Fatma Müge Göçek’le başlayan, Fikret Adanır ve Nazan Maksudyan’la devam eden Perşembe konuşmaları, Fuat Dündar’ın “Sayımlar, Savaşlar ve Ermeni Nüfus Meselesi (1828-1923)” başlıklı konuşmasıyla sürüyor. 2014 sonbahar döneminde, 1915’in öncesinin ve sonrasının da tartışıldığı Perşembe Konuşmaları’nda Dündar’ın sunumu, neredeyse 100 yıla yayılan kapsamıyla genel çerçeveye tam olarak oturuyor.
Nüfus konusu 19. yüzyılın son çeyreğinden itibaren modern devletler için öncelikli bir konu haline gelmişti. Bu gelişmeyle birlikte ortaya çıkan nüfus mühendisliği tavrı, aynı zamanda toplumu ve siyaseti tasarlamanın bir yöntemine dönüşecekti. Elbette Osmanlı İmparatorluğu da bu süreçten azade değildi. Bu çerçeveden yola çıkacak olan Fuat Dündar, Ermeni nüfus meselesinin ilk gündeme gelişinden “nüfusun imhası” projelerine uzanan süreçte hangi parametrelerin rol oynadığına odaklanıyor.
II. Abdülhamit dönemi nüfus sayımlarının süreçteki rolü neydi? 1881, 1893 ve 1906 nüfus sayımları bize demografik değişimle birlikte siyasi iklim hakkında da fikir verebilir mi? Osmanlı-Rus emperyal savaşları, (1828-29, 1876-1878, 1914-17) Ermeni nüfusu bağlamına ne yönde etki etmiştir? II. Meşrutiyet dönemi seçimlerinin sürecin ilerleyişine katkısı ne doğrultuda olmuştur? Geç Osmanlı dönemi demografisi ve bu yöndeki mühendislik literatürüne katkılarıyla öne çıkan Fuat Dündar, bu ve benzeri sorulara cevap arayacağı konuşmasında 1915’i nüfus politikalarının etkisi üzerinden yeniden düşünmemizi mümkün kılacak.
Fuat Dündar
1971 Lice doğumlu. Mühendislik eğitiminden sonra bir dönem İnsan Hakları Derneği İstanbul Şubesi’nde aktivist olarak yer aldı. İnsan hakları mücadelesinin politikleşmesi nedeniyle akademik çalışmalara yöneldi; Türk, Fransız, Amerikan ve Alman üniversitelerinde çeşitli programlara katıldı. Çalışmalarını ağırlıklı olarak nüfus ve millet/milliyetçilik ilişkisi üzerine sürdürmektedir.
*Etkinlik ücretsiz olup herkesin katılımına açıktır.
‘Ermeni soykırımını unutmamak için Rojava’da ısrarcıyız’
Ayrımcılık Xenofobia ve Irkçılıkla Mücadele Enstitüsü Teknik Yardımcısı Carolina Karagueuzian, Türkiye’nin bölgedeki etnik temizlik politikasını değiştirmediğini ve bu hedefini gerçekleştirmek için IŞİD gibi fırsatları değerlendirdiğini belirterek, “Bu nedenle Rojava devriminde ısrar ediyoruz. Yok saymak soykırım sürecinin devamıdır” dedi.
‘Ermeni soykırımını unutmamak için Rojava’da ısrarcıyız’
Rojava’nın Kobanê Kantonu’nda sürmekte olan IŞİD saldırılarına karşı YPG/YPJ’nin direnişi devam ediyor. Arjantin Sosyal Hizmet Uzmanı, Buenos Aires Ulusal Ermeni Konseyi Yöneticisi ve ayrıca Ayrımcılık Xenofobia ve Irkçılıkla Mücadele Enstitüsü Teknik Yardımcısı Carolina Karagueuzian ile Türkiye-IŞİD politikalarını konuştuk. IŞİD’in üç yıldır Türkiye tarafından desteklendiğine dikkat çeken Carolina, “Türkiye, bölgedeki etnik temizlik politikasını değiştirmedi ve bu hedefini gerçekleştirmek için fırsatları değerlendiriyor” diye kaydetti.
– Irkçılıkla mücadele eden Ermeni bir araştırmacı olarak, etnik grup ve farklı inançlara saldıran IŞİD vahşetini nasıl okuyorsunuz?
IŞİD’i emperyalist ülkeler doğurdu. Bu ülkeler, bugün şerrini Ortadoğu’daki dini azınlıklara yönlendirmiş olan IŞİD’i kontrol edemiyorlar. Bu senaryoda, Hıristiyanlar, Êzidîler ve birçok inançtan halk, bölgedeki diğer etnik gruplarla birlikte bu sonucun cefasını çekmekte. Şunu belirtmeliyim ki, bahsettiğim bu azınlıklar arasında, karşılıklı olarak büyük bir dayanışma var. Rojava’daki Der Zor Belediyesi’nin Ermeniler’e yaptığı jestte ve Ermenistan ile Dağlık Karabağ Cumhuriyeti’nin IŞİD dehşetinden kaçanlara sığınma verme politikasında bu dayanışma fark ediliyor. IŞİD’in üç yıldır Türkiye tarafından desteklendiğini belirtmek istiyorum. Bu ülke IŞİD’in bölgeye girişini kolaylaştırdı, onlara silah sağladı ve bazı kilit bölgelere girmelerine izin verdi. Türkiye son haftalarda Kürt halkına karşı yapılan saldırılarda suç ortağıdır. Türkiye, bölgedeki etnik temizlik politikasını değiştirmedi ve bu hedefini gerçekleştirmek için IŞİD gibi fırsatları değerlendiriyor. Aynı politika, bu yıl Mart ayında Suriye’nin Türkiye sınırında yer alan Ermeni şehri Kessab’a silahlı gruplarca saldırıldığında da açığa çıktı. Her iki eylemde de Türkiye bu durumu kendi çıkarları için kullandı. Suç işleyenlere izin verdi, bunların geçişlerine müsaade etti. Türkiye, IŞİD’in eylemlerinde suç ortaklığı yapıyor. Bunu böyle okuyorum.
– Bilindiği gibi PKK, BM ve NATO gibi kuruluşlar tarafından hala “terör örgütü” olarak kabul ediliyor. Fakat PKK şu an tüm dünya tarafından terör olarak kabul edilen IŞİD’e karşı savaşıyor. Bunu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Terörizm kavramı, herhangi bir gruba, ülkelerin belirli çıkarlarını etkilediler diye yöntemlerine bakılmaksızın uygulanabilir mi? Suriye’de Esad’a karşı savaşan bir takım ‘karşıtlar’, ‘isyancılar’ Irak’a girerken otomatik olarak ‘teröriste’ dönüşmektedir. Bir ülkeden diğerine bu kadar değişir mi diye düşünmek gerek. Bazı kavaramlar, ülkelere göre değişim gösterebiliyor. Durum böyle. PKK’ye gelince… Kürt halkının birçok kesimi, kendisini PKK ile özdeşleştiriyor. PKK Kürtlerin birçok talebinin temsilcisi oldu. Burada PKK’nin terörist bir karakter olup olmadığı sorgulanmamalı. PKK, bir alana sahip olduğunda demokrasi oyununu yürütebilmeyi bildiğini gösterebilme yeterliliğinde ve tipik bir terörist örgüt gibi sistematik olarak teröre başvurmamakta. Burada asıl sorgulanması gereken terörist örgüt tarifini kimin yaptığıdır.
‘Türkiye’nin IŞİD’i bitirmek gibi derdi yok’
Ortadoğu’nun karmaşık politik süreçleri boyunca örneğin ABD gibi güçlerin aldıkları tutum, bölgede istikrarsızlığa neden oldu ve bir anlamda IŞİD gibi grupların güçlenmesine yol açtı. ABD’nin müdahalesi haftalarca gecikti ve ancak Kürt direnişinin dünyanın bütün parçalarında bilgi yayması sayesinde gerçekleşti. Mesela Arjantin’de geçtiğimiz hafta Türk Büyükelçiliği önünde yapılan gösteri ve Kobanê’den haberlerin yayılması, Arjantin Türk Büyükelçisi Taner Karakaş’ın büyük bir ikiyüzlülüğünü gösterdi. Türkiye’nin, IŞİD’i yıllardır beslemesine ve Suriye’ye hükmetsin diye teşvik etmesine rağmen, Taner Karakış, IŞİD’i ulusal güvenliğe bir tehdit olarak beyan etti. İkiyüzlüce davrandı. Bu çatışmada Türkiye’nin çifte oyununun fark edildiği bir başka olay da Türk devletinden Kürt halkını savunmak üzere harekete geçmesinin talep edildiği gösterilerin bastırılmasıdır. Bunlar, birincil gündeminin kendi çıkarlarını hangi biçimde olursa olsun korumak olduğunu gösteriyor. Türkiye’nin IŞİD’i bitirmek gibi derdi yok.
– Rojava’da Ermenilerin siyasal katılımlarını ve Türkiye’nin azınlık politikalarını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Bölgede yaşayan farklı grupların demokratik katılımı ve temsiliyeti önemlidir. Bu inisiyatif, bölgede var olan çatışmaların çözümü için barışçıl ve demokratik bir yol seçilerek nasıl direnebileceğini gösteriyor. Türkiye’ye baktığımızda ise son yıllarda gelişmelerde de gördüğümüz, ‘Türk imparatorluğu’, ‘neo-Osmanlıcılığına’ dönüş politikasına denk düşüyor. Bölgedeki nüfusu homojenleştirme fikri yeniden ortaya çıktı. Bu fırsatta, ulusal güvenlik için tehlikeli bir grupmuşçasına damgalananlar Kürtler oldu. Aynı anda, güncel olarak söylemlerle ve eylemlerle geliştirilerek, Türk hükümeti ve Azerbaycan tarafından desteklenen kişiler, yüzyıldan fazladır süren Ermenilere yönelik etnik temizlik sürecinde bir devamlılık gösteriyor. Bu nedenle, Rojava devriminde ısrar ediyoruz, yok saymak soykırım sürecinin devamıdır. Demir gibi bir toplumsal disiplin ve aşırı baskıcı bir yasal çerçeve aracılığıyla Türk devleti, her seferinde daha fazla şiddete başvurarak, geçmişin yok sayılmasını ve şimdinin yok sayılmasını dayatmaya çalışıyor.
Kaynak: jinha
Yorumlar kapatıldı.