Burak Uyak
Biraz geç de olsa Türkçe’nin en pragmatist ve sevgi dolu kalemlerinden bir tanesi-benim için birincisi- olan Vedat Türkali’nin son kitabı üzerine yaptığım amatör derlemeyi bu doğrultuda paylaşmak niyetindeyim.
“Bitti Bitti Bitmedi”
Bir eksik olmak nedir, bilir misiniz? Aidiyetsizlik duygusu, zoraki mimikler, herkese benzeme çabası ve hiç kimse olamamanın hüsranı. Bilirsiniz, biliyorum bunu. Ben de geçtim oralardan, Yalancı Tanıklar Kahvesi’ne uğramadan. Hep bir eksik kaldığımı anladım, çevirdiğim on binlerce sayfanın aslında toprağa gömülen bir tohum olduğunu. Asla arda kalan yazarları küçümsediğimi düşünmeyin -ki haddim de değildir zaten- lütfen. Fakat Vedat Türkali’yi okumayan herkes gibi bir eksiksiniz nazarımda.
***
Ülkemizin en büyük açmazlarından bir tanesidir Ermeni Soykırımı Meselesi. Cumhuriyetin ilanıyla beraber başlayan asimilasyon politikası içerisinde doruk noktasına ulaşan bir dramın başlığıdır aynı zamanda. Tarihsel derinliğine inildiği zaman II. Abdülhamid’den İttihat ve Terakki Cemiyetine uzanıp Cumhuriyet’in elitleri ve ulusal burjuvasiyle final yapan bir büyük bir dram karşımıza çıkar. Elbet de mevcut sistem ve egemenler tarafından yapılan öğretiler bu gerçekliği görmemizi engellediği gibi halklar arasına da büyük bir nefret tohumu ekmektedir. Aynı talihsizlik bu ülke içerisinde yaşayıp izole edilmeye mahkum bırakılan diğer bütün kimlikler ve kültürler için de geçerlidir. Bir önsöz niteliğinde bunları söyleme gerekliliği duyduğumu itiraf edeyim ve biraz geç de olsa Türkçe’nin en pragmatist ve sevgi dolu kalemlerinden bir tanesi-benim için birincisi- olan Vedat Türkali’nin son kitabı üzerine yaptığım amatör derlemeyi bu doğrultuda paylaşmak niyetindeyim.
Bitti Bitti Bitmedi
Bir eksik olmak nedir, bilir misiniz? Aidiyetsizlik duygusu, zoraki mimikler, herkese benzeme çabası ve hiç kimse olamamanın hüsranı. Bilirsiniz, biliyorum bunu. Ben de geçtim oralardan, Yalancı Tanıklar Kahvesi’ne uğramadan. Hep bir eksik kaldığımı anladım, çevirdiğim on binlerce sayfanın aslında toprağa gömülen bir tohum olduğunu. Asla arda kalan yazarları küçümsediğimi düşünmeyin -ki haddim de değildir zaten- lütfen. Fakat Vedat Türkali’yi okumayan herkes gibi bir eksiksiniz nazarımda.
image
Peki nedir Vedat Türkali’yi diğer herkesten ayıran giz? Kullandığı dil mi, yarattığı karakterler mi, betimlediği mekanlar mı ? Bingo, doğru cevabı buldunuz, hiçbirisi. Çünkü bütün bunların üzerinde bir cevap gerekli bize.
Yazarın “Bir Gün Tek Başına” ile başlayan yolculuğu nihayet son buldu “Bitti Bitti Bitmedi” ile. Bana kalacak olursa bitmedi elbet de. Türkali, bugün edebiyat çevrelerinde binlercesi olan sevi romancılarından vicdanıyla ayrılır önce. Bir öğretmen gibi, yüreği etten bozma olmayan herkes gibi doğruyu anlatmayı borç bilir gelecek nesillere. “Güven”de olduğu gibi hep boş kalır kitaplarının sonu, bizler yazalım diye. Umut ile, kavga ile.
Öyle ki gündemi ve geçmişi bu kadar berbat olan bir coğrafyada bunları yapmanın ne denli zor olduğunu bilmeyenimiz yoktur. Bu toprakların kan ile sulanmaya muhtaç olduğunu, madencilerin, işçilerin ölmek kadınların hizmet edip etinden ve sütünden yararlanmaya mecbur bırakıldığını bilmeyenimiz yoktur.
Türlü çiçekler açan bu topraklar neden bu kadar kurak kaldı, neden bu denli verimsiz, ne ara ot bitmez oldu üzerinde. Çok değil, biz görmezden gelinceye dek böyle değildi. Kulaklarımızı tıkayıp gözlerimizi kapamadan önce böyle değildi. Haksızlıkları haykırdığımız zamanlarda böyle değildi. Biz üç maymunu oynamadan önce böyle değildi. Öyleyse evrimini tamamlamak isteyen herkes buyursun okumaya buradan başlasın, “Bitti Bitti Bitmedi”.
Türkali, son ramanında Anadolu’nun en hazin masalını anlatıyor bize. Bir devi ya da zümrüd-ü anka kuşu olmayan bir masalı. Ermeni Soykırımını anlatıyor. Tarihsel gerçekliği egemenler tarafından imha edilip mevcut eğitim sistemiyle zihnimize işlenen resmi tarih yalanlarına karşı yaratılmış en büyük panzehirlerden bir tanesini paylaşıyor sayfalarında. Sevgiyi.
Kitabın iki ana karakteri Lusi ve Tarık’ın İstanbul’da tanışıp Anadolunun en ücra köşelerinden bir tanesinde Dersim’de Erzincan’da son bulan bir hikayedir okuyacağınız satırlar. Bu toprakların en güzel renklerinden bir tanesi olan Ermeni halkının hazin ve trajik öyküsüdür. Türkiye solunun ve aydınının etrafında patlak veren büyük bir dramın özeleştirisidir bu roman.
Devletin linç kültürünün ne denli korkunç boyutlara ulaştığına, Ağrı İsyanına, Musa Dağ’ın efsanevi direnişine ve Dersim Soykırımına tanıklık etmek için bu sayfaları çevirmeniz yeterli olacaktır. Bu arada son sayfa ile tanıklık sıfatını bir kenara bırakıp aslında orada yaşanan dramın ve vahşetin bizzat hedefi olduğunu anlayacaksın ey okur. Turgut’un, Halil’in Nejla’nın, Günsel’in Nesrin’in, Kenan’ın ve nicelerinin aslında sen olduğunu bir kere daha anlayacaksın ey sevgili okur.
Son olarak usta bu eseriyle 20. yüzyıl siyasi tarihinin son çeyreğini de tamamlamış oldu. Küçük bir not belki de yaşının ilerlemesi hasebiyle olayların akışı ve karakter analizleri hızlıca geçilmiştir. Maruz görmek boynumuzun borcu olsun. Son olarak Ermenilerin güzel bir özdeyişi vardır. Hani derler ya “Su akar yatağını bulur”. İşte bu kitabın Ayrıntı Yayınları’ndan çıkmasını da daha iyi özetleyen hiçbir şey olamazdı. Hoşçakalın.
Burak Uyak
http://blog.radikal.com.tr/kultur_ve_sanat/afedersiniz-ermeni-diyenler-bile-oldu-83948
Yorumlar kapatıldı.