Ufuk Coşkun / Milat
Hafta sonu Eyüp Bahariye Mevlevihanesi’nde LDT’nin ev sahipliğini yaptığı “Anadolu’nun Diasporadaki Çocukları için Geri Dönüşün Yolunu Birlikte Açmak” konulu anlamlı bir programdaydık. Birbirinden kıymetli yazar, aydın, sanatçı ve akademisyenlerin katıldığı programda geri dönüşün yol ve yöntemleri masaya yatırıldı. Aynı zamanda kendisi de 1915 mağduru olan Batı Ermenileri Ulusal Kongresinden Karen Mikaelyan kendilerini anavatanlarından mahrum bırakılmış insanlar olarak takdim etti. Çok hasret çektiklerini, acı ve üzüntü içerisinde olduklarını ifade eden Mikaelyan yerinden edilmenin var olduğunu ancak geri dönüş için ciddi bir çabanın olmadığını ifade etti. Bu yıl 90. yılını kutlayan Apoyevmatini Gazetesi adına bir konuşma yapan Mihail Vasiliyadis’te benzer duygularını dile getirdi.
***
Kolay değil. İttihat ve Terakki zihniyetinin yol açtığı yüzyıllık kin ve nefretle yoğrulmuş bir meseleden bahsediyoruz. Bilindiği gibi Türkiye’de insanlar İttihat ve Terakki zihniyetinin ürettiği tekçi ideolojinin tesiriyle yıllardır ötekine karşı acımasız bir tavır geliştirdiler. Bu kıyımın ve nefretin oluşmasında sadece İttihat ve Terakki değil Ali Bayramoğlu’nun da altını çizdiği gibi hegemonik bir karakter kazanan millet-i hâkime paradigmasının da ciddi bir rol oynadığı aşikârdır. Şükrü Hanioğlu’nun bir yazısında ifade ettiği gibi İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin tarihi bir anlamda bu yeni “millet-i hâkime”nin ideolojisinin oluşturulmasının tarihidir. Cemiyetin geliştirdiği milliyetçilik,”unsur-i aslî” olarak nitelendirdiği Türklere “hakim millet” statüsü bahşederken, imparatorluğun diğer unsurlarıyla bu etnik grup arasında “hiyerarşik” bir ilişki öngörüyordu.
Bir katılımcının ifade ettiği gibi 1915 yılında 2 milyon nüfusa sahip olan Ermenilerin bugün Türkiye’deki sayıları neredeyse 50 bin civarında, 3 bin Ermeni okulundan geriye kalan ise sadece 15 okul. Buna rağmen yerlerinden edilen Ermenilerin büyük bir kesimi Türkiye’yi çok seviyor. Sanatçı Udi Yervant bir konuşmasında “20 yıl Los Angeles’te yaşadım ama çok zorlandım insanın canı gibi sevdiği memleketi bir başka oluyor” dedi. Abdurrahman Dilipak bu meseleyi Kura’nı Kerim’den bir ayetle (Bakara 84) açıkladı. Ayetin meali: Ve “Birbirinizin kanlarını dökmeyin, birbirinizi yurdunuzdan çıkarmayın.” diye sizden misak(söz) almıştık. Siz de bunu (misakınızı) ikrar etmiştiniz (kabul etmiştiniz) ve sizler (buna) şahitsiniz. Abdurrahman Bey HzYusuf’tan, Hz. Musa’dan ve Peygamberimizden de örnekler vererek konuyu biraz daha açtı. Evet, 1915’te çok trajik bir hadise yaşandı. Her ne kadar o dönemde yaşanılanlardan sorumlu olmasam da bugün bir Türk olarak bu yaşanmış acı hadise beni derinden üzmektedir. Bu anlamda sık sık bir araya gelinmesi gerektiğinin önemli olduğunu düşünüyorum.
Diğer taraftan son 10 yıldır ülkede öylesine güzel değişimler yaşandı ki bugün bizler bir Şeb-i Aruz sabahında Bahariye Mevlevihanesi’nde Ermenilerle bir araya gelip saatlerce yüz yüze konuştuk, yüzleştik, sorunlarımızı masaya yatırdık, neler yapabiliriz konusunda fikir alışverişinde bulunduk, bol bol sohbet ettik, yeni dostlukların temellerini attık. Bu müthiş bir gelişme. Türkiye’de oluşan bu olumlu atmosferin gelişmesinde AK Parti hükümetinin katkısı elbette yadsınamaz. Türkiye ilk defa AK Parti döneminde azınlıklar konusunda ciddi adımlar attı. Hatırlarsanız Cumhuriyet tarihinde bir rekor kırılarak azınlık okullarına devlet tarafından 9 milyon TL yardım yapıldı. 1964’te el konulan, üzerinde Zeytinburnu Stadı’nın da bulunduğu 42 bin metrekarelik çok kıymetli arazi, Yedikule Surp Pırgiç Hastanesi Vakfı’na iade edildi. Ve Türkiye’den ilk kez Ermenilere yönelik üst düzey 9 farklı dilde taziye mesajı verildi. Açıklamada “Ermenilerin acılarını anmalarını anlamak ve paylaşmak bir insanlık vazifesidir” denildi. Kuşkusuz oluşan bu olumlu hava her iki tarafı da yumuşattı. Şimdi oturup acılarımızı birlikte paylaşıyor ve dostluklarımızı geliştiriyoruz.
Bir Ermeni katılımcının ifade ettiği gibi bu dönemde “Ali” devletten “Ali” olan insana geçildi ancak hala eksikliklerimiz mevcut. Aşılması gereken mesafeler var. Her fırsatta “Biz birbirimizin ilacıyız” diyen Hrant Dink’in katledilmesinden sonra Rakel Dink Hanımefendinin yaptığı o konuşma hala hafızamızdan gitmiyor.”Bir bebekten katil yaratan karanlığı sorgulamadan bir şey yapılmaz kardeşlerim” diyordu. Evet, bugün her şeyden evvel başta eğitim olmak üzere Ermeni nefretini ve önyargısını besleyen tüm alanları tekrar tekrar gözden geçirmemiz gerekiyor.
Yazımı Peygamber efendimizin Anadolu’daki Ermenilere verdiği ahitnameden bir alıntıyla noktalamak istiyorum. “Hiçbir piskopos görevinden alınmaz, Hıristiyan biri dininden vazgeçirilmez, rahip ruhbanlıktan, gezgin gezisinden alıkonmaz. Eski kiliselerinden hiçbiri yıkılmaz. Ne kiliseleri, ne de evleri cami veya Müslümanların evine döndürülmez. Ruhbanlık ve piskoposluk engellenmez, yün giymek ve satış yapa geldikleri yerlerde at pazarı kurmaları yasaklanmaz. Müslümanlarla birlikte savaşa çıkmaya ve keşif gücü olarak düşmanla karşılaşmaya zorlanmazlar. Çünkü onların savaşma yükümlülüğü yoktur. İslam’ın korumasında olmaları için onlara zimmet verilmiştir. Ancak gönüllü olarak savaşa katılabilirler. Onlara ancak en iyi şekilde davranılır, rahmet kanatlan gerilir, her zaman ve her yerde eza ve kötülük görmeleri engellenir, bir zalim onlara zulmederse, Müslümanlar onlara yardımcı olmak zorundadır. Başlarına bir iş gelir veya hatta cinayet olursa, bu fiille düşmanları arasına sulh (barış) yoluyla girilir. Sulh, kuralların temelidir. Yardımsız bırakılmazlar, reddedilmezler ve ihmal edilmezler.” Hz. Muhammed(a.s.)
ufukcoskunn@gmail.com
twitter.com/sivildemokrat
http://www.milatgazetesi.com/anadolunun-diasporadaki-cocuklari/64510#.VJHXLyusW4Z
Yorumlar kapatıldı.