İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Kafa kesmenin kısa tarihçesi

 Ayse Hür
Bu yazı sadece ve sadece ‘kafa kesme’ye dair. Kılıçtan geçirme, çarmıha germe, yakma, boğma, zehirleme, işkence ile öldürme, ölüme terketme, kitle imha (fiziksel olsun kimyasal olsun) silahlarla öldürmenin tarihçesine dair değil… İşgal ettiği bölgelerde, soygun ve talan yapmak, Şeriat kanunlarını katı bir şekilde uygulamak, toplu tecavüz etmek, kadınları seks kölesi olarak satmak, çocukları askerler yapmak için toplamak ve kendi görüşlerine uymayanları halkın gözü önünde işkence ederek öldürmek, kafalarını kesmek, ciğerlerini, yüreklerini söküp yemek, organlarını kaynatıp çorba yapmak, cesetlerle, kesik kafalarla fotoğraf çektirmek… IŞİD’den ya da kısa adıyla İD’ten (İslam Devleti) bahsettiğimi anlamışsınızdır.

(Yazıda IŞİD demeye devam edeceğim çünkü çok daha iyi bilinen bir kısaltma.)

Bu hafta, bazı okurlarımın isteği üzerine, ‘kafa kesme’nin tarihçesine dair bir yazı hazırladım. Tekrarlıyorum : Bu yazı sadece ve sadece ‘kafa kesme’ye dair. Kılıçtan geçirme, çarmıha germe, yakma, boğma, zehirleme, işkence ile öldürme, ölüme terketme, kitle imha (fiziksel olsun kimyasal olsun) silahlarla öldürmenin tarihçesine dair değil…
SADECE SOYLULAR
 M.Ö 1200’lerde Mısır Kralı II. Ramses’i bir elinde balta diğer elinde esirin saçlarını tutarken gösteren fresk veya M.Ö. 600’lü yıllardan kalma bir Asur taş kabartmasındaki kafa kesme sahnelerini veya Eski ve Yeni Ahit’te geçen Judith’in kendisine göz koyan Asur Generali Holofernes’in kafasını kesmesi veya Kral Herod’un üvey kızı Salome ve onun annesinin kışkırtması üzerine Vaftizci Yahya’nın başını kestirmesi gibi sembolik örnekleri bir yana bırakırsak, Antik çağdan beri kafa kesmek çok yaygın bir cezalandırma yöntemiydi. Örneğin Keltler öyle çok kafa keserlerdi ki, Romalılar Kelt bölgelerini işgal ettiklerinde kültürel şok yaşamışlar ve kafa kesmeyi Keltlere yasaklamışlardı. Hayır, yöntemi barbar bulduklarından değil, kafa kesme cezasını sadece şerefli kişilere yakıştırdıklarından… Nitekim Roma İmparatorluğu’nda, sadece Roma vatandaşlarına (en çok da iktidara kafa tutanlara, örneğin siyaset adamı Pompey veya hatip Çiçero gibilere) bu ceza uygulandı. Halktan kişilerin payına ise kılıçla veya bıçakla karnını deşmek veya çarmıha gerilmek düştü.

II. Ramses (üstte), Asur tableti (aşağıda)

KILIÇ VEYA BALTA
Kafa kesme işinin sembolizmi de vardı. Bu işin kılıçla veya baltayla yapılması kafası kesilen kişiye onurlu bir ölüm sunma anlamına geliyordu. Çünkü bu iki alet, keskin olması ve uzman birinin kullanması kaydıyla, diğer kesici aletlere göre hızlı ve acısız bir ölüm sunuyordu. (‘Acısız’ diyorum ama kafası kesilen birinin duygularını öğrenme şansımız henüz olmadı. Ama bilimsel bir gerçek şu ki, kafa, kesildikten sonra 12 saniyeye kadar bir süre, bilinç emareleri gösteriyor.)
Bu yolla ölüme gönderilen aristokratlar ya da savaşçılar idamı gerçekleştirecek kişiye yüklüce paralar verirlermiş ki, işini bir kerede tamamlasın…Yine de Britanya’da Robert Devereux adlı soylu veya İskoçya Kraliçesi Mary’nin başı ancak üç vuruşta kesilebilmiş. Daha şansızları da varmış. Salisbury Kontes’i Margaret Pole 10 darbede başını teslim etmiş…

Sommerset Dükü’nün idamı (1471)
FRANSIZLARINGİYOTİNİ
Fransızların bu alandaki katkısı elbette giyotin. 1789 Fransız İhtilali’ne kadar soylular kafası kesilerek, halk ise asılarak öldürülürdü. İhtilalciler halka, soylularla eşit şartlarda ölme hakkını bahşettiler ve Giyotin’i uygulamaya koydular. İcatçısının adını taşıyan alet, insan hatalarından arınmış, hızlı ve acısız ölüm sunuyordu. Ama giyotin en çok İhtilal’in evlatlarını hedef aldı. Mayıs 1793-Temmuz 1794 arasındaki Terör Dönemi’nde öldürülen 40 bini aşkın kişinin en az 15 bini giyotinle can verdi. (Diğerleri esas olarak klasik yöntemle asılarak öldürülmüştü.) Üstelik aleti icat eden Mösyö Giyotin’in ‘Aydınlanmacı’ amacına ters olarak, öldürmeler kentin en büyük meydanlarında binlerce kişinin huzurunda uzun ve ürkütücü şovlar halinde yapılmıştı.

Fransız anarşisti Auguste Vaillant giyotin önünde (1894)
Şehir devletlerinin İtalya adıyla birleşmesini sağlayan Garibaldi’nin adamlarını, kestikleri kafalarla futbol oynarken gösteren Tavianni Kardeşlerin ünlü filmi Kaos’u yıllardır unutamam.
Bu arada Avrupalı sömürgeciler kafa kesme işini sömürgelerinde son derece aşağılayıcı şekilde yaptılar. Kafaları sopalara geçirip teşhir etmek mağlubu aşağılamanın en kaba sembolüydü.
Kafa kesme Britanya’da 1747’ye, Finlandiya’da 1825’e, Norveç’te 1905’e, Danimarka’da 1892’ye kadar resmi cezalandırma yöntemi oldu ama giyotin, Cezayir, Belçika, Yunanistan, İtalya’da 1875’e kadar, Lüksemburg, Monaco, İsviçre’de 1940’lara kadar, İsveç, Tunus ve Vietnam’da 1960’lara kadar kullanıldı. Anavatanı Fransa’da ise 1977’ye kadar hukuk sisteminin parçasıydı. Almanların 17. Yüzyıldan beri kullanılan ve Naziler döneminde 16.500 kişinin kafasını uçuran Fallbeil’i (‘düşen balta’ diye tercüme edebiliriz) ise Batı Almanya’da son kez 1949’da, Doğu Almanya’da 1967’de kullanıldı.

Bir Britanya askeri, komünistlere sempati duyduğu için öldürülen Çinli ve Malezyalı iki köylünün kesik kafasını gösteriyor (1948)
ÇİN VE JAPONYA’DA FARKLI YAKLAŞIMLAR
Buna karşılık Çin’de kafa kesmek idama veya zehirlemeye göre daha az şerefli bir ölüm yöntemi sayılıyordu. Çünkü Konfüçyüs düşüncesine göre vücut anababanın bir armağanıydı ve öteki dünyaya bütünlüğü bozulmuş olarak gönderilmesi atalara saygısızlıktı. Bu yüzden ancak çok ağır suçlarda kafa kesme cezası uygulandı Çin’de. 1949’da Komünistler iktidara gelince, her türlü öldürme biçiminin yerini kurşuna dizmek aldı.
Buna karşılık Japonlarda kafa kesme 19. yüzyıla kadar yaygın bir cezalandırma yöntemiydi. Bir çeşit askeri-feodal bey olan Samuraylar savaştan kaçan askerlerin kafasını keserlerdi. Ayrıca resmi dilde ‘seppuku’, konuşma dilinde ‘hara-kiri’ diye bilinen ritüelinin de parçasıydı kafa kesme işlemiydi.

1894’te Mançurya’daki esirlerin kafasını kesen ve bu töreni izleyen Japon askerleri
İSLAM’DA KAFA KESME
İslam dünyasında düşmanın nasıl cezalandırılacağına dair ilk örnek Hazreti Muhammed tarafından verilmişti. Peygamberin ilk hayat hik?yesini (sire ya da siyer) yazdığı ileri sürülen (sürülen diyorum çünkü eseri ortada yok, sadece daha ileriki tarihlerde ona yapılmış atıflar var) İbn-i İshak’ın (ö.768) anlattığına ve daha sonra başka yazarların da tekrarladığına göre Hendek Savaşı’nda Mekkelilere yardım ettikleri gerekçesiyle, 15 Nisan 627 tarihinde ‘Cebrail’in emir üzerine’ şehirde kalan Beni Kurayzalıların mahallesi sarılmış ve Muhammed “şehri terketmenizi istiyorum” demiş. Teslim olmalarına rağmen Kureyza erkekleri (İslam kaynaklarında sayılar 400 ila 900 arasında değişiyor) kafaları kesilerek öldürülmüş, kadın ve çocukları köle edilmiş, malları müsadere olunmuş. En çok kafa kesen Peygamberin damadı Ali imiş. Ali o gün öyle yorulmuş ki, sürekli kılıç tutan elini değiştirmek zorunda kalmış. Hazreti Muhammed de çadırından bu işlemleri izlemiş. Bu olay, işin ‘sünnet’ faslı.
KURAN’DAKİ AYETLER
Kafa kesme (ve de bugün İslamcı terör örgütlerinin sıkça başvurduğu fidye istemenin) Kuran’da da yeri var. Muhammed Suresi’nin (ki Kıtal (yani savaş) Suresi diye de bilinir) 4. Ayeti şöyle diyor : “Savaşta inkar edenlerle karşılaştığınızda boyunlarını vurun; sonunda onlara üstün geldiğinizde onları esir alın; savaş sona erince onları ya karşılıksız, ya da fidye ile salıverin; Allah dilemiş olsaydı, onlardan başka türlü öç alabilirdi, bunun böyle olması, kiminizi kiminizle denemek içindir. Allah, kendi yolunda öldürülenlerin işlerini boşa çıkarmaz.”
Enfal Suresi’nin 12. Ayeti de şöyle buyuruyor : “Hani Rabbin meleklere: ‘Muhakkak ben sizinle beraberim; haydi iman edenlere destek olun; Ben kâfirlerin yüreğine korku salacağım; vurun boyunlarına! Vurun onların bütün parmaklarına diye vahyediyordu.” Enfal Suresi’nin 50. Ayetinde tevile müsait de olsa ‘boyun vurma’nın faziletleri anlatılıyor : “Melekler, o kâfirlerin yüzlerine ve sırtlarına vura vura ve ‘Tadın bakalım cehennem azabını!’ diye diye canlarını alırken hallerini bir görmeliydin. ” Benzer ifade Muhammed/27’de vardır.
Bu arada boyun vurmak Zeyd İbn Eşlem’e dayandırılan ve Buhari, Müslim, Tirmizi, Ebu Davud, Nesai İbn-i Mace gibi başlıca hadis yazarları tarafından sahih diye nitelenen şu hadisteki ölüm şeklinin yanında çok ‘insani’ idi aslında: “Ukl ve Ureyne kabilelerinden bir grup insan Resulullah (sav)’ın yanına gelip: ‘Ey Allah’ın Resulü! Biz hayvancılıkla uğraşıp sütle beslenen insanlarız, köylüler değiliz’ dediler. Bu sözleriyle, Medine’nin havasının kendilerine iyi gelmediğini ifade ettiler. Resulullah (sav), onlara develerin ve çobanın [bulunduğu yeri] tavsiye etti. Kendilerine oraya gitmelerini, develerin sütlerinden ve idrarlarından içmelerini söyledi. Gittiler, Harra bölgesine [çöle] yarınca, İslam’dan geri döndüler. Hz. Peygamber (sav)’in çobanını da öldürüp develeri sürdüler. Haber, Hz. Peygamber (sav)’e ulaştı. Resulullah (sav), derhal arkadaşlarından takipçi çıkardı [yakalanıp getirildiler]. Gözlerinin oyulmasını, ellerinin kesilmesini ve Harra’nın bir kenarına atılmalarını ve o şekilde ölüme terk edilmelerini emretti.”
Ayetlere dönersek, peki ne demek “Savaşta inkar edenlerle (kafirun) karşılaştığınızda” ‘Savaşta zaten birileriyle çatışırken, ya o sizi ya siz onu öldürürsünüz, yaralarsınız, ya da esir alırsınız. Neden ‘karşılaştığınızda’ denmesine ihtiyaç duyulmuş’ Adeta savaş ortamını bahane ederek, egemenliğinizi, hukukunuzu inkar eden herkesin (öyle ya siz Allah’ın askeri iseniz, onun düzenini dünyaya yaymam için görevlendirildiğinize inanıyorsanız, size karşı çıkan herkes ‘kafir’ tanımına sokulabilir pekala) kafasının kesilmesine olanak sağlayacak bir muğlaklık söz konusu.
Bu ayetleri, ‘cihat’ adına öldürmeyi emreden, meşrulaştıran diğer ayetlerle (Hac 39, Maide 32, 35 ; Tevbe 5, 111 ; Nisa 89, Bakara 216 ve 256 gibi) birlikte ele alınca, bir duruma ‘savaş’ veya ‘cihat’ adını takarsanız, bir eylemi ‘inkar’ diye adlandırırsanız, bir kişiyi ‘kafir’ diye etiketlerseniz o kişinin boynunu vurmanız Allah’ın hoşuna bile gider Kuran’a göre…
MURABİTLERİN CESETTEN MİNARELERİ
Bazıları Kuran’daki pek çok ayetin indiği dönemle ilgili olduğunu (yani ayetlerin tarihsel bağlamı içinde değerlendirilmesi gerektiğini) söyleyerek bu eylemlerin ‘İslam’a aykırı olduğunu’ iddia etmeye çalışıyor ama İslam tarihi boyunca diğer öldürme biçimlerinin yanısıra kafa keserek öldürme işi sık sık uygulanmış. Örneğin Batı Sahra’dan İspanya’ya kadar uzanan İslam devleti Murabitlerle Kastilyalılar arasında 1086 yılında yapılan Zallaka Savaşı’nda galipler 24 bin Kastilyalı’nın kafasını kestikten sonra, ölü bedenleri üstüste yığmış, bu ‘insandan yapılmış minare’nin üstüne çıkan bir müezzin ezan okumuş. Murabitleri Muvahhidler izlemiş, savaşlarda yenilen Kastilyalıların kafalarından minare yapılmaya devam edilmiş.

Etiyopya Kral ve kesik kafalar (18. Yüzyıl)
MOĞOLLARIN KESİK KAFA KULELERİ
Osmanlı’ya geçmeden, ‘Yasa’ denilen kanunları Osmanlı’nın hukuk kaynaklarından biri olan (diğeri Şeriat) Moğollar için bir parantez açalım. Moğolların uyguladığı öldürme metodları içinde belki de en az vahşi olanı kafa kesmeydi. Ama bu konuda öyle ‘kült olaylara’ imza atmışlardı ki, ‘kafa kesme’ deyince akla Moğollar gelir olmuştu. Örneğin Cengiz Han’ın 1215’te Pekin’i aldıktan sonra kestiği kafalar, 1220’de Semerkand’da kestikleri, oğlu Cuci’nin Horasan’da kestikleri, örneğin Cengiz’in torunu Hülagü’nun 1258’de Bağdat’ta kestiği kafalar, 1387’de Cengiz Han ailesine damat olarak giren Timur’un 1387’de İsfahan’da kestiği kafalar (ki tarihçi Hafız Ebru, her biri 1500 kafadan 28 kule saymıştı)… Cengizoğullarının ve Timur’un dini konusunda sayfalar dolusu yazılır ama özetin özeti Musevilik dışında neredeyse her din (öncelikle Şamanizm, Manicilik, Budistlik, Nesturilik, Müslümanlık) onların şu veya bu dönem, şu veya bu düzeyde dini olmuştur. Bu yüzden Cengiz Han ve ardıllarının kafa kesme ritüellerini dinlere değil de geleneğe dayandırdığını düşünebiliriz. Bu arada Moğollara göre çok barışçıl bir tolum olan Tibetlilerin destanlarında da öldürdükleri Moğolların sağ kulaklarını nasıl kestiklerini okuyabilirsiniz…
OSMANLI’NIN KISA TECRÜBESİ
Moğol hukuku ile İslam hukukun bir karışımını uygulayan Osmanlılar da birbirinden korkunç öldürme biçimlerinin yanısıra (şu adreste bu konuda iyi bir derleme var: Okumak için tıklayın) kafa kesme pratiğini uyguladılar ama çok sık değil. Örneğin 1389’da I. Kosova Savaşı’ndan sonra Sırp Kralı’nın ve esirlerin kafası kesilmişti. 1444’te Varna Savaşı’ndan sonra Macaristan Kralı Vladislav’ın kafası, 1453’te Konstantinopolis fethedildikten sonra son Bizans imparatorunun kafası kesildikten sonra diyar diyar gezdirilmişti. 1456’da Bosna Kralı Stephen ve oğullarının kafası kesildi, 70 yıl sonra Boğdan’da 2 bin kafa kesildi ki bu en kitlesel kafa kesme olaydı.
Cumhuriyet dönemindeki tek kafa kesme olayı, 23 Aralık 1930’de kendini Mehdi sanan Mehmet adlı bir Nakşibendi’nin Menemen’de Yedek Asteğmen Kubilay’ın kafasını kesmesiydi neyse ki… (Bu olaya ilişkin yazımı okumak için tıklayın)
SUUDİLERİN DEVAM EDEN PRATİĞİ
Kafa kesmeye, tarih boyunca hiç ara vermeyen ülkeler hepsi de İslam ülkeleri olan Irak, Katar, Yemen, İran ve Suudi Arabistan. Bunlardan ilkinde, 2000’lere kadar kafa kesme cezası vardı ama artık yok. Diğer üçünde kafa kesme hala hukuk sisteminin parçası ama uygulama epeydir yapılmıyor. Suudi Arabistan’da ise tecavüz, zina, cinayet, dinden dönme (irtida), büyücülük, silahlı soygun, uyuşturucu madde ticareti ve uzun süreli kullanımının cezası olarak uygulanıyor, hem de kamusal alanda. İdamlar, Riyad, Cidde ve Dahran gibi büyük şehirlerin merkez meydanlarında, Cuma namazından sonra gerçekleştiriliyor. Mahkûmlara çoğunlukla beyaz elbiseler giydiriliyor, gözleri siyah bantla kapatılıyor, elleri arkadan bağlı olarak yüzleri Mekke’ye dönük olarak idam fermanları okunuyor, ardından cellat bir kılıçla işini bitiriyor. Kafa kesme cezası kadınlara da uygulanıyor. Örneğin 2010 yılında 47 kadının kafası kesilmişti.

(Suudi Arabistan’da cellat kıtlığı yüzünden idamların kılıçla değil kurşunla yapılması düşünülüyormuş ama ulema bu yöntemin İslam’a uygun olmadığını düşünüyormuş.)
İSLAMCI ÖRGÜTLERDE DEĞİŞEN EĞİLİMLER
Sünni İslam’ın model ülkesi Suudilerin asırlardır uyguladığı usule IŞİD’in katkısı ne derseniz cevap vermeden önce kısa bir hatırlatma yapalım: Hatırlarsanız İslam dünyasındaki (özellikle Filistin’deki) radikal hareketler 1970’lerde uçak kaçırırlardı. Çünkü o yıllarda göklere egemen olmak sembolik açıdan çok önemliydi. 1980’lerde arabalara bomba koymak moda olmuştu. Çünkü o yıllarda otomotiv sektörü tüm dünyaya egemen olmak üzereydi. 1990’larda intihar saldırıları yaygınlaştı, çünkü o yıllarda ‘insan hakları’, ‘insan bedeninin dokunulmazlığı’ gibi kavramlar Batı’da çok revaçtaydı. 2000’lerde Batılıları kaçırıp karşılığında fidye almak moda oldu, çünkü artık terör örgütlerinin modernizasyon için paraya ihtiyacı vardı.
Şubat 2002’de Pakistan’da Leşker-i Cengvi adlı Sünni örgütün Wall Street Journal muhabiri Daniel Pearl’i öldürmesiyle başlayan furya 2003 Irak Savaşı’nın ardından patlama yaptı. Özellikle Irak’ta İslamcı teröristler, Amerikalı, Türk, Kürt, Arap, Koreli, Bulgar, İngiliz, Nepalli yüzlerce kişiyi kaçırdılar, fidye alamadıklarını (150’yi aşkın kişiyi) öldürdüler. Bunların bir bölümünün kafası kesildi ve bunların videoları internette yayımlandı.
Bütün bunlar olurken, Seyit Kutup, Mevdudi gibi modern tefsirciler ve onların tilmizleri Kuran’ın tarihsel değil evrensel bir metin olduğunu İslamcı eylemcilere öylesine ikna edici bir şekilde anlatmışlardı ki bu gün sadece IŞİD değil, Ebu Musa El Zarkavi’nin Tevhid ve’l Cihad’ı ile Ebu Abdullah El Hasan bin Mahmud’un Ensar El Sunna’sı kafa kesme eylemlerini açıkça Kuran’a ve Sünnet’e dayandırıyor. Kimin kafir, kimin inkarcı, kimin fitneci olduğuna elbette elinde silahı tutan karar veriyor. Bu kararlara yıllardır hem geniş kitlelerin hem Sünni ulemanın zımni veya açık onay vermesi ise olayları kolektif suç haline getiriyor.
IŞİD’İN GELENEĞE KATKISI
IŞİD’in bu barbar geleneğe katkısı, en vahşi, en barbar usullerle gerçekleştirdikleri toplu ya da tekil idamları toplumu terörize etmek için bir çeşit süper şova dönüştürmesi. AKP’li bakan Emrullah İşler’e göre “en azından işkence etmeden öldürüyor” diye takdir edilen IŞİD, Müslüman rehineleri topluca kurşuna dizer veya topluca kafasını keserken özel bir şova ihtiyaç duymuyor ama Batılı rehinelere Ebu Gureyb’de ABD’lilerin Iraklı tutuklulara giydirdiği turuncu elbiselerin bir benzerini giydiriyor, ellerini arkadan bağlayıp diz çöktürüyor ve önce bazı açıklamalar yaptırıyor. Ardından kafalarını kısa bir bıçakla kesiyor. IŞİD’den kaçan bir İngiliz teröristin dediğine göre öldürme işi için eğitim tavuk keserek yapılıyormuş. Öldürmelerin kılıç veya balta ile yapılmaması, Antik çağdan beri beri bu silahların ‘soylu’ aletler olarak görülmeleriyle ilgili. Bıçak maktulü aşağılamak ve ölüm işlemini acılı hale getirmek için ideal. IŞİD, bu son derece vahşi töreni adeta bir belgesel gibi filme çekiliyor ve Batı’nın icadı olan iletişim araçları ile ‘e-cihat’ kapsamında tüm dünyaya ilan ediliyor.
Tarihçi olarak soğukkanlı olmayı başarabiliyorum ama sıradan bir insan olarak baktığımda, Kuran’da ‘eşref-i mahlûkat’ olarak tanımlanan insanoğlu, benim gözümde dünyadaki varlıklar içinde en acımasızı, en vahşisi, en şerefsizi. Bu açıdan bir insan olarak barbarlığıyla beni dehşete düşüren IŞİD, bir tarihçi gözüyle bakınca insanoğlunun barbarlık tarihinde bir zerre bile değil henüz. IŞİD’in katliamları sayısal olarak, bırakın kadim barbarları, Batılı modern barbarların (Nazilerin, Stalincilerin, Maocuların, Amerikalıların) katliamlarının ve de 2003’ten beri Irak’ta Sünni ve Şiilerin birbirine yönelik katliamlarının yanında devede kulak kalır. Ama IŞİD’in katliamları niteliksel olarak İslam dininin toplumları medenileştirmek açısından diğer inanç sistemlerinden hiçbir üstünlüğünün olmadığının, Ortadoğu toplumlarının büyük çoğunluğunun hala barbarlık döneminde yaşadığının anlık ama çok sarsıcı, mide bulandırıcı görüntüsünü yansıtan eşsiz bir ayna…
Özet Kaynakça: David Kertzer, Ritual, Politics, and Power, New Haven: Yale University Press, 1988), Richard Clarck, “The History of Beheading”, http://www.richard.clark32.btinternet.co.uk/behead.html ; “Execution by beheading (Decapitation), http://www.capitalpunishmentuk.org/behead.html ; Timothy R. Furnish, “Beheading in the Name of Islam”, Middle East Quarterly, Spring 2005, s. 51-57.

Yorumlar kapatıldı.