Ali Bayramoğlu / Siyaset bilimci, Yeni Şafak gazetesi yazarı
Bunu hepimiz çok arzu ediyoruz, bekliyoruz ama bir özür noktasına Türkiye’nin geldiğini sanmıyorum. Bu özür noktasına gelebilmesi için Türkiye’nin kendi içerisinde bir zihniyet kırılması yaşaması lazım. Bu kırılmayı Ak Parti yaşamadı. Toplumsal talep ve baskı bu konuda henüz yeterli değil. Uluslararası koşullar açısından baktığımız zaman bunun bu istikamette aktığını söyleyemeyiz. Özellikle Türkiye-Ermenistan ilişkilerinin eskiden biraz daha farklı olması lazım. Ama dediğim gibi hiç beklemediğimiz sürpriz gelişmeler de olabilir. Geçen sefer taziye mektubunda olduğu gibi. Umalım olsun.
***
2008’de “Özür diliyorum” imza kampanyasının öncülüğünü yürüten aydınlardan Ali Bayramoğlu’na göre kampanyanın bugüne kadar yansıyan olumlu etkileri oldu. Erdoğan’ın cumhurbaşkanı seçilmesinin Türk-Ermeni ilişkilerine etkisinin sınırlı olması beklenirken Türkiye bir özür noktasına gelmekten henüz uzak gibi görünüyor.
2008’de özür kampanyasını başlatırken neleri hedeflemiştiniz ? Bugün baktığınız zaman bu hedeflere ulaşabildiniz mi ?
Aslında Hrant’ın çabaları da benzer bir çerçeveye oturuyordu. Türkiye’de tarihle hesaplaşma, Türk kimliğinin temizlenmesi, kirinden arınması kadar 1915’te yaşananlara, soykırıma yönelik bir vicdan, bir kamu itirafı üzerinden yaşanacak bir toplumsal alıştırmanın hayati olduğunu düşünüyorduk. Siyasetin de bu toplumsal alıştırma tarafından kuşatılacağını ve yönlendirileceğini düşünüyorduk. İsteklerimizden bir tanesi buydu. Sadece toplumu yönlendirmek değil, bir aydının görevini yerine getirerek bunu yüksek sesle ifade etmek ve insanları benzer bir hesaplaşmaya davet etmekti. Birinci boyutu buydu. Diğer boyutu da 2008’in ortamında bir umudu temsil eden bir metin oldu. Hem siyaset hareketliydi, hem toplumda bir hareketlilik oldu bu çerçevede. O günden bugüne baktığımız zaman yine iki tür cevap vermek mümkün. Bir tanesi pozitiftir. Bu tür adımlar siyasi ve anlık adımlar olmadığı, bir öykünün kilometre taşlarını, kurucu parçalarının oluşturduğu için bir kere cini şişeden çıkaran adımlardan bir tanesiydi. Bu sadece bu adım değil, ama o dönemdeki koşullar diyelim. O dört kişinin, ya da yüz elli kişinin imza kampanyasına bunu bağlamamak lazım. Bu genel bir havanın oraya yansımasıydı. Dolayısıyla bugün Türkiye’de soykırım kelimesi çok daha rahat telaffuz edilebiliyorsa, hükümet etrafında dahi bu tür bir toplumsal farkındalığın etkisi olabiliyorsa burada 2008 kampanyasının bir katkısı olmuştur diye düşünüyorum. Bugüne de olumlu yansımıştır.
Geçen 24 Nisan’da Erdoğan’ın yayınladığı taziye metnini nasıl buldunuz ?
Bu metin pek çok konuda eleştiriye tabi tutuldu, tabii eleştirilecektir, çünkü burada bir özür ve bir kabul yok. Düne oranla bir ilerlemeden söz etmek mümkündür. En azından 1915’te bir rezalet yaşandığının ve bunun bir insanlık felaketi olduğunu – belki bir insanlık suçu demiyor ama- Ermenilerin acısını paylaşmanın bir insanlık gereği olduğunu söyleyen bir metin. Tersten de olsa, kısa da olsa, bir felaketin tanımına yaklaşan bir devlet metni olması itibariyle pozitiftir. Beklentilere oranla tabii çok kısa bir metin. Arzu edilen daha çok tanımı yapılmasıdır 1915’in. En azından İttihat ve Terakki’yle ilgili tespitlerin daha somut yapılabilmesidir. Bunları henüz bu metin yapmadı ama bundan 5-6 ya da 10 yıl öncesini düşündüğümüz zaman bu metin o yıllara oranla devrimsel bir niteliktedir. Bir yolun yeni bir virajı olarak düşünüyorum. Tabii daha çok viraj ve yol var önümüzde. Devlet açısından baktığınız zaman bu devlet 80-90 yıldır sadece baskı yiyerek bu noktaya gelmedi. Aynı zamanda devlet içi, siyasi, toplumsal ve entelektüel tartışmalar, 2005’teki o ünlü sempozyumdaki hükümet-aydın çatışmasından, 2008’deki özür kampanyasına kadar giden yolda bunları ben pozitif gelişmeler olarak yorumluyorum.
Ama diğer taraftan baktığımız zaman o günden bugüne siyasi koşulların daha gerilediği kanaatindeyim. Türkiye’nin özellikle dış politikasındaki sıfır sorun stratejisinin çok yürümemiş olması, Tayyip Erdoğan’ın Azerbaycan’la ilgili duygusal ve politik angajmanı -tabii bu Türkiye devletinin de angajmanı ama Azerbaycan’a daha çok baskı yapabilirlerdi- ve bu angajmanın Ermenistan’la ilişkilerde son derece sınırlayıcı bir boyut kazanmasını son yıllarda gördük. Bu da son derece negatif bir gelişme. 2015 yılı yaklaşırken açıkçası kefenin iki tarafı da doldu. Olumsuz olarak Türk devleti savunmaya geçen bir dille ve büyük devlet olma arzusunun ya da iddiasının peşindeki stratejisiyle daha soğuk ve mesafeli yaklaşırken bu meseleye, diğer tarafta da çalışan, devlet diline de yansıyan bir mekanizma olduğunu görüyoruz.
Kritik yüzüncü yıl olduğu için 2015’te ne olacak sorusu var. Ahmet Davutoğlu’nun başbakan olmasının burada hem olumlu hem de riskli sonuçları olacaktır. Türkiye bu konuda insani boyutuyla, trajedi boyutuyla daha çok yol almaya çalışacaktır. Yalnız bunu Davutoğlu’nun sık kullandığı “eşit hafıza”, yani aynı dönemde başka toplulukların da maruz kaldığı kırımlarla ilişkili bir şekilde ele alma ihtimali yüksektir. Bunlar yeni ve ileriye dönük pozitif adımları içerebileceği gibi Türkiye’nin o negasyonist tavrının yeni ve soğuk bir ifadesi olarak da yorumlanabilir. Bunu hem zaman, hem de toplumdaki gelişmeler, tartışmalar gösterecek. Ama şu anda en sorunlu olduğumuz nokta 2008’le karşılaştırıldığı zaman, soykırımının, Ermeni meselesinin bir çok siyasi sorun arasında geri plana düşmüş olmasıdır. 2008’den 2010’a kadar en azından bu sorun demokrasi tanımında ve hükümete yönelik baskıda çok taşıyıcı bir sorundu. Fakat daha sonra ortaya Gezi olayları, Ak Parti’nin otoriterleşme eğilimi, dış politikada, Mısır ve Suriye’de yaşanan değişimler ve bu cemaat tartışması gibi tartışmalar gelince burada biraz gündem gevşedi, sulandı, hatta asayiş boyutu öne çıktı. Bu da tabii toplumsal düzeyde gerekli baskının, alıştırmanın istenilen seviyeye ulaşmasını engelledi diye düşünüyorum. İşte bu milliyetçi reaksiyonlar bu konuya karşı taşınabilecek bir ortamda yeniden doğmuş oldu.
Erdoğan’ın cumhurbaşkanı olmasının bu meseleye nasıl bir etkisi olur ? Çünkü aktif bir cumhurbaşkanlığı sürdürmek istediğini ifade ediyor.
Aktif bir cumhurbaşkanı olacağını söylüyor. Ama o ayrı bir tartışma konusu, ne kadar olacak, olmayacak. Çok kolay bir şey değil, çünkü elinizde herhangi bir yetki yok. Anayasayı ihlal imkanları bile sınırlı. Tayyip Erdoğan’ın cumhurbaşkanı olmasının çok etkisi olacağını sanmıyorum. Onun cumhurbaşkanı olması daha çok belirleyici olmasını gerektirmiyor. Ama cumhurbaşkanı olup olmaması önemli değil, o zaten çok merkezi bir lider konumunda. Devlet politikalarının tanımlayıcısı ya da doğrulayıcısı bir konuma gelmiş olması bunda artı bir rol oynar mı ? Sanmıyorum. Sadece şöyle bir mesele var : Tayyip Erdoğan’ın temsil ettiği zihniyet soykırım olmadığı kanaatinde. Bu kanaat kendilerine göre ciddi ve samimi bir kanaat. Bu kanaat değişir mi ? Sanmıyorum bunun değişeceğini. Davutoğlu da zannnederim çok farklı düşünmüyor. Ama zihniyet engeli açısından Tayyip Erdoğan’ın zihniyet engeli oluşturabileceğini varsayabiliriz önümüzdeki gelişmelerde. Ama unutmayalım ki Ak Parti ve lideri son derece flexible bir yapıya sahip. Dolasısıyla sırf zihniyet engelleyici olmayabilir, başka unsurlarda açılımcı olabilir.
Dolayısıyla bir özür için henüz önümüz açık değil gibi görünüyor.
Henüz değil. Bunu hepimiz çok arzu ediyoruz, bekliyoruz ama bir özür noktasına Türkiye’nin geldiğini sanmıyorum. Bu özür noktasına gelebilmesi için Türkiye’nin kendi içerisinde bir zihniyet kırılması yaşaması lazım. Bu kırılmayı Ak Parti yaşamadı. Toplumsal talep ve baskı bu konuda henüz yeterli değil. Uluslararası koşullar açısından baktığımız zaman bunun bu istikamette aktığını söyleyemeyiz. Özellikle Türkiye-Ermeistan ilişkilerinin eskiden biraz daha farklı olması lazım. Ama dediğim gibi hiç beklemediğimiz sürpriz gelişmeler de olabilir. Geçen sefer taziye mektubunda olduğu gibi. Umalım olsun.
Yorumlar kapatıldı.