Beril Eski
Ortalığı portakal çiçeklerinin mis kokusu kaplamış. İki yanı yeşil bahçelerle kaplı yokuş bir yoldayım. Bir tarafta Kel Dağ, ucunda Akdeniz ve arkasından Suriye görünüyor. Diğer tarafta Musa Dağı’nın geniş etekleri yayılıyor.
Burası “Türkiye’nin tek Ermeni köyü” Vakıflı Köyü. Hatay’a bağlı köy, Osmanlı İmparatorluğu öncesinden bugüne yüzlerce yıl Ermenilerine ev sahipliği yapmış.
Kahveye oturuyorum. Hemen orada tavla oynayan yaşlı köylüler gelip hatırımı soruyorlar. Sohbete başlıyoruz. Gazeteci olduğumu söyleyince biraz dikkatli davranıyorlar ama hemen birbirimize ısınıyoruz.
Bir kadın turist grubu geliyor kahveye, köylülerden Panos yanlarına gidiyor. Muhabbet başlıyor. Panos onlara, “Size Sarı Gelini çalayım, hem Türkçe hem Ermenice söyleyeyim” diyor.
Panos’un kavalla çaldığı türküye kadınlar da el çırparak eşlik ediyor, ardından “Hepimiz kardeşiz” temalı bir sohbet başlıyor ve kadınlar ayrılıyor. Belli ki bu sohbeti daha önce çok yapmış Panos ama hala hoşuna gidiyor.
Gün boyu köye çok sayıda gazeteci ve turist geliyor. Hem portakal çiçeği mevsimi, hem 24 Nisan’ın gelişi, köyü son zamanlarda çok uğranan bir mekan haline getirmiş.
Vakıflı Köyü Ermeni Cemaati Başkanı Cem Çapar köyde yaşayan bir Ermeni olarak hem Türkleri çok iyi anladığını düşünüyor, hem de çevresinde yaşayan Türklerin onu ve dolayısıyla Ermenileri iyi tanıdığını. Çapar bununla birlikte ekliyor:
“Kaderime isyan ettiğim oluyor. Keşke burda daha çok Ermeni olsaydı ve bu yaşantımızı daha çok kişiyle paylaşabilseydik.”

Çapar, Vakıflı Ermenilerinin İstanbul Ermenilerinden farkını ise şöyle özetliyor:
“İstanbul’da sokağa çıktığında, etnik yapılar kalabalığın içinde kayboluyor. Burada Ermeni Cem isem her yerde öyle devam ediyorum. Sokakta Ermeni kimliğimi bırakarak yürümüyorum.”
‘Son Ermeni köyü’
48 yıl sonra İstanbul’dan Vakıflı Köyü’ne kesin dönüş yapan Misak Hergel ise köyünün “Tek Ermeni köyü” olarak anılmasından rahatsız:
“Medya bu ifadeyi kullanmaya başlayınca popüler oldu. Hükümetin Avrupa Birliği’ne yaklaşma Vakıflı Köyü bir vitrin olarak kullanıldı, hani ‘Bizi soykırımla suçluyorsunuz ama halen nüfusu-muhtarı Ermeni olan köyümüz var’ gibisinden. Hatta bir ara abartıp ‘Ermenistan dışındaki dünyadaki tek Ermeni köyü’ demeye başladılar. ‘Tek’ olduğunuzda pozitif bir ayrımcılık uygulanıyor gibi bir şey ya da olmayanların arasında teksiniz gibi bir anlam çıkıyor. Ben onun yerine ‘son Ermeni köyü’ ifadesini kullanmayı tercih ediyorum.”

İki yıldır Vakıflı Köyü’nde yaşayan Misak Hergel, 1990’lı yılların sonunda İstanbul’da “Vakıflı Köyü Kalkındırma ve Dayanışma Derneği”nin kurulmasına ön ayak olmuş. Aslında “Musa Dağı” ismini kullanmak istediklerini kaydeden 62 yaşındaki Hergel, o zamanlar bu adın “tehlikeli” bulunduğunu söylüyor.
Halaçoğlu: Osmanlı askeri ile çatıştılar
Görüşlerini aldığım eski Türk Tarih Kurumu Başkanı ve MHP Kayseri Milletvekili Yusuf Halaçoğlu ise 1915’te tehciri kabul etmeyen “Musa Dağı Ermenilerinin” Fransızların desteğiyle dağa çıktıklarını, burada Osmanlı askerleriyle çatışmaya girdiklerini söylüyor:
“4083 Ermeni Musa Dağı’na çıktı. Silahları yeterli gelmeyince Yunanistan’dan 15 bin tüfek ve 2 milyon mermi gönderildi. Yine de başa çıkamayınca Fransızlar savaş gemileriyle İskenderun Körfezi’nden tümünü bir gemiye aldı, Süveyş Kanalı’ndaki bir kampa yerleştirdi.”
Bu bilgilerin Fransız belgelerinde mevcut olduğunu kaydeden Halaçoğlu, bunun dağa çıkarak yapılan bir direniş değil, “Fransa ve Yunanistan destekli bir isyan” söylüyor.
Hergel ise “Yaşlı-genç, kadın-erkek, çoluk çocuk toplam 4200 kişilik bir nüfusa ’15 bin tüfek ve 2 milyon mermi’ gönderilmesi hangi mantığa sığar acaba?” diye soruyor.
1915’te Musa Dağı’nda neler oldu?
Misak Hergel babasının da arkadaşı olan Mardiros Kuşakçıyan’ın bu konuda detaylı bir doktora tezi yazdığını söylüyor ve tezden atıflar yaparak anlatmaya başlıyor.
Kilikya Ermenilerinden ilk olarak Cicero’nun yazdığı mektuplarda “İskenderun Körfezi etrafında yaşayan Ermeniler” olarak bahsediliyor. Zamanla buradaki Ermenilerin bir kısmı Kel Dağ’ın arkasına, bir kısmı ise Musa Dağı eteklerine çekiliyor.
Hergel, büyüklerinden dinlediği ve daha sonra tarih kitaplarında araştırdığı hikayeyi şöyle anlatıyor:
“1915’te tehcir emri güneydeki kentlere gecikmeli gidiyor. Ama bu süreçte Kahramanmaraş’ın Zeytun ilçesindeki tehcirden kaçan bir din adamı Musa Dağı bölgesine gelerek ‘Sıra buraya da gelecek’ diye uyarıyor. Bir kısım ‘Gidelim’, bir kısım ‘Direnelim’ diyor. Bir grup ise dağa çıkmayı öneriyor, ‘Zaten devlet savaşta, bir süre sonra bizi unuturlar’ görüşündeler.”
Yörede yaşayan Ermenilerin çoğunun dağa çıkmaya karar verdiğini kaydeden Hergel, yaklaşık 1,500 kişinin ise tehcire gittiğini söylüyor.
‘Musa Dağı’nda direniş’
Bu hikaye Avusturyalı Yahudi yazar Franz Werfel’in “Musa Dağı’nda 40 Gün” adlı romanında anlatılır. Romanda “Yedi köyden kaçan insanların 40 günlük direnişinden” bahsedilir.

Misak Hergel, aslında altı köyden insanların 52 gün direndiğini ama kutsallık atfedilen rakamların etkileyeciliğini tamamlamak için bu rakamların yediye tamamlandığını ve 40’a çekildiğini söylüyor.
Vakıflı dahil altı Ermeni köyünden Musa Dağı’na çıkan kişilerin Osmanlı ordusundan gelenlere direndiğini belirten Hergel, 13 Eylül’de Fransız savaş gemilerinden oluşan bir filo ile bir İngiliz ticari gemisinin dağdaki tüm Ermenileri topladığını ve Mısır’ın liman kenti Port Said’e götürdüğünü anlatıyor.
1. Dünya Savaşı sonrası bölge, “İskenderun Sancağı” adıyla (ya da Fransızca adıyla ‘Sandjak d’Alexandrette’) Suriye’nin Halep vilayetine bağlı olarak Fransa mandası altında yönetilmiştir.
Köyün tek kalma hikayesi de, 1939’a Hatay’ın Türkiye’ye bağlanmasıyla başlamış. Diğer köylerden çoğu aile Suriye’ye gitmiş, Vakıflı Köyü’nün ise çoğu kalmış. Diğer köylerde kalanlar da zaman içerisinde Vakıflı Köyü’ne taşınmış.

Misak Hergel, köylerin terk edilişini henüz unutulmayan 1915 hatıralarına bağlıyor:
“20 sene evvel Türklerle çatışma olmuş. Her ne kadar Türk yetkililer garantiler vermeye çalışsalar, ‘Biz Osmanlı değiliz artık diye cumhuriyeti kurduk’ deseler de hatırası çok taze bir şey var. Ortak kanı, tehcire gitmedikleri için kendilerinden bunun intikamının alınacağı.”
‘Tehcir günleri gibiydi’
Suriye’de, Kel Dağ’ın arkasındaki Keseb kasabası, geçen yıl Nisan ayında muhaliflerin oluşturduğu Özgür Suriye Ordusu (ÖSO) tarafından işgal edilmişti.

O dönemde Vakıflı Köyü, 25 yaşlı insanı misafir etti. Yaşananlar ise köylülerin hayatında derin etkiler bırakmış.
Soyu Kilikya Ermenilerine dayanan Keseblilerden genç olanlar Lazkiye’ye sığınırken, yaşlılar köyde kalmış ve Türkiye’ye teslim edilmişlerdi.
Keseblilerin Vakıflı Köyü’ne gelişini ayarlayan Cem Çapar, “Biz savaşı yaşamadık, onların yüzlerinde gördük” diyor.
Misak Hergel ise “Gelenlerin hepsi çok yaşlıydı, hastaydı. Üst başları perişandı. İnternetteki tehcir fotoğraflarına benzer bir vaziyetteydiler. Hepsinin çıkını vardı, iki parça ekmek ayırıp çıkına koyuyordu. Tehcir günleri gibi diyorum ya, yarın ne olacak belli değil” sözleriyle anlatıyor hislerini.
Cem Çapar’ı en etkileyen hikaye köye ilk gelen Titizyan kardeşlerinki olmuş. Muhalifler onlara “Sizi götüreceğiz, hazırlanın” demişler. Titizyan Kardeşler de hazırlanmış, kapıyı kilitlemiş ve anahtarı kendilerini götürmeye gelen muhalife vermiş.
Çapar sonrasını şöyle anlatıyor:
” ‘Anahtarları verdim’ dedi. ‘Niye verdin?’ diye sordum. ‘Vermeseydim kıracaktı, diğer evlerin kapıları kırılmıştı’ dedi. Çok ironik bir durum. 100 yıl önce de Anadolu’daki Ermeniler kapıları çekmişler, çıkıp gitmişler, 100 yıl sonra da aynı tarih. Yine kapıyı çekip evlerinden çıktılar.”
Keseblilerle Vakıflı Köy’dekileri yakınlaştıran bir diğer nokta da, her iki köyün de aynı Ermenice ağzını konuşması olmuş.
Yalnızca İskenderun ve çevresinde konuşulan Ermenice ağzı ise köyle birlikte kaybolma tehlikesiyle yüz yüze. Köydeki kısıtlı geçim imkanları nedeniyle, nüfus giderek azalmış. Üstelik köyde artık bir okul da bulunmuyor.
Çapar dillerini aktaramadıklarından şikayet ediyor ve “30 sene sonra bu ağzı konuşacak kimse kalmayacak, dünyada bir kültür yok olacak” diyor.
‘Bıçak sırtı gibi, iki tarafı da kesebiliyor’
Peki Vakıflı Köylüler, 1915’in hem acılarının hem de “direnişinin” 100. yılında ne yapacak? Vakıflıköy Ermeni Cemaati Başkanı Cem Çapar, 24 Nisan”ı “pasif” geçireceklerini söylüyor:
“Vakıflı Köyü’nü diğerlerinden farklı bir yere koymak gerekiyor. Bizim Ermeni milletine, yurt dışındaki Ermenilere, 100 yıl önce acı çeken, yerinden edilenlere karşı bir sorumluluğumuz var. Bunun acısını en derinden yaşıyoruz. Aynı zamanda devletimize, Türkiye Cumhuriyeti’ne ve Türk komşularımıza olan bir sorumluluğumuz da var. Çünkü biz samimi arkadaşlıklar yaşıyoruz. Tüm bu dengeleri gözeten bir şekilde davranıyoruz.”
Kendilerini diğerlerinden farklı kılan noktanın bu denge olduğunu kaydeden Çapar, 24 Nisan’ı ve acılarını içlerinde yaşadıklarını ifade ediyor. Bu sene de herhangi bir anma töreni düzenlemeyeceklerini Çapar, “Tabii ki taziye kabul ediyoruz. Hatay’da yaşayan bütün halklardan bize gelip taziyede bulunanlar var. Taziyeler bizi gururlandırıyor, acımızı hafifletiyor ve yalnız olmadığımızı hissettiriyor” diyor.
‘Direniş’in 100. yılı için de bir etkinlik planlamadıklarını kaydeden Çapar, özellikle medyada söylemedikleri şeyleri söylemiş gibi yazarak, kendileri üzerinden propaganda yapanlardan rahatsız:
“Söylemediğimiz şeyleri söylemişiz gibi yazıyorlar ve diaspora Ermenileri incinebiliyor. Biz onları da koruyan bir yerden davranmak istiyoruz ama öyle bir denge ki bu bıçak sırtı gibi, iki tarafı da kesebiliyor. Yukarı çeksen kesiyor, aşağı vursan kesiyor.”

Dağ havası sert. Esmeye başlıyor. Yokuş aşağı yürürken herkes el sallıyor, kimileri elime portakal, limon tutuşturuyor.
Vakıflı Köyü arkamda kalırken aklıma Hrant Dink’in “Ermeni kimliğini 1915 mezarlarının arasında aramamak lazım. Ben acımı her gün içimde taşıyorum” sözleri düşüyor.
https://www.bbc.com/turkce/haberler/2015/04/150422_son_ermeni_koyu
İlk yorum yapan siz olun