Gabar Çiyan / info@tigrishaber.com
Asuri (Suryani-Kidani) ve Ermeni soykırımı üzerinden tam 100 yıl geçti. İttihat ve Terakki hükümetinin, soykırımın planlanması ve uygulanmasındaki rolü biliniyor. Pan nasyonalistlerin planı, ülkede tek ırk, tek inanış ve tek dilin mutlak hakimiyetini sağlamaktı. İktidarı ele geçildikten sonra, dünyadaki savaş, içteki çok kültürlüğü ortadan kaldırmak için fırsat doğurmuştu. Müttefik olduğu Almanya sesiz kaldı. Değişik planlarla kıyım, göçertilme ve talan devreye girmiş oldu. 1.5 milyon insan öldü. Bazı Kürt aşiretleri, kişisel ve aşiretsel çıkarları için iktidarın kirli oyununa alet olduklarını unutulmamalı.
Bugün durum nasıl?
Kürtler, parlamento ve belediyelerde Suryani ve Ermenilere temsil edilmesi yol açmış. Tarihi geçmişleri için özür diliyor. Bölgenin güvenli olabilmesi için ortak çabalar sürüyor. Böylelikle karşılıklı güven yeniden, son yıllarda atılan adımlarla sağlanmaya başlamıştır.
Hükümet cephesinde ise, daha yumuşak ve yapıcı açıklamalar dışında atılan adım yok. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan geçen yıl ‘1915 olaylarına ilişkin mesajı’ yayınlandı. Bu yıl, başbakan Ahmet Davutoğlu’nun benzer açıklaması oldu ve Cumhurbaşkanının geçen yıl yayınladığı mesaja dikkat çekti. Bunun dışında, soykırım sorununa adil ve makul bir çözüm için fazla mesafe alınmadı.
Soykırımın 100. yılında, sebepleri üzerinde yoğunlaşacağız. Eğitimci, dil bilimcisi ve yazar Jan Beṯ-Şawoce bu konudaki sorularımıza cevap verecek. Şawoce, bu konuda yayınlanmış onlarca kitabın çevirisine imza atmış. Stockholm Södertörn Yüksek Okulu’nda dil ve tarih araştırmalarıyla tanınıyor. Sawoce soykırım konusunu ayrıntılarıyla araştıran ve bu konuda birçok kitap ve belge yayınlayan Nsibin Yayınevi ve Nsibin Dergisi’nin sahibidir.
– 1915 öncesi yıllarına dönmek istiyorum. 1800’lerde dünyanın her yerinde ulusal uyanış var. Osmanlı imparatorluğu içindeki halkların çoğu bağımsızlığı için, bir bir kopuyor. Ermenilerin özerklik talepleri var. Asurilerin (Süryani-Kildani) ve Kürtlerin arayışı var. Pan-Türkizm Osmanlı İmparatorluğunda güçleniyor. İttihatçılar hükümeti kontrol ediyor. Ve 1. Dünya savaşı patlak veriyor. Dünya kamuoyunun meşgul olduğu döneme rast geliyor bu soykırım. Soykırımı engelleyen uluslararası anlaşmalar yetersiz.
-O dönemde dünyada ve bölgede olan olaylar ve etkenlerini de katarak, soykırımı hızlandıran ana sebebleri açar mısınız?
Jan Beṯ-Şawoce: 1800’leri ve öncesini anlamak önem taşıyor. Burada başta zimmilik (Arapçası ahël al-ḏëmma, islam hukukuna göre, islam dinine bağlı olmayanlara tanınan yaşam biçimi), Yeni-çerilerin oluşumu ve zulmü, Tanzimat Fermanı, Kürt Mirlerinin kıyımları, Başıbozuklar, Müslüman muhacirler, Misyon çalışmaları, Berlin ve Ayestefanos Konferansı (1878), Hamidiye Alaylarının oluşumu (1890) ve kıyımları, Ermeni ulusal örgütlenmeleri, İttihad-Terakki, din (Hıristiyanlık-Müslümanlık) ve etkisi, Kürt aşiretlerinin konumu ve dağılımı, sosyo-ekonomik yapı, halklar arası ilişkiler, yerel feodal ve dini (ruhban-molla) egemenler,…
Tüm bu edilmenlerin politik etkilerini anlamadan Anadolu’daki, Asuristan’daki, Ermenistan’daki, Helenistan’daki, Kürdistan’daki, Mezopotamya’daki,… demografik alt-üst oluşu anlamak zor olur.
***
Balkan halkları, zalim Osmanlı’nın sömürgeci mekanizmasının politik dayatmalarını ve onların işleyişini iyi kavradı. Bu konuda bilinçlenen Balkan halkları, doğal olarak halk hareketini kurdu ve halk ayaklanmalarını yarattı. Osmanlı’yı toprağından attı, sömürü düzenine son verdi.
İttihad-Terakki 1908’de iktidarı eline aldı. Hürriyet, Müsavat, Uhuvet (Özgürlük, Eşitlik, Kardeşlik) sloganıyla gerçekleştirdiği “devrimden” çok kısa bir süre sonra, bu slogana ters girişimlerde bulundu. Kaybolan toprakları geri almak için sürekli savaş propagandasını sıcak tuttu. Bu sıra, İttihatçı kulüplerin kurulmasına hız verdi. Temeli faşist Türk ırkçılığına dayanan Osmanlı Genç Dernekleri, Türk Ocakları, Türk Yurdu,… Silah, Süngü, Top, Hançer, Kılıç vs gibi militarist adlarla yayın organlar devreye soktu.
***
İttihatçılar ilk Soykırımı denemesini Adana’da 1909’da yaptı. Kıyımın başında da baş aktör Teşkilatı-Mahsusa’dır. Bir hafta içerisinde 30 binin üzerinde Ermeni, Doğu-Batı Süryani (Melkit, Maruni, Yakubi, Kildani) kıydı. Adana’da birçok Batılı insanın bulunması, Osmanlı basının “Ermeniler isyan etti!” yalanını işletmesine rağmen, dünya olanları duydu. Her yandan protestolar yağmaya başladı. Sıkıyönetim ilan edildi. Divanı harp mahkemesi kuruldu. Birçok masum Hıristiyan tutuklandı. İdama mahkum edildi. Dış dünya protestolarını durdurmadı. İttihatçılar, en sonunda zarar görenlere ufak ekonomik yardımlar yaptı, konu böylece kapandı. İttihatçılar, daha sonraları için bundan ders çıkartacak. İleride yapılacak yeni imhadan önce, Osmanlı toprağında Batılı insan bırakmayacaktı.
***
“Osmanlı Mebusan Meclisi Reisi Halil Menteşe’nin Anıları,” İstanbul: Hürriyet Vakfı Yayınları, Kasım 1986, s. 165-66’dan aşağıdaki alıntı, Sayfo’nun ne zaman tetiklendiğini haber veriyor …
“Talat Bey hiyanetleri görülen unsurlardan memleketi temizlemeyi ön safa almıştı…
Edirne istirdad edilmiş (geri alınmış), (…) Dahil ve hariçte hükümetin mevkii kuvvetlenmişti. Talat Bey, Balkan Harbindeki hiyanetleri tebarüz eden anasırlardan memleketi temizlemeyi ön safa almıştı.
Alınan tedbirler şu oldu: Valiler ve diğer memurin resmen işe müdahale eder görünmeyecek. Cemiyetin teşkilatı işi idare edecek. Bir vak’a ihdas edilmeyerek, yalnız Rumlar ürkütülecek, bu talimat dahilinde hareket başladı.”
***
Savaş başlamadan önce, İttihat ve Terakki Fırkası, Soykırıma giden yolun hazırlıklarına önce etnografik bir harita yapmakla başlar. Müslüman olmayan tüm ruhani liderlere, İçişleri Bakanı Talat’tan telgraf yollanır. Bu ruhanilerden topluluklarının nüfuslarını gösteren bilgiler istiyor. Vermeyenlerin ağır cezalandırılacağını, eklemeyi unutmuyor. Kimin nerde nüfusu ne kadar ortaya dökülüyor.
23 ocak 1913 darbesinden sonra, İttihatçıların Türkleştirme politikası hız alıyor. Teşkilatı-Mahsusa yine görevde. Büyük kentlerde ha bire politik cinayetler işleniyor. Muhalif gazeteciler, politikacılar ve aydınlar suikastlarla yok ediliyor. Toplumda korku yaratılıyor.
2 Ağustos 1914’te Osmanlı hükümeti Almanya ile gizli bir askeri antlaşma yapıyor. Almanya’nın yanında savaşa giriyor. Aynı günde Seferberlik ilan ediliyor. 20-45 yaş arası erkekler silâhaltına alınıyor.
Osmanlı hükümeti 11 Kasım 1914’te savaş, 23 Kasım’da cihat ilan eder.
– Sayfo, Ermeni Soykırımı gölgesinde kaldı. Çok sonraları aydınlandı, kamuoyu tarafından sadece sözü edildi. Turabdin’deki Kürt aydınlarının bir kısmı halen Sayfo’yu iyi bilmiyor. Sayfo’nun uzun süre gölgede kalma sebebi ne? Sayfo soykırımı hangi bölge ve şehirleri kapsıyor? Nasıl ve kimler emir verdi? Kırımdan geçirilenlerin sayısı ne kadar?
Jan Beṯ-Şawoce: Sayfo’nun geç tanınması bir sürü nedene bağlı. Öncelikle eli kalem tutanlar elemine edildi. Kilise üzerini örttü. Kemalist devlet her şeyi yasakladı. Yıl 1974’te Kıbrıs işgali sırasında azan merkezi ve yerel güçlerin baskı ve zulmüne dayanamayan Doğu-Batı Süryaniler, göç etmek zorunda kaldı.
1975’te İsveç’e sığınan Süryanilerin % 95’i okuma yazmasızdı. Tamamı apolitik, dünyadan bihaber bir topluluktu. Turabdin feodal ve tutucu bir politik sisteme sahipti. Politik örgüt kilise dışında yoktu. Halk bir yanda kilisenin diğer bir yanda da, devletin ve yerel feodal Kürt ağalarının baskı ve zulmü altında yaşıyordu.
1975’ten beri MİT’in, Suriye ve Irak gizli servislerinin kilisedeki ve diğer kurumlardaki uzantılarının, sürekli yayılan dezenformasyonu ve karşı çalışmaları, başta Sayfo olmak üzere, diğer politik ulusal çalışmalara doğrudan engel oldu. Özellikle ruhban sınıfı, gerici Arap Baasçı politik gelenekten beslenen ADO (Asur Demokratik Örgütü), büyük ailelerin feodal politikası, halkın tarih ve politik bilinçten yoksun oluşu, politize aydının olmayışı,.. bu süreç hala sürüyor.
***
Sayfo, Yukarı Mezopotamya’nın her kent ve kırsal alanını içerliyor, dışında etkilenmiyen yerleşim birim yok. Bölgede İttihatçı Kulüpler erken kuruluyor. Amed’te 1900’ların başında kurulu. Mardin’de ha keza. Savur ve Midyat’ın Estel kesiminde 1910’da kuruldu. Yine Cizre’de ve Botan’da aynı şekilde. Buraya yerel eşraf ilk elde üye oluyor. Bu eşraf sınıfı, bölgenin içini ve dışını bilen insanlardı. Örneğin Amed’te Kürt Pirinççizadeler daha 1895 Soykırımı’nda aktif rol alıyor. Birçok Kürt aşireti Hamidiye Alayında yer aldı. 1895’te yapılan Sayfo’da rol bunların elinde.
Sözlü tarih anlatımları bize, her 20 yılda bir, bir Sayfo yapılıyormuş, veriyor. Devletin Sayfolar’dan amacı, Müslüman olmayanı demografik minimize etme idi. Bir zamanlar coğrafyamızda bir Türk dahi yoktu. Yapılan Sayfolarda yetişkin erkekler vahşiyane ortadan kaldırılır. Kadın ve çocuklarda ganimet diye paylaşılır. Ganimet zorla İslamlaşınca, ya Türk, ya Kürt, ya Arap ya da başka bir milletten olunurdu. Mal ve mülke el konulurdu. Tapınma yerleri de ya cami ya da mescit yapıldı.
Sayfo 1915’in bölgemizdeki baş mimarı Amed valisi Çerkez Doktor Reşid’tir. Bedirxanların damadı. İttihat ve Terakki’nin ilk kurucuları arasında yer aldı. İçişleri bakanı Talat onu Amed’e bilinçli yerleştirdi. Amed’te İttihat Kulübü de bu konuda onunla ortak çalıştı.
Pirinççizadeler’den Feyzi Bey, Amed kırsal alanı başta olmak üzere tüm bölgenin İttihatçı Kulüplerini, Kürt aşiret liderlerini tek tek ziyaret etti. Onlara devletin hazırladığı Sayfo planını Kürtçe ve Arapça anlattı. Teyit için de yanında önde gelen şeyhleri vardı. Bu şeyhler eliyle yerel Arapça ve Kürtçe fetvalar yayınlandı. Cami ve mescitlerden her Cuma hutbesinde “Eeee gellino, ẖokumat firmane fillaha rekir! Malewa, canewa jiwar ẖalala!”
Sayfo yaşamını yitirenlerin “tam” sayısını vermek çok zordur. Nedeni, şu an elimizde, Sayfo öncesi demografik araştırı çalışması çok az. Bu konu ile ilgili örneğin Paris Barış Konferansına sunulan belgelerde 275 bin sayısı veriliyor. Verenler kendi kilise üyelerini vermiş. Araştırı çalışmaları, bu verilerin eksikliğini ortaya çıkarmasıyla birlikte Maruni ve Melkit gibi üyelerin hiç yer almadığı görüldü. Örneğin günümüz Türkiye-Suriye sınırının her iki yakası boyunca Melkitle yerleşikti. Adana gibi bir kentte 90 bin nüfusları var Sayfo öncesi. Yine bu kıyıda Maruniler vardı, Ezidiler ve Yahudiler vardı. Sayfo sonrası tamamen yok olmuşlar. Bu konuda araştırılar devam ediyor
– Sayfo ve Ermeni soykırımıyla birlikte, saldırılar hem o dönemde hem de daha sonra düşünceye, yani bu halkın aydınına yöneldi. Naum Faik bu baskılardan dolayı sürgünde vefat eden biri. Aydınlara yönelik yok etme sindirmede izlenilen politika ne idi? Sonuç ne oldu?
Jan Beṯ-Şawoce: İttihatçıların ilk hedefi eli kalem tutanlar, varlıklı insanlar, kitaplıklar ve arşivler oldu. Bunları ortadan kaldırmanın görevi de Teşkilatı-Mahsusa’nın elinde idi. Konuya öncelikle Türk muhalif yazar ve çizeri ortadan kaldırmakla başlıyordu. Kaoslu ortam böyle yaratılıyordu. Bunu cumhuriyet döneminde de yeni İttihatçılar yani Kemalistlerde sürdürdü. Ortam kaoslaşınca elimine, tutuklama, şantaj, haraç, soygun, talan, tehdit,… kolaylaşıyor. Muhaliflerin önünde iki seçenek kalıyor bu durumda: Ya ülkeyi terk etme ya da olanlara katlanma.
1895 Soykırımı’ndan sonra, ulusal bazda cılız bir örgütlenme hareketi oldu. Bu hareketin başını Amedli Süryaniler çekiyordu. Balkan Savaşı sırasında ortaya gelen yerel pogromlar nedeniyle Na’um Fayiq ve dönemin diğer bazı aydınları ayrılmak zorunda kaldılar. Bunlar gittikleri ülkelerde yayınsal çalışmalar yaptılar.
– Soykırımda ve sonrasında bir göç dalgası yaşandı. Devlet eliyle sürgünler oldu. Sürgün ve göç olayını aydınlatır mısınız? Ne kadar insanın sürgünü ve göçü söz konusu?
Jan Beṯ-Şawoce: Sayfo sonrası hemen hemen cumhuriyet tarihi boyunca bu ara vermeden sürdü. Sayfo’dan hemen sonra, yerlerine yerleşen bazı liderler, devlet eliyle divanı harplerde ya asıldı ya da yolda götürülürken kurşuna dizildi. Özellikle de Hazax ve Ayn-Wardo direnişlerinde, direnişe önderlik edenlerin tümü, Teşkilatı-Mahsusa eliyle ortadan kaldırıldı. Kemalist devletin ilk dönemlerinde keyfi birçok insan gerekçesiz ailesi ile birlikte Karadeniz, Akdeniz ve Ege kıyılarına sürgün yollandı. Yıllarca orada yerel mercilerin denetimi altında yaşadı.
Sayfo’dan canını kurtarmış birçok insan Suriye, Irak, İran, Lübnan, Ürdün, İsrail, Mısır, Kafkasya, Rusya, Latin-Amerika, ABD ve Avustralya’ya ulaştı.
– Ermeni ve Asuriler özellikle şehirlerde, küçük işletmelere sahip idi. Toprak ve işyerleri mevcuttu. Soykırımla birlikte, mal ve mülk konusunda devlet tarafından izlenilen siyaset ne oldu?
Jan Beṯ-Şawoce: Sayfo’da tamamen ortadan kaldırılan birimlerin mal ve mülklerine Kürtler, Muhallemiler, Zazalar, Türkmenler ve Türkler el koydu. Diğer birçok mal-mülk de devlet tarafından hazineye “Ermeni metrukesi” diye geçilmiş. “Ermeni metrukesi” olan malı devletin elinden almak çok zordur. Birçok büyük bina da devletin yönetimine alındı. Örneğin birçok manastır askeri kışla yapıldı. Şu an Midyat’taki askeri kışla Sayfo’ya kadar Mor Šarbel Manastırı idi. Sayfo sırasında içindekiler kıyıldı, kitaplığı ve arşivi ateşe verildi. Sayfodan sonra devlet ona el koydu. 1967’den sonra resmi askeri kışla yapıldı. Buna benzer daha birçok yerde bu türden bina devletin elinde ya müze ya da mahzen, ambar vs gibi kullanılıyor.
– Bir kısım Kürt aşiretinin bu soykırımda rol aldığını biliyoruz. Bugün, bunların torunları özür diliyor. Belediye ve mecliste Ermeni ve Asurilerin temsili için kontenjan veriliyor. Turabdin’de Sayfo ve Ermeni soykırımı konusunda etkinlikler yapılıyor. Bunlar olumlu tavır ve gelişmeler.
Bu türden gelişmeleri nasıl değerlendiriyorsunuz? Bu yaranın sarılması için, içinde bulunduğumuz konumda göz önünde bulundurularak, hükümetin ne yapması gerekiyor? Kürtler ne yapmalı? Sürecin, art niyetlerden uzak, barışı ve çözümü esas alarak gelişmesi nasıl olabilir?
Jan Beṯ-Şawoce: Hükümetten hiçbir şey beklenmemeli. İnsan biraz geriye göz atınca bu devletin hükümetleri ne yaptı? diye bir soruyu hemen sormak zorunda kalıyor. Her yaptığı girişiminin altında hep tuzak çıktı ve çıkıyor. Bunun bugün artık daha iyi görmeye başlıyoruz. Nedeni, geçmişe kıyasen, bugün daha iyi bilinçlendik, devleti daha iyi tanımaya başladık.
Kürt dostlarımızın, her zaman bilinçlenmesinden yana olduk. Sayfo’da kıyım sırasında Kürtlere yöneltilmiş bu sözler bir çok yerde dillendi “Îro em şîvin, jibîr nekin, win jî paşîvin!”
Kürtler ve Süryaniler, Rojava’daki gibi, her yanda politik çıkarları gereği, bilinçli ortak olmalı. Barzani de bunu anlamalı. Başka seçeneğimiz yok!
Devam edecek…
1915 SURYANİ VE ERMENİ SOYKIRIMI -2-
24 Nisan 2015 Cuma 08:44
info@tigrishaber.com
Bugün Süryani ve Ermeni soykırımı 100. yılını doldurdu. O dönemde bölge nüfusun %25’ini oluşturan Ermenilerden, kıyım sonrasında bölgedeki sayısı çok az, Süryanilerle birlikte birkaç bine düştü. Geri kalanın tümü, öldürüldü, sürgün edildi ya da korkudan göç etti. Mal ve mülklerine el konuldu, kızların dini değiştirilerek evlendirildi. Kiliseler camiye dönüştürüldü, el konuldu. Sorun, uluslararası hukuk, insan hakları, soykırım ve insanlık suçuyla yakından alakalı olduğu için, BM ve AP gündemine geldi. Birçok ülke parlamentosunda tartışıldı ve soykırım olduğu kabul edildi. Türkiye’nin kendi tarihiyle yüzleşmesi istendi. Hükümet, değişik tarihi yıldönümü ve bayramları kutlayarak duymamazlıktan geldi. Konuyu zamana yayma siyaseti güdüldü.
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın geçen yıl 24 Nisan Olayları’yla ilgili yayınladığı mesaj, ülkede huzur ve kalıcı barışın sağlanılması, soykırımın tanımı ve diyalog yolu ile çözümü konusunda ümit vermişti. Bu yıl benzer açıklama Başbakan Ahmet Davutoğlu tarafından yapıldı. Çözüm için Erdoğan’ın mesajı gösterildi. Geçtiğimiz yıl, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın mesajı yeterince tartışılmadı. Sorunun çözümü için adımlar atılmadı. Soykırımın 100. yılında, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın mektubunu yazar Feyyaz Kerimo ile tartıştık. Yazar Kerimo, insan hakları, azınlıklar ve demokrasi konusunda yetkin. Bu konuda birçok konferansa katılmış, analizleri medyada paylaşılmış, tartışma konusu olmuştur.
– 24 Nisan 2014’te Başbakan sıfatıyla Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın konuyla ilgili mesajı yayınlandı: ”Türkiye’de 1915 olaylarına ilişkin farklı görüş ve düşüncelerin serbestçe ifade edilmesi; çoğulcu bir bakış açısının, demokrasi kültürünün ve çağdaşlığın gereğidir… Türkiye Cumhuriyeti olarak 1915 olaylarının bilimsel bir şekilde incelenmesi için ortak tarih komisyonu kurulması çağrısında bulunduk. Bu çağrı geçerliliğini korumaktadır. Türk, Ermeni ve uluslararası tarihçilerin yapacağı çalışma, 1915 olaylarının aydınlatılmasında ve tarihin doğru anlaşılmasında önemli bir rol oynayacaktır”, dedi.
Açıklama özelde Ermenilere yönelik olsa da, bu süreçte yara almış diğer kültürleri de kapsaması gerekir, diye düşünüyorum. Özellikle Asuri Suryanilerin tarihçi ve hukukçuların konuya yaklaşımı ne? Barışçıl ve yumuşak bir zeminde sürecin başlangıcı adına, bir adım atılamaz mı? Devletin en üst yetkilisinin, konuyu hukuken ve tarihsel olarak tartışmaya hazır olmasına sıcak bakılması için, ne yapılması gerek?
Feyyaz Kerimo: Tarih, kurbanlardan değil, tabiri caizse ‘öldüren’ taraftan ‘merhamet’ ya da sizin deyiminizle ‘barışçıl ve yumuşak bir zeminde sürecin başlangıcı’ adına bir girişim beklediğine tanık olmuştur. Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti, ülkenin bugün en yakıcı sorunu olan Kürt Sorunu’nda dahi saldırgan, proaktif ve ırkçı bir siyaset izlerken 1915 Soykırımı konusunda bir adım beklemek, en azından bugün için ‘şaka’ gibi görünüyor.
Geçen yıl o açıklamayı yapan aynı Erdoğan, son bir yıldır 2015’i Çanakkale çıkarması adında bir proje ile ırkçı ve gerici (bildiğimiz haliyle, ‘yani Türk-İslam Sentezi’) bir kampanyaya dönüştürdü! Her konuda olduğu gibi bu konuyu da bir seçim malzemesi olarak gördüğü için Erdoğan (ve Davutoğlu Hükümeti), 7 Haziran’daki seçimler sebebiyle ülkedeki milliyetçi, muhafazakar ve kararsız seçmenlerin oylarına göz dikmiştir. 7 Haziran seçimlerinin propaganda aracı haline dönüştürülen 1915 Soykırımının 100. Yılı, Çanakkale Kampanyasıyla tamamen üzeri örtülmeye çabalanmış, gerek devletin bütün kaynakları gerekse bütün medya kanalları kullanılarak ırkçı ve hırıstiyan karşıtı bir histeri başlatılmıştır.
Ancak gerek Avrupa Parlamentosu’nun aldığı Soykırım Kararı, gerekse 1915 konusunda dünya çapında oluşan ‘olumlu’ hava nedeniyle Çanakkale Çıkarması Erdoğan’ın elinde patlamıştır! Büyük bir fiyaskoya dönüşmüştür! Ne yapacaklarını, nasıl viraj edeceklerini bilemiyorlar! Kendi yarattıkları ırkçı ve gerici havayı Davutoğlu’nun son yaptığı açıklamasıyla ‘yumuşatmaya’ çabalıyorlar! Ama nafile!
Bu saydığım sebeplerden dolayı, mevcut Hükümetin bu konuya kesinlikle samimi olarak yaklaşmadığını düşünüyorum. Bu 24 Nisan’da da, ne Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ne de Başbakan Davutoğlu’nun 1915 Soykırımını tanıyacağına kesinlikle inanmıyorum ve beklemiyorum.
– ‘Bugünün dünyasında tarihten husumet çıkarmak ve yeni kavgalar üretmek kabul edilebilir olmadığı gibi ortak geleceğimizin inşası bakımından hiçbir şekilde yararlı da değildir’, diyor Cumhurbaşkanı Erdoğan.
Karşılıklı güven ve barış içinde ‘ortak geleceğin inşaası’nı ben de önemli görüyorum. Sizce öyle bir süreci başlatmak için şartlar olgun mu? Bu şartların, karşılıklı özveride bulunarak hızlandırılması nasıl sağlanabilir
Feyyaz Kerimo: Halkların birbirini boğazladığı ve internet üzerinden kafa kesme tekniklerini öğrenmek isteyenlerin bolca örnek bulabileceği bir süreçten geçiyoruz. Başımızı ne tarafa dönsek, kan ve açlık kokusu sarmış yerküreyi. İnsanlık, ilkel çağlarda dahi bu derece barbarlık herhalde görmemiştir. İnsanoğlunun freni patlamış! Böyle bir ortamda umutlu olabilmek, geleceğe dair bir çift olumlu söz söyleyebilmek, üstelik Ortadoğu coğrafyası üzerine, çok zor. Bir akıl tutulması yaşıyoruz çünkü.
Ükemizde de durum aynen böyledir. Maden İşçileri Soma’da can verirken, ‘bu onların fıtratında var’ denilerek olayın kendisi hakkında ‘normalmiş’ algısı yaratılıyor. Alakasız bir mesele hakkında konuşurken bu ülkenin Cumhurbaşkanı, ‘..afedersiniz..Ermeni dediler..’ diyerek, tarihte kendisine karşı bir insanlık suçu işlenen bir halkın adıyla yüklü önyargılar daha da perçinleniyor, ırkçılık sıradanlaştırılıyor. Bir trafik kazası veya vahşice işlenen bir tecavüz vakası, ‘kaderi böyleymiş’ denilerek Tanrı’ya havale ediliyor. Her şey gerçekten de dibe vurdu ya da vuracak gibi. Ancak bütün bunlara rağmen toplumlar, bazen her şeyin dibe vurduğu dönemlerde ayağa kalkarlar. İşte bu yüzden ben, ortak geleceğin inşaası gibi çok iddialı bir toplum projesini iktidardan ve yukardan aşağıya doğru gerçekleştirilmesini bekleyen bir siyasal anlayışa sahip değilim.
Aksine, bu toplumsal inşa süreci, yanı başımızdaki komşumuzla birlikte, el ele, iyiden güzelden yana ne varsa, cesaretle ve aşağıdan yukarıyı zorlayacak şekilde bir toplumsal mücadelenin geliştirilmesiyle mümkün olabileceğini düşünenlerdenim. Mahallede, sokakta, okulda, fabrikada, tarlada ve toplumun her bir köşesinde bu gidişata ve çürümüşlüğe itiraz eden bir siyasal kültür ve mücadelenin geliştirilmesi bizi bugünden yarına taşıyacak güzelliklerin yaratıcısı olacaktır.
– Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın açıklamasında ilgi çeken diğer bir nokta bu: ‘Etnik ve dini kökeni ne olursa olsun yüzlerce yıl bir arada yaşamış, sanattan diplomasiye, devlet idaresinden ticarete kadar her alanda ortak değerler üretmiş Anadolu insanları, yeni bir gelecek inşa edebilecek imkân ve kabiliyetlere bugün de sahiptir.’
Turabdin’de en son Mor Gabriel davasında bir kısım arazileri iade edilmesi olumlu. Ancak tümü iade edilmemiş ve dava sürüyor. Öte yandan birkaç gün önce bir Suryani derneği kapatıldı. Orada yaşayan Suryanilerin üzerinde bir takım baskılardan söz ediliyor. Sizce Turadindeki Suryanilerin diğer halklarla beraber yaşaması için, yapılmayanlar neler? Hangi reform ve hukuksal değişikliklerin olması lazım?
Feyyaz Kerimo: Süryaniler, hem güçsüz, hem örgütsüz, hem ‘vatansız’, hem ‘bilinçsiz’ hem de sayısal anlamda çok küçük bir halk! Ülkede hepsini bir araya toplamak istesen, bir futbol stadyumunu bile doldurmazsın! Her anlamıyla kişiliği ve benliği kendine düşman hale getirilmiş bir toplum. İki Süryani bir araya gelip de bir işi ortak yapacak bir hamura sahip değiller. Bir ulusal demokratik haklar mücadelesi ve onun yarattığı toplumsal değerler sistemine sahip değiller. Oluşturdukları sıradan bir örgüt veya federasyonu bile, düşman ilan ettikleri diktatör ülkeler gibi tamamen ‘diktatörce’ ve ‘tekçi’ anlayışla götürüyorlar. Çoğulculuk, farklı fikirlere saygı, farklı kültürlere hoşgörü denen meziyetler bizim ne toplumumuzda ne de örgütlerimizde var. Halkın içinde bu yaygın olmasa dahi belli kesimlerde en azından bir hoşgörü var. Ancak örgütler, tam bir facia. Bu neden böyle diye sorulabilir?
Elbette bunun kökleri Soykırıma kadar uzanıyor. Çünkü bunlar da soykırımın birer sonucu. Soykırımın ortaya çıkardığı sonuçlardan biri de, başkasına, ötekine güvensizliktir. Bu yüzden de, diğer halklarla birlikte yaşamdan bahsedeceksek, bu adım ya da adımların ilk önce komşu halklardan gelmesi çok önemli.
Soykırım sonrası yaşanan travmalar üzerine önemli araştırmalar yapmış Suzan Kaplan, ‘Soykırımdan kurtulanlar, bu toplu cinayeti işleyenlerin, işledikleri suçu kabul etmeden ve bunun gereklerini yerine getirmedikleri sürece kurbanların torunları ürkeklikleri ve endişelerini devamlı muhafaza edeceklerdir’ diyor. Dolayısıyla Türkiye Cumhuriyeti Devletinin ve Soykırımda aktif rol almış bazı Kürt aşiretlerinin Soykırımı kabul etmeleri ve tanımaları bu nedenle çok önemlidir. Komşusuna güven vermesi ve Süryanilerin kendisine güvenmesi açısından bu sadece bir başlangıç olacaktır.
Ancak esas iş daha sonra başlayacaktır: Süryanilerin yaşadığı Turabdin bölgesinde aşiret yapıları halen mevcuttur. Feodal sistem olduğu gibi muhafaza edilmektedir. Kürt özgürlük hareketinin güçlü olduğu yerlerde bunlar büyük ölçüde aşılmıştır. Ancak geniş kitleler arasında gerici Kürt aşiretleri oldukça yaygın ve güçlü bir zemine sahipler. Bu aşiretler de Süryani halkına nefes aldırmıyorlar ve halen taciz etme, Süryani mal ve mülklerine el koyma ve Süryanileri korkutarak oradan kaçırmak için her şeyi yapmaktalar. Bu aşiret yapılarının çözülmesi veya etkisiz hale getirilmesi sadece Süryaniler açısından değil aynı zamanda Kürt halkı için de büyük bir öneme sahiptir. Çünkü bu aşiretler, tarihsel süreçte hem devlet ile iç içe olmuş ve devletin bizim bölgemizdeki maşası (veya kolluk güçleri) rolünü üstlenmiştir hem de bölgedeki yoksul Süryani ve Kürt köylülerine daima zarar vermiştir. Son olarak Köy Korucuları sistemi bunun en somut örneğidir.
İşte bu nedenle, bölgenin ‘çehresinin’ değişmesi çok önemli olmakla beraber, esas olarak Süryanilerin bu ülkede rahat yaşayabilmeleri için hukuksal açıdan faşist 1982 Anayasasının çöplüğe atılması gerekir.
Bunun yerine, herhangi bir etnisiteye öncelik tanımayan; bütün etnisitelere, dinlere, kültürlere ve renklere eşit mesafede yaklaşan; hamurunda çoğulculuğu esas alan; seküler bir devlet yapısına sahip; insanı ve ihtiyaçlarını odağına koyan; eşit yurttaşlık felsefesini kendine kılavuz edinmiş demokratik, özgür ve eşit bir anaysa oluşturulmalıdır. Böyle bir anayasa olmadan bırakınız Süryani’yi, Türk emekçisi bile bu anayasayla baskı ve şiddet altında yaşamak zorunda kalıyor.
Bunlar yapılmadan, Süryanilerin bırakınız o topraklarda yaşaması, oraya turistik seyahat yapması bile çok risklidir. Bölgenin kalkındırılması, okuma yazma seferberliğinin açılması, anadilinde eğitimin sağlanması, iş sahasının yaratılarak istihdamın oluşturulması, diyasporadaki Süryanilerin geri dönmesi için Soykırımda ve sonrasında ellerinden alınan mal, mülk ve topraklarının geri verilmesi ve hayatlarının güvence altına alınması gibi daha birçok önlem paketi üzerine konuşmamız mümkündür.
– Asuri Süryaniler bir önceki seçimde Kürt ve Süryanilerin oylarıyla ile TBMM bir milletvekilini yolladı. Bir belediye başkanı seçildi. Belediye meclislerinde sayıları çoğalıyor. ‘Federal Kürdistan’ ve ‘Rojava’ bölgelerinde bir takım kültürel ve siyasi haklar tanındı. Bir kısım Kürt aydın ve siyasetçileri soykırım nedeniyle, ataları adına özür diledi.
Bu gelişmeleri nasıl değerlendiriyorsunuz? Kürt tarafındaki bu gelişmelerdeki eksiklikler neler? Bir de güven sorunu henüz tam olarak aşılmadığına dair işaretler var. Bu güveni sağlamak için hangi tarafın ne yapması gerekiyor?
Feyyaz Kerimo: Bu sorunuzun bir kısmına bir önceki soruda cevap vermiştim. Devam edecek olursak, Süryaniler Türkiye Cumhuriyeti tarihinde ilk kez, Kürt özgürlük hareketinin sayesinde bir Süryani milletvekilini Meclise gönderdi. Bu bir ilkti ve her ilk gibi, naif ve olağanüstü bir şok etkisi yarattı kitlelerde. Süryaniler ilk defa kendilerinden birini, hiç bir emek sarf etmeden devletin en üst organına göndermiş oldular. Bunun Süryaniler açısından doğru bir şekilde yorumlanması çok önemlidir.
Bir Süryani milletvekilinin Meclise seçilmesi, Kürt Özgürlük hareketinin sayesinde ve onların bu onurlu mücadelesi sonucu gerçekleşti. Türk Devletinin ve hükümetinin hiç bir desteği olmamıştır bu konuda. Bu yüzden de bu olay, bana göre Kürt Hareketinin Süryanilerden geçmişte yaşananlardan dolayı bir özür dilemesidir ve bununla da kalmayıp dostluk eli uzatmasıdır. Dikkat ediniz, Kürt Hareketinin özründen bahsediyorum!
Buna saygı duymak ve uzanan ele karşılık vermek icap eder. Ancak Süryanilerin hala tereddüt ve endişeyle bu meseleye yaklaştıklarını ve ‘eğer bize milletvekili hakkı veriyorlarsa mutlaka bunda bir iş vardır’ kuşkusu ve kanaati en geniş kitlede çok yaygındır. Burada da yeniden, özellikle Bedirhan döneminden günümüze dek son 150 yılda Süryanilerin yaşadıkları katliamlardan kaynaklanan komşusuna güvensizliklerini görüyoruz. Bu nedenle, bu kolay ve bir-iki yılda aşılacak bir konu değildir. Çok emek ister. Kürtler, komşularının güvenlerini kazanmaları için nakış örer gibi, dostlukta sürekli ısrarcı olmaları ve komşusunun kendine güvenmesi için hiçbir şeyden kaçınmamalıdır. Bu bir süreç işidir. Zamanla ve birlikte yaşanacak tecrübelerle bu güven ancak yeniden kazanılabilir.
Feyyaz Kerimo: Elazığ’da doğdu. İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi İktisat Bölümü’nü bitirdi. 12 Eylül sonrasında siyasi nedenlerden dolayı yurtdışına çıkmak zorunda kaldı. Stockholm Öğretmen Yüksekokulu’nu (LHS) da bitirdi. 16 yıldır Stockholm’de bir lisede, iktisat ve sosyoloji derslerinde hocalık yapmaktadır. Eğitimde uyguladığı pedagojik yöntemlerde göstermiş olduğu başarılardan dolayı, İsveç Kraliyet Akademisi tarafından 2006 yılında İsveç’te ‘Yılın Öğretmeni’ seçildi. Ödülü, düzenlenen törende veliaht Prenses Vicktoria tarafından verildi. Yüksek lisansını, Stockholm Öğretmen Yüksekokulu’nda Eğitim dalında yaptı. Son iki yıldan beri Kraliyet Teknik Üniversitesi (KTH), Banka ve Finans Enstitüsü’nde İktisat dalında doktora yapıyor.
1915 SURYANİ VE ERMENİ SOYKIRIMI -3-
25 Nisan 2015 Cumartesi 08:35
info@tigrishaber.com
SEYFO CENTER, soykırım karşıtı bir insan hakları örgütüdür. Seyfo yılını, soykırımın yapıldığı dönemini araştırmak ve acısını insanlıkla paylaşmak için kurulmuştur. Birçok ülkede şube ve temsilciliği vardır. Seyfo yılı, kılıç yılı anlamına geliyor. Savunmasız Suryanilerin kılıç ve ateş saçan makinelerle katledildiği döneme, 1915 ve sonrasına işaret eder.
SEYFO CENTER’in kurucu üyelerinden, İskandinavya sorumlusu Fehmi Barkarmo’nun ismi daha çok lobi faaliyetlerinden tanıyoruz. İlişkilerde Seyfo’yu anlatır. Seyfo’nun kabulü için yıllardır çaba sarf eden biri. Dilden dile çeviri yapması ve konferanslarda, anlatımdaki ikna edici metoduyla tanınır. Politik yönü değil, insani yönü, diyaloga açık tarafıyla tanınır ve sevilir. Bir barış insanıdır. Barkarmo ile Seyfo Center’i konuştuk. Seyfo’yu ele alıp, birçok kuruluşun yer aldığı 100. yıl Seyfo Komitesinin yıl içindeki etkinliklerini konuştuk.
– Seyfo ve Seyfo Center konusunda bilgi verir misiniz?
Fehmi Barkarmo: Seyfo nedir önce ona bakalım. Seyfo, Süryanice bir sözcük ve kılıç demektir. Seyfo, aynı zamanda 1915 yılında Osmanlı döneminde İttihat ve Terakki Cemiyeti tarafından bazı Kürt aşiretlerinin de fiili yardımıyla Hıristiyan halklara, Ermeni ve Asur/Süryani’lere uygulanan soykırımın da adıdır. Bunun nedeni de soykırım esnasında öldürülen insanlarımızın çoğunlukla kılıçla öldürülmüş olmasıdır. Dolayısıyla Süryanilerde soykırımdan söz edileceği zaman ’’i şato du Seyfo’’ (Kılıcın yılı) denilir. Bilirkişilerin verilerine göre bu soykırımda 1,5 milyon Ermeni ve 500 binden fazla Süryani öldürülmüştür. Rakamlar konusunda bütün tarihçiler ve bilirkişiler hemfikir olmayabilirler tabi. Öldürülenlerin sayısı her ne kadar bazen değişebiliyorsa da, soykırımın sebebiyet verdiği hastalıklar, açlıklar ve yıllar sonrasına kadar uzanan sefaletten dolayı ölen insanlar da bu sayılara eklendiğinde yukarıda verilen rakamlar hiç de abartılı değildir.
Altta yatan nedenler Osmanlıların, Ermenilere saldırılarının aynısı idi. Soykırımda en büyük sorumluluğu taşıyan birey, 1. Dünya Savaşından sonra Almanya’ya sürgüne giden ve orada bir Ermeni tarafından öldürülen İçişleri Bakanı Talat Paşa idi. 1915 baharında yürütülen tehcirlere gerekçe olarak Osmanlı İmparatorluğunda bulunan Hıristiyan gruplar ’’güvenilmez’’ olarak nitelendirildi ve bu şekilde tehcirler ’’zorunlu’’ imiş gibi gösterildi. Ama aslında tutuklamalar daha aylar önce ve cepheden çok uzaklarda başlamıştı.
Talat Paşa’nın kararının nedeni çok iyi bilinmektedir. 1908’de iktidarı ele geçiren Jön Türkler, Ermenilerin, Süryanilerin ve diğer Hıristiyan grupların ülkeden kopmak suretiyle Bulgarlar, Yunanlılar ve Sırpların yaptıkları gibi kendi devletlerini oluşturmalarından korkuyorlardı. Rusya’dan yardım almalarından korkuluyordu. 1. Dünya Savaşında Rusya’nın Çarlık ordusuyla bir kez daha karşı karşıya gelen Osmanlı İmparatorluğu, iç tehdidi, yani Ermenilerin ve Süryanilerin imha edilmesini meşru görüyordu. İç tehdidin ortadan kaldırılmasıyla daha etnik, homojen ve güçlü bir Türk Ulusu Devleti’nin önünü açacaktı.
Şiddet eylemlerini kimlerin yürüttüklerini iyi biliyoruz. Bunlar sadece düzenli Osmanlı askeri ve polis güçleri içinde yer alan birimler değildi. Kürt, Çerkez ve Çeçen aşiret savaşçıları da cinayetlere coşkuyla katıldılar. Bu arada hapishanelerden serbest bırakılan suçlular da ölüm mangalarına heyecanla katıldılar.
Süryanilere karşı saldırılar şimdiki Türkiye’nin Güneydoğusunda, Irak, İran ve Suriye’nin bazı kesimlerinde gerçekleşti ve 1. Dünya Savaşından önce bu bölgelerde yaşamakta olan Süryanilerin yarısından fazlasını yok etti.
Soykırımın sonuçları ve boyutları belli bir miktarda insanımızın öldürülmüş olmasıyla sınırlandırılamaz elbette. Biz bugünün Süryanileri dahi hala günlük yaşantımızda Seyfo’nun sebebiyet verdiği kolektif bir travmayla boğuşmaktayız. Her zaman bunun bilincinde olmasak bile, günlük yaşantımız, düşünce dünyamız, geleceğe bakışımız bilin altı da olsa Seyfo’nun hala etkisindedir. Çünkü çoğumuzun benliği annelerimizin, ninelerimizin, dedelerimizin ve yaşlı komşularımızın senelerce anlatmış oldukları otantik olayların detaylarıyla yoğrulmuş ve bu anılardan bir türlü kurtulamamaktadır. Dolayısıyla hala gülüşümüz buruk ve ağlayışımız sessizdir ki, bu da yine Seyfo’nun verdiği gizli bir korkudan kaynaklanmaktadır. Aslında insanlarımızın Seyfo’da yaşadığı şiddet ve vahşeti anlatmak için kelimeler yetersiz kalıyor ve şu an bunları yazarken bile gözyaşlarım akacak yer arıyor.
Süryani halkının genel olarak maddi anlamda fakirleştirilmiş olması, ailelerimizin parça parça edilmiş ve değişik ülkelere dağılmış olması, dilimizin yok olma tehlikesiyle karşı karşıya olması, Süryani kültürünün artık hangi öğelerden oluştuğunu nerdeyse bilemez olmamız, kilisemizde kendi halkına düşman hale gelmiş sahtekar ve düzenbazların bile rahatlıkla yönetime girebilmesi, insanlarımızın gerçeklerin gözlerinin önünde olmasına rağmen gerçekleri olduğu gibi söylemekten korkması, Süryani insanının günlük yaşamında yer almış bu daha bir çok olumsuz olguların kökeni Seyfo’ya dayanmaktadır.
Seyfo Center soykırım konusunda araştırmalar yapan, soykırım hakkında bilgi yayan ve bu şekilde soykırımın bilinmesine ve tanınmasına çalışan bir örgüttür. Bu amacının yanısıra örgüt insan hakları konusunda da bazı çalışmalar yapmaktadır. Yaptığı çalışmalardan bazı örnekler şunlardır:
. Günlük hayatımızda karşılaştığımız insanlarla tartışmalar yaratmak
. Seminerler hazırlamak
. Konferanslar ve panel tartışmaları düzenlemek
. Protesto eylemleri
. Maraton koşuları
. Bilgilendirici ve tartışma amçlı yazı ve makaleler yayınlamak
. Soykırım hakkında bilgiler içeren kitap ve broşürlerin çıkartılmasını teşvik etmek
. Hakımızın siyasi haklarını yakından ilgilendiren konu ve olaylarla ilgili beyanlar çıkartmak…
Seyfo Center yaklaşık 15 yıl önce örgüt başkanı arkadaşımız Sabri Atman tarafından Hollanda’da kuruldu. Örgütün bugün itibariyle İsveç, Almanya, Belçika, Amerika, Avustralya ve Süryanilerin yaşamakta olduğu daha bir çok ülkede yerel bölümleri var. Seyfo Center, çalışmalarında nerelerde ve ne kadar iyi sonuçlar getirebilmiş bunu tam olarak ölçmek zor ama bu konuda şunu söyleyebilirim:
20’yi aşkın ülke Ermeni soykırımını zaten yıllardır tanımıştı. Süryani soykırımını ise devlet düzeyinde ilk olarak 2010 yılında İsveç Kabul etti. Bu yıl ise Ermenistan, Hollanda, Çek Cumhuriyeti ve Şile de resmen kabul edilen Ermeni soykırımını kabul metninde Süryani ve Pontus Yunanlıları da yer almaktadır. Ayrıca Avustralya, Fransa, Belçika, İngiltere ve Yunanistan’da Seyfo soykırım anıtları dikilmiş bulunuyor. Bu iki örnekte de bunca kısa zamanda başarılar elde etmemizde Seyfo Center’in payı göz ardı edilemez derecededir.
– 100. yıl Seyfo hazırlık komitesi konusunda aydınlatır mısınız? Ne zaman ve niçin kuruldu? İçinde yer alan organizasyonlar…
Fehmi Barkarmo: Koordine Komitesi, 2015 yılının Seyfo’nun 100. Yılı olduğu için bu yıl içerisinde yapılacak etkinlikler özel bir anlam taşımaktadır. Yapacağımız etkinliklere yeterli katılım sağlamak ve etkinliklerin düzenli bir şekilde gerçekleşmesini sağlayabilmek için daha 2014’ün ikinci yarısında bir çok örgüt ve kuruluşun içinde yer aldığı bu koordine komitesini kurduk. Komite, hangi etkinliklerin ne zaman, nerede ve nasıl yapılacağına karar verir. Komite içerisinde bütün kararlar eşit haklara ve karşılıkı saygıya dayalı alınır. Komitenin içinde şu örgütler/kuruluşlar yer almaktadır:
Seyfo Center İsveç bölümü
İsveç Alevi Federasyonu
İsveç Asur Gençlik Federasyonu
İsveç Asur Kadın Federasyonu
Asur Dernekleri Stockholm il Gençlik Örgütü
Botkyrka Asur Kültür Derneği
Södertelje Mor Yakub Nsibin Katedrali
Asur Demokratik Örgütü-ADO
Mezopotamya Değişim ve dönüşüm Partisi
Stockholm Türkiyeliler Dayanışma ve Kültür Derneği
Eurokurd- İnsan Hakları Dokumentasyon Merkezi
İsveç Ermeni Federasyonu
İsveç Pontus Rumları Derneği
Nusaybin Kitabevi, İsveç
– 100 yıl soykırım yıldönümü dolayısıyla yapılacak etkinlikler neler?
Fehmi Barkarmo:
. Türk Hükümetine soykırımı tanımasına için bir çağrı mektubu
. 24 Nisan’da Stockholm merkezi Segels Torg’de büyük bir miting.
. 25 Nisan’da Alman yazar ve araştırmacı Gabriella Younan’ın vereceği bir konferans
. Sonbahar aylarında İsveç Parlamentosunda bir seminer
. 30 Mayıs’ta Stockholm şehir merkezinde üstlerinde ’’1915 soykırımı tanınsın’’ yazılı tişörtler giymiş büyük sayıda gençlerin sessiz protesto gezisi
. Sonbahar aylarında Södertörns Yüksek Okulunda akadamisyenlere yönelik bir seminer
– Turabdin’de Seyfo 100 yıl komitesi var. Nisan’ın 20’de açlık grevine başladılar. Kısa süre önce de, Süryanilere yönelik yeni soykırımların Suriye’de olması dolayısıyla Suryaniler tarafından açlık grevi yapılmıştı.
Aç kalmak, gayri insani tavırlara son verilmesi ve duyarsızlığa karşı etkin bir eylem biçimi. Süryanilerin açlık grevine kadını yaşlısıyla eyleme yönlendiren acımasızlığı nasıl yorumluyor sunuz?
Fehmi Barkarmo: 2015 yılında insanların insan gibi bir yaşam elde edebilmeleri, yani en temel hakları olan kendi ana vatanlarında özgürce yaşayabilmek için açlık grevine başvurmak zorunda kalmaları hazindir ve insanlığın büyük bir ayıbıdır. Açlık grevi yapanlar ister Asur/Süryani olsun, ister Kürtler olsun, tekniğin, bilimin ve insanı eskisinden çok daha yüksek bir seviyeye çıkartan maddi imkanların muazzam bir derecede gelişmiş olduğu zamanımızda insanların bu tür eylemlere itelenmesi demokrasi savunucularının büyük bir ayıbıdır. Bunu neden söylüyorum; çünkü hem Suriye hem Irak’ta Asur/Süryani halkının ve Ezdilerin başına gelenleri bilmeyen siyasi bir insan yok. Ama buna rağmen demokratik çevrelerin çoğu Ortadoğu’nun nerdeyse bütün Hıristiyan haklarından boşaltılması amacını güden İD’in vahşetine karşı aktif bir tutum alacakları yerde suskunluğu seçmiştir. Her grup, parti, örgüt ve/veya kuruluş ’’aman benim çıkarlarıma zarar gelmesin de kime ne olursa olsun’’, yani ’’benden sonra tufan’’ misali sanki olanları bilmek bile istememektedirler. Ortadoğu’da olanların en büyük vebali Batı Dünyasının boynundadır tabi. Çünkü her şeyi onlar başlattı, tabi kendi çıkar hesaplarına göre, ama işler tersine dönünce kaçırılan, boğazlanan, ırzına geçilen ve seks kölesi gibi pazarlarda satılan insanlara sırt çevirdiler. Tabi bu arada Türkiye Devleti’nin de olayların bu şekilde gelişmesindeki payını göz ardı etmemek gerekir…
– Kürt aydını, insan hakları, sosyal ve siyasal örgüt ve kurumların Seyfo’ya olan ilgisi, Süryani halkına olan yakınlaşmasını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Fehmi Barkarmo: Her şeyden önce şunu söyleyeyim; bir halk grubunun hepsini şu veya bu şekilde tanımlamayı çok yanlış görüyorum. Seyfo soykırımında özellikle Süryanilerin yok edilmesinde aktif olarak ve hem de bunu büyük bir coşkuyla yapanların büyük çoğunluğu bazı Kürt aşiretlerinden oluşuyordu. Bunun en büyük örneği de Hamidiye Alaylarıdır. Ve bugün hala ’’Kürt’’ lafını duyup biraz geriye tepen Süryanilere rastlanıyorsa eğer, ki vardır böyleleri, Kürtlere karşı bilinçaltı var olan bu kuşkular ve güvensizlik yukarıda sözünü ettiğim olgudan kaynaklanmaktadır. Ne yazık ki Soykırımla ilgili başka gerçekler de vardır ki bunlar bütün Süryaniler tarafından bilinmemektedir. Mesela bazı Süryanileri saklamış, öldürülmekten kurtarmış ve hatta bu yüzden şiddete maruz kalmış Kürtlerin de var olduğunu biliyoruz.
Kürt aydınları fazlasıyla uzun bir süre soykırım konularını ört baz etti, bunları bilinçli veya bilinçsiz görmezlikten geldi. Açıkça söylüyorum; ’’Aydın’’ dediğimiz Kürt kesimi içerisinde ’’şoven’’ olanlarına da çok rastladım. Bazılarını bırakın Kürtlerin soykırıma katılımını kabul etmelerini, maruz kalmış olduğumuz ziyanlardan bahsetmediğimiz için bizi kınadıkları da olmuştur. Doğrusu bu tür sözde Kürt aydınları Türkiye Devleti’nin inkârcı politikasını aratmamaktadırlar. Şükür olsun ki buna karşın, son yıllarda Kürt siyasi otoritesi içerisinde takdire şayan bir demokratik dönüşüm kendini duyurtmaktadır. Anavatanımız Mezopotamya’yı sayılarına bakmaksızın tüm azınlıkların temsil hakkına, insanların özgür ve laik bir sistemde eşit koşullarla bir arada yaşamalarını savunan bir Kürt siyasi oluşumu söz konusudur. Dolayısıyla geleceğe umutla bakabiliriz diyorum.
Kürt siyasi otoritesi Süryani halkının dertlerine nihayet kulak vermeye başlamıştır. Bu yapılanlar yeterli midir, elbette ki hayır. Süryaniler olarak bizler siyasi uyanışın daha başlarındayız. Kürt hareketinin de alt etmesi gereken büyük sorunlar var. Bu ortamda karşılıklı saygıya dayalı bir dayanışma her iki tarafın da yararına olur. Süryanilerde genelde Kürt insanına karşı belli bir güvensizlik var ve bunun nedenlerine daha önce değindim. Bu güvensizliğin giderilebilmesi için Süryani siyasi kesimi büyük çaba sarf etmek zorundadır. Ama bunun başarabilmesi için Kürt siyasi kesimi de iyi niyetliliğini somut adımlarla ispatlamak zorundadır. Erol Dora’nın TBMM’ne seçilmesi bunun güzel bir örneğidir. Öncelikle Kürt kurumları olarak, Kürtlerin 1915’teki payları için, kurumsal olarak özür dilenmelidir.
Zaman zaman bireysel bazda özür dileyen bazı siyasi Kürt şahsiyetleri, örneğin Ahmet Türk, esas itibariyle bir siyasi duruşun fikirlerini aktarıyorlarsa da, kurumsal özürden de imtina edilmemelidir. Özür dilenecekse eğer, özrün tamirat süreci de düşünülmelidir. Aksi takdirde dilenen özür yuvarlak ve kulağa hoş gelen içi boş laflardan öteye gitmez. Yüzleşme sadece devlet nezdinde olmamalı. Türkiye Devleti’nin Seyfo’yu tanıması için verilen mücadeleye Kürt Özgürlük Hareketi de destek vermelidir. Sonuç olarak değerli hocamız tarihçi Taner Akçam’ın bir yazısında söylediklerini aktarmakta yarar görüyorum: ’’Kürtlerin hem bugün hem de tarihle yüzleşme konusunda asıl büyük problemlerinin Süryanilerle olacağını düşünüyorum. Çünkü hem tarihteki Süryani soykırımı oldukça fazla ‘Kürt yapımı’dır, hem de özellikle Mardin yöresinde Süryani arazileri, bölgedeki kişilerin işgali altındadır. Dolayısıyla, Kürtlerin büyük imtihanı bana göre daha çok Süryanilerle olacak gibi…’’
Yorumlar kapatıldı.