İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Soykırım meselesi (1-2)

 Mıgırdiç Margosyan /mmargosyan@hotmail.com
“Ecdadımız soykırım yapmamıştır!” deyu ferman buyuran cumhurumuzun başı, bu hükmünü zaten peşinen verip, bunu da kendi “mührüyle” onayladıktan sonra, öte taraftan dönüp dolaşıp ardından da bu “iş”i tarihçilere bırakmak lazım diyerek dünya aleme seslenirken, mil pardon, affedersiniz, çok özür dilerim ama, bu ne menem bir çelişki, ne menem bir perhiz, keza ne menem bir lahana turşusudur acaba? Nitekim başımızın başı, hani nasıl derler, Ali’ye kızıp durup dururken tıpkı Veli’yi haşlarcasına, hepsi de eninde sonunda bu topraklardan sürgüne, tehcire, kafileler halinde postalandıktan sonra, içlerinden hasbelkader geride kalan “kılıç artıkları”nın torun ve torbaları olarak yaban elleri mesken tutmuş, “diaspora”da yaşayan Ermenileri her defasında lisanı keyifle sigaya çekerken, diğer yandan hepsi de bu ülkenin sözde “birinci sınıf” olan Ermeni vatandaşları, keza kaçak yollarla gelip buralarda çalışan “gariban” Ermenileri “deport” etmekten ya da “emanet” diye nitelemekten dem vurmak fazlasıyla ayıp olmuyor mu, “reis” hazretleri! No! Soykırım sadece kılıçla olmuyor, unutmayalım ki dil yaresi kılıçtan keskindir!

***
Kirvem,
Bu hafta her zaman yaptığım gibi lafı eveleyip geveleyerek ya da don lastiği misali çekip çekiştirip uzun uzadıya “girizgah” cümleleriyle başını şişirmeyeceğim; hatta, tam aksine asıl konuya, asıl “mesele”ye kapıdan değil bacadan dalacağım; korkma!
Endişelenme! Yine her zamanki gibi her şeye “maydanoz” türünden martaval okumayacağım; çünkü pabucumun teki zaten “öte taraf”ı çoktan boylamışken, geride kalan diğer teki de eski “yoldaş”ıyla buluşmak için hafiften hafife son hazırlıklarını tamamlamak için sabırsızlanırken, bundan böyle ne benim martaval okumaya yeterli “zaman”ım, ne de senin yanın sıra başkalarının da bunu dinlemeye ihtiyacı var!
Kısaca: Konumuz, Ermeni Soykırımı…
Kirvem, senin de zaten yıllardan beri sular seller misali ezbere bildiğin üzere, bu konu her sene baharın gelişiyle birlikte gerek ülkemizde, gerekse Ermenistan ve bittabi ki Ermenilerin yoğunlukla yaşadıkları “diaspora” da tıpkı “tabiat kuralları” mucibince tomurcuklanır, yaprak açar, sonbaharda yaprakları dökülür, kış uykusuna yattıktan sonra ertesi bahar yine kapımızı çalar…
Nitekim daha önce şu kadar devletin “soykırım” diyerek altına imza attıkları bu “mesele”, bu yıl Papa Hazretleri, dolayısıyla Vatikan tarafından da resmen soykırım damgasıyla mühürlenmesi; sorunun boyutunu nedense biraz daha genişletirken, diğer yandan da “Büyük Reis”in, yani Başkan Obama’nın biri  yerde, diğeri gökteki dudaklarının arasından dökülecek “ferman”a kulaklar iyice odaklandı!
Acaba ne diyecek?..
Ben özüm bu satırları karalayıp postaya vermek üzereyken, “Büyük Reis” in, hani mil pardon, hani affedersiniz, tıpkı kedinin fareyle oynadığı gibi hangi “kelime”yi telaffuz edeceğini onun davudi sesinden henüz duymadım, hatta bu konuda fikrim nedense alınmadı diye içerledim ama, ortada dönen, kapalı kapılar ardından sızan, sızdırılan haberlere bakılırsa; bu “ferman”, bu yıl da Ermenileri tümüyle “yas”a boğacak, buna mukabil Türkler de, sevinçlerinden zil takıp oynayacak!
Sonra?..
Sonra;  gelecek bahara, ağaçların yeniden tomurcuklar açacağı o vakte kadar aynı minvalde “Ömür biter yol bitmez” hikayesine kalındığı yerden devam edilecek…
Kirvem, aslında geçen yıl bu mesele tahtında “kelime oyunları” başlığıyla üç hafta ardı ardına yazdığım mektupları, hani günün birinde üzerinde hamsi ayıklayıp sonra da çöpe atarım diye bir yerlerde sakladınsa, bir yıl evvel oynanan bu “vodvil”in bu yıl da aynı sahnede, aynı “dekor” eşliğinde oynanacağından dem vurduğumu, dolayısıyla bu konuda ne denli yaman bir “müneccim” olduğumu teşhis edeceksin!
İşte o mektuplardan birinde özetle şunu demiştim:
“Politik mülahazalarla insanların duygularıyla alay edercesine, onların acılarını bir taraftan güya dillendirirken, öte taraftan da tipik bir tüccar yaklaşımıyla ‘kâr-zarar’ hesaplarına yatıp, kendi ülkelerinin ‘menfaat’lerini öncelikle gözetip, sonra da güya ‘adalet’ten yana tavır takınırken, bunu bir bakıma ‘kelime oyunları’na dökmek ‘siyaset’ icabıysa, ehh o zaman batsın böylesine rezilane siyaset!
Batsın! Çünkü kökünde, kökeninde, temel felsefesinde nalıncı keseri gibi hep kendinden yana yontan, kantarın topuzunu daima kedinden yana kollayan bu tür zihniyetlerden ne köy olur ne de kasaba!
Batsın! Çünkü böylesine ‘ikircik’li, böylesine ‘ikiyüzlü’ bir yaklaşımı, tarih boyunca benimseyip, bunu da alavere dalaverelerle insanlık alemine hak, hukuk adına pazarlayanlar, bana kalırsa öncelikle ‘insan’lık adına utanç duymalılar.”
Şimdi bugün bu saat keza özetin özetine gelirsek, diyeceğim o ki, Obama’nın dün veya yarın vereceği “fetva”dan ziyade, öncelikle bizim “Reis”lerin “ferman”larına kulak kabartıp onları dinlemek galiba en doğrusu!
Öyleyse, bunu da haftaya konuşalım Kirvem!
www.evrensel.net
Soykırım meselesi (2)
Mıgırdiç Margosyan / mmargosyan@hotmail.com
Kirvem,
“Büyük Reis” ya da nam-ı diğeriyle Barack Obama, “1915 Olayları”yla ilgili “ferman”ını bu yıl da nihayet noktaladı:
“Soykırım” mafiş! Var “Metz Yeghern!” (Yani kirvem, bildiğin gibi, bizim doğru telaffuzla “Medz Yeğern”, yani”Büyük Felaket”.)
Dünyanın bir “nümero”lu “Başçavuş”unun dudaklarından dökülen bu ferman Türklerin yüreğine bir nebze de olsa su serpip, onları önümüzdeki bahara kadar şimdilik rahatlatırken, buna mukabil Ermenilerin acılarına, hani deyim
Yarın, belki de yarından da yakın bir gelecekte Obama’nın tahtına oturacak bir başka zat-ı muhterem, acaba o günkü şartlar altında “kıble”sini neye göre ayarlayacak, bunu şimdilik bilemiyoruz ama, öte yandan görünen köyün kılavuz istemeyeceğini de biliyoruz ve görüyoruz ki, bir tarafta, daha da doğrusu terazinin bir kefesinde Amerikan halkının, yani “Coni”lerin “ali menfaat”leri bahis konusu olunca, anlaşılan o ki, bu “oyun” bu “vodvil” aynı minvalde sürüp gidecek.
Obama’nın, bu Büyük Reis’in ve onun koltuğuna yerleşecek “başkan”ların bundan böyle  bu konuyla ilgili verecekleri fermanlar hakkında kahve fincanlarına, iskambil kağıtlarına müracaat edip, dolayısıyla “falcı”lığa soyunma huyumuzdan vazgeçip, onların yerine doğrudan doğruya  bizim “yerli” Reis’lerimizin bu baptaki fermanlarına ayna tutup, böylece eskiden beri verdikleri bu fermanlara tekraren bakmak galiba daha mı doğru ne!
Mesela istisnaların kaideleri bozmadığı şu kırtıpil alemde hemen her toplumun, hemen her devletin irili ufaklı yanlışları, “falso”ları, ya tarihinde atalarından ister istemez devraldığı “iyi-kötü” mirasları varken, kimileri bu mirasın “iyü” taraflarıyla övünüp, yeri göğü inletip, bu bapta “onur ve gurur” duyarken, beri yandan ecdatlarının “kötü” mirasını görmezlikten gelip, hatta mümkün mertebe bunu halı altına süpürmeyi bir bakıma huy edinip, dahası da bu huylarını marifet sayarken, aslında kendi kendilerini kandırıp oyalanırlar ama, nafile!
Nitekim bu konuda sadece bir örnek vermek gerekirse, işte daha düne kadar Ermeni Meselesini tarihçilere bırakmanın şart olduğunu, bu konuda tarihçilerin verecekleri kararların önemine defaatle vurgu yapan, yani bir aralar başımızın, şimdilerde de cumhurumuzun başı olan muhterem zat, belki de eski bir futbolcu olmanın verdiği deneyimle, sırf eloğlunun kalesine “ofsayt”tan bir gol atmak uğruna, yıllar yılı oynadığı futbol kurallarını sanki çiğnercesine, aynı şekilde de her sene 18 Mart’ta kutlanan Çanakkkale Savaşı’nın  gününü bir kalemde değiştirip, böylece Ermeni Soykırımı’nın üstünü külle örtmeye ciddi ciddi soyunurken, acaba yere göğe sığdıramadığı tarihçilerden acaba “fetva” mı aldı?
“Ecdadımız soykırım yapmamıştır!” deyu ferman buyuran cumhurumuzun başı, bu hükmünü zaten peşinen verip, bunu da kendi “mührüyle” onayladıktan sonra, öte taraftan dönüp dolaşıp ardından da bu “iş”i tarihçilere bırakmak lazım diyerek dünya aleme seslenirken, mil pardon, affedersiniz, çok özür dilerim ama, bu ne menem bir çelişki, ne menem bir perhiz, keza ne menem bir lahana turşusudur acaba?
Nitekim başımızın başı, hani nasıl derler, Ali’ye kızıp durup dururken tıpkı Veli’yi haşlarcasına, hepsi de eninde sonunda bu topraklardan sürgüne, tehcire, kafileler halinde postalandıktan sonra, içlerinden hasbelkader geride kalan “kılıç artıkları”nın torun ve torbaları olarak yaban elleri mesken tutmuş, “diaspora”da yaşayan Ermenileri her defasında lisanı keyifle sigaya çekerken, diğer yandan hepsi de bu ülkenin sözde “birinci sınıf” olan Ermeni vatandaşları, keza kaçak yollarla gelip buralarda çalışan “gariban” Ermenileri “deport” etmekten ya da “emanet” diye nitelemekten dem vurmak fazlasıyla ayıp olmuyor mu, “reis” hazretleri!
No! Soykırım sadece kılıçla olmuyor, unutmayalım ki dil yaresi kılıçtan keskindir!
Devam edeceğiz Kirvem!..
www.evrensel.net

Yorumlar kapatıldı.