İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Ermeni Soykırımında “Tanrının gazabına” dair anılar,

Bir serseri, Ermeni kafilesinden yedi kadını öldürdüğünü iddia ediyordu. Çok geçmeden hastalandı. Korkunç acılar arasında üstüne atılan mızraklı yedi kişiyi gördüğünü söylüyordu. Bağırarak öldü. ‘Beni öldürecekler, onları uzaklaştırın’ Başka bir cani hastalandığında kendini devamlı birçok zavallı kadını içine attığı sarnıcın ağzında görmekteydi. Onların ölülerinin kalkıp öfkeli gözlerle kendisine baktığını zannediyordu. Kurtulamadığı korkunç bir saplantıydı. ‘Beni binadan götürün bu sarnıçtan uzaklaştırın’ Ölürken gözleri bu dehşetli hayaldeydi.

(P referanslı olanlar)[1]
 (İlk iki anı milisler ve Bevayre reisiyle ilgili olanlar 1. Kitapta 5. Bölüm 6. Unite)
Jacgues Rhétoré
“ C. Kadınların katilleri
Bir serseri, Ermeni kafilesinden yedi kadını öldürdüğünü iddia ediyordu. Çok geçmeden hastalandı. Korkunç acılar arasında üstüne atılan mızraklı yedi kişiyi gördüğünü söylüyordu. Bağırarak öldü. ‘Beni öldürecekler, onları uzaklaştırın’ Başka bir cani hastalandığında kendini devamlı birçok zavallı kadını içine attığı sarnıcın ağzında görmekteydi. Onların ölülerinin kalkıp öfkeli gözlerle kendisine baktığını zannediyordu. Kurtulamadığı korkunç bir saplantıydı. ‘Beni binadan götürün bu sarnıçtan uzaklaştırın’ Ölürken gözleri bu dehşetli hayaldeydi.
Baqqal , serseri
Bu kişi tüm Mardin’de kötü huyları ve ahlakı ile tanınmış biriydi. Katliamlar döneminde tamamiyle iç güdülerinin doğrultusunda vahşi bir hayvan gibi davrandı. Kimbilir kaç günahsız Hıristiyan elinden ölmüştür. Mardin’i cezalandıran ilahi güç onu farketmemezlik edemezdi. 1916’nın yılbaşı hastalandı. On gün inanılmaz acılarla kıvrandı ve öldü. Baqqal, bugün Musul’da olan Mastacuyné’nin kızı Eliza’nın katilidir. (Ermeni Katolik Erzurumlu)
Belediye Başkanının kardeşleri
10 Aralık 1915 Mardin’de şehrin Belediye başkanının bir kardeşi ölmekteydi. Abisinin nüfuzundan yararlanıp tüm halkı devlet emriyle yok edilen bir Ermeni köyün varlığına el koymuştu. Köye gitmiş ve hakim bir tepeden sahip olanağı geniş araziyi uzaktan ölçüp biçmekteydi. O anda kendini kötü hissetti. Az zamanda ateşi, çok yükseldi. En kısa zamanda Mardin’e dönmeye mecbur oldu. Daha varmadan gözlerini kapatmıştı. Ölümün onu ebediyen mahrum ettiği ve gözlerinin önünde olan hırsla istediği arazilere kavuşamamıştı. Birkaç gün sonra bir başka kardeşi de intikam hastalığına yakalandı. Halk tifus diyordu ama ne olduğu belli değildi. Bu adam da ilahi adaletten kaçamazdı, zira Mardin milislerinin şeflerinden biriydi. Çok fazla kötülük yapmışlardı. İki gün boyunca barsakları acı ile kıvrandı. Sebep olduğu acılar yanında azdı bile. Emirleri ile öldürülmüş varlığını kaybetmiş o kadar insan vardı. Bu intikamcı ağrılar içinde öldü. Belediye başkanının iki kardeşinin ölümü üzerine herkes ‘Tanrı onları cezalandırdı’ dediler.
Kafile Yöneticisi
Mardin’den Ras ül-‘Ayn’a giden bir kadın konvoyunun komutanı bir hançer darbesi ile öldürme konusunda kendini deneyimsiz görmekteydi. Yaptığı meslekte bu utanç duyduğu bir eksiklikti. Deneyim kazanmak amacıyla kafileden bir kadın durdurur, kalp bölgesini nişan alır ve vurur. Kadın ayakları altına ölmüş düşer. Yaptığından memnun yoluna devam eder. Bir cinayet işlediğinin farkında bile değildir. Bu katiller için Hıristiyan hayatı o derece değersizleşmişti. Memnuniyetinden başka kişiler üzerinde de maharetini o akşamdan itibaren yinelemeyi düşünür. Kötü beyninde bu fikri geliştirip yürüyorken kalbinden vurulduğunu hisseder. Yine de kafilesine katılmak üzere yürümeye devam eder ama tüm gayretine rağmen devam edemez, geri döner bir yerde istirahat etmek ister. Kadını öldürdüğü yere gelince dizleri çözülür tam da kurbanın yanına yıkılır ve ölür. Yukardan bu kanlı katili gören ‘bu günahsız kurbanın intikamını alacağım’ demişti, muhtemelen ve geri getirmiş tam cinayet mahallesinde canını almıştı.
G.Hırsız ve katil subay
1915 Eylül’ünde her yerde ve tüm Diyarbakır vilayetinde katliamdan başka bir şey görülmezken tüm Müslüman beyinleri bu operasyonlar neticesinde elde edecekleri zenginliklerle meşgulken, bir subay kuzeyli bir Ermeni kadın kafilesinden sorumlu olur. Yanlarında önemli miktarda para olduğu bilinmektedir. Bu şartlarda pek az kişi çalma ve öldürmeye direnebilmiştir. Bu adam da tüm kafilenin infazını emretti. Hakikaten kurbanların üzerinde çok altın bulundu ve subay kendi payı olarak 800 lira (18400 F) elde etti. Hükümetin rütbe verip ücret veremediği onun gibi bir zavallı için ne büyük bir şans.
Bulundukları çölde hava çok sıcaktı, subayın cebindeki para da damarlarındaki kanı kaynatıyordu. Susadı ve ender çeşmelerden birinde yolda durdu su içmek istedi. Serinleyince su kenarında oturdu. Ve onun için karlı olan günü düşündü, 800 lirayı düşündü. Yok ettiği yüzlerce yaşam aklına tabii ki gelmedi. Zaten onu neyle suçlayabilirlerdi ki? Hükümetin emrini yerine getirmişti. Üst düzey hırsız ve katil olmasına rağmen rahattı ama aniden karnındaki ağrılar huzurunu bozdu. Karnını ovalar yanındakilere ovdurur hareket eder. Kuran’ın yasağına rağmen biraz rakı içer, hiçbir şey fayda etmez. Ağrı dayanılmaz olur, haykırmaya başlar. Bu (intikamcı hastalıktı) onu orada yok eder, affetmez. Mardin’de bu kötü adamın sonunu öğrenenler, Türklerin vahşetinden acı çeken bu zavallı Hıristiyanlar geniş bir of çekerek rahatlarlar. ‘Tanrı işaretini göstermekte ve onların acılarının intikamını almaktaydı’ diye düşünürler.
Katledilen aile
Olayın geçtiği günlerde Mardinli iki Müslüman çölde Ras ül- ‘Ayn yolunda farklı bir yöne seyahat etmekteydiler. Ermeni bir aile ile karşılaşırlar, baba, anne ve iki çocuk. Bu muhacirler bir kafileden kaçmayı başarmış ve sığınacakları bir yer aramaktaydılar. İki Mardinli Müslüman kimlerle olduklarını anlarlar, onları durdurur ve ölümle tehdit ederler. Baba para teklif eder ama bu teklif onların iştahını daha fazla kabartır. Bu zavallıları soyar ve üstlerindeki 300 lira (6900 F)’yı alırlar. Daha sonra ise tüm katillere özgü alışılmış çözüm, onları öldürmektedir. Böylece bu insanlar onları şikayet edemez. Ama onları vahşetle öldürürler. Önce iki çocuğu anne babanın gözü önünde öldürürler sonra kadını eşinin gözü önünde ve nihayet bu kadar ölümle acıyla doymuş adam da öldürülür. Aile katilleri genellikle bu sırayı takip ederlerdi, cinayetlerine bir de hainliği, vahşeti eklerlerdi.  Bizim iki katil de çalınmış paraları alıp, suçsuzları katledip kurbanlarının gözyaşlarını unutup Mardin’e dönerler. Evlerine henüz gelmişlerdi ki (intikamcı tifus) onları yakalar, vurur ve sekiz gün sonra cinayetin ve paranın keyfini sürmeden mezara giderler. Tabutları geçerken dürüst halk hikayelerini bildiğinden şöyle demiş ‘Tanrı’nın adaleti yerini buldu’
Şeyhmus-Naamé
Mardin’den bir başka Müslüman Şeyhmus-Naamé (26 yaşında) 1915 Haziran’ında Mansuriye katliamında 15 kişiyi öldürmüştü. Bu başarıdan maddi kazanç da sağlamıştı bu nedenle (katliamcı) mesleğine atıldı. O dönemde bu iş isteyen herkese açıktı. Goliye ve Tël-Ermen katliamlarına da katılır ve daha nicelerine… Kimbilir kaç masum Hıristiyan öldürmüştü. Tüm bu cinayetlerden bir yıl sonra Şeyhmus Naamé elde ettiği karın keyfini sürüyordu. İntikamcı salgın tifus onun birçok arkadaşını yakalamıştı ve o (iyiler) gibi hastalanmıyordu. Buna dayanarak Tanrı’nın adaletinden kurtulduğuna inanıp eskisinden daha kötü bir şekilde hain ve ahlaksız yaşantısını sürdürüyordu. Hatta bir gün bir subayın eşine sarkıntılık etme cesaretini bile buldu.  Onu tutukladılar ve az süre sonra darağacında can veriyordu. Bu olay 19 Haziran’da oldu. tam Mansuriye katliamından bir yıl sonra asılması orada öldürdüğü 15 kişinin intikamı olarak görüldü. Zira bir subayın eşine sarkıntılık gibi bir suçtan kimseyi idam etmezler genellikle.
İ. İntikamcı otomobil
14 yaşlarında genç bir Ermeni kızı Mardin’de bir Müslüman tarafından satın alındı ve az süre sonra onu eşleri arasına katmaya layık gördü. Ancak eski eşler bu yabancı kızın aralarına gelmesini hoş karşılamadılar.  Bey herhalde ona öncelik verecekti. Genç Hıristiyan da bu ortamı istemiyordu, üstelik adamın Müslüman olması için ısrar etmesi iradesine tersti. Bir müddet mücadele etti ve adam sabırlı davranıyordu. Ama daha sonra onu döverse direncini kıracağını düşündü. Zavallı çocuk artık dayak ve hakarete maruz kalıyordu. Dayanamadı evden kaçtı ama yakalandı adam ona kötü davranıyor ama istediğini elde edemiyordu. Bunun üzerine eşlerin de telkini ile onu öldürmeye karar verdi. Mardin’de Meydan denen geniş bir alana götürdü ve başını kesti. Hiçbir otorite ondan hesap soramazdı. Ermenilere karşı her şey serbestti. Ama Tanrı bizzat intikam aldı. Zira genç kız Hıristiyan kalmak için canını vermişti.
O tarihlerde Mardin’de otomobilleriyle gezen Almanlar vardı. Almanlar Ras ül- ‘Ayn ve Tël-Ermen’de otomobil parkı kurmuşlardı. Çocuklar bu yeniliği görünce peşinden koşuyorlardı. Hatta arkasına asılıp giderlerdi. Müslüman adamın 13-14 yaşlarındaki büyük oğlu da böyle yaptı. Ama bir anda otomobil ani bir hareket yaptı ve çocuk düştü tekerleklerin altına girdi ve ezildi. Babası Meydan’da cinayet işledikten sonra henüz eve gelmişti ki oğlunun ezilmiş cesedini başı kopmuş halde getirdiler. Ceza aşıkardı. Böylece bu cani evin her bireyi ‘Bu tanrı’nın cezasıdır, Ermeni kıza yaptıklarımızın intikamıdır’ dediler.”
İshak Armalé[2]
Onun yazdıklarına bakarak masum suçlu herkes cezalandırılır. “16 Şubat 1916’dan itibaren Türk askerleri gruplar halinde Mardin’e akın ettiler. Otoriteler kiliseleri, camileri büyük evleri boşaltmayı emrettiler. Bu da kaza felaketleri çoğalttı, hastalıkları yaydı, açlık fakirlik ve tüm savaşın acıları görüldü. Hezekyel’in sözleri gerçekleşti; ‘Dışarıda kılıç, içerde hastalık açlık, dışarıdakiler kılıçtan, şehirdekiler salgın ve açlıktan öldüler.’  (Hezekyel 7)
Hakikaten salgınlar arttı. Kistler, yaralar, şişme, ateş insan ve hayvan yaşlı veya genç kız küçük büyük ayırt etmediler. Mezarlıklar doldu. Sağ kalanlar ölüleri gömmeye yetişmiyorlardı. Diğer taraftan ordu komutanları Mardin’in iklimini elverişli görüp orada hasta askerlere bir tedavi merkezi kurmayı kararlaştırdılar. Askerleri kiliselere camilere (Surp Minas) Afrëm manastırına Protestanların binalarına Ermeni ileri gelenlerin evlerine, Süryani Katoliklerin evlerine yerleştirdiler.  Askerler Cenenci, Şallame, Kendir, Dokmak, Cenderi, Suse, Farruce, Keço, Batane [Batanyan] v.s. evlerine doldurdular.
Şehrin batı ve Doğu bölgelerine ölü gömücüler tuttular, bunların başlarında bir Süryani Ḫabib Torani[3] vardı. Kendisi ve adamları her sabah 50 dirsek uzunluğunda ve 2 dirsek genişliğinde bir hendek kazıyorlardı. Her gün 60-70 asker gömmekteydiler. İki hamal onları bir tahta üzerinde getirmekteydi. Mezarlığa gelen ölüler soyulur ve elbiseleri başkalarına verilirdi. Bu şekilde hastalık yayılırdı. Ölü gömücüler işlerini bir yıl sürdürdüler öyle ki toprak, Penj-Ali arazisine ‘Ayn-Musafır’den Ermeni Katolik mezarlığına ve çevresine Bab ıl-Şor [Savur Kapısı] bölgesine kadar her yer ceset doldu. Tanrı dökülen masum kanının intikamını alıyordu.
1917’de asker sayısı azaldı, ölümler de dolayısıyla azaldı, ortalama 20-30 kişi günde ölüyordu. 1916 Mart-1917 Eylül arası şehrin batısında gömülen asker sayısı: 25.000. Ekim 1918 sonu: 2.000. Doğu kısmında gömülenlerden bahsetmiyoruz.
[1]           Bkz., Jacgues Rhétoré, s. 367-376.
[2]           Bkz., Al-quşara s. 359 Positiodan aktarmadır, s. 169.
[3]           Mardin Arapçasıyla Turabdinli. [ed.]
Yves Ternon Mardin 1915 bir yıkımın Patolojik anatomisi, Ed. S.Çetinoğlu, Belge, s 589-596

Yorumlar kapatıldı.