Murat Bardakçı / mbardakci@htgazete.com.tr
HDP İstanbul Milletvekili Sebahat Tuncel, Meclis’e bir kanun teklifi sunmuş ve Türkiye’nin Ermeni soykırımını kabul etmesini istemiş…. Mesele işte burada, yani şimdi “soykırım” diye nitelenen 1915 hadiselerinin sorumluluğunun sadece o devrin iktidarına, askerlerine ve mülkî idarecilerine ait olup olmadığı konusunda düğümleniyor ve yine o devirde özellikle Doğu Anadolu’da son derece etkili olan diğer silâhlı güçler hiç tartışılmıyor: Hamidiye Alayları’nın tehcir öncesindeki rolleri ve alayların lâğvının ardından oluşturulan yeni silâhlı birliklerin tehcirdeki konumları… Mesele zaten tehcire uğrayan yüzbinlerce Ermeni’nin canlarından olmalarından ibaret değil; “Emvâl-i metrûke”nin, yani Ermeniler’den kalan malların tehcir sonrasında kimlerin elinde kaldığı ile de yakından alâkalıdır… Anadolu’nun orta ve batı bölgelerindeki Ermeni mallarının büyük bir kısmının gaspedildiği ve hattâ devletin bu mallardan bazılarını kararnameler çıkartarak dağıttığı gerçektir, tamam… Ama ya Doğu Anadolu’daki Ermeni mallarına ne oldu? Kürt siyasetçi Hatip Dicle, geçen Mayıs ayında Diyarbakır D Tipi Cezaevi’nde yatarken El Cezire’ye konuşmuş ve “1915 Ermeni soykırımında bazı Kürtler’in, devletle bazı katliamlarda rol aldıklarını ve giden Ermeniler’in mal ve mülklerine el koyduklarını büyüklerimizden dinledik” demişti…
***
HDP İstanbul Milletvekili Sebahat Tuncel, Meclis’e bir kanun teklifi sunmuş ve Türkiye’nin Ermeni soykırımını kabul etmesini istemiş… Tuncel’in teklifinde neler var neler: Cumhurbaşkanı’nın Meclis’te ve olayın yaşandığı yerde özür metni okuması, bir Araştırma Komisyonu kurulup bütün arşivlerin açılması ve hem maddî hem de manevî tazminat düzenlemeleri yapılması, vesaire… Sebahat Hanım bu kadarla da kalmamış; olayın yaşandığı günün, yani 24 Nisan’ın “Ulusal Yas Günü” ilân edilmesini de istiyor… Yasa teklifinin ruhu apaçık ortada, “Biz eli kanlı, katil ve cani bir milletiz, vaktiyle bir iş ettik, büyüklük sizde kalsın ve bizleri affedin; şimdilik şu tazminatı da kabul buyurun, öteki talepleriniz için zaten emrinize âmâdeyiz” diyor… Ayıp olmasın diye bunların hepsine âmennâ diyelim ama, teklifin anlayamadığım bir tarafı var: “Olayın yaşandığı” ve Cumhurbaşkanı’nın özür metnini okuyacağı yerin neresi olduğu!
SEMBOL MEKÂN NEREDE?
1915 tehcirinin öncesinde ve sonrasında Anadolu’nun birçok bölgesinde, yüzlerce yerleşim yerinde kanlı olaylar meydana gelmiştir ama sembol olarak belirlenmiş bir yer yoktur. Dolayısı ile Cumhurbaşkanı hadiselerin yaşandığı yerleri mezrasından köyüne, kasabasından şehrine kadar tek tek dolaşacak ve iki satırlık da olsa özür metni okumaya girişecek olsa bu iş aylarını alacak, hattâ belki görev süresi bile yetmeyecektir!
Aslında ciddîye alınmayacak derecede vahim olan böyle bir kanun teklifinin Meclis’e verilmesi, işin şakasının artık bir tarafa bırakılmasını ve şimdiye kadar açıkça konuşulmamış, sadece fısıldanmış bazı konuların da tartışılmasını gerektiriyor…
Anadolu’da 1915’te maalesef hazin ve aslında hazinden de öte hadiseler yaşandığının ve devletin bazı kararlarının ziyadesi ile ağır olduğunun inkârı mümkün değildir. Bir asır sonra bile hâlâ gündemde olan kararların ve uygulamaların neticesi Ermeniler’e büyük acı getirmiştir ama şimdi “Keşke hiç olmasa idi” dediğimiz bu hadiseler o devirde seneler boyu yaşanmış huzursuzlukların ve kanlı olayların ardından meydana gelmiştir. Yani ortada devletin tek taraflı bir uygulaması değil, bir çeşit “nefis müdafaası” vardır.
Dolayısı ile, 24 Nisan 1915’teki sürgün kararları ile 27 Mayıs 1915 tarihli tehcir kanunu o devirde iktidarda olan İttihad ve Terakki Partisi liderlerinin gecelerin birinde gördükleri bir rüyanın etkisi ile sabah yataklarından kalkar kalkmaz “Anadolu’yu artık Türk olmayan unsurlardan temizleyelim ve işe Ermeniler’den başlayalım” diye düşündükleri için çıkartılmamıştır. Neticeleri son derece ağır olan bu kararlar iç savaş halini almış isyanların ve cephedeki ordunun iki ateş arasında kalmasının, yani bir devletin mecburiyetinin sonucudur.
FISILDADIK, KONUŞMADIK!
Mesele işte burada, yani şimdi “soykırım” diye nitelenen 1915 hadiselerinin sorumluluğunun sadece o devrin iktidarına, askerlerine ve mülkî idarecilerine ait olup olmadığı konusunda düğümleniyor ve yine o devirde özellikle Doğu Anadolu’da son derece etkili olan diğer silâhlı güçler hiç tartışılmıyor: Hamidiye Alayları’nın tehcir öncesindeki rolleri ve alayların lâğvının ardından oluşturulan yeni silâhlı birliklerin tehcirdeki konumları…
Mesele zaten tehcire uğrayan yüzbinlerce Ermeni’nin canlarından olmalarından ibaret değil; “Emvâl-i metrûke”nin, yani Ermeniler’den kalan malların tehcir sonrasında kimlerin elinde kaldığı ile de yakından alâkalıdır…
Anadolu’nun orta ve batı bölgelerindeki Ermeni mallarının büyük bir kısmının gaspedildiği ve hattâ devletin bu mallardan bazılarını kararnameler çıkartarak dağıttığı gerçektir, tamam…
Ama ya Doğu Anadolu’daki Ermeni mallarına ne oldu?
Kürt siyasetçi Hatip Dicle, geçen Mayıs ayında Diyarbakır D Tipi Cezaevi’nde yatarken El Cezire’ye konuşmuş ve “1915 Ermeni soykırımında bazı Kürtler’in, devletle bazı katliamlarda rol aldıklarını ve giden Ermeniler’in mal ve mülklerine el koyduklarını büyüklerimizden dinledik” demişti…
Hatip Bey’in sözünü ettiği Kürt grupların başında Hamidiye Alayları ve alayların lâğvından sonra kurulan yeni birlikler vardır…
Soykırımı, özürü, tazminatı ve Ermeni mallarını gündeme resmen getirecek isek, meselenin bu tarafını da artık açıkça konuşmaya mecburuz!
Yorumlar kapatıldı.