İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Ermeni Soykırımı: Alnımıza sürülen kara leke

Emrah Altındiş
Türkiye toplumu 1915’de yaşanmış bu zulümle yüzleşmeden şuradan şuraya adım atamaz, soykırım da dahil olmak üzere tüm katliamlarla yüzleşmek, adalet istemek insanlık görevimiz, bir ahlaki zorunluluk. Nazım Hikmet’in dediği gibi: “Affetmedin / Bu karayı sürenleri Türk halkının alnına…”

1. Dünya Savaşı ve sonrasında Osmanlı İmparatorluğu’nu anlamak için Türkçe’nin büyük ustası Yaşar Kemal’in, Ada Hikayeleri dörtlemesi mükemmel bir kaynak. Çanakkale, Sarıkamış ve diğer korkunç trajedileri derinlemesine işleyen bu dört roman maruz kaldığımız milliyetçilik propagandasına ve ölüm güzellemelerine karşı panzehir gibi. Yaşar Kemal, Ermenilerin, Rumların, Ezidilerin, Süryanilerin maruz kaldığı katliamları, yoksul Türklerin yaşadığı trajediyi 1950’de yazdığı İnce Memed romanından itibaren eserlerinde işlemeye başlamış. Kemal’in Yağmurcuk Kuşu romanından şu iki alıntı aslında Ermeni soykırımına dair tüm yaşananları bir çırpıda özetlemiyor mu? (link). http://www.agos.com.tr/tr/yazi/10256/yasar-kemalin-kaleminden-ermeni-mulkleriyle-cumhuriyetin-sisirdigi-keneler
“Ver Ermeni’yi bana, onu öldürmeliyim ben. Cennete gideceğim. Bu Ermeniyi de öldürürsem, benim sayım tamam olacak, cennete gideceğim, ver onu bana da sevaba gir. Ben onu Rıza’dan satın aldım”
“Annesi İsmail Ağa’ya şöyle öğütler: ‘Bir de senden dileğim, oğlum, o kasabaya gidersen, o Ermenilerden kalma evleri, tarlaları kabul etme. Sahibi kaçmış yuvada, öteki kuş barınamaz. Yuva bozanın yuvası olmaz. Zulüm tarlasında zulüm biter.”
Aynı şekilde büyük şairimiz Nazım Hikmet 1950’de yazdığı “Hapisten Çıktıktan Sonra” şiirinin “Akşam Gezintisi” bölümünde soykırımı alnımıza sürülmüş kara olarak ifade eder:
“… Affetmedi bu Ermeni vatandaş
Kürt dağlarında babasının kesilmesini
Fakat seviyor seni çünkü sen de
Affetmedin
Bu karayı sürenleri Türk halkının alnına…”
Dünyada, Türkiye Cumhuriyeti devletinden maaş alan bir avuç görevli/milliyetçi tarihçi dışında, 24 Nisan 1915’de yaşananları soykırım olarak tanımlamayan bir sosyal bilimci neredeyse kalmadı. İşin ilginci, Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç, Birleşmiş Milletler tanımına göre 1915’de soykırım yapılmadı diyedursun, soykırım kavramını ortaya atan, kuran ve Birleşmiş Milletler’e sunan hukukçu Raphael Lemkin soykırımı tanımlarken önce Ermeni soykırımına atıfta bulunarak başlıyor. İnanmayanlar için video linki burada (link) https://www.youtube.com/watch?v=moByGLA7FDc
 Peki ama bir katliamın soykırım olarak tanımlanabilmesi için ne gerekiyor?
Soykırım oldu, olmadı tartışmasında bu önemli bilgi hep atlanıyor. Zannediyorum Ermeni soykırımı olmamıştır diyen pek çok yurttaşımız, bu maddeleri bilmeden, gözlerinin önüne Nazilerin soykırım kamplarını getirerek fikir yürütüyorlar. Oysa Birleşmiş Milletler’in 1948 tarihli Soykırımın Önlenmesi ve Cezalandırılması Sözleşmesi’ne göre bir eylemin soykırım olarak nitelendirilebilmesi için, belirli bir insan topluluğunun; milliyeti, ırkı, etnik kökeni veya dini dolayısıyla tümünün ya da bir bölümünün yok edilmesi niyetinin bulunması ve aşağıdaki suçlardan tümünün ya da bir kısmın işlenenmesi yeterli (link). http://tr.wikipedia.org/wiki/Soyk%C4%B1r%C4%B1m
(1) Grup üyelerini öldürmek;
(2) Grup üyelerine ciddi fiziki veya zihinsel zarar vermek;
(3) Grup üyelerini planlı bir şekilde tamamen ya da kısmen yok olmasına yol açacak yaşam şartlarına tabi tutmak;
(4) Gruptaki doğumları kasıtlı olarak engellemek
(5) Grubun çocuklarını zorla başka bir gruba transfer etmek
Ermeni soykırımının yaşandığı döneme baktığımızda bu maddelerin her birinin Ermenilerin binlerce yıldır yaşadıkları vatanlarından söküp atmak, yok etmek için kullanıldığını görüyoruz. Ermeni soykırımını inkar eden devletin ve ırkçıların kullandığı en önemli argüman şu: “Ermeniler bize ihanet ettiler, Ruslarla işbirliği yaptılar, savaş koşullarında biz de tehcire karar verdik.” Şimdi bir an için bu “gerekçelerin” doğru olduğunu düşünelim. Peki madem Doğu illerinde süren savaşta böyle bir karar aldınız, savaştan binlerce kilometre uzakta, İstanbul’da, Konya’da, Kayseri’de, Kütahya’da, Bursa’da, Afyon’da yaşayan yüzbinlerce Ermeni’den ne istediniz? Onları neden göç ettirdiniz? Katlettiniz? Mallarına el koydunuz?
İşte zurnanın zırt dediği yer. Ermeni mülkleri! Türkiye burjuvazisi ve (dolayısıyla) medyayı elinde bulunduran zenginler Ermeni meselesinin konuşulmasını istemiyorlar zira bu meselenin altında insanlığın yarattığı tüm değerlere karşı işlenmiş suçlar var. Sadece onların Ermeni mülklerine el koyarak zenginleşme öyküleri yok. Katliam var. Tecavüz var. Çocukları çalma var. Kadınları köleleştirme var. Hırsızlık var. Hırsızlar var.
Lafa gelince kul hakkından, Hz. Ömer’in adaletinden söze başlayan kimi müslümanların bu insanlığa karşı işlenmiş suç karşısındaki sessizliğine ne demeli? Peki ya Gezi isyanı sırasında sokak ortasında katledilen gençleri sahiplenip, yetkililerin gözümüzün içine baka baka söylediği yalanlara, medyanın penguen manipülasyonlarına tanık olup, 100 yıl önce olmuş bir konuda devletin resmi tarih okumasının peşine takılanlara? Sorulunca solcu olduğunu söyleyip Erdoğan ve Davutoğlu ile aynı hatta onların dahi gerisinde bir inkarcı söylemde buluşanlara? Peki Türkiye’nin her konuda vicdanı olması gereken sosyalist partilerinin son on yıla kadar bu konuda genel sessizliğine? Burada yaman bir çelişki yok mu? Var. Türk milliyetçiliğinin bilincimizde yol açtığı komplikasyonlar var.
Hrant Dink’in 19 Ocak 2007’de katledilmesinin ardından üçüncü yıl anmasına yine on binlerce insan katılmıştı. O gün Hrant Dink’in oğlu Arat Dink çok güzel bir konuşma yaptı ve bir Yargıtay kararını hatırlatarak aslında herşeyi özetledi: “Kışkırtılacak sayıda Ermeni kalmamıştır.”
“Bakın, babamın dilinde tüy bitti bir Yargıtay kararını anlatmaktan. 1915 ve Soykırımla ilgili bir kitap mahkemeye götürüldü. Mahkeme, ‘sakıncalıdır’ diye karar verdi. Yargıtay’a gidildi. Yargıtay karar aldı, ‘Kışkırtılacak sayıda Ermeni kalmamıştır’ diye. Bunu anlattı durdu babam. Nasıl ağır bir şey! Biz bu ülkede yüz yıl önce yüzde 20 idik belki, bugün binde 1 bile değiliz. Bakın, yüz yıl önce avdık, şimdi yem olmuşuz yem.” (link). https://www.facebook.com/hepimizi.seviyorum/posts/183860604964933
Soru çok basit aslında. 1915’den önce Türkiye sınırları içerisinde yaşayan 1.5 milyon Ermeni’ye ne oldu? Onların mülklerine, evlerine, tarlalarına, dükkanlarına ne oldu? Kimler el koydu? Peki Türkiyeli Ermenilerin çilesi 1915’de mi kaldı? Soykırımın 96. yıl dönümünde, 24 Nisan 2011’de, askerliğini bitirmesine 23 gün kala Batman’da bir ırkçı er tarafından katledilen Sevag Balıkçı? Bir kaçak inşaatlar cehennemi olan Türkiye’de, Şirince’yi güzelleştirdiği ve Prof. Ali Nesin ile Matematik Köyü’nü kurduğu için Türkiye’de kaçak inşaat suçlaması ile hapis yatan tek kişi olan Sevan Nisanyan? 85 yasında Samatya’da evinde bir karanlık cinayete kurban giden Maritsa Küçük? 8.5 yıldır bir arpa boyu yol alamadığımız Hrant Dink cinayeti davası? Bir toplumu açık açık aşağılamaktan, 100. yıl dönümünde yine sürgünle tehdit etmekten çekinmeyen, “Afedersiniz Ermeni” diyecek kadar ne dediğini bilmeyen-ya da daha ürkütücüsü bilen- Cumhurbaşkanı?
Peki Ermenilerden kalma kültürel miras ne durumda? Sanırım tek bir örnek yetecek. Sene 2009, Ocak ayı. Kardeşimin doğum günü için ailecek askerliğini yaptığı Gaziantep’e gittik. Kaldığımız öğretmenevine akşam geç saatte girdik, sabah kahvaltı ederken, kahvaltı salonunun görkemli kolonları, ince taş işçiliği dikkatimi çekti. Çıktığımda gördüğüm manzara ise beni hem çok şaşırttı, hem de hiç şaşırtmadı. 19. yüzyılda yapılmış güzel bir Ermeni kilisesinin (Kendirli Kilisesi) alt katını kahvaltı-yemek salonuna dönüştürmüşlerdi.
Yaşar ustayı tekrar hatırlayalım: “Sahibi kaçmış yuvada, öteki kuş barınamaz. Yuva bozanın yuvası olmaz. Zulüm tarlasında zulüm biter.” Türkiye toplumu 1915’de yaşanmış bu zulümle yüzleşmeden şuradan şuraya adım atamayız, soykırım da dahil olmak üzere tüm katliamlarla yüzleşmek, adalet istemek insanlık görevimiz, bir ahlaki zorunluluk. Ermeni Soykırımı’nda adalet istemeden, Soma’da, Gezi’de, kadın cinayetlerinde, Roboski’de, Madımak’da, Maraş’da, faili meçhul cinayetlerde adalet mücadelesi hep eksik kalacak zira tüm bu acılar aynı zihniyetin ürünü ve bir süreklilik arzediyor. Tüm acıların panzehiri ise inatla sürdüreceğimiz eksiksiz bir adalet, eşitlik ve özgürlük mücadelesi. Nazım Hikmet’in söylediği, alnımıza sürülen bu kara lekeden kurtulmanın tek yolu sahici bir yüzleşme sürecini derhal başlatmak. Bu noktada AKP-CHP ve MHP’nin blok olarak yazdıkları soykırımı inkar eden bildiriye HDP’nin imza atmamış olması adalet ve insan hakları mücadelesi açısından tarihi bir öneme sahipti.
Son olarak benim de katıldığım bir Türk-Ermeni diyalog projesinden bahsetmek istiyorum. Boston College, Felsefe Bölümünden Prof. Richard Kearney tarafından çatışmalı konularda gençleri biraraya getiren Guestbook Projesine Ermeni Soykırımı konusunda bir diyaloğun tarafı olmak üzere davet edildim. Aklıma Hrant Dink’in Türkler ve Ermenilerin tek ilacı diyalog sözleri geldi ve tereddütsüz kabul ettim. Narine Karapetyan ile soykırımı, Türklük ve Ermenilik kimliklerini konuştuk. Video İngilizce ancak Ermenice ve Türkçe altyazıları da mevcut. Bu linkten izleyebilirsiniz (link). https://www.youtube.com/watch?v=DkdII4KTV6U

Yorumlar kapatıldı.