İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Soykırımın kadın yüzü

Müjgan Halis

Osmanlı İmparatorluğu’nda 20. yüzyılın başında tüm Trakya ve Anadolu’daki Ermeniler; 2 bin 925 yerleşim biriminde yaşıyordu. Ermeni nüfusun en yoğun olduğu yerler ise; ‘Vilayat-i Sitte’ olarak adlandırılan Erzurum, Van, Harput, Diyarbakır, Sivas ve Bitlis’ti. İstanbul Patrikhanesi’nin 1913’te yaptığı nüfus sayımına göre nüfusu 2 milyon olan Ermeni halkın; 1996 okulu, 173 bin erkek ve kız öğrencisi, 2 bin 538 kilise ve manastırı vardı. Kısacası imparatorlukta canlı ve köklü bir Ermeni varlığı bulunuyordu. Bundan 100 yıl önce; 1 milyondan fazla Ermeni önceden planlanarak ve sistematik bir uygulamayla katledildi, mallarına el konuldu ve toplumsal varlıklarına son verildi. Ermeniler; Anadolu’nun dört bir yanında açlık, saldırı ve hastalıktan kırılacakları sürgün yollarının bir noktasında, mezarı bile olmayan kemiklere dönüştü.

Ancak o dönemde, soykırımın uygulandığı yerlerde çok sayıda yabancı vardı. Konsolosluk görevlileri,  misyonerler,  Kızılhaç hemşireleri, doktorlar, bölgeden geçen yolcular gördüklerini yazdılar. Yaşananları kayda geçtiler. Dünyanın çeşitli yerlerinde arşivler, soykırımın belgeleriyle dolu.

TECAVÜZ, KAÇIRMA, ASİMİLASYON…
Bu belgelere rağmen Ermeni Soykırımı’nın bugüne kadar en çok ihmal edilen alanlarından biri, toplumsal cinsiyet alanıdır, yani ‘soykırımın kadın yüzü’dür. Hâlbuki soykırım Ermeni kadınları için katmerli bir acı demektir. Çünkü 1915’de Ermeni kadınları hem vatanlarından sürüldü hem kocalarını-kardeşlerini-çocuklarını kaybetti hem de sistematik tecavüzlerin kurbanı oldu.
Ermeni kadınları soykırımın sonucu olarak, öncelikle zorla Müslümanlaştırıldılar. Tahminlere göre 200 bin Ermeni kadın soykırım ve sonrasında asimile edildi; Kürt, Türk ya da Arap menşelerine geçirildi. Bu kadınlar zaman içinde kimliklerini unutarak, ana dillerini konuşamaz hale geldi. Sabancı Üniversitesi’nden Ayşe Gül Altınay bunu şöyle tarif ediyor: “Sayıları bilemeyiz ama şu ya da bu şekilde Ermenilerle akraba olan birkaç milyon Müslümandan bahsedebiliriz.” Zorla Müslümanlaştırılmanın bir diğer sonucu da, Ermeni kadınların kendi toplumlarına dönmelerinin yolunun kapanmış olmasıydı. California Üniversitesi’nden Arda ve Doris Melkonian kardeşlerin yaptığı sözlü tarih araştırmasına göre; birçok kadın Müslüman kocalarıyla kalma ya da onları terk etme ikilemi yaşarken, çoğunun geri dönememe nedeni ‘Ermeni toplumundan dışlanma korkusu’ydu.
ESİR PAZARLARINDA KOYUN FİYATINA SATILDILAR
Soykırım günlerinde Ermeni kadınlarının yaşadığı zulmün bir ayağı da, esir pazarlarıydı. Dr. Yves Ternon’un “Mardin 1915, Bir Yıkımın Patolojik Anatomisi” adlı kitabı; bu pazarlara dair pek çok ayrıntıyla dolu. Ternon kitabında, Ermeni kadınların seks kölesi olarak çalıştırıldığını anlatıyor. 1909’da resmen kaldırılmasına karşın savaşın bitimine kadar Ermeni çocuk ve kadınlar için bu pazarlar yeniden açılır. Ermeniler söz konusu olduğunda uygulamada her şey mubahtır. Halep, Diyarbakır, Viranşehir, Cizre, Urfa ve Mardin; pazarların kurulduğu yerlerden birkaçıdır. Kitaptaki bilgilere göre Mardin’de 5-7 yaşlarındaki çocuklar 5-20 kuruşa, yani bir kuzu fiyatına satılıyordu. Genç bir kız veya 14-15 yaşlarında bir delikanlı ise, 2-3 mecidiyeye alıcı bulmaktaydı. Ternon incelemesinde; kadın ve çocukların kaçırılması ve satılarak esir edilmesiyle ilgili olarak birçok tanıklıkla birlikte, Diyarbakır, Viranşehir, Cizre, Urfa ve Mardin’de kurulan esir pazarlarına ayrıntılı olarak yer verir.
Birinci Dünya Savaşı sonrasında birçok Ermeni kurumu ve misyoner örgütleri, Ermeni kadınları kaçırıldıkları ailelerden kurtarmaya çalışır. Özellikle Danimarkalı misyoner Karin Eppe, Arap aşiretlerinin liderleriyle anlaşıp 1928 yılına kadar 2000’e yakın Ermeni kadın ve çocuğu kurtarır. Onun sayesinde birçok yerde kadın yurtları kurulur.
Tehcirden etkilenmemiş olan Mardinli Süryaniler de, Ermeni esirleri satın alarak evlat edinir. Başpiskopos Tappuni’nin bu şekilde 2000 kadar çocuğu kurtardığı biliniyor. Öte yandan; dönemin Diyarbakır Konsolos Yardımcısı Gustave Meyrier, Kürt ve Arap aşiretlerinin kaçırdığı Ermenileri bulmak için vaktinin çoğunu harcayan isimlerden biridir. Avesta Yayınları tarafından basılan “Kürdistan 1919: Binbaşı Noel’in Günlüğü” adlı kitapta ise Nusaybin’de 250 Ermeni kadının, güçlü ailelerin haremlerinde tutsak olduğu ve dönemin kaymakamının bunlara gücünün yetmediği belirtilir.
DİRENENLER DE VARDI…
Adana Katliamı’nın da tanığı olan yazar Zabel Yesayan’ın Paris Konferansı’nda Ermeni Delegasyonu’nu temsil eden Boğos Nubar Paşa’ya sunduğu rapor; Ermeni kadınların soykırım sürecindeki tepkilerini anlatması açısından önemli bir belge. Yesayan raporunda; yüksek tabaka mensubu yüzlerce Ermeni kadının, infazlar başladığında intihar ettiğini vurgular. Rapora göre pek çok anne genç kızlarını Fırat’ın sularına atar, genç kadınlar yeni doğmuş bebekleriyle aynı yolu seçer. Yesayan; tecavüzcüsünü öldüren Ermeni kadınlardan da söz eder. Bunlardan Sivaslı Matmazel Şahinyan mavzeriyle 10 mermi sıktıktan sonra, tüfekle vurularak durdurulur. Şebinkarahisarlı Ermeni kadınlar ise, tehcir kararına uyan erkekleri dinlemez ve hepsi evlerinde ölümü seçer. Urfalı Ermeni kadınlar ise; bir yandan çatışmalara katılır, yakalanacaklarını anladıkları anda ise zehir içerek hayatına son verir.
Ermeni Soykırımı’nın kadın yüzüne ilişkin anlatılacak pek çok anekdot, altı çizilecek pek çok veri, tekraren okunması gereken pek çok anı var. Ancak sınırları belli bir dergi sayfasında yapabileceğimiz, sadece bu insanlık suçunun toplumsal cinsiyet tarafına küçük bir girizgâh yapmaktan öteye geçemez.
Unutmamalı ki; soykırımın üstünden tam 100 yıl geçti. 100 yıldır milyonlarca Ermeni kadının uğradıkları ‘erkek devlet’ şiddeti, coğrafyamızda hiç konuşulmadı. Türkiye’de ‘resmi devlet geleneği’ bu suçu inkâr ederek,devam ettirdi.Hâlbuki kendisi de Yahudi Soykırımı’nın kurbanı olan Nobel Edebiyat ödüllü ElieWiesel’in söylediği gibi; “Soykırımın inkârı kurbanları ikinci kez öldürür.”

Yorumlar kapatıldı.