Filorita Uluk Benli
21 Eylül 2014 Pazar akşamı, Lütfü Kırdar Kongre ve Sergi Sarayı’nda, Barış Meclisi’nin düzenlediği ‘Orhan Doğan Barış Ödülü’ töreninin ikincisi gerçekleşti. Siyasal iktidarın sırt çevirdiği geceye, birçok alan ve meslekten, barışa gönül vermiş insanlar hazır bulundu. Ödülün, bu konuda içtenliğine inandığım insanların başında gelen Eren Keskin‘e verilmesini de son derece isabetli ve sevindirici buldum… Sevgili Eren Keskin, teşekkür konuşmasına “Bize bu coğrafyada çok yalan söylendi.1915 Soykırımının üzerine kurulmuş bir devlete, devrim dendi. Ve solcusuyla, sağcısıyla egemenimize benzedik” diyerek başladı konuşmasına. Tam bu cümle sırasında, sahnede duran ve üzerinde her dilden “Merhaba” ve “Barış” yazan dev panoda Ermenicenin olmadığını çoktan gören gözlerim dolduğu için, yüreğim inceden sızlamaya meyletti.
***
Kader; “bütün olayların önceden ve değişmeyecek biçimde düzenlendiğine inanılan doğaüstü güç, ezeli takdir“ olarak anılsa da, benim için açıklaması; “tesadüfler sağanağıdır.”
İşte öyle bir gecede; 21 Eylül 2014 Pazar akşamı, Lütfü Kırdar Kongre ve Sergi Sarayı’nda, Barış Meclisi’nin düzenlediği ‘Orhan Doğan Barış Ödülü’ töreninin ikincisi gerçekleşti. Siyasal iktidarın sırt çevirdiği geceye, birçok alan ve meslekten, barışa gönül vermiş insanlar hazır bulundu. Ödülün, bu konuda içtenliğine inandığım insanların başında gelen Eren Keskin‘e verilmesini de son derece isabetli ve sevindirici buldum.
Sevgili Eren Keskin, teşekkür konuşmasına “Bize bu coğrafyada çok yalan söylendi.1915 Soykırımının üzerine kurulmuş bir devlete, devrim dendi. Ve solcusuyla, sağcısıyla egemenimize benzedik” diyerek başladı konuşmasına.
Tam bu cümle sırasında, sahnede duran ve üzerinde her dilden “Merhaba” ve “Barış” yazan dev panoda Ermenicenin olmadığını çoktan gören gözlerim dolduğu için, yüreğim inceden sızlamaya meyletti. Anadilimi çok iyi bilmediğim halde, 2011 yılında beri dünyada pek çok ülkede yürüttüğüm ‘Barışa bir Tülbent de Sen Bağla’ projesi sebebiyle ezbere okuyabileceğim, Parev* ve Hağağutyun**”yoktu. Yine de, bir umutla emin olmak için kızıma döndüğümde, sormadan cevabımı aldım.
Bir Ermeni olarak, unutulmanın veya yok sayılmanın yüzyıllık acısına rağmen, Eren Keskin’in ‘ödülümü soykırım yaşayan bir halkın yazarı olan Ermeni Zabel Yeseyan ve Kürt halkının barışa ulaşması için çalışan Sakine Cansız‘a adıyorum” demesi ile, geçiştirmeye çalıştım bu duyguyu. Panoda unutulmanın burukluğunu biraz olsun hafifletti. Yoksa gerçekten, bizi yok sayan egemenlerimize mi benziyoruz bizde? Bunun “tesadüf mü isabet mi” olduğuna karar vermedim.
Töreni nin düzenlendiği salon ve adına ödül verilen iki ismi yan yana görünce işte “kader” dedirten gerçek. Biri; ömrünü savaşlara adamış, 27 Mayıs darbesinde Yassıada’da yargılanırken hayatını kaybeden İstiklal Madalyası sahibi Lütfü Kırdar, diğeri tüm siyasi hayatını ve ömrünü barışa adayan, adına ödül düzenlenen Orhan Doğan. Barış müzakere süreci dışında, başka hiç bir durumda yan yana gelmeyecek iki isim bile, devlet ve iktidar siyasetinden hiç kimseyi bu pozitif ortama katamamıştı. Her şeyi ile ironik ama, sürece olumlu hizmet eden bu tören TC sınırları içinde olsa da devletin ve iktidar politikalarındaki ruhun tamamen dışında duruyordu.
Egemen bir Cumhuriyetin içinde “başka bir Cumhuriyet” vardı adeta. Eşitliği özümseyerek yolculuk eden birbirinden farklı insanların elindeki, “barış” anahtarı, özgürlük ve huzur yuvası olacak olan “Ortak vatan” kapısına uymuyordu. Egemen cumhuriyet, içinde yer alan “başka” cumhuriyetin güzelliklerine sırtını dönmüş ve yok saymıştı yıllar yılı. Oysa bu yıl farklı olmalıydı. İçinde bulunduğumuz bu “sözde” barış süreci ve yanı başımızdaki komşu ülkelerdeki dehşet dolu günler, şaşılacak olanaklar yaratarak bizi içeride ve dışarıda kader birliğine zorluyordu. Ana yurdumuzda süregelen bir iç savaşın sonu olacak bir barış süreci, yanı başımızda bir savaş ve bu savaşta elbirliği edilerek kazanılacak bir zafer vardı apaçık. Ama her şey, o egemen Cumhuriyetin içindeki “diğer Cumhuriyete’’, özünü reddedip kendisine benzetme bencilliğini dayatması yüzünden mahvolmakta.
Yani, fiilen bir ‘bölemediği’ kalan memleketin bütünlüğünü korumak adına yürütülen devlet politikaları, sadece barışa oturduğu tarafı değil, kendi tabanını da içine alarak hepimizi kandırıyor.Oysa biz; binlerce yıldan bu yana dünya tanıklığında yaşanan oyunların, katliamların, soykırımların, birbirlerini, yara izlerinden tanıyan mağdur halklarıyız.
Yıllardır dayanılmaz bir zulüm altında var olma mücadelesi veren Kürt halkının, savaştan kaçan binlerce insanı kucaklayıp sınırda gösterdikleri “dayanışma ruhu”, “diğer cumhuriyette’ ikamet edenlerin korkusu oldukça, bize “ortak vatan” kapısını açacak bir barış anahtarı vermek yerine, başımızın üzerine inmek için hazır bir giyotin olacaktır.
Ne derler? “Eşitsizliğin olduğu her yer, egemenleri besleyen kavga ve savaşın zeminidir.”
Merhaba*…Barış **
Yorumlar kapatıldı.