İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

‘Fatih Akın’ın filmi, o film değil’

Gülay Altan
Markar Esayan ile izlenimlerini, duygularını konuştuk. “Önemli ve anlamı büyük bir film. Fatih Akın’ın aldığı sorumluluk çok büyük. Her taraftan eleştirileceğini ve bu filmin asla kendi değeriyle ölçülmeyeceğini bile bile böyle bir yükün altına girmiş olması bile tek başına büyük bir iş. Görev dağıtmayı sevmem ama spor, sanat, kültür çok etkili mekanizmalar. Siyasetin tıkandığı noktaları aşmakta büyük maharet gösterebiliyorlar. Keşke bütün sanatçılarımız bütün yönetmenlerimiz, edebiyatçılarımız bu cesareti gösterebilse. İnsanların kalbinde bitiyor her şey. Kalpleri yakalamak sanatçı için çok daha kolay” diyen Esayan’ın çağrısı dileriz karşılığını bulur… Benim de hissettiğim şuydu: 1915 konusunda, 1915’i hak eden film ne zaman yapılacak? Beni tatmin edecek o filmi kim yapacak, ne zaman yapılacak? Çünkü bu film, o film değil. Bunu hissetim ama bu Fatih Akın’ın suçu değil. Muhtemelen Fatih Akın da birçok konuda dayak yiyeceğini hatta Ermeniler tarafından da eleştirileceğini bilerek girmiştir bu işe. Teknik anlamda bir uzman değilim ama hissettiklerim bunlar. Evet, bu film, o film değil. Belki bu benim beklentilerimin yüksek olmasından, belki de filmin eksikliğinden…

***

Fatih Akın’ın yeni filmi ‘Kesik’, cuma günü vizyona girdi. Filmi, gazeteci-yazar Markar Esayan ile izledik ve ardından konuştuk… “Sadece işlevi için bile çok önemli bir film, Fatih Akın’a teşekkür etmek lazım” diyen Eseyan, filmde bir Ermeni vatandaş gözüyle önemli eksikler de buldu.
Fatih Akın, yıllardır bir tabu olarak Türkiye’nin gündeminde olan ve asla konuşulamayan 1915 olaylarına bir ‘Kesik’ attı. Avrupa’da yapılan ‘The Cut-Kesik’ filminin galasının ardından tehditler aldığı için geçtiğimiz günlerde İstanbul galasına korumalarla gelen Fatih Akın, eleştirmenlerden geçer not alamamıştı. İzleyicinin nasıl not vereceğini gözlemlemek ve ardından filmi konuşmak için Markar Esayan ile buluştuk. İlk seanslar genellikle boş olur ama bizimle beraber 6 kişi vardı salonda. Filmin 1915’e odaklanan ilk 20 dakikalık bölümünde yanımızda oturan iki orta yaşlı hanım, kalkıp gitti. Arkalarından çıkıp soramadım bu bir protesto muydu; söyleminden rahatsız mı olmuşlardı yoksa sinema dilini mi sevmemişlerdi… 2,5 saat süren filmin ardından Markar Esayan ile izlenimlerini, duygularını konuştuk. “Önemli ve anlamı büyük bir film. Fatih Akın’ın aldığı sorumluluk çok büyük. Her taraftan eleştirileceğini ve bu filmin asla kendi değeriyle ölçülmeyeceğini bile bile böyle bir yükün altına girmiş olması bile tek başına büyük bir iş. Görev dağıtmayı sevmem ama spor, sanat, kültür çok etkili mekanizmalar. Siyasetin tıkandığı noktaları aşmakta büyük maharet gösterebiliyorlar. Keşke bütün sanatçılarımız bütün yönetmenlerimiz, edebiyatçılarımız bu cesareti gösterebilse. İnsanların kalbinde bitiyor her şey. Kalpleri yakalamak sanatçı için çok daha kolay” diyen Esayan’ın çağrısı dileriz karşılığını bulur…

BİR ERMENİ OLARAK OBJEKTİF DEĞERLENDİREMEM
Nasıl buldunuz filmi?
Böyle bir filmi çok objektif değerlendirecek konumda değilim. İddialı olur, bir Ermeni olarak bunu yapmam. Bir Türk yapımcının, yönetmenin çektiği ve Türkiye’de gösterilen 1915 ile ilgili bir filmde o kadar fazla anlam ve sembol yüklü ki… Objektif olamam. Bu filmin yapılabilmesi zaten kendi başına çok mana içeriyor. Filmi seyretmeden önce sinema salonuna doğru gelirken bunu düşünüyordum… Bundan çok kısa bir süre önce belki 5 -iyimser olursak- belki 10 sene önceye göre böyle bir filmin gösterilebilmesi, sakin sakin korkmadan gelebilmem, kapının önünde birilerinin elinde çürük yumurta ve domateslerle beklememesi, bu filmin de başka bir film gibi karşılanması çok büyük bir değişiklik Türkiye açısından. Bu işin, bu kısmının değerinin verilmesi gerekli. Normalleşme açısından, benim için çok önemli.

Fatih Akın, tehditler aldığını söyledi…
Bazı tepkiler oldu ama bunlar olağan, her yerde olabilecek türden. Bu film şunu test etti: 1915 ile ilgili film yapılabilir ve bu Türkiye’de gösterilebilir ve bunu bir Türk yönetmen çekebilir ve Türkiye’de hiçbir şey yıkılmaz parçalanmaz, bölünmez. Bundan dolayı Ermeniler, “Aman yine başımıza bir bela açılacak, keyfimiz kaçacak” diye korkmaz. Türkler “Aman yine bizim milli haysiyet ve gururumuz ayaklar altına alınacak, bir millet olarak topyekûn yargılanacağız” diye içlerine çekilmezler, tepkisel davranmazlar. Bu önemli bir aşama. Türkiye’nin aslında geçmişin hayaletleriyle hızlı bir şekilde yüzleşmeye hevesli olması çok önemli. Sadece bu yüzden, bu işlevi için bile çok önemli bir film. Fatih Akın’a teşekkür etmek lazım. Önemli bir kırılma aslında.
FATİH AKIN, ‘BORÇ’ YÜZÜNDEN EZİLMİŞ
İlk bölüm özellikle 1915’e ve o acılara dairdi. Nasıl buldunuz perdeye yansıyanları?
Türkiye’de her vicdan sahibi insan, hangi meşrepten geliyorsa gelsin, 1915 ile ilgili ideolojik korkular ve yükler azaldıkça ortaya çıkıyor ki ciddi bir borç hissediyor. Ortada çok büyük bir acı var, bu acının 100 yıldır inkâr edilmesi, yok sayılması, Ermenilerin yasının bir türlü başlayamaması insanlara bir sorumluluk yüklüyor. Fatih Akın da bu sorumluluğu çok belli ki içinden ve çok derinden hissetmiş. Bunu hissetmesi çok değerli gerçekten. Piyasaya iş yapan birisiniz, milliyetiniz var, Avrupa’da yaşasanız bile Türkiye sizin için önemli; bunların hepsi risk unsuru. Bunları göze alarak, geçmişe, Ermeni dostlarına, kardeşlerine bir iade-i itibar, küçük bir destek, daha çok vicdani borç ödeme gibi bir yükün altına girmiş. Bu arzu, hem bu filmin yapılmasını sağlamış hem de film için bir çelişki olmuş. Bir konuyu bu kadar çok önemserseniz, uzun yıllardır hakkında bir şey söylenmemiş bir konu hakkında çok fazla şey anlatmak isterseniz, yükünüz çok ağırdır. İşte bu yük, biraz filmi ezmiş. Özellikle filmin ilk bölümünde 1915 hadisesi çok iyi işlenmemiş, çiğ kalan tarafları var. Ermenilerin yaşadığı, büyük, aşkın, gerçek ötesi bir şiddet. Tüm katliamlarda böyle olur, akıl tamamen ortadan kalkar ve tahmin edemeyeceğiniz vahşeti görebilirsiniz. O bir çıldırma halidir. Onu vermek de bir sinemacı için çok kolay değil. Sinemacı değilim, sadece bir izleyici olarak söylüyorum. Bu filmde, işin bu kısmı başarılı olmamış. Filmi ikiye ayırdım, İlki Nazaret’in 1915’i yaşaması Halep’e kadar gelmesi, sağ kalabilmesi… İkinci bölüm ise Halep’te başlıyor. Birinci yarının fazla özenden ötürü iyi olmadığını düşündüm.
O SAHNELER GERÇEKÇİ DEĞİLDİ
Bütçe sıkıntısı olduğunu da sanmıyorum ancak bana biraz belki de masraftan kaçınılmış gibi geldi…
İşin teknik kısmını anlamıyorum ama bir izleyici olarak birinci bölümde duygulanmadım. O duygu bana geçmedi. Şiddet sahneleri beni etkilemedi, yapay buldum. Gerçekçi değildi. 1915’te bu gördüklerimizin bin katı oldu. Anlattığım takdirde kanınız donar ama mesele bu değil. Nazaret ile bir grup insanın boğazının kesilip öldürülmesi abartı değil. Ermeniler acı çekmeden ölmek için kurşun satın alıyordu subaylardan. Kesmeyin, kurşunla öldürün diye. Birkaç kişiyi aynı kurşunla öldürdükleri de söylenir. Böyle şeyler yaşandı. O şiddeti vermesi değil benim eleştirdiğim; o şiddeti iyi verememiş olması. Teknik olarak eleştiremem ama izleyici olarak yapay buldum. Mesela, iki tecavüz sahnesi de çok sırıtıyordu. Ben hırslanmadım orada veyahut duygulanmadım. Belki benimle ilgilidir, genellemeyeyim ama onları biraz geçiştirilmiş ve fazla yerleştirilmiş buldum.
Sizin ilk bölüm diye ayırdığınız 1915 olayları yaşanırken salondan iki kişi çıktı. Arkalarından gidip sormak istedim ama mümkün değildi; sizce çıkanlar protesto mu etti?
Sanmıyorum, bu filme gelmek özel bir tavır. İnsanlar merak etmiş gelmişler. Türkiye’de 1915 ile ilgili bir yüzleşme hissiyatı çoğalarak büyüyor. Bu son 10 yılın da önemli temalarından biri. Çünkü insanlar tarihin, hiçbir açıdan, kendilerine anlatıldığı gibi olmadığını anladılar. O büyük anlatının, Aleviler için de Kürtler için de dindarlar için de muhalifler için de komünistler için de doğru olmadığını keşfettikleri için çok pratik bir çıkarımda bulunuyorlar. Diyelim ki ben Sünni dindar bir Türküm ve hatta başörtüsü mağduruyum, okuyamamışım. “Bu devlet bana böyle yaptıysa ve bana yaptıklarını tam tersi şekilde anlattıysa niye Ermeniler bunun dışında kalsın. Eğer Dersim olduysa, Dersim için bir başbakan özür dilediyse, niye 1915 için aynısı yaşanmamış olsun? Niye ben, benim hakkımda anlatılanın yalan olduğunu söylerken Ermeniler hakkında devletin anlattığının doğru olduğunu iddia edeyim, bu bir çelişki olmaz mı” diye düşünüyor insanlar.
BU FİLMİN TEK SORUNU VAR!
Empati duygumuz da gelişti yani…
Ve empati yavaş yavaş endoktrinasyonu kırdı. Dolayısıyla Ermenilere yönelik önyargıyı olumsuzdan birden bire diğer uca, fazla olumlu tarafa doğru savurdu. Bu filmin, Fatih Akın’ın tek sorunu bu. Gerçekten başarılı bir yönetmen ve bu da başarısız bir film değil. Ama biraz daha rahat bıraksaymış kendini, gerçekten bu işe profesyonel yaklaşsaymış önceki filmlerinde olduğu gibi… ‘Ben bir tarihi film çekiyorum, tarihi film çekmenin kriterleri budur’ deyip daha soğukkanlı çekebilseydi, daha başarılı bir sonuç alınabilirdi. Ama ben bunu anlıyorum, çünkü özel bir iş yapmak istemiş. Kendine değen, yüreğini yakan bir acıyı, bir borç ödeme olarak beyaz perdeye aktarmak istemiş, o biraz handikap olmuş.
Ama ikinci yarıda film gittikçe yükseliyor, rahatlıyor hikâye, bu çok net anlaşılıyor. İkinci bölümde apayrı, rahat bir film ve Fatih Akın’la karşılaşıyoruz. Yüzbinlerce insan öldü; yüzbinlerce insan da kaldı, bir aile dünyanın beş ayrı yerine parçalandı.
Filmin önemli bir bölümü Suriye’de geçiyor. Resulayn, Deyrizor ve Halep… Bugün de o topraklar kan içinde, hepsi muhacir.
İzlerken bunu düşündüm… Filmde, 1918’de Osmanlı yenildiğinde Türkler muhacir durumuna düşüyor, taşlanıyor kenti terk ederken; eziyet görüyor. Ve bugün geliyoruz Suriye’ye, yine Resulayn, Deyrizor ve Halep 100 binlerin öldüğü kentler. Değişen bir şey yok. Ha Ermeni, ha Türk, ha Arap! Müslüman, Hristiyan fark etmiyor. İnsanlıkta bir sorun var. Bazen Ermeni’ye vuruyor bu kötü piyango, bazen Müslüman’a ama aslında hep yoksullara vuruyor.
YENİ ‘GECE YARISI EKSPRESİ’ OLMAZ!
‘The Cut-Kesik’, bazı eleştirmenlerin dediği gibi Türkiye’nin yeni ‘Gece Yarısı Ekspresi’ olur mu?
Eğer Türkiye 1915, Dersim gibi konularda yüzleşme sürecinde olmasaydı olurdu. Eğer Türkiye 70-80-90’ların Türkiye’si olsaydı, Kürt varlığını, Alevileri, geçmişte yaşanmış bütün olumsuzlukları reddeden bir konumda olsaydı, bu film tabii ki büyük bir etki uyandırırdı. Çünkü o etkiyi Türkiye kendi yaratırdı. Bugün görüyoruz herhangi bir problem yok; film izleniyor, bir başbakan çıkıp sinkaflı sözlerle dünyayı, Ermeni vatandaşları tehdit etmiyor. Evet katılmayanlar vardır filme, buna da hakları var. Beğenmeyenlerin de her şeyi söylemeye hakkı var. Bunu propaganda filmi olarak bulduğunu söyleyen de olabilir, iyi niyetli bulmayan da olabilir. Yeter ki birbirimizi hedef göstermeyelim, itibarsızlaştırmayalım. Toplumsal demokrasi kültürü böyle bir şey. Bu gelişiyor ve bu nedenle böyle bir etki yaratmayacaktır.
FATİH AKIN NİYE BU RİSKİ ALDI?
Filmin ilk bölümündeki sorunu yükün büyüklüğü olarak yorumladınız. Ancak, tersten bakalım. Bu yıl, 1915’in 100’üncü yılı. Dolayısıyla bu ilk filmi yapan büyük bir paye kazanacak. Bunun için aceleye getirilmiş olabilir mi?
Fatih Akın’ın bir yönetmen olarak böyle bir şeye ihtiyacı var mı? Özellikle Avrupa’da oldukça tanınmış bir yönetmen, Türkiye’de de… Başarı açısından epey tatmin olmuş olmalı. İnsanlara böyle suizanla yaklaşamayız. Büyük bir haksızlık olur bu. Bu filmi 100’üncü yıla denk getirip bundan menfaat sağlamayı isteyen bir yönetmen, ‘Gladyatör’ ya da ‘Cesur Yürek’ gibi epik bir film çekerdi. Bu film, öyle bir film değil. Bu film gerçekten insanın yüzleşmekten korktuğu sahneleri de içeren bir film, dolayısıyla riskli. Muhtemelen gişe de yapmayacak. Bu konuda ezbere konuşuyorum ama muhtemelen böyle. Dolayısıyla maddi bir beklentiyle çekilmediği ortada, manevi beklentiyle çekildiğini söylemek de niyet okumak olur. Bundan Fatih Akın’ın bir çıkarı olacağını sanmıyorum, çekmese kafası daha az ağrırdı muhtemelen. Netameli bir konu, siz de sonuçta bir pazara iş yapıyorsunuz. Bunların çok doğru yaklaşımlar olduğunu düşünmüyorum.
“Osmanlı’nın son dönemini iyi bilmeyen biri bu filmi izlediğinde 1915’te sadece Gelibolu’da savaş var ve Osmanlı topraklarında hayat normal devam ediyor sanabilir” eleştirisine ne diyorsunuz?
Çok katılmıyorum buna; Anadolu’da o dönem, durum bundan ibaret. Eğer Sarıkamış’ı, Kafkas Cephesi’ni, Arap Cephesi’ni kastediyorlarsa, evet oralarda da büyük dramlar yaşandı. Bunlar Anadolu’nun dışında. Fatih Akın’ı bu anlamda da başarılı buldum. Filmin çok başarılı yönlerinden biri torbaya her şeyi atmamış olması. “Aman buraya Türklerin de çektiği acıları sokuşturayım, şunu da bunu da koyayım” dememiş. Rahatsız edici tarafları, teskin edici taraflarla eşitlemeye gitmemiş. Ciddi bir araştırma yapmış bence.
GÜNAH ÇIKARMA BU TOPRAKLARA AİT DEĞİL
Sizin gözünüze takılan bir eksiği, gediği, yanlışı var mıydı filmin? “Böyle değildi” diye itirazınız olan bir yanı…
Yönetmen bir tercih yapmış ama beni Nazaret’in Katolik olması yabancılaştırdı. İlk sahnede bir günah çıkartma izliyoruz mesela ki sadece Katoliklere özgüdür. O dönemde de, hâlâ da Ermenilerin yüzde 90’ı Doğu Ortodoks’tur. Yerel bir hikâyeyi fazla Batılı bir unsur üzerinden anlatmış oluyor o kimliği oturtarak. Ha, Türkiye’de o dönemde Katolikler de vardı; bugün de var. Ortodokslar kadar olmasa da tehcire dahil edildiler ama Protestanlar ve Katolikler, o dönemde, konsolosluklar ve batı tarafından korundular. Talat Paşa onlara dokunmadı; arada kazara gidenler oldu ve daha sonra emirler gitti tehcir kafilelerine, onları almadılar. Hassas bir mesele. Niye böyle yaptınız diye bir itirazım yok, bu bir tercih ama beni yakalamadı. Avrupalı bir sahnedir günah çıkarma ritüeli, Anadolu değildir. Bir Ermeni Kilisesi ayinini ilk defa izleyen bir Müslüman bile yabancı bulmaz. Çok şarktır. Eğer böyle tercih etseydi daha doğru olabilirdi.
Tüm eleştirmenlerin ortak eleştirisi, filmdeki Ermenilerin İngilizce konuşmasıydı. Bu sizi rahatsız etti mi?
Bu bir tercih tabii ki. Ermenice konuşsaydı tabii ki anlayacaktım ve kendimi daha dahil hissedebilecektim belki. Ama Ermenice konuştuklarını varsayıyorsunuz. Çok rahatsız olmadım. Çok takılmaya gerek yok bu konuya.
Bu film, tarihi bir ‘kesik’ atacak mı sizce?
Bu konuda büyük bir açlık var Türkiye’de, insanlar öğrenmek istiyor, görmek istiyor, anlamak istiyor. Bu anlamda bir kesim için faydalı olabilir, bir kesim için de itici… En nihayetinde 1915’te büyük bir olay yaşandı. Bunu ne kadar estetize edebilirsiniz ki? İnsanlar fazla rahatsız olmadan bununla yavaş yavaş yüzleşemez. 100 yıl bekledi Ermeniler. Talat Paşa’nın not defterine göre 1 milyona yakın insan tehcire çıktı ve bunların çoğunun öldüğünü biliyoruz. Murat Bardakçı’nın, kardeşinden aldığı ve Hürriyet’in ilk gün yayınlayıp sonra kestiği not defterinden biliyoruz bunu. Bu insanlar çok vahşi şekilde öldürüldüler. Dolayısıyla bunu konu edinen bir film mutlaka rahatız edici olacaktır. Rahatsız da etmelidir. Bu filmde bizi rahatsız eden birçok şey, gerçeğinden hafif kalabilir. Dolayısıyla bunlar rahatsız edici olsa da tarafsız olamam, bunu Türk kardeşlerimize sormak lazım.
BU FİLM, O FİLM DEĞİL
Elbette Ermeni cemaati için konuşmanızı beklemiyorum ama Türkiyeli Ermeniler üzerinde ne tür bir etkisi olacak filmin?
Her birey farklı değerlendirecek tabii. Muhtemelen bir rahatlama olacaktır.  Eskiden Asala terörü yaşanırken ya da soykırım iddiaları parlamentolarda her gündeme geldiğinde, Türkiye’de yaşayan bütün Ermeniler travmaya giriyordu. “Başımıza ne gelecek? Döner dolaşır bizim başımıza patlar, bizim hayatımız zorlaşır. Hiçbir şey olmasa sokaktaki komşumuzun yüzüne nasıl bakacağız, onlar bizim için ne düşünecek?” tedirginliğini atmaları açısından önemli bir milattır bu film. İçeriği ne olursa olsun böyle bir filmin Türkiye’de sakin şekilde gösterime girmesi rahatlatacaktır. Çok fazla ertelenmiş sorunlar aniden demokratik bir ortama giriş yaptığınızda maksimizasyonlar doğurur. Bu siyasetin, tarihin kuralıdır. Çok büyük bir baskı var ve o baskı birden bire kalktığında baskı gören insanlar çok fazla tatmin olmaz, çünkü çok uzun süre bastırılmışlardır. O kadar büyüktür ki kayıp, hiçbir telafi o kaybı gideremez. Kaybın yaşandığı tarihten uzaklaşmışsınızdır ve uzaklaştıkça gölgesi daha da büyür. Benim de hissettiğim şuydu: 1915 konusunda, 1915’i hak eden film ne zaman yapılacak? Beni tatmin edecek o filmi kim yapacak, ne zaman yapılacak? Çünkü bu film, o film değil. Bunu hissetim ama bu Fatih Akın’ın suçu değil. Muhtemelen Fatih Akın da birçok konuda dayak yiyeceğini hatta Ermeniler tarafından da eleştirileceğini bilerek girmiştir bu işe. Teknik anlamda bir uzman değilim ama hissettiklerim bunlar. Evet, bu film, o film değil. Belki bu benim beklentilerimin yüksek olmasından, belki de filmin eksikliğinden…
TELEVİZYONDA DA YAYINLANIR
Böyle bir filmin çekilmesi çok önemli bir eşik. Peki, bu filmin televizyonda gösterilmesi mümkün mü?
Gösterilir, ben Türkiye’den artık her şeyi bekliyorum (gülüyor). Özgüvenimiz yerine geldi. Korkmuyoruz hiçbir şeyden. Türkiye bugün, çözüm süreci denilen heyulayı çözme aşamasında. Düne kadar bebek katili denen bir örgüt lideriyle bugün devlet oturup konuşuyor ve bunu halka anlatabiliyor. Çünkü bu anlatılabilecek bir şey, çünkü insanlar ölsün istemiyorsunuz. Elini taşın altına sokup ‘benim gençlerim artık ölmeyecekse ben bu müzakereleri de yaparım, riskleri de göze alırım’ diyen bir olgunluğa erişti devletin kendisi. Burada tabii halktır önemli olan. Halk, bu desteği vermese ne çözüm süreci yaşanır, ne 1915’le ilgili bir taziye yayınlanabilirdi. Bunlar büyük gelişmeler. Bunlar zaten vicdanımızda ve hafızamızda patlamayı bekleyen hareketlerdi. Bizde bu değerler ve istek vardı, sadece devlet bunun önüne set çekmişti. Bu set kaldırıldığında, 12 yıl boyunca çok hızlı gelişmeler gösterdik, bundan sonra da göstereceğiz. Bu filmin televizyon kanallarında gösterilmesine şaşırmam bile. Artık bu ne kadar önemli bir gelişme demem. Olmayacaksa, biliyorum ki korkudan değildir.

Yorumlar kapatıldı.