İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Seyfo Soykırımı Ve Sebahat Tuncel’in Teklifi

Yaraların sarılması, gözyaşların dinmesi, anaların bir daha ağlamaması ve Seyfoların son bulması için insani açıdan gerekli adımlar atılmalıdır. İşte buna benzer anlamlı bir adım, Seyfo dönemine rast gelen Ermeni soykırımı tanınması, bu halkın ve bölgedeki diğer yaraların sarılmasını öngören önemli bir teklif ile geçtiğimiz günlerde HDP milletvekili Sebahat Tuncel tarafından atıldı. Ancak bu teklifte ‘SEYFO’ adının geçmemesi ve hatıra gelmemesi sadece Süryanileri değil, hepimizi üzdü. Sayın Tuncel’den beklentimiz, Süryani halkının ve hepimizin gönlünü almasıdır. Teklifin Ermenilerle ilgili bölümünü olduğu gibi koruyarak, Seyfo’yu da eklemesidir. 06 Aralık 2014

***
Turabdin, Allah aşkı için, kalbinde sönmeyen yanardağları barındıran, O’na kül aşkla bağlananların barındığı dağ’dan alır ismini. Kadim kültürlere analık etmiş bu bölgenin sınırı, tüm zamanların sevilen şehri ve ‘peytext’ı Amed’in aşağı kısmından başlar. Mêrdîn ve Midyad’ı inançların buluştuğu merkezler gibi alır kendine. Hezex ve Nisêbîn’in tamamını, Cizir’ın aşağı bölümünü kapsayarak, buraları kültürel ve bilimsel kaynakların anası gibi kabul görür.
Turabdin’de çoğu zaman yazılmamış, kayıp ya da unutulmaya yüz tutmuş tarihi sahife ve olaylar ‘dengbêj’lerin ‘kilam’larıyla bir nesilden diğerine aktarılır. Suryani assılı yaşlı bir ananın yaşadıklarının anlatımı da bunlardan biri. Anlatının bir bölümünü duymuştum. Geri kalanını yazılı eserlerde okudum. Parçaları kayıp bir şarkıyı andıran bu hikayenin bölümlerini derleyip, yan yana getirmeye çalıştım.
Seyfo soykırımı sırasında buna benzer acı olaylar çok yaşandı. Bunlar halen canlı, dinlenip, araştırılması mümkün değerlerdir. Suryani kökenli bu ananın çocukluk dönemine denk gelen Seyfo sırasında, Turabdin’den başlayan, Suriye, Lübnan, Avrupa ve ABD’ye kadar uzanan, kendisi ve yakınlarının göçü, insanlığın ders çıkarması, yaraların sarılması ve bir daha bu türden acıların yaşanmaması için önemli ve ilgi çekici bir hikayedir. Versiyonun kısaltılmışını paylaşıyorum:
”Yukarıda Allah var. Büyük sultan. Ahı yerde bırakmayan ve zülmün tahtını yerle bir eden, yüce adaletli hükümdar var. Unutmayın! Biz ‘Mesîhî’lerin kurban edilmesi İttihatçılar, yani İstanbul yönetiminin kahvaltısına keyif verici bir müjde olursa, bizden sonra, ordularının silahları size yönelecek. Öğlen yemeği keyfini, kurban edilmeniz yaşatacak. ‘Bextê romê tûne ye.’ Kanmayın onlara, tıpkı onlar gibi elinizde kan, tarihinizde kara lekeler oluşmasın, demişti babam, kıyım öncesinde, İstanbul’dan menfaat beklentisi olan bazı Kürtlere.
Heyhat! Kulaklar sağır, gözler kör olmuştu. Kadim bir halkın acısı dinmek bilmiyordu. Bir yenisi ekleniyordu. Ve “felek xayîn e, me dixapîne” sözünü, ağıtlar takip edecekti yine.
‘İttihat’çıların ölüm ordusu, elde kılıç, ‘ferman’ ve bize yönelen ağır silahlarla İstanbul’un planını uyguladılar. O kara günler Ermeni kıyımı, Suryani halkın tarihinde ‘kılıç’ yani ‘Seyfo’ yılı olarak anılacaktı hep.
Kılıçlar konuşuyordu. Namlular doğrultmuştu bizlere. Abdulhamid zamanında oluşan düşünce, Terakki yönetiminin şekil vermesiyle hayata geçiyordu. Tıpkı Ermenilere yapıldığı gibi. Malımıza el konuldu. Genç kızlar savaş ganimeti idi. Kızların ve güzel kadınların dinden döndürülüp evlenilmesi caiz, baba, ana ve kardeşlerinin katli, kendi deyimleriyle gavurların (!) avı helal idi. Allah’a yakın kulların sığınak yeri olan dağ, Turabdin’in her yeri kızıla, bu toprakları yeşerten kadim kültürün, kutsanmış toprağın adı ve göklerdeki sahibi unutularak, Hz. İsa’ya inananların kanıyla boyanıyordu. Kuyular, cesetlerle dolduruluyordu. Talan, evlerden sonra Tanrı’nın evine, klislere yöneldi. İnsanlığın bittiği yerde, insanlarla birlikte, barış ve tolerans da katlediliyordu. Şiddet ve menfaatle yüklenmiş inanç ve milli aşırıcılık, acımasızlıkta sınır tanımıyordu.
Hoş haberler de geliyordu zaman zaman. Bölgede, Kürt assılı bir Şeyh’in, Osmanlı fermanına ters düşen tavrı sevinçle karşılanmıştı. Suryanilerin canına kıyma ve malına el koymanın haram olduğunu ilan etmesi önemliydi. Birçok kişi ona sığınmıştı. Buna Dersim tarafından gelen olumlu haberler izledi. Dersim Kürtleri, Mesihilere kapısını açmıştı.
Turabdin ve çevresinde Seyfo kıyımında çok kişi kılıç ve ateş saçan silahların kurbanı olmuştu. Duyumlara göre, esir bir din adamı Amed ceza evinde tavana asılıyor. Tavandan şeritle aşağıya, büyük bir kazanda kaynayan suya bırakılıp, yakılma süretiyle dinden çıkartılmaya, kişiliği ve ruhu yok edilmeye çalışılmıştı.
Ailemiz, uzun süre geceleri gizlice yürüyerek tepede kurulu, yarı güvenli bir Suryani köyüne ulaştı. Kliseye gidip, sığındık Allah’ın evidir diye. Buraya sığınanlara kıyılmaz niyetiyle.
Kuşatılmıştık. Suyumuz azalıyordu. Yemek sıkıntısı had sahfada idi. Dışardan üzerimize yönelmiş silahlardan ateş püskürtülüyor, içerde ise çocukların ve anaların feryadı vardı. Suryani gençlerin hafif silahlarla destansı bir şekilde tepeyi savunması günlerce sürdü. Kıyım kaçınılmazdı. Yorgunluk, açlık ve umutsuzluk ölüme kardeş olmuştu.
Bir gece yarısı karar verildi. Patika yoldan sürünerek ayrıldık köyden. Geceleri yürüdük hep. Bugünkü Suriye ve Lübnan sınırını geride bırakmıştık. Bir kısmımız burada kaldı. Göç ve gurbet acısı ölümden de acı. Suryaniler, dünyanın değişik yerlerine göç etmişti. Ailemiz Avrupa’nın bir ülkesine sığındı.
Kaç yıldır buradayız. Evlendim, çocuklarım burada. Rahatız. Acı, ama gerçek. Alışamadım, zor geliyor gurbet eller bana. Yaşamadım ki ben burada. Hep köyümüze giderim rüyalarımda. Çocukluk arkadaşlarımlayım. Tavukları kovalarken. Çiçeklerden taç yaparken. Fısıltı ve şakalarla klisedeki sesiliği bozarken. Tandırdan çıkan taze ekmeği ayak üstü, yaz türlüsüne bandırıp, oyunlara koşarken. Çocukluk yıllarım ve köy yaşantım beni takip eder durur. Uyandığımda sevinç ve acı gözyaşları takip eder bunu. Gözyaşımın kaynağı kurudu ağlamaktan. Göz damarları ateş rengini alır oldu. Keşke hiç uyanmasam. Hep uykuda, rüyalarımla başbaşa kalsam. Ve rüyalarda son nefesimi versem, diyorum.”
Yaşlı ana, gurbet elde, rüyalarıyla son nefesini veriyor. Acılı hikayesi de burada noktalanıyordu. Aslında Seyfo, bilinen, ancak herkes tarafından dinlenilmemiş bir şarkı gibidir. Yaşamın gerçekleri, gözyaşı, acı ve çileyle yüklüdür. İnsanlık suçu ve aybını anlatır. Bundan dolayı Seyfo soykırımı unutulmamalıdır. Anlatılmalı, anlaşılmalı ve nesilden nesile aktarılmalıdır. Yaraların sarılması, gözyaşların dinmesi, anaların bir daha ağlamaması ve Seyfoların son bulması için insani açıdan gerekli adımlar atılmalıdır.
İşte buna benzer anlamlı bir adım, Seyfo dönemine rast gelen Ermeni soykırımı tanınması, bu halkın ve bölgedeki diğer yaraların sarılmasını öngören önemli bir teklif ile geçtiğimiz günlerde HDP milletvekili Sebahat Tuncel tarafından atıldı. Ancak bu teklifte ‘SEYFO’ adının geçmemesi ve hatıra gelmemesi sadece Suryanileri değil, hepimizi üzdü.
Sayın Tuncel’den beklentimiz, Suryani halkının ve hepimizin gönlünü almasıdır. Teklifin Ermenilerle ilgili bölümününü olduğu gibi koruyarak, Seyfo’yu da eklemesidir. 06 Aralık 2014
Zarathustra Gabar ÇIYAN
Gazeteci-Yazar
EuroKurd News-İnsan Hakları Dökümentasyon Ofisi
Not: Arşiv ve görüşlerinden faydalandığım değerli abilerim, can dostlarım uzman tarihçi Jan-Bet Sawoce, Seyfo Center Başkanı Sabri Atman, araştırmacı yazar Feyyaz Kerimo ve Yazar Fehmi Bargello’ya teşekkür ediyorum.

Yorumlar kapatıldı.