İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

‘Atatürk’ün sandalına takılan veletlerden biriydim

Fotoğrafın efsane adı Ara Güler, Atatürk ile tanışmasından, Adnan Menderes’e ve 6-7 Eylül olaylarına kadar her şeyi “O vakit ne demeye karşıma gelip oturdun” diye terslendiği İzzet Çapa’ya anlattı!  “Florya Köşkü’nün yanındaki kamu plajının üstünde evimiz vardı. Atatürk de vakit zaman oraya gelir, denize girerdi. Atatürk’ü görmüşümdür. Çünkü hep orada otururdu, çizgili mayosuyla. Öyle barikat falan da yoktu. O geldiğinde biz de tüm veletler toplanırdık. Daha küçücüğüz doğal, Atatürk’ün kim olduğunu bilmezdik bile….”

Hürriyet Gazetesi yazardı İzzet Çapa Kelebek ekinde resimin efsane adı Ara Güler ile söyleşti.
Ara Abi sen kim bilir şimdi neler anlatacaksın da ben nereden başlayacağımı bilemiyorum…
– O vakit ne demeye gelip karşıma oturdun ulan!
Dakika 1 Gol 1! Ne soracağımı da unuttum. Bari gazetecilik ezberinden gidelim; çocukluğunuzdan başlarsak efendim.
– Bir yaz günüymüş, 16 Ağustos perşembe… Anamın sancıları tutmuş ve altıyı çeyrek geçe de ben doğmuşum. O günden bugüne kadar da yaşıyoruz işte.
Allah daha fazla ömür versin. Anne babandan bahsedelim mi biraz?
– Babam aslen Şebinkarahisarlı, annemse İstanbullu. İkisi de Ermeni. Dedemin yalnız Kadıköy’de altı adet evi vardı, o yüzden annemlerin İstanbul’da tam nerede
oturduğunu bilmiyorum.
Annen varlıklı bir ailenin kızı yani…
– Evet öyleydiler.
Peki ya baba tarafı? – Baba tarafında kimse yoktu ki! 1915 Ermeni Tehciri sırasında sürüldükten sonra bir daha ailesinden haber alamamış. Kalmış mı insan yetim! Bizimkini yatılı Ermeni mektebine yollamışlar da o yüzden ölmemiş. O mektebe gitmese, bunu da öldüreceklerdi. Büyük facialar vardır bu memlekette! Allah’ın belası bir memleketti, ne vakit ne olacağı da belli değildi.
Neyse biz ülkeyi bırakıp babana geri dönelim…
– Eczane sahibi varlıklı bir herifti. Bakma o zamanlar zaten 4, bilemedin 5 eczane vardı İstanbul’da. Ayrıca öyle şimdiki gibi bakkaldan alışveriş eder misali “Bana bilmem ne ilacını ver?” falan yoktu. İlaçlar dükkanın arkasında yapılırdı. Büyük kimyacıydı benimki. Eczacıbaşı’nın kurucusu Süleyman Ferit Bey de derslik arkadaşıydı.
Eczacıbaşı sonradan aldı yürüdü fakat…
– Babamın yanında çoluk çocuk gibi kalıyordu aslında. Fakat 1956’da Adnan Menderes kalkınma fonundan Türk sanayici ve eczacılara devasa yardımlar etti. İşte ondan sonra Eczacıbaşı da Eczacıbaşı oldu.
Nasıl bir ortam vardı evde?
– O zamanlar buradaki Ermeniler, Fransız aileleri gibi yaşardı. Entelektüel bir yapımız vardı. Her birimiz en az 2-3 dil konuşurduk. Beni de en iyi mekteplerde okuttular hep.
Sen kaç dil biliyorsun peki?
– Türkçe, Fransızca, İngilizce, Ermenice biliyorum. Gerisini saymayayım, s*ktir et.
SINIFTA KALMAYAN HERİF ADAM OLAMAZ
Seni sınıfta oturmuş muallimi dinleyen bir çocuk olarak düş bile edemiyorum Ara Abi. Hakikaten nasıl bir öğrenciydin?
– Nasıl olacağım, haylazın tekiydim. 3 defa sınıfta kaldım. Zaten bana sorarsan, sınıfta kalmayan herif, insan olamaz. Hep bir korku vardır dersleri iyi olan öğrencilerde, o korkudan ötürü da daimi çalışırlar.
Evdekiler ne söylüyordu senin bu insan olma “stratejine”?
– Sokaklarda serserilik yapmayayım diye babam ortaokulun sonunda İpek Film’de işe koydu. Sinema şirketlerinin patronu, İsmail Cem’in babası İhsan Bey eczaneden
arkadaşıydı.
Ne iş yapıyordun film şirketinde?
– Ne yapacağım ulan? Verdikleri her işe koşuyordum.
Çekirdekten sinemacısın yani…
– Benden diğer orada çalışan herkes sinemacı oldu fakat benim serüven yarım kaldı.
O niye?
– Yeni bir filmin fragmanını göstermek için onlarca adamı şirkete çağrı etmişlerdi. Gösterim sırasında odanın kapısını bir açtım, baktım her yan yanıyor. Ama öyle böyle değil, fazla devasa bir yangın çıkmıştı binada. İtfaiyenin damdan en nihayet kurtardığı insan bendim. Anam üzüntüden şeker hastası oldu o gün. Babam da bir daha izin vermedi sinema yapmama.
Sen de “sinema olamazsa tiyatro yaparım” mı söyledin?
– Muhsin Ertuğrul babamın arkadaşıydı zaten. Oyunlar için lüzumlu tüm makyaj malzemeleri bizim eczanede yapılırdı. Tiyatroyla hep ayrı bir bağım vardı. Her akşam piyesleri sahne arkasından izlerdim. Tahsilim de tiyatro üzerinedir zaten.
Oyun da yazmışsın duyduğum kadarıyla…
– Dokuz adet bir boka yaramaz piyes yazdım. Her şiir yazan kendini ozan zanneder ya… Çocukça bir hevesti benimkisi, öyle çıkıp da oyun yazarıyım diyemem. Hikayeler falan da yazıyordum ayrıca. Hatta Ali İhsan Aygün takma adıyla Yeni İstanbul gazetesinin hikaye yarışmasına katılmışlığım bile mevcut.
Neden takma ad kullandın Ara Abi?
– Ermeni olduğumdan işin içine kamış koymasınlar diye, ne sebepten olacak? Ama kazandıktan sonra gittim söyledim ki benim adım Ara Güler’dir.
ÇOCUKLAR ATATÜRK’Ü ÇİZGİLİ MAYOSUNDAN TANIRDI
Küçükken Atatürk’le tanıştığın doğru mu?
– Florya Köşkü’nün yanındaki kamu plajının üstünde evimiz vardı. Atatürk de vakit zaman oraya gelir, denize girerdi. Atatürk’ü görmüşümdür. Çünkü hep orada otururdu, çizgili mayosuyla. Öyle barikat falan da yoktu. O geldiğinde biz de tüm veletler toplanırdık. Daha küçücüğüz doğal, Atatürk’ün kim olduğunu bilmezdik bile.
Sonra tanıştın mı bari?
– Ulan ne tanışması? Küçücüğüm söylüyorum, kafan mı basmıyor. Arkası kesik bir sandalı vardı. İşte ben de o sandalın arkasına takılıp yüzen veletlerden biriydim.
Olay bundan ibaret!
Gelelim o vakit muhabirlik “virüsünü” kapmana!
– Sinema şirketi yanınca babam beni öykü yazıyorum diye Yeni İstanbul Gazetesi’nde işe soktu. 1950’de muhabir oldum. Ondan sonra da boku yedim; işte bugüne kadar geldim.
6-7 EYLÜL’DE NE YAPTI?
6-7 Eylül Olayları sırasında muhabirdin öyleyse…
– Tabii, o günleri fazla iyi hatırlıyorum. Yıl 1955. Halk Oyunlarını Yayma ve Yaşatma Kurumu vardı. Açıkhava Tiyatrosu’nda bir gösterileri olacaktı. Benim vazifem de gidip fotoğraflarını çekmekti. Neyse ben çıktım yola, İstiklal Caddesi’nde yürüyorum. Bir de ne göreyim? Camı çerçeveyi indiriyorlar her yerde.
Ne yaptın peki?
– Taksim Sineması’nın karşısında balkonu olan bir kahvehane vardı. Hemen oraya sığındım. Dışarıda o ona bağırıyor, camlar kırılıyor, bütün dükkanlar yağmalanıyor, anlayacağın tam bir kaos. Millet dükkanların vitrinlerinden içeri dalıp, yeni elbiseleri giyip çıkıyordu. Kocaman herifler üç paltoyu aniden üstlerine geçiriyorlardı. Soygun oldu, resmen
soygun!
GAVUR İSMİNDEN GEÇİLMİYOR!
Tam bir rezillik…
– Mehmet Cemal’in anasının Gilda diye bir dükkanı mevcut, süs eşyaları satılıyordu. Gittiğimizde “Cemal Paşa’nın dükkanıdır burası” diye mani olmaya çalışıyorlardı. “Gilda Türk değildir. Gilda ne demek?” diye başladılar yıkmaya. O zihniyet bugün olsa tüm Türkiye yıkılır, bir adet dükkan kalmaz çünkü gavur adından geçilmiyor.
DÜKKAN NASIL SAĞLAM KALDI?
Aklın sizin eczanede kalmıştır…
– 6 Eylül öğleden sonra başlayıp 7 Eylül sabahına kadar süren olaylarda 73 kilise, 7 ayazma, 2 manastır, bir fabrika ile 5538 gayrimenkul tahrip edildi fakat bu olayda Beyoğlu’nda bir dokunulmayan dükkan babamın dükkanıdır.
Şanslı adammış baban…
– Ne şanslısı ulan? Bizim eczaneyi ilkyardım kliniğine çevirmişlerdi de ondan yıkmamışlar. Yaralananların hepsi oradaymış. Bu da işlerine geldiği için
dokunmamışlar. Yoksa etraftaki bütün dükkanları talan etmişler. İptidai bir memleketti burası, iptidai!
ADNAN MENDERES’E YAĞ ÇEKME GÖREVİ BANA VERİLMİŞTİ
Dönemin başbakanı Adnan Menderes’le fazla zaman geçirmişsin…
– Sorma, Adnan Menderes benim canıma okumuştur o devre.
Hayrola niye?
– İstimlaklar yapılırken sürekli yanında olmamı isterdi de ondan.
Sen pek istemediğin yerde duracak bir insana benzemiyorsun oysa…
– O zamanlar Hayat Dergisi’nde çalışıyordum. Mecmua ilk çıkacağı vakit 100 bin satar diye hesap etmiştik. Ona göre kağıt stoğu yaptık, ama 400 bin satınca boku yedik. Düşün bir, kağıt ta Macaristan’dan geliyor.
Yeni kağıt siparişi verseydiniz siz de…
– Ulan sen hangi dönemden bahsettiğimin farkında mısın? Matbaada baskı yapılacak kağıdın dağıtımı hükümete bağlıydı. İstedikleri haberleri basmayanlara kağıt mağıt vermiyorlardı. Biz de zorunlu kalıyorduk bu p*zevenkin suyuna gitmeye. Beni sevdiği için Adnan Menderes’e yağ çekme görevi de bana verilmişti. O yüzden her gittiği yerde peşindeydim.
Bu haberi okuyanlar bunları da okudu
‘Asker kaçağı dikkat, alternatif yol bak!’
Bakana ‘saat kaç’ sorusu doktoru işinden etti
Baba Ayvalıtaş: Büyük oğlum için endişeliyim
İstanbul Modern yıkılıyor mu?
Kaynak:Radikal İnternet Yayını

Yorumlar kapatıldı.