Dikran M. Zenginkuzucu –
Cumhurbaşkanı Erdoğan geçtiğimiz günlerde tarihi sözlerinden birine daha imza attı. Erdoğan geçen hafta Yeşilay amblemi altında yaptığı konuşmada AİHM’nin bir kararına kızarak şöyle konuştu: “Dünyanın hiçbir yerinde zorunlu fizik dersinin, zorunlu kimya, zorunlu matematik dersinin tartışma konusu olduğunu göremezsiniz. Ne hikmetse zorunlu din kültürü ve ahlak dersi her zaman tartışma konusu olur.”
İlk okunduğunda ne demek istediği pek anlaşılamayan, espri konusu olan ancak amacı ve doğrultusu çok tehlikeli bir yöne gidecek bu anlayış Erdoğan tarafından “Zorunlu din kültürünü kaldırırsanız onun yerine uyuşturucu, şiddet, ırkçılık gelir” şeklinde savunuldu. Ardından da Davutoğlu konuyla ilgili zorunlu din dersinin ve İmam Hatip Okullarının din eğitimini kontrol altında tutarak ve dini değerleri topluma yayarak çevremizdeki (IŞİD’i ima ederek) radikalleşmeye karşı bizi koruyacak yegâne yol olduğunu ifade etti.
Tabi, bu açıklamalar içerisinde 1980’den beri din dersinin zorunlu olmasına ve dört bir yanımızı İmam Hatip Okullarının çevirmesine karşın Türkiye’de “uyuşturucu, şiddet ve ırkçılığın” her tarafı sardığını, IŞİD’in en azından yüzde 10’unun Türkiye’den katıldığını ve IŞİD destekçilerinin artık toplu taşıma araçlarında, caddelerde, alanlarda, camilerde açıkça dolaştığı, yardım topladığı hatta üniversitelerde sopalı saldırılar düzenlediğini tartışmanın pek anlamı kalmıyor.
Belki de Cumhurbaşkanının yukarıdaki sözlerinde ürkülmesi ve tartışılması gereken “din dersini” fizik, kimya, matematik dersleri ile bir tutarak çocukların eğitilmesinde temel olarak görmesidir. Felsefe, mantık, sosyoloji derslerinden hiç bahsetmiyorum çünkü onların başına gelenler herkesin malumudur. Yukarıdaki mantığın devamı “din dersi”nde öğretilenlerin iki kere iki kadar doğru olduğundan yola çıkarak toplumun temeline dogmatik düşünceyi koymaktır. Tersten bakarsak, “yaradılış”a inanan birinin çocuğunun biyoloji, fizik gibi derslerden muaf tutulmasını istemesi gibi bir açıklama olmuş. Bu anlayışla pozitif bilimler evreni, dünyayı, canlıları, varlıkları anlamak için değil ancak bina, silah, araç – gereç yaparken bazı hesaplamalar yapmaya yardımcı bilgiler olarak araçsallaştırılmaktadır ki olan da budur.
AİHM: TÜRKİYE ZORUNLU DİN DERSİNİ KALDIRMALI
Aslında, 2007’de de bir Alevi vatandaş Hasan Zengin ve 7. sınıf öğrencisi kızı Eylem’in şikâyetinde1 Mahkeme Türkiye’nin ebeveynin çocuğunun dinsel ve felsefi inançlarına uygun eğitim ve öğretim aldırabilmesi hakkını (AİHS 1. Ek Protokol 2. Madde) çiğnediği kararına varmıştı2. Yeni Türkiye’nin liderlerini kızdıran karar ise AİHM’nin 14 Alevi T.C. vatandaşının zorunlu din dersine karşı başvurusu hakkındaki 16 Eylül 2014 Tarihli kararı olmuş3. Görülen o ki Türkiye bu kararda faka basmış, ilk davada “Hıristiyan ya da Musevi Azınlıklara uygulanan muafiyet prosedürünün diğer dinleri veya ateizm gibi felsefi inançları da kapsayabileceği” şeklindeki savunmasına karşın uygulamanın sürmesi sonucu Mahkeme bu kez açıkça Türkiye’nin acilen din eğitimini yeniden düzenlemesi gerektiği, özellikle de ebeveyn ve öğrencilerin dinsel ve felsefi inançlarını açıklamak zorunda kalmaksızın her öğrenciye muafiyet hakkı tanınmasını istemiştir. Öğrenci “din dersi” yerine kendi inanışına uygun seçmeli bir ders alabilmeli ya da tamamen din dersine girmemeyi seçebilmelidir.
Türk – İslam sentezine bağlı nesiller yetiştirmek üzere 12 Eylül rejiminin eğitim sistemine kazıdığı zorunlu din dersinin Türk ulusçuluğunun tekleştirici kimlik anlayışına koşut sekter bir anlayışla tek tip dindar kimliği yaratmayı amaçlayan bir politikanın tamamlayıcısı olduğu görülmektedir. 12 Eylül’ü durmadan eleştiren ama her uygulamasına dört elle sarılan AKP iktidarı da kendine bağlı kimlik anlayışını geliştirirken ne kadar da Türk ulusçuluğuna benzer davranmaktadır. Türk uluslaşması nasıl ki Lozan ile korunan gayrimüslimler dışındaki Müslüman nüfusu devlet tarafından kontrol edilen tek bir dini ve ırksal kimlik çerçevesinde tanımlamışsa, hatta Hıristiyan Türkleri dahi içine almaktan kaçınmışsa “Yeni Türkiye” de tek bir mezhep ve dini kimlik yaratmak istemektedir. Erdoğan dindar bir nesil arzuladığını haykırırken diğerlerini sırasıyla tinerci, çapulcu, ayyaş, terörist vb. tanımlamıştı. Okullar zorunlu din dersinin yanı sıra “Kur’an-ı Kerim”, “Hz. Muhammed’in hayatı”, “Temel dinî bilgiler” gibi seçmeli derslerle donatıldı. Eğitim Sen’in de belirttiği gibi “Türkiye’de benimsenen zorunlu din eğitimi politikaları ile bireylerin ve devletin hayatında dinin konumunu ve bireylerin günlük yaşantısında oynadığı rolü arttırma, hatta belirleyici olmasını öngören bir yapıda örgütlenmesi hedeflenmiştir. Zorunlu din dersi uygulaması, kişinin dininin bir ayrım ve eşitsizlik unsuru olarak kullanılmasına neden olduğu gibi, devletin bütün din ve inançlar karşısında tarafsız kalmamasına, ağırlıklı olarak tek bir dinin tek mezhebini öğreterek, diğer dinsel inançlara karşı açık bir adaletsizlik yaratılmasına yol açmaktadır”4.
MUAFİYET ÇÖZÜM MÜDÜR?
Türkiye’nin toplumsal altyapısı göründüğünden ve sanıldığından çok daha çoğulcudur. Bu tarihsel, coğrafi, politik ve kültürel bir olgudur. Din kültürü ve tarihinin ne şekilde okutulması gerektiği pedagoglar, eğitimciler ve akademisyenlerin bileceği bir konudur. Ancak toplumsal açıdan bakıldığında okullarda dinler hakkında genel bilginin ötesinde içeriğinin ağırlıklı olarak İslamiyet ve Sünnilik öğretisinin ve pratiğinin oluşturduğu nesnellik ve çoğulculuktan uzak, ailenin dini ve felsefi görüşüne saygı gösterilmeyen bir eğitim programı kabul edilemez. Gayrimüslim öğrencilere tanınan din dersinden muafiyetf uygulamasının genişletilmesi de bir çözüm değildir. İlk başta, gayrimüslim azınlık çocuklarının muaf tutulması din dersinin İslamiyet’in öğreti ve dogmalarıyla dolu olduğunun bir itirafı değil midir? Öte yandan, din dersinden muafiyet için ailelerin ve çocukların kendilerinin “Alevi”, “Ateist” ya da bir başka inanış ve görüşe dâhil olduklarını beyana zorlanmaları kabul edilemez. Ayrıca bir azınlığı sınıftan çıkarıp çoğunluğa sekter, dogmatik bir din eğitimi vermek çok daha vahim sonuçlara götürebilir. Bir derse muafiyet hakkı tanınması içerideki öğrencilere diğerlerinden farklı ve onlara uygun olmayan bilgi ve değerlerin verildiği sonucuna götürür. Eğer gerçekten farklı din ve kültürler eşit ve tarafsız bir anlayışla öğretiliyor olsaydı bazı öğrencilerin dışarıda tutulması için bir neden kalmazdı. Bu bakımdan din dersinin tamamen kaldırılması ya da Sünni İslamiyet’in öğretildiği bir ders yerine kapsamının bir tarih ve kültür dersi şeklinde oluşturulması gerekmektedir. Çocuklarına belli bir inancın ilkelerini öğretmek ya da öğretmemek ebeveynin sorumluluğundadır. Bunun yol ve yöntemleri, dini kurum ve öğretimin düzenlenmesi ve denetlenmesi farklı bir konudur. Ancak hiçbir dini inancın eğitim programına özel ve ayrıcalıklı bir girdisi olmamalıdır. Bu anlamda, eğitim anlayışı yalnız din dersinde değil genel olarak nötrlük ve tarafsızlık ilkelerinden uzaklaşılmamalıdır.
Bu arada, yazının sonunda kuyuya bir taş atalım; bu ilkeler azınlık okullarındaki din dersleri için de geçerli olmalıdır…
1 Affaire Hasan et Eylem Zengin c. Turquie (no 1448/04), Arrêt, 9 Octobre 2007, http://hudoc.echr.coe.int/sites/eng/pages/search.aspx?i=003-2141231-2280497.
2 Türkiye Ek Protokolü imzalarken şu bildirimde bulunmuştu; “İnsan Haklarını ve Ana Hürriyetlerini Koruma Sözleşmesine Ek Protokolün ikinci maddesi 3 Mart 1924 tarih ve 430 sayılı Tevhidi Tedrisat Kanununun hükümlerini ihlal etmez”
3 Affaire Mansur Yalçın et autres c. Turquie (no 21163/11), Arrêt, 16 Septembre 2014, http://hudoc.echr.coe.int/sites/eng/pages/search.aspx?i=001-146381.
4 Eğitim Sen, “Okullarda ‘Tek Din, Tek Mezhep’ Dayatmasına Son Verilmeli, Zorunlu Din Dersleri Kaldırılmalıdır!”, 21 Ocak 2014, http://www.egitimsen.org.tr/ekler/748b9d786b28fba_ek.pdf?tipi=74&turu=X&sube=0.
5 12 Eylül sonrası zorunlu din derslerinin bir kültür dersi olduğu gerekçesiyle Azınlık okulları dışındaki okullarda okuyan gayrimüslim öğrenciler de din dersine girmek zorundaydılar. Bazı okullarda sure ezberlemek, uygulamalı şekilde namaz kılmayı öğrenmek zorunda kaldılar. Gayrimüslim öğrenciler için zorunluluk önce Özel Yabancı Okullarda sonrasında 9 Temmuz 1990 Tarihli bir kararla tüm okullarda kaldırıldı.
Yorumlar kapatıldı.