İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Ahmet Rıza Bey’in kemiklerini sızlatıyorsunuz

Yavuz Baydar
27 Mayıs 1915’te, Tehcir Kanunu bir ‘Kanun-ı Muvakkat’ (Geçici Kanun) olarak Meclis-i Mebusan’dan geçirilir, Ermeniler’i yerinden yurdundan edip ölüme sürme kararı yürürlüğe girer… ‘Geçici’ kanunu ‘kalıcı’ kılmak için 30 Mayıs’ta Meclis-i Vükela kararıyla tehcir süresiz -yani ucu açık- hale getirilir. Türkiye’yi yüzyıllık bir insanlık suçu karanlığına sokacak süreç için bu da yetmez. Talat ve çetesi,10 Haziran 1915’te ‘Ermeniler’e Ait Mülk ve Arazilere Dair Tedbirler’i de kararname olarak yayınlatır. Bu bir yağma talan kararıdır. Ermeni mülküne el koyma konusunda tartışmalar esnasında, tek bir Osmanlı aydını, İttihat Terakki’nin kurucuları arasında yer alan büyük istibdat muhalifi, Ayan Meclisi üyesi (senatör) Ahmet Rıza Bey (ruhu şad olsun), söz alır ve tarihe şerefle geçecek şu sözlerle Meclis’e seslenir: “Beni kolumdan tut, köyümden dışarı at, malımı mülkümü de sonra sat, bu hiçbir vakitte caiz değildir. Bunu ne Osmanlı vicdanı kabul eder ne de kanun!” ‘Osmanlı vicdanı’, öyle karmaşık bir zamanda ve tek bir kişide bile olsa dile gelmiştir.

***
 23 Ocak 1913’te darbeyle Osmanlı Devleti’ni ele geçiren Talat ve Enver çetesinin, ülkeyi savaş belasına bulaştırıp binlerce vatan evladını Sarıkamış başta birçok cephede hunharca helak ettirdiği yetmezmiş gibi İstanbul’daki Osmanlı seçkinleri arasından 235 Ermeni aydınını ölüm kamplarına göndermesinin ardından bir buçuk ay geçmiştir.
27 Mayıs 1915’te, Tehcir Kanunu bir ‘Kanun-ı Muvakkat’ (Geçici Kanun) olarak Meclis-i Mebusan’dan geçirilir, Ermeniler’i yerinden yurdundan edip ölüme sürme kararı yürürlüğe girer.
Talat ve İttihatçı çetesi bununla da yetinmez.
‘Geçici’ kanunu ‘kalıcı’ kılmak için 30 Mayıs’ta Meclis-i Vükela kararıyla tehcir süresiz -yani ucu açık- hale getirilir.
Türkiye’yi yüzyıllık bir insanlık suçu karanlığına sokacak süreç için bu da yetmez. Talat ve çetesi,10 Haziran 1915’te ‘Ermeniler’e Ait Mülk ve Arazilere Dair Tedbirler’i de kararname olarak yayınlatır. Bu bir yağma talan kararıdır.
Ermeniler’e reva görülen eziyet
Ermeni mülküne el koyma konusunda tartışmalar esnasında, tek bir Osmanlı aydını, İttihat Terakki’nin kurucuları arasında yer alan büyük istibdat muhalifi, Ayan Meclisi üyesi (senatör) Ahmet Rıza Bey (ruhu şad olsun), söz alır ve tarihe şerefle geçecek şu sözlerle Meclis’e seslenir:
“Beni kolumdan tut, köyümden dışarı at, malımı mülkümü de sonra sat, bu hiçbir vakitte caiz değildir. Bunu ne Osmanlı vicdanı kabul eder ne de kanun!”
‘Osmanlı vicdanı’, öyle karmaşık bir zamanda ve tek bir kişide bile olsa dile gelmiştir.
Yıllarını Kanun-ı Esasi ile hürriyet ve eşitliğe dayalı bir düzene vakfetmiş Ahmet Rıza Bey elbette ki saf bir Osmanlı tebaası olan Ermeniler’e Talat ve çetesinin uygulamaya karar verdiği barbarlığın koskoca bir imparatorluk ruhuna düpedüz ihanet olduğunu biliyor ve cesaretle haykırıyordu.
Gerisi malum bir faciadır.
1915-16 tehciri, Baskın Oran’ın isabetli tabiriyle ‘Rezalet-i Kebir’, geçen yüzyılın en büyük insanlık felaketlerinden biri olarak kayıtlara girdi.
100 yıl geçti.
‘Utanç’ı reddeden koskoca bir yüzyıl.
Osmanlı’nın kadim halklarından Ermeniler, bir tebaa olarak neredeyse tamamen köklerinden koparıldı, önemli bir kısmı da ölümle yüzleştirildi.
Tebaasını korumayan, hele imha eden her devlet yönetimi suçludur.
Çerkesler’e sorun bakalım, Çarlık Rusyası’nın 300 bin Müslüman Çerkes’i vatanından koparıp ölüme, başka yerlere göndermesinin adı nedir diye.
Boşnaklar’a sorun, Mladiç çetesinin emriyle bir gecede üç köyden 8 bin Müslüman Boşnak erkeğin katledilmesinin adı nedir diye.
Peki, Osmanlı’nın kadim unsuru Ermeniler’e reva görülen akıl almaz eziyetin adı nedir?
Bundan da geçtik.
Adı neyse nedir, diyelim.
İnsanlık gösterin yeter
Talat’ın şahsi defterlerine göre Osmanlı tebaası en az 960 bin sivil Ermeni’nin bir daha dönmemek üzere Anadolu’dan kovulup ölüme gönderilmesi, mallarına el konulması gerçek değil mi?
Bundan hiç üzüntü duyulmayacak, lafı gezdirmeden üzüntü ifade edilmeyecek mi?
Utanmıyorlar.
Hâlâ laf yetiştiriyorlar.
Bunu iş sanıyorlar.
İnsan inkarda direnen Erdoğan-Davutoğlu yönetimine mi üzülsün, TBMM’nin o hazin deklarasyonuna imza atan CHP’ye mi içi acısın bilemiyor.
Şimdi, 24 Nisan’da Çanakkale’den dünyaya seslenip, akılları sıra ‘rezalet-i kebir’i sulandıracaklar.
Ahlak kuralıdır: Savaş dışında kalmış, eli silah tutmayan bir tebaanın kadın, çocuk, bebek ve yaşlılarına reva görülen zulüm ile eline silah verilmiş erkek üniformalı askerlerin savaşta ölmesinin acısını aynı kefeye koyarsanız, dünyada tiksintiden başka bir şey uyandırmazsınız.
Yapmayın.
Geçen seneki gibi taktik amaçlı, genç Dışişleri memurlarına yazdırılmış yarım ağızlı yazılı taziye yerine dobra bir üzüntü belirtin.
Konuşun.
Soykırım lafını boşverin.
İnsanlık gösterin yeter.
Bakın, 24 Nisan Cuma’ya denk geliyor.
Bir hutbeyle, öyle savaş şehit lafı karıştırmadan, sadece Osmanlı Ermenisi yüzbinlerce insan için camilerde okutulacak bir Fatiha bile dünya vicdanında ses getirir.
Madem Osmanlı ruhu önemli…
O zaman Ahmet Rıza Bey’i hatırlayın.
O şerefli, namuslu ve vicdanlı bir Osmanlı siyasetçisiydi.

Yorumlar kapatıldı.