı devam ettireceksiniz, katillere katil diyenleri nefret ve intikamla suçlayacaksınız, katillere katil diyenlere ‘ama siz de katilsiniz’ diyeceksiniz.
“Biz bütün arşivleri açtık, Ermeniler de açsın” diyorsunuz. Bu söylemin yalan olduğunu siz de biliyorsunuz. 1915’in gerçeklerini çoktan ortaya dökmüş yabancı tarihçileri, yabancı devlet arşivlerini bir yana bırakın, dürüst çalışan Türk tarihçiler bile temizleyip ayıkladığınızı zannettiğiniz Osmanlı arşivlerinde soykırımın ispatlarını bulup yayınladılar, farkında değil misiniz? Ama en önemli iki arşivi hâlâ saklayan sizlersiniz. Osmanlı Ermenilerinin 33 vilayetten tehciriyle ilgili, tehcir tarihi, nüfus miktarları, geride kalan mallar gibi hayati öneme sahip kayıt ve belgeleri içeren 33 dosya hâlâ Başbakanlık Arşivlerinde saklı, eğer imha edilmediyse. Genelkurmay Başkanlığı’nca en son 2005’te ‘devlet çıkarlarına aykırı’ diyerek halka açılması yasaklanan Osmanlı zamanından kalma tapu belgelerini açmaya ne zaman cesaret edeceksiniz?
Bu yasaklar, inkârlar, uydurma tarih tezleri belki yakın geçmişe kadar Türk toplumunun 1915’e bakışını şekillendirdi, ama artık tarihî gerçekleri görebilen insanlar hızla çoğalıyor Türkiye’de. Bu vicdanlı insanlar artık devletin tarihî tezine inanmıyor, üstelik devletin de tarihle yüzleşmesini talep etmeye başlıyor. Evet, dört nesil beyinleri yıkanmış insanlar gerçeklere inanmakta zorluk çekiyorlar ve hasta oluyorlar. Bu talihsiz insanlar yurtdışında yabancılar tarafından tarih konusunda yalancı olarak görülünce hastalanıyorlar. Gerçekleri bilmelerine rağmen yalan konuşanlar ise yabancıların kendilerini yalancı olarak gördüklerinde daha da hasta oluyorlar. Büyük bir haksızlık bu Türk milletine. Bu hasta millete yardım etmek sizin boynunuzun borcu. Seçimlerde milliyetçilerin oyunu kaybetmemek gibi ufak hesaplara girişmeden, tarihle ve gerçeklerle yüzleşerek bu hastalıkları bitirmek daha doğru olmaz mı?
Evet, biliyorum, soykırım kelimesine alerjiniz var. Ama bu kelimeyi kullanmadan da 1915 gerçeklerini kabul etmeye ve Ermeni milletine yapılan tarihî haksızlıkları telafi etmeye başlayabilirsiniz. Dışarıdan veya içeriden baskılar çoğalmadan, paniklemeden bu konuda adımlar atmak için daha neyi bekliyorsunuz? Bu konularda önerilerimi geçmişte hem makalelerimde, hem de Sayın Davutoğlu’nun diaspora ile iyi temaslar kurmak için yolladığı değerli insanlara anlatmıştım. Ama gördüğüm kadarıyla, Sayın Erdoğan’ın dediği gibi bu konuda dışarıdan gelen her öneri, ne kadar yapıcı olursa olsun, “bir kulaktan girip ötekinden çıkıyor”.
Raffi Bedrosyan
Zoryan Enstitüsü Danışmanı/ Yazar
rbedrosyan@waterfrontoronto.ca
Yorumlar kapatıldı.