Sevan Nışanyan
Feramuz Çakçak’ın Batılılık yazıları üzerine Meçhul Muhayyil adlı arkadaşımız eski bir yazısını http://mechulmuhayyil.blogspot.be/2013/09/ataturku-anlamak-senin-atan-bir.html göndermiş. Sanırım “Gazi’ye o kadar haksızlık etme, bizdendi Rahmetli” demek istemiş. Biraz evet, biraz hayır diyeceğim.
EVET: Ben de “Frenklere hayran kaldım. Bilimleri bir yana, ahlakları, sanatları, kültürleri idi beni etkileyen.” Orada ahlak kelimesini kullanmak cesaret ve olgunluk ister, kabul.
EVET: “[Gerçek ‘Mustafa’yı anlayabilmek için, yüzyıllar süren bir mücadeleden sonra sırtında mağlup edilmiş bir medeniyet kalmış bir insanın ruh halini anlayabilmek gerekiyor. Ve hepsinden daha önemlisi, bu mağlubiyetin askeri üstünlükten öte, kültürel üstünlük kaynaklandığını çok iyi bilen ve gören gururlu bir insanın yaşadığı hayal kırıklığını, hasedi, özlemi, aidiyet sorunlarını ve bunların yol açtığı içsel gerilimi, benliksel mücadeleleri kavrayabilmek gerekiyor. ‘Mustafa’yı anlayabilmek için yüzyıllarca düşman bellediğin, karşısında kahramanlık/fetih masalları üretilmiş, aşağılayarak kendini üstün gördüğün tarafa hayran kalan; daha sonra, hevesle, umutla dönüp kendi medeniyete, halkına, insanına bakınca, karşılaştırılması dahi gülünç, kültürel bir fakirlik gören bir insanın trajedisini anlayabilmek gerekiyor.]”
Yanlış Cumhuriyet yazarı bu trajediye duyarsız değildi. Son dönemin faciaları karşısında bir kez daha dönüp o trajediyi düşünme gereği duydu, evet.
EVET: “Türkiye’deki asıl yarılma[nın] Batı ve Doğu değerleri arasındaki farklar” olduğunu biliyorum. Tercihim de son derece net. Bir gün bile şaşmadım. Fakat heyhat, bu çatışmada bir tarafın timsali diye gösterilen kişi o kişi değil. Bir kere kendisi o değil. Daha önemlisi, bıraktığı miras o değil. Mesele sadece kendisi olsa gene tartışırdık, biraz öyle biraz böyle derdik, eksiklerini görmezden gelelim derdik, bir yerde uzlaşırdık. Ama mesele Gazi’nin kendisi değil ikonu olunca tartışacak bir şey kalmıyor. Kötü bir mirastır. Batı’yı ötekileştirme, evet tekfir etme konusunda ötekilerden aşağı kalır yönü yoktur. Medeniyet davasında ayak bağıdır. İki Mustafalardan kurtulmadıkça yürüyemeyiz.
HAYIR: O fotoğrafta [http://mechulmuhayyil.blogspot.be/2013/09/ataturku-anlamak-senin-atan-bir.html yazısında ilk resim] ben “benzerlerine ancak Paris’te rastlayabileceğiniz şıklıkta kadınlar” görmüyorum. “Vitrin yap, ama özünü kaybetme” diyen Diyarbakır mollası Ziya Gökalp’in ruhunu görüyorum. Yeşilçam filmlerinde pavyona düşen fakir kızlar gibi giydirilmiş dört tane manken görüyorum. Önemsiz bir detay değil bu, her şey o fotoğrafta gizli. (1932-35 olmalı. O yılların Paris modası öyle miydi?)
HAYIR: “Literatürü takip eden” bir entelektüel değil, “baştan aşağı Batı birikimi” yok. Hanioğlu’nun aklama çabasını boş ver. Atatürk’ün Okuduğu Kitaplar’ı (İş Bankası Yay., 1983) daha geçen ay yeniden okudum. Birikimsiz bir otodidaktın açlığıyla o devirde Türkiye’de çıkan her şeyi okumuş. Dünya ve İslam tarihine, siyaset felsefesine, iktisada, dilbilime, antropolojiye, sosyolojiye, self help literatürüne hakim olmaya çalışmış. Abdullah Cevdet’in yayınladığı materyalist, anti-teist literatür kadar, hatta daha fazla, Necip Asım ve şürekasının Türkçü saçmalıklarına ilgi göstermiş. Eleştirel zemini kof olduğundan, Rousseau ve John Stuart Mill’e gösterdiği ilginin fazlasını, Amerikalı bir şarlatanın kayıp Mu kıtasına ilişkin fantezisine ayırmış, Hayır, yabancı dilde kitap okuduğuna – okuyabildiğine – dair bir belirti yok. Yurttaşlık Bilgisi kitabını yazdırırken yararlandığı Fransızca lise ders kitabını manevi kızına tercüme ettirmiş.
HAYIR: Batı’ya karşı duyduğu hayranlık ve eziklik yeni bir şey değil. Osmanlı-Türk egemen sınıfının 1830’lardan beri neredeyse oy birliği ile paylaştığı bir hissiyat. Reşit ve Keçecizade Fuat Paşalardan, Şinasi’den ve Suavi’den, Ahmet Mithat’tan ve Yakup Kadri’den farklı bir şey yok Mustafa’nın trajedisinde. Batı’nın cafe kültürüne aşınalığı da orjinal değil. Yanlış Cumhuriyet’te yazıyor, 1850’lerden sonra iktidara gelen kadrolar arasında Batı’yı ilk elden en az tanıyanlardan biri bu, en çok değil. Selefleri arasında Batı başkentlerinde beş-on yıl büyükelçilik yapmış, Fransa’nın elit okullarından mezun olmuş olanlar var. Onunki askeri okullarda ve Selanik kahvelerinde edinilmiş, savaş yıllarında Berlin ve Viyana’ya iki kısa geziyle pekiştirilmiş elden düşme bir Batı.
Evet, hayran olmuş, bir şey anlamamış, ve nefret etmiş. O nefretin izleri Cumhuriyet’in ideolojisine sinmiştir. Bugünkü Cumhuriyet gazetesini al oku, bak. Batı dünyasına karşı nefret, kuşku, yapısal güvensizlik, irrasyonel düşmanlık bakımlarından Yeni Şafak’tan geri kalır bir yanını bulabilecek misin? Terminoloji farklı sadece, bir de simgesel referanslar. Yoksa zemin aynı zemin: bin yıllık kafir nefreti!
Ve HAYIR, bin kere hayır. “Bir doğulu olarak benim şu an sahip olduğum ahlak ve etiği mümkün kıldığı için kendisine minnettar” değilsin, olmamalısın. 1930’ların Çankaya’sından etrafa saçılan ve bugünkünden zerrece eksik olmayan biat, dalkavukluk, çanak yalayıcılık, zorbalık, ırkçılık ve hırsızlık kültürüne bir şeyler borçluysan bilemem, ama kastettiğin şey sorgulayıcılıksa, cılız da olsa bir hakikat aşkıysa, bin yıllık hurafelere kulak asmama cesaretiyse, o dediklerin buraya Cumhuriyet’le gelmedi. Şayet birilerinin eliyle geldiyse, bir avuç cesur ve idealist insanın binbir zorluğa göğüs gererek kurdukları yabancı okullarla geldi. Okul yoksa kim mereden duyacak Sokrates’i, Rousseau’yu, Galile’yi? Modernize edilen yerli okullarda sana öğretilenler, o okullarda tedrisat görmüş insanların suyunun suyudur.
Düşün: Batılılığın bu ülkedeki ışıldağı olan yabancı okullara Cumhuriyet rejiminin gösterdiği düşmanlık, Abdülhamit’inkinden bir zerre eksik değildi. Tek başına bu yetmez mi bütün tezi çökertmeye?
Yorumlar kapatıldı.