İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Neden korkuyorum?

Haber: Mois Gabay 
 “Yahudi düşmanlığı”, aklın sınırlarını zorlayan haksız iftiralar ve bunlara cevap verebilen birilerinin olamaması beni korkutuyor. Halen İstanbul’un kimi semtlerinde “Yahudilere ve domuzlara yasak alan” gibi yazılar bana geçmişin acı hatıralarını hatırlatıyor. Ayağını topraktan kesmiş insandan korkarım ben. Çünkü o zaman her şey olursunuz, havadan kaptığınız her şey. Çünkü Tanrılık yanı başınızda bir aktör elbisesi gibi asılıdır. Bir kere insan tanrılaşmaya kalkmasın.

Mutlak bir fikir olduğunu, hakikatin tek göründüğü yer olduğunu sanmasın. Düşünün bir kere Nazi Dönemi Almanya’sını. Fert fert düşünün. Sonra kütle halinde bir caninin eline düşünce yaptıklarına bakın. Günümüzde bu düşüncenin şekil değiştirmiş halleridir demokratörler. Vatanını cennet yapacak bir ideal namına, bir gün kendisine çevrilmek ihtimali olan silahı halkına çevirebilenlerdir onlar. Kimi rolünü bana Allah ezberletti demeye getirir, kimisi de tarihsel determinizmin içinden geldiğini iddia eder.

Antik Roma’dan beri varolan diktatörlük kavramı olağan dışı durumlarda devlet yönetimini bir kişinin eline vermeyi amaç gütmüşse de, sonrasında yetkileri elinde bulunan kişi bunu kötüye kullandığı veya bırakmadığı durumlarda tiranlara dönüşmüşlerdir. Her ne kadar Aristoteles ve Platon’un düşünceleri farklılık gösterse de tiranlıktan kurtulmanın tek yolu adaletin olması gerektiği gibi işlemesidir. Günümüzde özellikle yabancı basında sıklıkla tartışılan ve bir nevi tiranlık kabul edilen  “demokratörlük” kavramı ise kendisini demokratik yöntemlerle seçtiren liderlerin basın üzerinde baskı uygulaması ile yarattıkları rejimdir. Düşünce özgürlüğünün olmadığı bu durumlarda, sistem kendi medyasını kullanarak belirli bir düşman yaratmaktadır. Özellikle medyaya uygulanan sansür, sistemin yarattığı düşmanı medyasının propagandası ile desteklemesi de tamamıyla bu rejimin özelliklerini taşımaktadır. Eduardo Galeano, Kucaklaşmanın Kitabı’nda şöyle anlatır ülkesinde yaşadıklarını : “Uruguay’daki diktatörlük herkesin tek başına kalmasını istiyordu, herkesin hiç kimse olmasını. Hapishane ve kışlalarda, ülkenin her köşesinde, iletişim suçtu. » 2012 yılında Moskova’daki Kurtarıcı İsa Kilisesi’nde Putin aleyhine şarkı söyledikleri için hapse mahkûm edilen “Pussy Riot” grubu vakası sonrasında Devlet Başkanı Vladimir Putin uluslararası arenada  “demokratör” ilan edilmiştir. Bazı yabancı kaynaklarda da ise, son yıllarda Türkiye ’yi tanımlamalarında ılımlı İslam ile birlikte  “Müslüman demokratörlük” terimine de rastlanmaktadır. 
Peki, bütün bunları neden anlatıyorum? Yukarıdaki olguları kendi ülkeme yakıştırmamakla beraber, her daim gündemde tutulan “Yahudi düşmanlığı”, aklın sınırlarını zorlayan haksız iftiralar ve bunlara cevap verebilen birilerinin olamaması beni korkutuyor. Geçmişte bazı konularda sesimizi hiç çıkaramazken, şimdi ise umutla birlikte korkuyu da yaşıyorum. 01 Mayıs günü sokağımdan ana caddeye çıkamamak bu korkuyu yaşatıyor. Kuş gribinden tutun da her sorunda Yahudi’yi hedefe koymak isteyen zihniyet bizi korkutuyor. Liderlerin ılımlı açıklamalarına rağmen gerektiğinde dışa vurulan nefret söylemlerinden ürküyorum. Halen İstanbul ’un kimi semtlerinde “Yahudilere ve domuzlara yasak alan” gibi yazılar bana geçmişin acı hatıralarını hatırlatıyor.  Gayrimüslim olmanın gâvur, kâfir olmadığını zannetmek istiyorum. Bir yanda düşüncelerimi aktarabilip, geri dönüş alabildiğim bir yönetim varken, öte yandan “Üst akıl” imaları altında, medya desteğiyle pompalanan antisemitizm ve yaratılan düşman “Yahudi” kavramı hayallerime perde çekiyor. Bir Türk Yahudi’si olarak sorunlarımıza rağmen durumun bu kadar vahim olmadığını düşünmek istiyorum. Ön yargıların yerini samimiyetin aldığı, kimsenin kimliği yüzünden hor görülmeyeceği yepyeni bir Türkiye’yi özlemle bekliyorum. Korkarak, içimize sinerek yaşamamayı, derdini anlatıp hakkını aramayı bu değişim duygusu bize öğretti. Kendi ülkemde geleceğim için hayal ettiğim Türk Yahudi’si tanımı bu değildi. Beraber yaşamanın kurallarını koyacağımız bir dönemin eşiğindeyken bu nefret dili, bu ön yargılar niye? Geçmişin acı izleriyle birer birer yüzleşirken, yabancıların olduğu ortamlarda Yahudi kimliğimi belirttiğimde neden tatsız sorulara, üzücü yorumlara ve haksız imalara maruz kalıyorum? Acınacak bir halde olmadığımı biliyorum. Karşı çıkılmayan yalanların bir gün gerçek kabul edilmemesi için anlatmalı, ses vermeli toplumun her kesiminden. Çocuklarımıza ötekinin inanç ve değerlerine saygı duymasını öğretemezsek ne kalır geriye iyi bir dünya için? Tek çare, haykırmak hep birlikte değişimi, artık eskinin lavtalarıyla kimsenin kandırılamayacağını. Hadi o zaman ne bekliyoruz? Beraberce yazalım kucaklaşmanın kitabını…
Kaynaklar:    
-Notre nouvel ennemi : la démocrature, LAURENT JOFFRIN, le Nouvel Obs, Août 2012
-Kucaklaşmanın Kitabı,Eduardo Galeano, Can Yayınları
-Huzur,Ahmet Hamdi Tanpınar, Dergah Yayınları, 1949

Yorumlar kapatıldı.