Ocak ayının ilk haftası, Sarıkamış harekatı denen bir dramın yıldönümüdür. Büyük bölümü donarak yaşamını yitiren 90 bin asker için ulusal/dinsel duyguların ağırlıklı olduğu, anma törenleri düzenlenir. Bu yıl da izledik. Bu haberler bende herkesten farklı duyguları, farklı bilgileri çağrıştırır. Cephedeki dedemi, dedemin asker kaçağı ve vatan haini olduğunun söylenmesini, el konulan evimizi, evimizdeki piyanonun hikayesini hatırlarım. 1915 Ermeni soykırımının sonrasında münferit ve buruk ayrıntılardır bunlar.
Bizim kuşak Ermeniler dedelerini tanımaz. Hep siyahlar giyinen ninelerimiz: “Önce seferberlik ilan edildi genç erkeklerimiz askere alındı, sonra sevkiyat başladı geride kalan erkeklerimiz gitti, hiç biri geri gelmedi” derdi.
Osmanlı 1. dünya savaşına taraf olduktan sonra Ağustos 1914 de seferberlik ilan edilir, Müslüman, Müslüman olmayan, eli silah tutan herkes silâhaltına alınır.
Müslüman olmayan askerlerin silahları Mayıs 1915 den itibaren toplanır, onlardan amele taburları oluşturulur. Resmi görevdekilerin görevlerine de son verilir. Kötü günlerin ayak sesleridir bunlar.
1915 yılının ilk aylarından itibaren doğu Ermenilerinin İç Anadolu’ya, Konya civarına zorunlu göçü başlar. Tepkiler ölçülür.
Daha sonra Mayıs 1915 tarihinde tüm Ermeniler için zorunlu göç kararı alınır.
Bu defa göç yerleri (tabii ulaşabilenler için) Suriye çölleridir.*
Uygulama derhal başlar. Anadolu ve Trakya kısa sürede Ermenilerden arındırılır.
Şimdi sırada bu soykırımın ikinci aşaması vardır. Her şeylerini bırakıp giden Ermenilerin (ve Rumların ve diğerlerinin) geride bıraktıkları taşınır, taşınmaz mal varlıkları bu ülkenin asıl unsurları için ganimettir.
Sıra onları paylaşmaya gelir. Gayri, onun da kararı, nizamnamesi, vardır. Emval-i Metruke denen kanunu vardır. Şimdi onları uygulama zamanıdır.
Cephedeyken kaçak sayılan Ermeni askerin evine el konulur
İsmini taşıdığım Yervant dedem Amasya ili Gümüşhacıköy ilçesindendir. 1914 yılında askere alınır. O askere gittiğinde babam birkaç aylıktır. Geri gelmez.
Babam 7-8 yaş gibiyken, bir gün eve Mal Müdürü gelir.
Yervant dedemin askerden firar ettiğini, geri gelmediğini, vatan haini olduğunu bu nedenle evlerine el konulduğunu evi boşaltmalarını, boşaltmazlarsa jandarma marifetiyle boşaltılacağını söyler.
Babaannem, onun annesi, dedemin annesi ve bir çocuk. Başlarında erkek kalmamış, ölmüş, öldürülmüş; kurulu düzenleri bozulmuş; elde, avuçta bir şey yok. Evin altındaki tezgah odası dedikleri yerde ‘donluk’ dokuyarak yaşam savaşı veriyorlar. Nereye gidecekler? Çaresizdirler, ellerinden de bir şey gelmez.
Helal süt emmiş; askerlik şubesindeki görevli
Müslüman bir dede dostu vardır. Ethem efendi; onlara gelir.
“Askerlik şubesine gidin kayıtlarına bir de siz baktırın” der.
Giderler: Helal süt emmiş, iyi bir insandır şubedeki görevli. “Araştırayım yarın gelin” der.
Erkenden giderler: Dedemin Sarıkamış’a gittiğini, kayıtlarda firarına dair bir bilgi olmadığını, sağ kalanların ve esir düşenlerin listesinde de isminin olmadığını ve orada yaşamını yitirdiği bilgisini öğrenirler.(Muhtemelen on binlercesi gibi donarak. Y.Ö.)
Bu bilgiyi Mal Müdürüne götürürler ve Müdür tekrar eve gelir. Evi dolaşır.
Ev, büyükçe iki katlı ahşap bir evdir. Büyük oda denen bir oda vardır. Duvarlarda büyük dedemlerin hac dönüşü Kudüs’ten getirdikleri resimler, köşede piyano dedikleri aslında körüklü bir org ve mumluklarla bir nevi ‘madur ’gibidir oda.
Müdür: “Şu piyanoyu benim eve gönderin evinizin tapusunu gelin alın” der.
Yıl 1922 gibi, babam piyanoyu götürürlerken ağladığını söylerdi.
Yıllar sonra piyanoyla ilgili bir teklif
Aradan 24-25 yıl geçer. Mal Müdürü ölür. Oğlu babama gelir.
“Bizim evde sizden gelen bir piyano var satacağım sana münasiptir” der. Der ama istediği para, ödeme güçlerinden çok yüksektir.
Çocuktum; 6 yaşlarında olmalıyım. Yıl 1946 gibi.
Babamın babaannemle tartıştıklarını hatırlıyorum. Biri daha küçük iki bağımız vardı. Babam: “küçük bağı satalım piyanoyu alalım, o tanıyamadığım babamın hatırası”diyor, babaannem“olmaz, daha kötü günlerimiz olursa satarız” diyordu.
Sonunda babamın dediği oldu piyano eve geldi. Metz senyak dedikleri büyük oda eski şekline döndü.
Ud çalan babam az, buçuk piyano da çalardı. Bizlerin, misafirlerin isteğiyle piyanonun başına geçse de içinden gelmezdi. Udunu alır, “yad eller aldı beni”şarkısıyla başlar, “kimseye etmem şikayet”le devam ederdi.
Dayımlar Merzifon’dan İstanbul’a taşınmışlardı; 1956 da onların yanına geldim.
1976 yılıydı, ailem hala Gümüşhacıköy’deydi, babamdan bir haber geldi.
“Oğlum Kaymakam, jandarma Komutanı, Belediye Reisi eve geldi. Bir müze açıyorlarmış, piyanoyla, avludaki heykeli (Bizans dönemine ait, mermer bir büst) müzeye istediler, bir şey diyemedim. Çok ısrar ediyorlar, gelip alacaklar” dedi.
Yakın tarihin tanığı piyano dili olsa da anlatsa
Gümüşhacıköy’de bir arkadaşım vardı: Şoför Garbis. Kamyonuyla İstanbul’a çalışıyordu. Onu aradım; durumu anlattım, mermer büstü müzeye vermelerini bizim evdeki piyanoyu hemen almasını gelirken İstanbul’a getirmesini söyledim.
“Yüküm var yarın yola çıkacağım” dedi. Garbis iki gün sonra evimin önündeydi.
Zamanında gemiyle İstanbul’dan Samsun’a oradan yaylı at arabasıyla Gümüşhacıköy’e giden piyano (org); bu defa kamyonla tekrar İstanbul’daydı.
O şimdi, 1800 lerin sonundan günümüze dek yakın tarihin iyi, kötü günlerine yaptığı tanıklığıyla kızımın evindeki köşesinde yorgun ve suskun duruyor.
Yervant Özuzun
*Bizim oralarda askere giden erkeklerden sonra çocuklar hariç geride kalan tüm erkekler zorunlu göçe gönderilir. Yolları ve yaşamları şehrin yakınındaki Tavşan Dağı’nda son bulur.
İki, üç hafta sonra sıra kadınlara gelir. “Sizi erkeklerinizin yanına götüreceğiz” derler. Çoğu gider, bir kısmı da yollarının ölüm yolu olduğunu, Tavşan Dağından gelen kokulardan anlayıp isin ve din değiştirerek kalırlar.
Mart 1919 da Samsun, Merzifon bölgesine gelen İngiliz askerleri dönenlerin eski kimliklerini iade eder.
Yorumlar kapatıldı.