Ahmet İnsel
Sadece İstanbul’da, İttihat ve Terakki Genel Merkezi’nde değil, Osmanlı toplumunun içinde de korku, kıskançlık, dinsel kin ve mala göz koyma nedenleriyle bu kitlesel katliamın suç ortağı olmaya hazır bir kesim olduğu açık. Ama bunu hep devlet aklı bir biçimde yönlendirdi. Bugün Ermeni soykırımıyla yüzleşmek, Türkiye toplumunu inkârcılığın vicdani yükünden, bunun yarattığı medenilik eksiğinden ve sadece kendi acılarının mutlaklaştırılmasından beslenen kutsal mazlumiyet psikopatolojisinin yıkıcı tezahürlerinden kurtulmasının olmazsa olmaz adımlarından biridir. Türkiye’de bu adım toplumun devlet aklının tahakkümünden kurtulmasıyla mümkün olacak.
***
Osmanlı Ermenilerinin bir soykırım boyutunda felakete maruz kalmalarına yol açan, İttihat ve Terakki hükümetinin başlattığı tehcirin üzerinden yüz yıl geçti. Türkiye Cumhuriyeti hükümetleri, bir yüz yıl boyunca bunun sonuçlarını tamamlayan bir etnik- dinsel temizlik politikasını bazen açık, çoğu zaman üstü örtük biçimde sürdürdü. Bu anlamda, Ermeni tehcirinin soykırım boyutlarındaki sonuçları Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin temel politikalarından biri ve milli kimliğin kurucu niteliklerinden biri oldu.
Bu etnik temizlik politikasının savaş koşullarında hayata geçirilmiş olması, işlenmiş olan “insanlığa ve medeniyete karşı suç”u hafifletmiyor. Daha sonra uluslararası hukuk literatürüne girecek olan bu kavram, dünyada ilk kez Osmanlı Ermenilerinin tehcir edilmeye başlanması vesilesiyle kullanıldı. 1919’da İstanbul’da yargılanan tehcir sorumlularına Osmanlı mahkemelerinin yönelttiği suç, mal gaspı, ırza tecavüz, hunharca insan öldürme gibi ağır suçlardı. Örneğin Boğazlıyan Kaymakamı Kemal’e yönelik Yozgat mahkemesi, işlenmiş suçları etraflı biçimde aktardıktan sonra, “Hissiyat-ı insaniye ve medeniye ile her ne şekilde olursa olsun bağdaşmayan ve İslamın huzurunda keba’ir cinayatdan (büyük suçlardan) sayılan öldürme çeşitlerine, çapulculuğa ve yağmalara sebebiyet vermiş” olduğunu şahitler ve delillerle kesinleştiğine hükmetmişti.
Kararda Kemal Bey’in, bütün Müslümanların Ermeni milletine karşı katliamda bulunmalarını doğal ve gerekli gördüğünün anlaşıldığı belirtiliyordu. Nitekim sanık da savunmasında, “Ermeniler Türk halkının ve Müslümanlık dininin iç düşmanlarıydı; Ermeni siyasi partileri ayrılıkçıydı” demişti. Halbuki bölgede görevli Yozgat ordu komutanı mahkemedeki ifadesinde İttihat ve Terakki’nin bölgeye yolladığı kişilerin “hayali bir Ermeni komitasının varlığını ihbar” ettiklerini, bunun üzerine silah araması emri geldiğini ve aramalarda sadece aramaları yapan kişilerin “yerleştirdiği” silahların bulunduğunu belirtmişti (Raymon Kevorkian, Ermeni Soykırımı, İletişim Yayınları, 712-713). Ne kadar tanıdık ifadeler ve eylemler değil mi?
Bu suçlar nedeniyle idam edilen Boğazlıyan Kaymakamı, TBMM’nin 14 Ekim 1922’de aldığı bir kararla “Milli Şehit” kabul edildi. Ailesine Emlak-i Metruke’den ev verildi, tüm çocuklarına aylık bağlandı. İsmi daha sonra Boğazlıyan’da bir mahalleye ve bir okula verildi. Mülkiyeliler Birliği, 1973’te Kemal Bey’in kabrini anıtmezar olarak düzenleyip ziyarete açtılar.
Raymond Kevorkian’ın kitabı, tehcir kararlarının nasıl alındığını ve her kasabada, her kentte nasıl uygulandığını detaylı biçimde anlatıyor. 1160 sayfalık bu son derece önemli çalışmada, tehcir kararını uygulayan yerel yöneticilerin, Teşkilat-ı Mahsusa’nın yerel sorumlularının ve kirli işleri gördürdükleri insanların, kimisi cinayetlere karışan, çoğu ise işin müsadere kısmıyla ilgilenen yerel eşraftan insanların ve bu insanlık dışı uygulamalara karşı çıkanların ne yaptıkları anlatılıyor ve isimleri veriliyor.
Kevorkian her vilayetteki tehcir uygulamalarını ayrı bir bölümde inceliyor. Örneğin Erzurum’da tehcir kararının uygulanması için 18- 21 Nisan 1915 arasında valilikte toplanan 120 kişi arasında üç görüş ortaya çıktığını aktarıyor. Üçte biri tehcirin sınır bölgelerinde yaşayan Ermenilerle sınırlı tutulmasını, 20 kişi Ermenilerin rahat bırakılması, yarısı ise “bütün Ermenilerin yok edilmesini” talep etmiş. Birkaç hafta sonra uygulanmasına başlanan politika üçüncü grubun taleplerine uygun olacaktır. Sadece İstanbul’da, İttihat ve Terakki Genel Merkezi’nde değil, Osmanlı toplumunun içinde de korku, kıskançlık, dinsel kin ve mala göz koyma nedenleriyle bu kitlesel katliamın suç ortağı olmaya hazır bir kesim olduğu açık. Ama bunu hep devlet aklı bir biçimde yönlendirdi.
Bugün Ermeni soykırımıyla yüzleşmek, Türkiye toplumunu inkârcılığın vicdani yükünden, bunun yarattığı medenilik eksiğinden ve sadece kendi acılarının mutlaklaştırılmasından beslenen kutsal mazlumiyet psikopatolojisinin yıkıcı tezahürlerinden kurtulmasının olmazsa olmaz adımlarından biridir. Türkiye’de bu adım toplumun devlet aklının tahakkümünden kurtulmasıyla mümkün olacak.
Yorumlar kapatıldı.