İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Markar Esayan ile Söyleşi

Başka bir partinin teklifini kesinlikle kabul etmezdim. Siyasete atılacaksam bu ancak AK Parti ile olabilirdi. Diğer aday kardeşlerimi tenzih ederim. Onların adaylığı beni çok mutlu etti.

HYETERT- Markar Esayan kimdir?
Öncelikle cemaatimizin Zadig’ini kutlarım. Krisdos Haryav-i Merelots.. 
1969 İstanbul Şişli’de doğdum. İlkokulu Bomonti Mıhitaryan, liseyi ise Özel Getronagan Ermeni Erkek Lisesi’nde okudum. 1995 yılında Anadolu Üniversitesi İşletme Fakültesi lisans eğitimini tamamladım. Yüksek lisansımı Bilgi Üniversitesi Kültürel İncelemeler bölümünde yaptım. Master tezim “19. Yüzyıl Ermeni Gerçekçi Edebiyatı’nda Sınıf Çatışmaları, Burjuvazinin Doğuşu ve Modernite” başlığını taşıyan ve alanında bir ilk olan konuyu kapsıyordu. 
1997 yılından beri aralıklarla yazdığım Agos Gazetesi’nde 2001 yılından itibaren Hrant Dink’in davetiyle “Dar Kapı” başlığı altında köşe yazıları kaleme almaya başladım. Hrant Dink’in 19 Ocak 2007 tarihinde elim bir suikasta gitmesiyle Dink sonrası Agos’un yayın hayatına devam edebilmesi adına Etyen Mahçupyan ile birlikte çalıştım. Dink’in birinci ölüm yıldönümünden sonra Agos’tan ayrıldım. Bir süre sonra yazılarıma da son verdim.
2008 yılı baharından itibaren ise, Taraf gazetesinde çalışmaya başladım.”Arada” başlığı altında köşe yazıları yazmayı sürdürdüm. 15 Aralık 2012 tarihinde gazete yayın yönetmen ve yardımcısının ani ayrılığından itibaren gazetenin geçici yayın yönetmenliğini üstlendim. Taraf bu dönemde başlayan Çözüm Süreci’nde süreci destekleyen en etkili gazete olarak öne çıktı. Öyle ki Akil İnsanlar heyetine en çok üye veren gazete unvanına sahip oldu.
Politik derin anlaşmazlıklar ve yayın işlerine müdahale nedeniyle tasfiyeye uğrayan grubun içinde yer aldım. Gazeteden ayrıldıktan sonra kendi web sitemde yazılarımı aralıksız sürdürdüm. 2013 yazından itibaren Yeni Şafak ve Daily Sabah gazetelerinde, Serbestiyet ve Turkey Agenda internet sitelerinde köşe yazmaya devam ettim.
İlk romanım “Şimdinin Dar Odası” 2004 İnkılâp Kitabevi Büyük Ödülü’nü kazandı ve 2005 yılında okuyucuya ulaştı. İkinci ve ilk romanın devamı olan “Karşılaşma” ise Ekim 2007’de okuruyla buluştu. Üçüncü romanım Jerusalem ise 2011 yılında Timaş yayınevinden çıktı. “Dünyayı Durduran 60 Gün” ve
 * “İyi Şeyler”, Etkileşim Yayınlarından 2013’te yayımlandı.

H- Neden Ak partiden aday adayı oldunuz?

Başka bir partinin teklifini kesinlikle kabul etmezdim. Siyasete atılacaksam bu ancak AK Parti ile olabilirdi. Diğer aday kardeşlerimi tenzih ederim. Onların adaylığı beni çok mutlu etti. Ancak, AK Parti İttihat ve Terakki ve onun devamı CHP geleneğinin antidotu işlevi görüyor. HDP ise daha altı ay önce 52 vatandaşın linçine neden olan çağrıdan sorumlu. PKK daha dün baraj inşaatına malzeme taşıyan konvoya saldırdı. Şiddetle ilişkilerini kesmiş değiller. Türkiye’nin AK Parti ile ciddi bir şans yakaladığını, bu sürecin tarihi ve devrimci olduğunu düşünüyorum. Siyaset benim kendimi yakın hissettiğim barışçı sorun çözme yöntemlerinin hepsini kapsayan bir çatıyı ima ediyor. Bu tanıma da sadece AK Parti uyuyor. Teveccüh edilince böyle tarihi bir Meclis’te mücadele vermeyi kişisel önceliklerimden üstün tuttum.

H- Milletvekili adayı olurken hedefiniz nedir? Ne gibi katkılar vereceğiniz düşünüyorsunuz?

Bu çok geniş bir konu olsa da özetlemeye çalışayım. Türkiye kurumsal faşizmin normal hale geldiği bir ülkeydi. Önce Tek Parti dönemi ve sonrasında gelen darbeler sürecinde devlet kurumları ile halk iradesi arasında zaten zayıf olan bağlar tamamen koparıldı. İşte son 12 yıldır devlet ile halk iradesi arasında yapılan reformlar ile bu bağ tekrar kurulmaya başlandı. Şimdi ise eski Türkiye’nin vesayet organları ve zihniyetine elveda diyeceğimiz bir süreç var önümüzde. Haziran’da oluşacak Meclis bir çeşit kurucu meclis olacak. Türkiye’nin yönetim sistemi hala vesayet üreten bir yapıda. Yapılan reformlar henüz kurumsallaşmış değil. Yani başa, hatta daha kötü şartlara dönmek mümkün. Ben CHP’nin iktidar olma olasılığı olsa, CHP’lilerin dahi kendi partilerine şu durumda oy vermekten imtina edeceklerini düşünüyorum. Bir CHP-MHP koalisyonunda nasıl bir Türkiye ortaya çıkacağını hayal etmek bile insanlara zor geliyor.

H- Elbette Ermeni kontenjanı gibi bir durum olmadığından sadece Ermeniler temsil etmeniz mümkün değil. Ancak 55 yıldan beri seçilen ilk Ermeni milletvekillerinden olacaksınız. Bu durumda özellikle Ermeni ve genellikle azınlık Müslüman olmayan toplulukların sorunları sizce öncelikli mi?

Ermeniler aynı anda hem vatandaş hem de Ermeni olmanın mümkün olduğu bir sürece girdi. Bu AK Parti sayesinde oldu. Ancak oluşan yeni imkanları algılamak ile eski Türkiye alışkanlıkları arasında henüz kapanmamış bir makas var. Yani cemaatimiz yeni olanakları daha hızlı kavramalı ve özne olmalı. Tüm anti propagandanın aksine, AK Parti hükümeti Ermenilere eşit ve insanca yaklaşan ilk ve yegane siyasi harekettir. AK Parti farklı dinlerden toplumlarla ilişkilerini ilkesel düzlemde, oy kaygısı olmadan yürüten bir parti. Farklı dinlerden kesimlere yönelik reformların moral ve ilkesel nedenler dışında hiçbir getirisi yok. Hatta milliyetçi, eski Türkiye’nin tedrisatından geçmiş kesimler düşünüldüğünde riskli.
Sorunlara gelince… Tabii ki ülkede yaşayan tüm toplulukların kendilerine has sorunları vardır ve bunlarla özellikle ilgilenmek gerekir. Ama burada ilke, Türkiye’nin genel demokratikleşme adımlarının belirleyici olacağıdır. Örneğin PKK şiddetini sona erdirmeden, ekonomik bağımsızlık kazanmadan, Türkiye’yi formatlamaya çalışan ittifaklara dönük mücadeleyi kazanmadan Ermenilerin de sorunlarının çözüleceğini beklemek yanlış olur. Bu birleşik kaplar kanunu gibi, birbirini içeren, kapsayan ve etkileyen meselelerdir. Yani biz Ermenilerin, birer Türkiyeli olarak ülkenin tüm sorunlarına empati ile yaklaşma mesuliyetimiz var. Gerçekçi ve adil olan budur. Ancak bu genel başlık altında özel sorunlarımızı çözebilme imkanı bulabiliriz.
Ben tabii ki cemaatimizin sorunlarını çok yakından biliyorum. Babam da cemaat yöneticisiydi, hayatım cemaatin kurumları içinde geçti. Bu noktada talep olması halinde elimden geleni yapacağım da ortada. Lakin açıkçası, seçilirsem kendime göre bir reçete oluşturup hareket etmeyi değil, bir iletken olmayı düşünürüm. Bir toplum kendi taleplerine sahip çıkmalı, olanakları kendisi kullanmalı. Bunu yapmıyorsa, tepeden zorlamanın mühendislik olduğunu düşünürüm. Bizim kahramanlara değil, işbirliğine ihtiyacımız var.

H- Biz farklılıklarımızla eşit olmak istiyoruz aksi halde eşitlik asimilasyon demektir diyenlerin yanında son yıllarda özellikle solcu, laikçi gruplarda görülen biz farklı olmak istemiyoruz eşit olmak istiyoruz sözüne katılıyor musunuz?

İlk önerme bana daha gerçekçi ve demokratça geliyor. Başka nasıl olabilir ki? Herkesi aynı torbanın içine atmak demek, çok olanın hegemonyasına girmek demektir. Bizim önemseyeceğimiz şey, romantik içi boş, hiçbir somuta bağlanamayan söylemlerden ziyade, eşdeğer olacağımız bir yönetim-hukuk ve paylaşım sistemi oluşturmaktır. Yeni bir toplumsal sözleşmenin arifesindeyiz. Bu sözleşme mümkün olan tüm çeşitliliğin yansıdığı bir mutabakat olmalıdır. Öyle ki, tüm vatandaşlar, kimlikleri kendilerine engel olmadan tüm alanlara girme, süreçleri etkileme olanağına kavuşsun. Bu böyle olduğunda, her kesim kendi kültürünü yaşatmak için eşit olanaklara kavuşacaktır. Bunun başka bir yolu da yok. Türkiye’de kendisine laikçi diyenler aslında laik değil ulusalcı, solcu diyenlerin büyük kısmı da aslında Kemalist veya elitist. Haliyle, çevreden merkeze yürüyen kitlelerin ülkeyi dönüştürmesini bir imtiyaz kaybı olarak görüyorlar. Medya propagandasına kanmamak lazım. Buna açıkça karşı çıkmak ahlaksızlık olacağı için, kendilerini toplamı sıfır olan söylemlerle kamufle ediyorlar. Ermeniler bu hayati farkı görmüş olmalı diye düşünüyorum.

H- Ak parti neredeyse 125 yıldan bu yana ilk kez Müslüman olmayan azınlıklara haklarını vermeye başladı. İlk kez bir başbakan azınlıklar lehinde bir genelge yayımladı. Hatta 1915 acısı ile ilgili bir taziye mesajı yayımladı. Bütün bunlar Türk toplumunda azınlıkları potansiyel iç düşman olarak gören paradigmanın değiştiğini gösterir mi?

Geçenlerde (11 Şubat 2015) Ankara Palas’taki “farklı dinlere mensup vatandaşların STK temsilcilerine” verilen yemekte, Başbakan Davutoğlu’nun yaklaşımı çok önemliydi. Kendisi Vakıflar Yasası’nda yapılan tarihi değişiklik ve 36 Beyannamesi uygulamasının terk edilmesi gibi birçok reformun eşit vatandaşlık temelinde yapıldığı, asla lütuf olarak görülmediğini özellikle belirtti. Unutmayalım ki bu tür faşizan uygulamaların müsebbibi olan CHP, Vakıflar Yasası’nı geçirmek isteyen AK Parti’yi “Agop”un mallarının derdine düştünüz” diyerek ihanetle suçlamış, Kemal Kılıçdaroğlu’nun da imzasının bulunduğu başvuru ile yasayı iptal ettirmek için AYM’ye götürmüştü. Yani Tek Parti ve CHP mantığının yarattığı ihlalleri kaldıran AK Parti’yi samimiyet testinden geçirmek de ayrı bir haksızlık olurdu. Bu konuda hesap sorulacak partiler ve zihniyetler belli. Bir asrı aşkın bir süreden sonra ilk defa Ermeniler saygı görüyor ve Yeni Türkiye inşasına davet ediliyor. Taziye ise değeri asla azaltılmaması gereken tarihi bir devlet zihniyeti değişikliğidir. AK Parti 28 Şubat Darbesi’nde ciddi bir mağduriyet yaşarken, kendisinin devletle olan ilişkisini de sorguladı ve tüm diğer ötekiler ile empati kurdu. Bu çoğumuzun hala gösteremediği büyük bir erdem. Bu demokratik dönüşümü sağlayan da bu zihniyet değişikliğidir ki, AK Parti bu konuda tek ve rakipsiz gözüküyor. Muhalefet hala eski Türkiye’yi yeniden tesis etme peşinde. Bu gerici bir karşı devrim arzusudur.

H- AK Parti iktidarı, 2004 ile 2008 yıllarına kadar AB’ye üye olma arzusundaydı. AB uyum yasaları hem Türkiye için hem de biz azınlıklar için olumlu içerik taşıyordu. Bu nedenle ülkenin çok büyük kesiminin ve bizlerin desteğini aldı. Fakat bu devam etmedi. AB’ye giden “demokrasi yolu” sanki yön değiştirdi. Komşu ülkelerdeki radikal İslam’ın Hıristiyanlara yaptıklarını görüyoruz. Bu gidişi azınlıklar açısından nasıl değerlendiriyorsunuz.

Bu tesbite katılmıyorum. Bu tesbit bir dezenformatif kampanyanın ürünü ve tamamen dayatılmış bir ezber. Ben üşenmedim AK Parti’nin AB müktesebatı çerçevesinde yaptığı reformların listesini çıkardım. Burada açıkça görülüyor ki, AK Parti üç dönemi içerisinde reformlarına hiç ara vermemiş. Hatta en çok övülen ilk döneminde mesela 2005’te 11, 2006’da 8, 2007’de 5 reform geçmiş. Ama şu sözde liberal/solcu aydınların “Her şey o günden itibaren 180 derece değişti” dedikleri 2010’da 35, 2011’de 16, 2012’de 28, 2013’de ise 16 reform yapılmış. 2005 Annan Planı’nın reddinden ve Güney Kıbrıs’ın AB’ye alınmasından sonra yavaşlayan ilişkilerden AB’nin kendisi daha sorumlu. Ama Türkiye AB müktesebatına göre reformlarından hız kesmediği gibi gaza basmış. Olaya objektif bakılacaksa durum bu… Gerisi bir değersizleştirme operasyonu. Gerçek eleştiri değil. Eksikleri söylemenin yolu gerçeklikle oynamak değildir.

H- Ders kitaplarında hala azınlıklar düşman olarak gösteriliyor. Kurtuluş günlerinde hala azınlıklar hedef yapılıyor bu konuda ne düşünüyorsunuz?

Bu konuda adımlar atıldı ama yetersiz kaldı. Milli Eğitim Bakanımız Nabi Bey’le de bu konuyu görüştüm. Ciddi hazırlıklar yapılıyor. Bu konuda eksiklikler olduğu doğru. Bazıları da yönetmeliklerde unutulmuş konulardan oluşuyor. Mesela Gökçeada’da Rum İlkokulu açılırken, 1927 tarihli kenarda kalmış bir yasa okul açılırken sorun oldu. Mustafa Kemal imzalı o kanuna göre orada okul açamıyorsunuz. Ama kenarda unutulmuş yıllarca çünkü zaten kimse böyle bir şeyi aklına bile getirmemiş. Hükümet o kanunu onaylasa bu işin önünü açar mı? Tabii o sorun aşıldı. Şüphesiz bunlar mazeret değil. Ama 100 yılın birikmiş o kadar meselesi var ki! Bürokrasinin direncini de azımsamayalım. Zihniyet kalıpları bir transatlantiğe benzer, dümeni kırsanız da rota değiştirmeleri zaman alır. Öte yandan AK Parti çok yalnız. Muhalefet daha çok Vakıflar Yasası ve Ermenistan protokollerinde olduğu gibi köstek olmakla meşgul. Bunların köklü halli ancak yeni anayasa ve tüm alt hukuk metinlerinin, yönetmeliklerin sil baştan yapılmasıyla mümkün.

H- AK Türkiye İlerleme raporlarında da yer alan ve Venedik Komisyonu tarafından da önerilen Cemaatin tüzel kişiliğinin tanınması konusunda ne düşünüyorsunuz?

Bu konu cemaatlerin en ciddi sorunu. Hükümette pozitif bir yaklaşım var. İşte tüm bu sorunların gündemleştirilmesi için cemaatin siyasete aktif katılımı, imkanları zorlaması lazım. Bizim bir cemaat politikamız bile yok. Bu olabilseydi, sorunlarımızı hükümetle istişare içinde daha hızlı çözebilirdik. Ama işte görüyorsunuz, devletin önüne iki adet patriklik, dört tane de vakıf seçimleri taslağı götürdük. Böyle şey olur mu? Devlet bunlardan birisini tercih etse, içişlerimize karışılıyor denebilir. Hiçbir laik hükümet bu riski almaz. Önümüzdeki dört sene, cemaatin dirilmesi için belki de son şans. Bir daha gözümüzü açıp kapattığımızda üç bin kişilik bir yaşlılar kulübüne dönüşmüş olabiliriz. Mesrob Badriyark ve Hrant Dink’ten sonra iki hayati damarımız kesildi. Vakıflarda ise AK Parti sayesinde iade dilen mülklerden gelen paranın tehlikeli bir yanılsama yaratma riski var. Ama insanlarımıza sahip çıkamazsak, bu mallar elli sene sonra gerisingeri sahipsizlikten devlete dönecek.

H. AK partiyi desteklediğiniz için siz ve Etyen Mahçupyan bir zaman sizin de aralarında bulunduğunuz kesimce neredeyse hain ilan edildiniz. Hatta bu düşünceye diasporada yaşayan Ermenilerin de büyük ölçüde katıldığı görülüyor. Bu konuda ne söyleyebilirsiniz.

Bu kayda değer bir konu değil. Küçük bir grubun homurtuları. Sadece “Yoldaş Pançuni” gibi taşlaması yazılabilir belki. Onu da yüz yıl önce Odyan mükemmel şekilde yazdı zaten.

H. Teşekkürler

 SON

Yorumlar kapatıldı.