Ragıp Zarakolu
Kobanê, Türkiye Kürdistanı’nın Suriye’ye sarkmış bir cebidir. Bu küçük Kürt kenti müthiş direnişi ile kendini bütün dünyaya duyurdu. Stalingrad kenti direnişine benzetenler var. Ama bence Moskova ve Leningrad direnişinin daha çok benzeri, sivil ayağın da olması nedeniyle. Elbette bu devasa örneklerle kıyaslandığında bu duygusal bir abartı olarak da görülebilir. Ama kesinlikle her üçünün de minyatür bir örneği.
Gerilla güçleri doğru bir kararla kent içindeki sivilleri mümkün en az sayıya indirdi ve sınırın Türkiye yanına geçmesini sağladı.
Bu noktadan itibaren Stalingrad’a benzerlik daha arttı.
Stalingrad’da olduğu gibi IŞİD geri çekilmezse, savaş ev ev sokak sokak devam edecek.
Stalingrad gibi, bu savaş da önümüzdeki dönemi belirleyecek.
IŞİD, bir örgüt olmayı çoktan aştı.
Bir devlet artık, kimse tanımasa da. Dayandığı sosyal taban Sünni Arap aşiretleri.
Ve aynı zamanda bir ideolojiye dayanıyor.
IŞİD, Kobanê’yi düşürerek, kendini devlet olarak kanıtlamış olacak, Türkiye sınırına boydan boya hâkim olacak, önemli bir moral zafer kazanacak.
Ama Kobanê direniyor, Türkiye cephesinden bir ihanet olmazsa düşmeyecek.
Kobanê artık barış sürecinin de kilit noktası haline geldi.
Kobanê’den sonra artık hiçbir şey eskisi gibi olamaz.
Kobanê ayni zamanda, Türkiye’deki çözüm sürecinin de savunma mevzii.
Suriye Kürdistan’ı, esas olarak Kamışlı çevresinde. Antakya’nın ardındaki Kürt Dağı bölgesi ile, Kürt Halebi ile, Kobanê ile doğrudan bir bağ yok.
Bunun bir nedeni de Suriye devletinin Kürtler arasındaki bağı koparmak için, özellikle BAAS döneminde izlenen Türkiye sınırına Arap aşiretlerini iskân etme politikası. Yani yerleşimciler Orta Doğu’da sadece İsrail’de mevcut değil.
Kobanê çok eski bir yerleşim değil.
Kobanê’yi kuranlar, Suriye çöllerinden sağ kurtulmayı başaran, Ermeni kılıç artıkları. Daha sonra kenti kuranlar Ermenistan Sovyet Cumhuriyeti’ne göç etmişler.
Daha sonra bu yöreye, diğer kılıç artıkları toplanmış, yani 1925 Şeyh Said ve daha sonra Ağrı isyanlarından sonra TC’nin tedip ve tenkil seferlerinden kaçan Kürt aşiretleri. Bunun içindir ki Halep’de bir Şeyh Sait Mahallesi vardır. Söz konusu aşiretler de ortadan geçen demiryolu ile ikiye bölünmüş. Onun için sınırın iki yanında herkes birbirinin akrabasıdır. Suriye’nin “kâğıtsızlarıydı” onlar. Bunların bir bölümü, CHP’nin 1950 yenilgisinden sonra sınırın öte yanına geri döneceklerdi.
Sınır mı dediniz? Dünyanın en garip cetvelle değil de, demiryolu hattı ile belirlenmiş sınırı!
Arzu ederseniz 1920 Fransa’sına bir geri dönüş yapalım.
İngiltere ve Fransa, sadece Elenlere ve Haylara ihanet etmedi, 1. Dünya Savaşı’ndan sonra, Araplara da aynısını yaptılar.
Çöken çok uluslu Osmanlı İmparatorluğunun bütün tabası gibi Araplar da kendi kaderini tayin etme talebinde bulunuyorlardı. Zaten Araplar bunun için ayaklanmıştı. Ve bu nedenle 1920 yılında Suriye Arap Krallığını ilan ettiler. Bu krallık Lübnan ve Filistin’i de kapsıyordu. Ama İngilizler Musul karşılığı Suriye’yi Fransızlara sattılar. Alelacele kurulan Arap ordusu, birkaç ay sonra modern donanımlı Fransız ordusu karşısında yenilgiye uğradı.
Ama Arap direnişi devam etti. Bunlardan biri bir Alevi olan Şeyh Salih Ali direnişidir. Daha sonra Kürt asıllı İbrahim Hamano, kök söktürmeye başladı. İbrahim Hamamo, İttihat Terakki’nin devrimci döneminde üyesiydi ve Hareket Ordusu içinde yer almıştı. Ankara da ona destek olacağına söz vermişti.
Fransızlar 1920 ve 21 yılında Arap direnişi nedeniyle çok zorlandılar. Ermenilere geri dönün diye söz vermişler ne önemi var. Mösyö Franklin Bouillon 1921 Ekimi’nde Ankara’ya teşrif ettiler. Fransız Cumhuriyeti Maraş, Antep, Adana Ermenilerini sattı. Ankara Hükümeti de buna karşılık, destek sözü verdiği İbrahim Hamano’yu. Suriye’nin bağımsızlığını savunan o kahraman Kürdü. Benzeri bir satış da Irak Kürdistan’ında yapılıyor, Ankara’nın 1921 Londra Konferansı’ndan sonra, destek sözü verilen Mahmud Berzenci’nin Kürt Krallığı satılıyordu.
Ama ne antiemperyalistti şu Ankara!
Mösyö Bouillon işi bir an önce bitirmek istiyordu. Paris sıkıştırıyordu. Sovyet devrimine müdahale etmeye kalkan Fransız donanmasında isyan çıkmıştı. Paris ve Londra genel grevlerle sallanıyordu. Araplar kök söktürüyordu. Hiç olmazsa Türkiye belasından kurtulmalıydılar.
Mösyö Bouillon sonunda, yahu dedi, sınırı öyle mi şöyle mi çizelim diye uğraşacağımıza, kim hangi tarafta kaldı diye kafa yoracağımıza, demiryolunu sınır yapalım, işi şipşak bitirelim dedi.
Ankara sonunda Paris’in kendini tanımasından çok mutluydu. Londra da en azından muhatap almıştı Londra Konferansı ile. Sovyetlerle ise, antiemperyalizm muhabbeti iyi gidiyordu.
Kemalistler de sözde temsil ettiklerini savundukları Suriye Kürtlerini bir çırpıda satıverdiler. Zaten Araplar umurlarında değildi. Onlar da Hay ve Huylar gibi hainliğe terfi etmişlerdi!
Bu arada küçük bir teferruat. Demiryolunun işletmesi bir Fransız şirketine verildi.
Ama ne antiemperyalistti Ankara!
ÖZGÜR GÜNDEM
http://www.ozgur-gundem.com/index.php?haberID=119894&haberBaslik=Koban%C3%AA&categoryName=K%C3%B6%C5%9Fe%20Yaz%C4%B1lar%C4%B1&categoryID=17&authorName=Rag%C4%B1p%20ZARAKOLU&authorID=139&action=haber_detay&module=nuce
__._,_.___
________________________________________
Posted by: Simon DARONYAN <taron49@hotmail.de>
Yorumlar kapatıldı.