Orhan Tuğrulca / otogrulca@hotmail.com/ Tarihçi- Yazar
2015 yılı, 100 yıl önce yaşadığımız sarsıntıların yüzüncü yıldönümüdür. 100 yıl önce sahip olduğumuz toprakların önemli bir kısmını kaybettik.100 yıl önce sahip olduğumuz insan kaynağının da önemli bir kısmını savaş meydanlarında kaybettik. Yine 100 yıl önce Çanakkale savaşları hariç bütün cephelerde ağır yenilgiler aldık. 100 yıl önce yeryüzü ölçeğinde Müslüman halkları temsil eden son Türk- İslam imparatorluğu dağıldı. Yerinde birbirleriyle düşmanlıkta yarışan ulus devletler kuruldu. 100 yıl önce, bu topraklarda bin yıldan beri birlikte yaşayan halklar, içlerindeki bir takım “beyinsizler” yüzünden birbirlerini boğazladılar. Kısaca 100 yıl önce çok şey kaybettik.
Tarihi olayları sebep-sonuç ilişkileri açısından değerlendirdiğimizde yalnızca 1915 yılı içerisinde yaşanan gelişmelerle açıklamaya çalışmanın eksik olacağı muhakkaktır. 1915 yılı Çanakkale savaşları ve “Ermeni Tehciri”gibi hadiselerin 100 yıldönümü nedeniyle sembolik bir tarih olarak görülebilir. Tarihçiler bilir ki Osmanlı imparatorluğu için büyük yıkım 1911 yılında vuku bulan Trablusgarp savaşı ile başladı. İmparatorluk Afrika’daki son toprağını kaybetti. Ardından 1912-1913 Balkan savaşları başladı. Bu savaşlarında sonunda Devlet-i Aliye, Midye- Enez hattının batısında kalan bütün Balkan topraklarını kaybetti. Ve son büyük yıkım I. Dünya Savaşıyla gerçekleşti. Dört yıl süren ve birçok cephede sürdürülen savaş (1914-1918) İmparatorluğun dağılmasıyla son buldu.
24 Nisan 1915 tarihi, her ne kadar Ermeni aydınlarının iç güvenlik kaygıları nedeniyle Osmanlı hükümet kuvvetlerince tutuklandığı bir tarih olsa da bugün Ermeni olaylarının tamamını içine alan bir tarih olarak anılmaktadır. 100 yıldönümü nedeniyle bu yıl bu mesele daha çok tartışılacağı açıktır. İstiyoruz ki 100 yıl sonra bu meselenin en azından Malatya ölçeğinde daha doğru okunsun
Bugünden başlamak üzere “Ermen Meselesi”ni dört bölüm halinde vermeye çalışacağız. Araştırmamız, Malatya ölçeğinde Ermeni sorunun nasıl ortaya çıkmaya başladığı ile sınırlı olacaktır.
Osmanlı ülkesinde ve Malatya’da Ermeni meselesinin yüzünü göstermesi ilerleyen yazılarımızda detaylandıracağımız üzere 1890’lı yıllarda başladı. Ancak biz Ermeni Meselesi bağlamında yaptığımız bu çalışmayı 1890-1915 yılı ile sınırlandırmak istemiyoruz. Ermenilerin bu topraklar üzerindeki tarihsel serüvenlerini özetlemek suretiyle “meselenin” bir bütün olarak anlaşılmasının daha doğru olacağını düşünüyoruz. Zira olayların başlamasından çok kısa bir süre öncesine kadar “millet-i sâdıka”(Sadık Millet) olarak bilinen bu halk, evveliyatı ile ele alınmadan meselenin tam anlaşılamayacağını düşünüyoruz.
Ermeniler
Ermenilerin menşei konusunda çeşitli görüşler ileri sürülmüştür. Friglere mensup bir topluluk, Urartuların devamı, Turanî bir kavim ve Kafkas halklarından biri gibi çeşitli tezler ileriye sürülüyorsa da Ermeniler kendilerini Hz. Nuh’un torunu Hay’ın neslinden geldiğini kabul etmektedirler. Kendilerine Hayk, yaşadıkları toprakları ise Hayatsan olarak adlandırmaktadırlar.
¬Kendilerini Hayk olarak tanımlayan bu topluluğun “Ermeniler” şeklinde adlandırılması yaşadıkları coğrafya ile ilgilidir. “Armenia” tabirine ilk defa M.Ö. 521 yılına ait Darius kitabesinde rastlanmıştır. “Yukarı memlekette yaşayanlar” anlamındaki “Armenia” başlı başına bir “ırk” anlamına gelmemektedir.
Ermeni topluluğu Büyük İskender zamanına kadar Perslerin hâkimiyetinde yaşadılar. M.Ö. 323 yılında İskender’in ölümünden sonra Makedon kökenli bir hanedan olan Selevkosların hâkimiyetine girdiler. M.Ö. II. yüzyıldan sonra Anadolu’ya gelen Romalıların hegemonyasında 200 yıldan fazla bir zaman kalan Ermeniler, doğuda da Sasanilerin baskısına maruz kaldılar.
M.S. IV. yüzyıldan sonra Hıristiyanlığı kabul etmeye başlayan Ermeniler Lusavoriç Gregor’un öğretileri doğrultusunda Gregoryan mezhebi etrafında birleştiler. Yeni bir alfabe, din ve edebiyat geliştiren Ermeniler ayrı bir millet (ırk) olarak anılmaya başlandılar.
V. yüzyılda bölge Bizans hâkimiyetine girmiştir. Bizans-Sasani mücadelesi sürerken Müslüman Araplar ilk kez 641 yılında Ermenilerin yaşadığı topraklara girmeye başladılar.
İslam-Bizans çatışmalarını yaşandığı bir süreçten geçen Ermeniler 11. yüzyılda bölgeye gelen Türklerle tanışmaya başladılar. İslam-Bizans çatışmaları ve 11. yüzyıldan itibaren yerleşme amaçlı Türk-İslam unsurların arasında oluşan otorite boşluklarını değerlendiren Ermeniler başta Malatya olmak üzere zaman zaman beylikler de kurdular.
Bizans İmparatorların Ermenileri Ortodokslaştırma siyasetlerine karşın, Malatya Barsuma manastırı rahibi Mihail’in ifadesi ile “Türklerin kutsal törenler hakkında bir fikirleri yoktur… Rezil ve sapkın bir halk olan Rumların (Bizanslıların) aksine kişilerin inançlarını sorgulama adetleri olmadığı gibi bu sebeple kimseyi de cezalandırmazlar” anlayışında olan Türklere daha fazla yakınlık duymaya başladılar.
Nitekim aşağıda ifade edeceğimiz üzere Selçuklu Sultanları, Malatya’da Ermeni ve Süryani Hıristiyan cemaatine karşı son derece şefkatli davranacaklardır.
Süryaniler
Türkiye Selçuklu devri ve Osmanlı dönemi Malatya’sında gayrimüslimlerden söz ederken Süryanileri bu kültürün dışında tutmak mümkün değildir.
Zaman zaman adından söz edeceğimiz Barsuma Manastırı, Malatya Süryanilerinin dini ve kültürel merkezi olarak uzun süre varlığını devam ettirdiğini belirtmemizde yarar var. Malatya’nın kültür tarihinde önemli bir yer tutan bu halk kimdir? Genellikle yapılan yanlış Ermenilerle Süryanilerin birbirinin yerine kullanılıyor olmasıdır. Oysaki her iki topluluk da Hıristiyan olmasına rağmen farklı iki millet olarak var olmuşlardır.
Kılıç Arslan mektup, kitabe ve paralarında “Türk, Ermeni ve Süryanilerin” veya “Rum, Ermeni, Frenk ve Şam memleketlerinin büyük sultanı İzzeddin Ebul Feth Kılıç Arslan” gibi unvanlar kullanırken Ermenilerle Süryanileri birbirinden ayırmış olması bunu doğrulamaktadır.
Süryani halkının kökleri, eski Mezopotamya’nın en eski tarihsel dönemine kadar inip orada kaybolduğu ileri sürülmektedir.
Süryani sözcüğünün kökeni hakkında birçok görüş olmasına karşın, Süryani tarihçileri arasında en çok tartışılan ve üzerinde durulan iki yaygın görüş vardır. Patrik Yakup III (1957-1980) Süryani isminin Pers Kralı Keyhüsrev’in (Kyrus; Süryanice’de Syrus ve Sirus) isminden kaynaklandığını belirtir. Keyhüsrev (Sirus) Babil’i aldıktan sonra burada bulunan İbranileri (Yahudileri) tutsaklıktan kurtardı ve Filistin’e dönmelerine izin verdi. Böylece İbraniler Keyhüsrevi (M.Ö. 559-529) bir kurtarıcı olarak görüyor ve ondan övgü ile söz ediyorlardı.
Daha sonra Hz. İsa yeni dini tebliğ edince (Hıristiyanlığı) Hıristiyanlığı kabul eden İbraniler Hz. İsa ile Keyhüsrev’i birbirine benzetiyorlardı. Çünkü biri onları tutsaklıktan kurtarmıştı, diğeri ise günahlarından ve bundan dolayı da İsa’ya inanan halka Surin (Süryani) denmeye başlandı. Diğer bir görüş ise; Süryani adının, bugünkü Lübnan’ın güney sahilinde bulunan Sur kentinden kaynaklandığı iddiasıdır. Hz. İsa’nın tüm havarileri Sur kenti ve çevresinden oldukları için, halk bunlara “Suriin” diyordu. Daha sonra bu kelime “Surin”e dönüştü. İsa’dan sonra havarileri bu yeni inancı yaymaya başladıklarında bunlara inanan halk da Surin (Süryani) olarak çağrıldı.
Süryani isminin kökeni ile ilgili bu görüşlerin yanında Süryani adının Hıristiyanlığın bir merkezi olarak görenler de vardır. Ayrıca bu ismin Arami Kralı Suros’tan kaynaklandığı şeklinde bir takım görüşler de vardır. 12. yy.da yaşamış Amid (Diyarbakır) Metropoliti Bar Salibi bu görüştedir: “Antakya ve civarında yerleşim birimlerini inşa eden Kral Suros’un ismine izafeten Süryani olarak adlandırılmıştır. Suriye ismi de onun adından türemiştir.”
Herodotos ünlü tarihinde, Yunanlılarla savaşan Pers ordusunu betimlerken Mezopotamya kökenlileri şu cümlelerle anlatır: “Asurlular seferde tunç lamelerden örülmüş başlık giyiyorlardı. Bunlara Yunanlılar Suriyeli, Barbarlar Asurlu diyorlardı.
Bugün Malatya’da hiç rastlamadığımız, ama bir zamanlar elli civarındaki kilisesi ve manastırı ile kent tarih ve kültüründe önemli izler bırakmış olan Süryaniler, tarihsel süreçte olduğu gibi bugün de aynı halkı niteleyen çeşitli tabirler kullanılmaktadır. Örneğin batılı yazarlar bu halkı belirtmek için daha çok Asurlu (Assriyrian) ve Suriyeli tabirlerini kullanırken, kilise tarihçileri Süryani tabirini kullanmaktadır.
Osmanlı padişahları tarafından “Millet-i Sadıka” (Sadık Millet) olarak vasıflandırılan Ermeni ve Süryaniler otokton bir halk olarak Malatya ve çevresinde 19. yüzyılın sonlarına kadar da varlıklarını korudular. Selçuklu ve Osmanlı toplum kompozisyonu içerisinde zaman zaman bir takım sorunlarla karşılaşmış olsalar da genellikle barış içerisinde yaşadılar. Bizans ve Batı medeniyetini asimilasyoncu politikalarının aksine Selçuklu ve Osmanlı yönetim anlayışının gereği kendi dillerini, dinlerini, kilise ve manastırlarını yüzyıllarca sürdürdüler. Selçuklu ve Osmanlı siyasal sistemi, yaklaşık bin yıl boyunca, zaman zaman sıkıntılar yaşanmış olsa bile, pandora kutusundaki! Halkları Anadolu, Balkanlar ve geniş Orta Doğu coğrafyası üzerinde barış içerisinde tutmasını bilmiştir. Bu beceriyi küçümseyecek kalemlerin bize gösterebilecekleri hiçbir ciddi kanıtları olamaz. Tabi 19. yüzyılın sonlarına doğru, Osmanlı siyasal, sosyal ve ekonomik sistemi çökene kadar.
19. yüzyıl boyunca ve 20. yüzyılın başlarında Osmanlı Devleti’nin egemen olduğu Kafkasya ve Balkanlardan düzenleyici siyasal bir otorite olarak çekilmek zorunda kalırken bu bölgelerde yaşayan Müslüman topluluklar da kendilerini savunmasız gördüklerinden Anadolu’ya göçe başladılar.
20. yüzyılın başlarında Anadolu kentlerinde göçmenler o kadar birikti ki Osmanlı idaresi bu göçmenleri daha düzenli bir şekilde yerleştirmek için “Aşair ve Muhacirin Müdüriyet-i Umumiyesi” adı altında örgütlenmeye gitmek zorunda kaldı.
Osmanlı’nın peyderpey çekilmek zorunda kaldığı Kafkasya’dan 1829 yılından sonra Rusların baskısına dayanamayan Müslüman ahali Kars ve Erzurum üzerinden Anadolu yollarına düştüler. 1850 ile 1900 yılları arasında Anadolu’ya göç etmek zorunda kalanların sayısı tam olarak bilinmemekle birlikte bu sayının 3.000.000’dan fazla olduğu sanılıyor.
Anadolu’ya göç etmek zorunda kalan Müslüman ahalinin gerek Kafkasya’ya hâkim olan gerekse Balkanlara hâkim olan siyasal otoritelerin Hıristiyan olması, Malatya dâhil Anadolu’nun birçok bölgesinde binlerce yıldan bu yana yaşayan Ermeni ve Süryani halkın yaşamını zorlaştırmıştır. Hıristiyan siyasal otoritelerin baskısı sonucu Anadolu’ya gelen Müslüman ahalinin, yerlerinden ve yurtlarından edilmiş olmanın da verdiği psikoloji ile Anadolu’daki gayri Müslimlere karşı ister istemez bir husumet besliyordu. Bu durum gün gelmiş binlerce yıldan beri oluşturulmuş tahammül kültürünü de ortadan kaldırmıştır.
Böylesi bir ortamda Anadolu’dan doğuya ve batıya doğru tersine göç hareketi başlamıştır. 1828-1829 Savaşı esnasında Doğu Anadolu’dan (Malatya dahil) Rusya topraklarına tahminen 100.000 Ermeni göç etmiştir.
Buna karşın 1870, 1880, 1915 ve 1916 yıllarında Kafkasya’dan gelip Malatya bölgesine yerleşen göçmenlerin sayısı 100.000 civarındadır.
1915 yılında gerçekleşen tehcir hareketi ile zirveye ulaşan göç hareketlerine ilave olarak Türkiye Cumhuriyeti kurulduktan sonra 1960 ve 1980 yıllarında da Ermeni ve Süryani nüfusun bulunduğu bölgeden ya İstanbul’a ya da Avrupa ülkelerine göç etmek durumunda kaldı.
_____________________
BİRİNCİ BÖLÜMÜN KAYNAKLARI
1-Mehmet Ersan, Selçuklular Zamanında Anadolu’da Ermeniler, Türk Tarih Kurumu Y. 2007, Ankara, s.1 vd.
2- Claude Cahen, Osmanlılardan önce Anadolu, Tarih vakfı yurt y. 2002. İst , s.171
3- Osman Turan, Doğu Anadolu Türk Devletleri Tarihi, Boğaziçi Y. 1998; Osman Turan, Selçuklular Zamanında Türkiye
4-Yakup Bilge, Geçmişten Günümüze Süryaniler, Geyik Y. 2001, s.23 vd. Antakya Süryani Kadim Kilisesi Patriklerinin Özgeçmişleri, Mardin Tarihi İhtisas Kütüphanesi Yayın No: 11, İstanbul, 2006; http://tarlabasigenclik.net/II.htm
5-Yakup Bilge, a.g.e. s.26-27 (Bar Salibi (Süryanice el yazması), Mor Gabriel Manastır Kütüphanesi
6-Y. Bilge, a.g.e. s.30; Herodotos, Heredotos Tarihi, İstanbul, Remzi Kitabesi, 1983, s.357
7-Nedim İpek, İmparatorluktan Ulus Devlete Göçler, Serander 2006, s.40
8- Orhan Tuğrulca, Malatya Siyasi Tarihi 2007.s. 286-287; Orhan Tuğrulca, Malatya Tarih Kent ve Kültür, Cilt: 1-2
31 Mart 2015, Salı | Malatyahaber.com Yazıcıya gönder
Yorumlar kapatıldı.