İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Çözüm sürecinde sözde “soykırım” hamlesi

Kürşad Zorlu / kzorlu77@gmail.com
Geçtiğimiz hafta İsveç’in Stockholm kentinde bir seminerde konuşan Mardin Büyükşehir Belediye Başkanı Ahmet Türk,  “1914-15 yıllarında bu kararlar yerine getirilirken, gerçekleştirirken maalesef Kürt halkı da İslamiyet adına açık bir şekilde kullanıldı. Dedelerimizin, babalarımızın o katliama katılmalarının acısını biz bugün torunları ve çocukları olarak yaşamaktayız” diyerek Ermeni, Süryani ve Yezidilerden özür dilediğini açıkladı. Ahmet Türk bununla ilişkili olarak daha önce de  “Türkiye’nin Ermenilerden özür dilemesi gerektiğini” ileri sürmüştü. Bununla paralel biçimde Öcalan, Ocak ayında yazdığı bir mektupta  “Ermenilere soykırım yapıldığı”  iddiasında bulunmuş ve  “Kürtlerin özgürlük mücadelesi ile Ermeni halkının eşit yurttaşlar olarak yaşama mücadelesi iç içe geçmiştir” diyerek Kürt ve Ermeni sorunu olarak belirtilen alanda iş birliği içerisinde hareket edilmesi gerektiğini işaret etmişti.

Öcalan’ın bu yaklaşımını sözde soykırım tezine yakın duran tarihçi Taner Akçam, Agos gazetesindeki bir röportajda şu şekilde özetlemişti:  “Kendisine göre tespit ettiği bir strateji var. Kürt bölgesinin, doğrudan kendi liderliği altında, PKK tarafından kontrol edildiği ve yönetildiği bir seçeneğin peşinde. Ermeni sorunu, bu uzun vadeli stratejinin alt ve önemsiz parçalarından bir tanesidir. İhtiyaca göre değişebilir.”

Türkiye’ye karşı iş birliği mi?
PKK ve onun uzantıları ile Türkiye’den talepleri olan Ermeni örgütlerinin veya daha kapsayıcı bir biçimde Ermeni diasporasının bazı unsurlarının sürdürdüğü ilişki, yeni değil. PKK-ASALA iş birliğinden bu tarafa bu iki örgütü ve onun uzantısı olan kişi ve kuruluşları bir araya getiren yegane zemin, ortaklaştıkları bazı iddialar çerçevesinde Türkiye’nin zayıflatılması ve hatta parçalanması düşüncesidir. Bu temel üzerinde geçmişten günümüze silahlı eylem ya da psikolojik mücadele şeklinde meydana gelen iş birliği farklı platformlarda devam etmiştir. PKK’nın Ermenistan’daki varlığı bir yana, 1990’ların başından itibaren değişik ülkelerde düzenlenen toplantılarda  “Türkiye’de PKK terörünün bir şekilde devam edeceği ve ilerleyen dönemlerde Türkiye’nin bölünerek bir Kürt devletinin kurulacağı” vurgusunun ön plana çıkması, Türkiye üzerindeki planların hangi boyutta olduğuna ışık tutar niteliktedir. Burada esas olarak Kürtler ve Ermenilere karşı gerçekleştiği ileri sürülen sözde “katliam”  ve/veya  “soykırım”  şeklindeki iddiaların, Türkiye tarafından inkar edildiği yönündeki bir yaklaşım ortaklaşmayı güçlendirmektedir. Bu ortaklaşmanın Ermeni lobisinin  “sözde soykırım” iddiası ile tehcirin 100. yılı olan 2015’e hazırlandığı ve Öcalan tarafından çözüm süreci için  “4-5 aylık sürenin” telaffuz edildiği dönemde bir kez daha gün yüzüne çıktığı anlaşılmaktadır.
Hangi açıdan önemli?
Tarihi süreç içerisinde özellikle PKK-ASALA iş birliğinden bu tarafa Türkiye üzerinde yıkıcı ve bölücü hedefleri olan kesimlerin söz ve eylemleri bu ülkeyi bölmeye yetmedi. Ancak bölünmenin varlığı sadece toprak parçasının akıbeti ile sınırlandırılamaz. Devlet mekanizmasının vazgeçilmez unsuru olan milletin ayrışması, ortak yaşam iradesinden uzaklaşması ve bireylerin sosyal ağlar içerisinde birbirine şüpheyle bakar hale gelmesi son derece tehlikeli ve vahim gelişmelerin habercisidir. Bu sebeple çözüm süreci adı altında yürütülen çalışmaların toplumu hangi noktaya götürdüğü dikkatle irdelenmelidir. Türkiye’nin bu süreçte iyi ya da kötü, attığı bütün adımlara rağmen  “Türkler soykırım yapmıştır” diyerek ülkemizi dünyaya şikayet eden ve her fırsatta bölücü ittifaklar yapmaktan kaçınmayan bir zihniyetin, ülkedeki barış ve huzurun sağlanması adına hangi ölçüde samimi olduğunun sorgulanması gerekmektedir.

Yorumlar kapatıldı.