Abdullah Saygılı /Tuhaf Zamanlar
Etnik ve dinsel aidiyetlerin yok sayılarak Türk-Sünni potasında eritilmesi, Gayrimüslim azınlıkların Osmanlı bakiyesi olmalarından hareketle her an ‘arkadan vurabilecek’ güvenilmez bir unsur olarak telakki edilmeleri, toplumun bütün renkleriyle benimsenmesinin önüne geçmiş ve Türkiye toplumunun çoğunluğu aşırı sağcı, milliyetçi bir ideolojinin çıkmaz sokağına savrulmuştur. Kurucu iradenin asli unsurunun asker kökenli olduğu düşünüldüğünde, militarizm en temel devlet ideolojisi haline gelmiş ve sivil unsurlar güvenilmez addedilerek, sürekli olarak askeri müdahalelerde bulunulmuştur. Ulus-devletin asker eliyle oluşturulması ve askerin militarist aşırı milliyetçi ve güvenlik odaklı politika anlayışı, hem sivil siyasetin gelişimini engellemiş hem de toplumsal gruplar arası gerilimler sürekli olarak bu gerilimden beslenmiştir. Devletin resmi ideolojisi Kemalizm’in bahsedilen ulusçuluk anlayışının sürekli olarak topluma dayatılması ve farklı etnisitelerin inkârı Kürt sorununun bugünlere kadar çözülememesinin asıl nedenidir.
***
Türkiye toplumu, çokuluslu bir imparatorluğun bakiyesi ve ulus-devlet oluşumu sürecinin yukarıdan aşağıya dayatılarak inşa edildiği, iç gerilimlerini, çelişkilerini ve korkularını halen atamamış bir toplumdur. İmparatorluğun çözülüş sürecinde, topraklarının büyük bir bölümünü kaybeden ve sadece Anadolu gibi makul bir toprağı ulus-devlet sınırları olarak kabul etmek durumunda kalan toplum, bölünme, parçalanma gibi bir korkuyu sürekli olarak dimağında taşımak durumunda kalmıştır. Üstelik ulus-devlet oluşumu süreci, Batılı toplumlara göre oldukça kısa bir zamanda gerçekleşmek durumunda kaldığından ve toplumsal formasyonun özgüllüğü sonucu, ortak paydalarını, isteklerini ve beklentilerini aktif katılımla beyan edip ortaya koyamayan toplumsal gruplar sürekli gerilim içinde olmuşlardır. Ulus-devletin, insanların ortak iradesiyle şekillenen ve ‘toplum sözleşmesi’ denilebilecek bir ortak paydalar bütününe dayanan kuruluş özelliği düşünüldüğünde, Türkiye toplumunun neden tam anlamıyla ‘cemaat’ ten ‘cemiyet’e geçemediği anlaşılır.
Türkiye toplumunda, mezhepler arası gerilim, etnik çatışma, gayrimüslim azınlığı yok sayma ve bütün bunların üzerine, insanların birbirlerine karşı güvensizliği düşünüldüğünde, ulus-devletin oluşum sürecinin sancılarının hala taze olduğu görülür. Sünni İslam anlayışını meşrulaştıran ve örtük biçimde devletin resmi dini haline getiren kurucu irade, Alevi toplumunu yok sayarak ve üstelik tekke gibi kutsal kabul ettikleri mekânları kapatarak Alevi-Sünni karşıtlığını beslemiştir. Ulus-devletin asli unsurunu Türk kökenli yurttaşların oluşturduğunu ileri sürerek, Türkleştirme hareketine girişilmiş ve Anadolu’da yaşayan diğer etnik unsurlar ‘makbul vatandaş’ın özelliklerini taşımaya zorlanmıştır. Hem Sünni Müslüman ve hem de Türk kökenli olmak makbul olmanın vazgeçilmez kimliği olmuştur. Kürt realitesinin kabul edilmemesi ve ısrarla Türk olduklarının iddia edilmesi, zaten Osmanlı’dan beri var olan Kürt sorununun daha da çetrefil bir hale gelmesine neden olmuştur.
Etnik ve dinsel aidiyetlerin yok sayılarak Türk-Sünni potasında eritilmesi, Gayrimüslim azınlıkların Osmanlı bakiyesi olmalarından hareketle her an ‘arkadan vurabilecek’ güvenilmez bir unsur olarak telakki edilmeleri, toplumun bütün renkleriyle benimsenmesinin önüne geçmiş ve Türkiye toplumunun çoğunluğu aşırı sağcı, milliyetçi bir ideolojinin çıkmaz sokağına savrulmuştur. Kurucu iradenin asli unsurunun asker kökenli olduğu düşünüldüğünde, militarizm en temel devlet ideolojisi haline gelmiş ve sivil unsurlar güvenilmez addedilerek, sürekli olarak askeri müdahalelerde bulunulmuştur. Ulus-devletin asker eliyle oluşturulması ve askerin militarist aşırı milliyetçi ve güvenlik odaklı politika anlayışı, hem sivil siyasetin gelişimini engellemiş hem de toplumsal gruplar arası gerilimler sürekli olarak bu gerilimden beslenmiştir.
Devletin resmi ideolojisi Kemalizm’in bahsedilen ulusçuluk anlayışının sürekli olarak topluma dayatılması ve farklı etnisitelerin inkârı Kürt sorununun bugünlere kadar çözülememesinin asıl nedenidir. Ulus-devletin birliğinin sağlanması sürecinde, gerek etnik vurgulu gerekse dinsel vurgulu Kürt isyanları, devlet elitlerinin Kürtlere bakışını negatif biçimde şekillendirmiş ve yakın zamanlara kadar askeri yöntemler tek çözüm yolu olarak kabul edilmiştir. Mevcut siyasal iktidar, Kürt sorununda paradigma değişikliğine giderek, askeri yöntemlerle bu sorunların çözülemeyeceği yolunda bir anlayışı benimsemiş gözükse de, somut herhangi bir atılamadığı için bu anlayışın başarı şansı hakkında konuşmak zordur. Askeri vesayetin politik aktörlere müdahalesi engellenmiş gözükse de, henüz tamamen devre dışı olduğu söylenemez.
Türkiye toplumu, ulus-devletin kuruluşundan beri süregelen bölünme, parçalanma paranoyası, Kürt sorunu, Alevilerin realitesinin görmezden gelinmesi ve gayrimüslim azınlığa karşı güvensizlik sorunlarını, demokratik bir anlayışla çözemediği takdirde, gerçek anlamda bir toplum olamaz. Devlet erkini elinde bulunduran siyasal iktidar, İslami kökenli olması itibariyle, dinsel özgürlüklerde hayli mesafe kat etmiş ve hatta toplumu İslamileştirme misyonu peşinde koşmaktadır. Mevcut iktidarın bu politikası, Alevi sorununun demokratik bir biçimde çözülmesi yolunda en temel engeldir. Dolayısıyla Türkiye’de iktidar olan akım, kendi ideallerini toplumun tümüne dayatarak var olan sorunları çözmek bir yana gerilimi daha da artırmaktan başka bir şey yapmıyor. Milliyetçi bir parti iktidar olsa ki, geçmişte görüldü, Kürt sorunun çözümü zorlaşıyor.
İktidara gelen parti, Türkiye’nin tüm sorunlarını kendi sorunları gibi kabul edip empati kurarak, demokratik bir perspektifle sorunlara yaklaşmadığı sürece toplumsal gerilimler aşılamaz. Kuruluşundan bu yana seksen küsür yıl geçen bir ulus-devletin hala kuruluştan gelen sorunlarını çözememesi, hem toplum olma yolunda hem de demokrasi yolunda başarısız olacağının açık bir göstergesidir.
http://blog.radikal.com.tr/politika/ulus-devletin-kurulus-surecinden-kaynaklanan-gerilimler-ve-sorunlar-72136
Yorumlar kapatıldı.