İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Nasıl Ermeni olunur? / Ինչպե՞ս են հայ լինում

Diran Lokmagözyan
Sayın Ateşyan’ın fikirleriyle ilgili, daha şimdiden farklı yaklaşımlar ortaya atıldı bile. “Agos” gazetesi “Ateşyan’dan tartışılacak sözler” başlığı atarken, “Hyetert” bu sözleri “Sayın Ateşyan’a  tamamen katılıyoruz” diye onaylamaktadır. Önce Sayın Ateşyan’ın Ermeni tanımlamasına bir göz atalım. Bu tanım, tabii ki bir “ideal” olarak kabul edilebilir, lakin gerçek, her konuda olduğu gibi, burada da ideal olmayıp, bizi bu idealden saparak, bazı şeyleri kabullenmeye zorlamaktadır. (Sayın yazar, bunu çok yazdık, ben Müslüman Ermeniyim, ben ateist Ermeniyim, diyene değilsin demek anlamsız olur. Ben farklı olmak istemiyorum diyene de diyeceğimiz olamaz.Ancak Müslüman ülkelerde yüzyıllardır Ermeni varlığının temel ve en önemli nedeni kilisemiz ve dinimizdir. Bunları yok saymak olsa olsa asimilasyonu hızlandırır. Elbette patriklik gereken yardımı yapmalı, gereken desteği vermelidir. Bkz. Müslümanlaştırılan Ermeniler I-II. Evet Herkes Ermeni olabilir. HYETERT)  
***
Patrik Genel Vekili Başepiskopos Aram Ateşyan’ın 15 Şubat Pazar günü yaptığı konuşmasının etkileri, cemaat içinde kalmayıp, büyük bir olasılıkla, yakında Ermenistan ve diasporayı da içine alacak bir tartışma platformu oluşturacaktır.
Kimin Ermeni olarak kabul edilebileceği konusu, zihinleri çoktandır meşgul eden ve zıt fikirler uyandıran bir konudur. Yaklaşımlar, “Ermeni ana-babadan doğmuş, Ermenice konuşan ve Ermeni Kilisesi mensubu” olmaktan, “etnik yapısı, dili ve dini ne olursa olsun, kendini Ermeni olarak tanımlayan herkes Ermenidir” fikrine kadar uzanmaktadır.
Sayın Ateşyan’ın fikirleriyle ilgili, daha şimdiden farklı yaklaşımlar ortaya atıldı bile. “Agos” gazetesi “Ateşyan’dan tartışılacak sözler” başlığı atarken, “Hyetert” bu sözleri “Sayın Ateşyan’a  tamamen katılıyoruz” diye onaylamaktadır. Önce Sayın Ateşyan’ın Ermeni tanımlamasına bir göz atalım. Bu tanım, tabii ki bir “ideal” olarak kabul edilebilir, lakin gerçek, her konuda olduğu gibi, burada da ideal olmayıp, bizi bu idealden saparak, bazı şeyleri kabullenmeye zorlamaktadır.
Sayın Ateşyan, mühtedi Ermenilerden, Ermeniceden ve karma evliliklerden dem vurarak, parmağını tam da yaralarımıza basmaktadır. Lakin bunlar, hepimizin bildiği sorunlardır. “Hekim hastalar içindir, sağlıklılar için değil” diyen Mesih’in temsilcisinin görev alanına da öncelikli olarak hastalar düşmelidir. İyi bir doktorun vazifesi ise, hastalığı teşhis etmenin haricinde, nereden kaynaklandığını ortaya çıkartmak ve tedavi uygulamaktır. Bunlar olmayınca, ne doktor, ne de onun teşhisi bir işe yaramaz.
Mühtedilik, karma evlilik ve asimilasyon; baskı, şiddet, katliam ve tehcirin Ermeni halkını her açıdan darmadağın etmesinin bir sonucudur. Soykırım sonucunda dünyaya yayılan Ermeniler, yaşadıkları ülkelerde “beyaz”, şu veya bu şekilde topraklarında kalabilenler ise “kırmızı” kültürel, dini, milli ve etnik asimilasyona maruz kalmıştır.
Sayın Ateşyan’ın kendisi, bunun en iyi örneğini teşkil eder, çünkü aile üyeleri ölüm tehdidi altında ihtida etmiş, bir kısmı son yıllarda tekrar Hıristiyanlığa dönmüşse de, halen bu adımı atma cesaretini göstermemiş aile üyelerine de sahiptir. Kim bu insanları suçlayabilir? Bu topraklar binlerce, yüz binlerce benzer insan trajedisiyle doludur. Kesin olan, ihtida edenlerden hiçbirinin bu adımı gönül rızasıyla atmamış olduğudur. Lakin aradan çok zaman geçmiş, köprünün altından çok sular akmıştır. Bu insanların büyük bir kısmı, ebeveynlerin gizlemesi sonucunda, kendi gerçek kimliklerinin bilincinde değildir, onların hayatında her şey bastırılmıştır, kimlik, dil, din, kültür, isimler, geçmişle ilgili tüm anılar. Sürekli mış gibi yaparak gerçeküstü bir hayattır yaşadıkları. Aslında biz İstanbulluların hayatı da pek farklı değildir, fakat onlar tüm bunları kıyaslanamaz ölçüde yoğun yaşadılar ve hâlâ yaşıyorlar. Bu şartlar altında onlardan ne talep edebiliriz, ne talep etmeye hakkımız vardır? Bunu çok iyi düşünmemiz gerekir.
Üzerinde eğilmemiz gereken ikinci konu ise, bizim günah payımızın olup olmadığı ve varsa derecesidir. Sayın Ateşyan, haklı olarak karma evliliklerin artmış olduğundan şikâyet edip, bunu “beyaz soykırım” olarak telakki ederken, patrik Mutafyan tarafından başlatılan “düğün değil kutsama” adı altında bu evliliklerin tam da patrikhane tarafından meşrulaştırılmasının, karma evlilikleri desteklediğini ve bu “kutsama” geleneği ile birlikte bu evliklerde bir patlama yaşanmış olduğunu, dahası, “yabancıların okullarımıza ve kurumlarımıza alınması” konusunda, yabancılarla evliliği onaylamakla kalmayıp, üstüne bir de “kaybetmeyelim, kazanalım” şiarıyla bu “yabancıları” ve onların karma doğumlu çocuklarını kiliseye ve kurumlarımıza “kazananların” yine patrikhaneye bağlı din adamlarının olduğunu göz ardı etmektedir.
İğneyi kendimize batırmayı sürdürerek, hastalığın sebebinden, tedavisine bir geçiş yapalım. Bugün “Ermeni’yim” diyenin, diyebilenin, bu cesareti gösterebilenin uzattığı eli, elinin tersiyle itmek midir, başta patrikhane olmak üzere din adamlarımızın ve bizden her birinin görevi? Ermenice bilmemek, vaftiz olmamış olmak onların suçu mu? Türkiye Ermenileri Patrikhanesi, Türkiye Ermenileri Patrik Genel Vekili sadece halkımızın bir kesimi için midir? Diğerlerine söyleyeceği tek şey, “öğren de gel veya vaftiz ol da gel” demek mi olacaktır? Daha kötüsü, bu insanlar yardım, destek istediklerinde kapıyı yüzlerine kapattıktan sonra, kendi imkânlarıyla başlattıkları Ermenice kurslarını tenkit etmek, baltalamak mı olacaktır?
Sayın Ateşyan, büyük harcamalar yapılıp restore edilen Diyarbakır kilisesi başta olmak üzere, gizli veya açık, Ermenilerin yaşadığı yerlere din adamı gönderip, bu insanları pirler, hocalar veya farklı kiliselerin din adamlarının eline düşmekten kurtarmak kimin vazifesidir? Kendilerini yüzüstü bırakmış olan Patrikhane ve din adamlarının, onları tenkit etmeye hakları var mıdır? Özellikle Dersim, Muş, Diyarbakır ve Malatya bölgeleri, tohumu filizlendiren can suyunu verecek olan bahçıvanı bekleyen yerlerdir. Bir dil kursu Dersim’de bir heyecan, bir kıpırdanma getirebiliyorsa, gerisini siz düşünün.
28-2-2015/ Dersim
Akunq.net
http://akunq.net/tr/?p=33793
Ինչպե՞ս են հայ լինում
Diran Lokmagozyan /Տիրան Լոքմագյոզյան
Պոլսո հայոց պատրիարքի գլխավոր փոխանորդ, արքեպիսկոպոս Արամ Աթեշյանի` սույն թվականի փետրվարի 15-ին ունեցած ելույթի ազդեցությունը չի սահմանափակվի պոլսահայ համայնքով և, ամենայն հավանականությամբ, շուտով քննարկումների տեղիք կտա նաև Հայաստանում և Սփյուռքում:
«Ում կարելի է հայ համարել» թեման մի հարց է, որը վաղուց է զբաղեցնում մարդկանց ուղեղները և հակասական մտքեր հարուցում: Մոտեցումները բազմազան են` սկսած այն գաղափարից, թե «Հայ ծնորղներից ծնված, հայերեն խոսող և Հայոց եկեղեցու անդամը կարող է հայ համարվել», մինչև այն միտքը, ըստ որի` «Անկախ էթնիկական պատկանելիությունից, լեզվից ու կրոնից` իրեն հայ համարող յուրաքանչյուր անձը հայ է»:
Հարգելի Աթեշյանի գաղափարների կապակցությամբ արդեն իսկ տարբեր մոտեցումներ են ներկայացվել: Այն դեպքում, երբ «Ակօս» շաբաթաթերթը նյութի վերաբերյալ որպես վերնագիր է ընտրել «Աթեշյանի վիճելի խոսքերը» արտահայտությունը, «Հայ թերթը» նրա խոսքերի առնչությամբ նշել է, թե «Լիովին կիսում ենք հարգարժան Աթեշյանի գաղափարները»:
Նախ հայացք գցենք այն հարցին, թե ինչպես է պարոն Աթեշյանը սահմանում հային: Այդ բնութագրումն իհարկե կարելի է «իդեալական» համարել, սակայն իրականությունը, ինչպես ամեն հարցում, այս խնդրում ևս իդեալական չլինելով, մեզ այդ գաղափարից շեղելով` հարկադրում է որոշ բաներ ընդունել:
Հարգելի Աթեշյանը կրոնափոխ հայերի, հայերենի և խառնամասնությունների մասին խոսելով` մատը հենց մեր վերքերին է դնում: Սակայն դրանք այն խնդիրներն են, որոնց մասին բոլորս ենք տեղյակ: «Բժիշկը ոչ թե առողջների, այլ հիվանդների համար է» ընդգծած Քրիստոսի ներկայացուցչի պաշտոնական պարտավորությունը նախ հիվանդների մասին մտածելն է: Իսկ լավ բժշկի պարտականությունն է ոչ միայն հիվանդությունը ախտորոշելը, այլ նաև` բացահայտելը, թե որտեղից է այդ հիվանդությունն առաջացել և բուժում անելը: Եթե դրանք չլինեն, ոչ բժիշկը, ոչ էլ նրա ախտորոշումը պիտանի չեն լինի:
Կրոնափոխությունը, խառնամուսնությունը և ուծացումը հայ ժողովրդի` ճնշումների, բռնությունների, կոտորածի և տեղահանության պատճառով ցիրուցան լինելու հետևանքներն են: Ցեղասպանության պատճառով աշխարհով մեկ տարածված հայերն այն երկրներում, որտեղ ապրում են, ենթարկվում են «սպիտակ» ցեղասպանության, իսկ նրանք, ովքեր այս կամ այն կերպ կարողացել են իրենց հողերում մնալ, ենթարկվել են «կարմիր»` մշակութային, կրոնական, ազգային և էթնիկական ասիմիլացիայի: Պարոն Աթեշյանն ինքը դրա ամենավառ օրինակներից է, քանզի իր ընտանիքի անդամները կրոնափոխվել են մահվան սպառնալիքի ներքո, թեև մի մասը վերջին տարիներին վերստին վերադարձել է քրիստոնեության, սակայն ներկայում նրա ընտանիքի անդամներից կան այնպիսիք, ովքեր խիզախություն չեն ունեցել այդ քայլը կատարելու: Ո՞վ կարող է այդ մարդկանց մեղադրել: Այս հողերը լի են նման հազարավոր, հարյուր հազարավոր մարդկանց ողբերգություններով:
Մի բան հաստատ է. կրոնափոխ եղողներից ոչ մեկն ի սրտե չի դիմել այդ քայլին: Սակայն այդ դեպքերից հետո շատ ժամանակ է անցել. շատ ջրեր են հոսել կամրջի տակից: Այդ մարդկանց մեծ մասը չի գիտակցում իր իսկական ինքնությունը, քանի որ ծնողները թաքցրել են այն: Ամեն բան նրանց կյանքում ճնշման է ենթարկվել` ինքնության, լեզվի, կրոնի, մշակույթի, անունների, անցյալի հետ առնչվող բոլոր հուշերը: Նրանք անընդհատ ապրում են անսովոր մի կյանք` բացահայտումներով լի: Իրականում մեր` պոլսահայերիս կյանքը ևս շատ չի տարբերվում նրանց ապրածից, սակայն նրանք այս ամենն ապրել են անհամեմատ ավելի մեծ մասշտաբով և դեռ շարունակում են ապրել: Այդ պայմաններում ի՞նչ կարող ենք նրանցից պահանջել: Ի՞նչ իրավունք ունենք պահանջել: Պետք է շատ լավ մտածենք այդ հարցի մասին:
Երկրորդ հարցը, որի շուրջ պետք է մտորենք, այն խնդիրն է, թե արդյոք մենք մեղքի բաժինն ունե՞նք այս հարցում և եթե ունենք, ի՞նչ աստիճանի է այն: Հարգելի Աթեշյանը, երբ խառնամուսնություններից իրավացիորեն բողոքելով` դրանք ընկալում է որպես «սպիտակ ցեղասպանություն», աչքաթող է անում այն փաստը, որ պատրիարք Մութաֆյանի կողմից սկսված` «ոչ թե պսակադրություն, այլ օրնհում» անվան տակ այդ ամուսնություններն օրինականացվել և աջարկցություն են ստացել հենց պատրիարքարանի կողմից, և որ այդ «օրհնության» հետևանքով նման ամուսնությունները շատ արագ տարածվել են, ավելին` «օտարազգիներին մեր դպրոցներ ու հաստատություններ ընդգրկելու» հարցում ոչ միայն վավերացվել է այլազգիների հետ ամուսնությունը, այլ ավելին` «ոչ թե կորցնենք, այլ շահենք» կարգախոսով այդ «օտարազգիներին» և նման խառնամուսնությունների հետևանքով ծնված երեխաներին մեր եկեղեցու գիրկն ու հաստատություններն ընդունելը ևս կապված է պատրիարքարանին ենթակա հոգևորականների հետ:
Ասեղը մեր մեջ ավելի խորը մտցնելով` հիվանդության պատճառն իմանալուց հետո անցնենք բուժմանը: Մի՞թե այսօր «Հայ եմ» ասողի, ասել կարողացողի, այդ խիզախությունը ցուցաբերողի մեկնած ձեռքը հետ մղելը մեր յուրաքանչյուրի և պատրիարքարանի գլխավորությամբ` հոգևորականների պարտականությունն է: Մի՞թե նրանք են մեղավոր, որ հայերեն չգիտեն, մկրտված չեն: Մի՞թե Պոլսո հայոց պատրիարքարանը, պատրիարքի գլխավոր փոխանորդը մեր ժողովրդի միայն մի հատվածի համար է: Մի՞թե միակ բանը, որ նա կարող է ասել մյուսներին, հետևյալն է լինելու` «Սովորի’ր, նոր արի կամ` կնքվի’ր, նոր արի»:
Ավելին, երբ այդ մարդիկ օգնություն, աջակցություն են հայցում, պատրիարքարանի պարտականությունը դուռը նրանց առջև փակելով` նրանց իսկ հնարավորություններով սկսված հայոց լեզվի դասընթացը ձախողե՞լն է լինելու:
Հարգելի’ Աթեշյան, ո՞ւմ պարտականությունն է Դիարբեքիրի եկեղեցու գլխավորությամբ, եկեղեցի, որը վերանորոգելու համար մեծ գումարներ ծախսվեցին, գաղտնի կամ բացահայտ հայերի բնակության վայրեր հոգևորական ուղարկելն ու այդ մարդկանց փիրերի (ալևիների հոգևոր առաջնորդները-Ակունքի խմբ.), խոջաների և այլ եկեղեցիների սպասավորների ձեռքն ընկնելուց փրկելը: Նման հայերի բարձիթողի վիճակում ձգած պատրիարքարանն ու հոգևորականներն իրավունք ունե՞ն արդյոք քննադատել նրանց:
Հատկապես Դերսիմը, Մուշը, Դիարբեքիրը և Մալաթիան այն վայրերն են, որոնց սերմերն արդեն ծիլ են տվել և ընդամենը կենարար ջուր են ուզում վերընձյուղվելու համար: Եթե հայերենի մի դասընթացը Դերսիմում կարողանում է մեծ հուզմունք և ոգևորություն հարուցել, մնացածը Դու’ք պատկերացրեք:
28.02.2015/Դերսիմ
Թարգմանեց Մելինե Անումյանը
Akunq.net

Yorumlar kapatıldı.