İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Nalbandyan (Le Figaro): Türkiye tarihiyle yüzleşmeli

Fransız Le Figaro gazetesinde kısaltılmış versiyonu yayımlanan Ermenistan Dışişleri bakanı Edward Nalbandyan’ın makalesinin tam metnini yayımlıyoruz: «Uluslararası ilişkilerde ne yazık ki kullanılmayan fırsatlar mevcuttur. Recep T. Erdoğan’ın Ermeni Soykırımının 99. Yılı arifesinde ve sonrasındaki demeci ve bunu izleyen diğer üst düzey Türk yetkililerin yorumları benzeri vakalardandır. «Ortak acı», «adil hafıza» suni hususlarının herhangi birini yanıltması zordur. Özellikle  Ahmet Davutoğlu ″Erdoğan’ın demecinin esas amacı Ermeni Soykırımının tanınmasına yönelik tüm dünyadaki çabanın akamete uğratılmasıdır″ sözünün altını çizerken.Uzlaşmaya yönelik somut adımlara karşılık Ermeni Soykırımının uluslararası tanınmasına karşı suç ortaklığı çağrılarında bulunulmaktadır.

Atalarının ülkesinde asırlardır gördüğü baskıları hasretle yad eden bir millet bulmak zordur. Hiçbir ezilen millet Osmanlı İmparatorluğunu hasretle hatırlayamaz. Diğer imparatorlukların olduğu gibi Osmanlı İmparatorluğu  da birçok yurttaşının temel hak ve özgürlüklerinin baskılanması aracılığıyla tesis olmuş ve şeddit yoluyla muhafaza edilmekteydi.
Hıristiyan ve Müslümanların taşıdığı eziyetlere ilişkin Batı ve Türk algılamalarının Sn. Davutoğlu tarafından farklı olması şaşkınlık uyandırıcıdır. Ermeni Soykırımı sadece Ermeniler veya Batı tarih ve belleğinde değil aynı zamanda İslam dünyasının da belleğinin bir parçasıdır. Ermeni Soykırımına ilişkin ilk tanıklıklardan biri 1916 yılında «Ermenistan’da Katliamlar» başlıklı kitabını yayımlayan Müslüman şahit Fayez El Hussin’e aittir. Mekke şerifi ve Emir Hüseyin bin Ali Ermenilerin fiziken imhasına karşı faaliyet gösteren ve tebasına Ermenileri  kendileri ve kendi çocukları gibi korumaları çağrısında bulunan ünlü Müslüman liderlerden biriydi. 1919-1921 yıllarında Ermenilerin imhasına  Türk basınında Refii Cevat, Ahmet Refik Altınay gibi tanınmış toplumsal simalar değinmişledir. Birçok Müslüman tarihçi Ermeni katlimalarını Soykırım olarak nitelendirmekte, Arap tarihçi Mousaa Prince’se«Armenocide » terimini kullanmış, ″en soykırımcı soykırım″ olarak nitelendirmiştir.
Kendi görüşlerini serbesteçe ifade edenler,   Hrant Dink gibi katlediliyor, Orhan Pamuk gibi sürgün ediliyor veya Ragıp Zarakolu gibi gözetim altına alındıkları müddetçe,  «adil bellek» adına suni politik adımlar ve çağrılara ihtiyaç yoktur.
Davutoğlu ″gerçekliği ortaya çıkarmak için″ Tarihçiler Komisyonu kurulması yönündeki eski şarkıyı tekrarlamaktadır. Aynı öneriye yanıt olarak Soykırım bilimi alanında en itibarlı uluslararası kurumlardan biri «Uluslararası Soykırım Uzmanları Asambelesi»  Türk Hükümetine, çoktan kanıtlanmış olan bunu kabul etme çağrısında bulunmuştur. On yıllık geçmişe sahip redakte edilmiş veya yeniden formülize edilmiş çağrıları tekrar etmek yerine gerçek ve somut adımlara ihtiyacımız var. Zürih Protokollerinin onaylanması, Ermeni-Türk ilişkilerinin normalleşmesi, sınırların açılması, iki halklarımızın zorlu uzlaşı yolunda kilometre taşları olabilirler. Protokollerle öngörülen Tarih Altkomisyonu, iki millet arasında karşılıklı güvenin yeniden tesisi için diyalog tesis edebilir. Ermeni Soykırımı gerçeğini şüphe altında bırakarak bunu yapmak mümkün olmaz.
1948 yılı «Soykırım Suçunun Engellenmesi ve Cezalandırılması Konvansiyonu»ndan hareketle, tanımlanmış soykırım gerçeğini aleni inkar maksadıyla Erdoğan konuşmasında, 1915’te gerçekleşeni ″dinden ve etnik kökenden bağımsız olarak gerçekleşmiş″ olduğunun bir kez daha altını çiziyor. Sanki Ankara’da, Ermenilerin sügünü ve kitlesel imhasının devlet politikası olduğunu tekzip edilemez belgelerle kanıtlayan ve esas tertipçilerini ölüme mahkum eden 1919 yılı Türk Askeri Mahkemesinin kararı unutulmuş gibidir. Raphael Lemkin tarafından «Soykırım» teriminin geliştirilmiş olması sanki Ankara tarafından fark edilmemiştir. 99 yıl önce 24 Mayıs 1915’te  Rusya, Fransa ve Büyük Britanya, Ermeni halkına karşı katliamlar gerçekleştirenleri «insanlık ve medeniyete karşı Türkiye’nin işlediği bu yeni suçlar için» şahsi sorumluluklarına ilişkin kabul ettikleri bildiriyle uyardılar. Ermeni Soykırımının, soykırım işleme maksadıyla tertiplendiği şüphe götürmemektedir. Ancak Türk yetkililer tarafından savaş kayıpları ve Ermenilerin sistematik imhası arasına eşitlik işareti koyma denemelerinde bulunulmaktadır. Bunun sonucunda milyonlarca atalarım hayatlarını, evlerini, topraklarını, varlıklarını kaybettiler. Bu Osmanlı İmparatorluğunda yaşayan milyonlarca Ermeninin yaşam hakkı yanısıra geçmişleri, 2000’i aşkın kültürel ve dini abideleri yok edildi, sağ kalan insanlar, bölgede Türklerin tebaruz etmesinden çok asırlar evvel yaşadıkları  topraklarından sürgün edildiler. Ermeni Soykırımının başlıca elebaşılarından biri, İçişleri bakanı Talaat Paşa, 1915’te Alman Başkonsolosna  ″Artık Ermeniler olmadığından, Ermeni meselesi yoktur″ diyordu. Hata ediyordu, ancak bu korkunç cürümün özü, hacmi ve sonuçları, ″acılar″ tanımlamasından çok fazladır.
Röportajlardan birinde Erdoğan retorik bir soru sormaktadır: «Eğer böylesi bir Soykırım olsaydı, acaba bu ülkede yaşayan Ermeniler  olur muydu?». Bugün Almanya’da büyük sayıda Yahudi yaşamakta, ancak hiç kimse Holokost gerçeğini şüphe altında bırakmaya cüret etmemektedir. Veya 1.5 milyon insan  ölmüş veya katledilmişse «tehcir»e ilişkin nasıl konuşmak mümkündür? Planlı olarak insanları çöllere sürmek, onları açlıkla öldürmek, büyük kısmını katletmek «tehcir» değil aksine «ölüm seferi»dir: Bu Soykırımdır.
Soykırımın inkarı, cezasızlık ortamı insanlığa karşı yeni suçların tekrarı için yeşil ışık yaktılar. Soykırım uzmanları tarafından soykırımın inkarı, suçta son aşma olarak kabul edilmektedir. Hatta Ermeni Soykırımını inkar etmeye devam eden hala az sayıda insanlar varsa dahi, bu konuya ilişkin polemik olduğu anlamına gelmiyor. Bir taraftan, kimsenin şüphe altına alamıyacağı Soykırım gerçeği vardır, bunun acısı dünyanın herhangi bir yerinde yaşayan herbir Ermeni ailesi bugüne dek taşımaktadır ve diğer taraftan Türk Hükümeti tarafından resmi ve şart koşulmuş soykırımın tekzibi vardır. Türkiye kendisiyle polemik içindedir.
Tüm dünyaya yayılmış Soykırımdan kurtulmuşların nesillerini acaba soykırım inkarının katılımcısı haline dönüştürmek mümkün müdür? Soykırım gerçekleştirenler ve kurbanlar arasına «ortak acı» gibi formülasyonla eşitlik işareti koymak mümkün müdür? Holokost, Kamboçya,  Ruanda soykırımları ve insanlığa karşı işlenmiş diğer suçların icracılarını kurbanlarıyla eşitlemeyi tasavvur etmek imkansızdır. Soykırımdan kurtulanların ardıllarını, kimi Türk simaların yapmayı denediği gibi «Türk Diasporası» olarak kabul etmek mümkün müdür?
Ruanda Soykırımından kurtulmuş Esther Mujawayo kısa bir süre önce Cenevre’de gerçekleşen Soykırımların Engellenmesine yönelik BM İnsan Hakları  Komisyonu yüksek dereceli görüşmesi esnasında «Bugün Ermenilerin 4. Nesli hala beklemektedir» dedi. Sadece Ermeniler değil, tüm uluslaarası toplum 100 yıldır Türkiye’nin Ermeni Soykırımını tanımasını beklemektedir. Gerçek uzlaşı arzusu Ermeni Soykırımının tanınması ve kınanması aracılığıyla gösterilmelidir. Türk Hükümeti gerçek uzlaşıdan kaçınmamalıdır. Binlerce Türk bu yolu artık seçmiştir.
Davutoğlu, Ermeni kompozitör Komitas’ı Osmanlı İmparatorluğunda Ermenilerin verimli faaliyetine bir örnek olarak anmaktadır. «Adil Hafıza» Soykırımın görgü tanığı olan Komitas’ın yaşamına belli bir ışık saçmalıdır. Ermenilerin gördüğü eziyet ve ürkünçlükleri görerek, O ‘bizim trajedimizin tüm acısını kimse tasavvur edememektedir…bu tasa bizi çılgınlığa ulaştırır’.Ve 1916’dan itibaren 20 yılı akıl hastahanelerinde geçirdi.
24 Nisan 2003’te Paris’te Komitas anıtını açtığımızda, Ermeni Soykırımı kurbanlarına yönelik bu anıtı 20. asırda gerçekleştirilen tüm soykırım kurbanlarının eziyet ve hafızasını temsil edeceği, bunun hoşgörü ve insan yaşamı ve onuruna yönelik saygıyı sürekli bir süreç olarak gören, orada sadece fiziken veya ruhen kayıplar taşıyanların ardıllarının değil, aynı zamanda bu kayıplara sebebiyet verenlerin ardıllarının da tevazuyla yas tutacağı bir mekana dönüşmesi umudunu ifade ettim. Ben uzlaşıya götüren yolun inkarcı duruşda değil, aksine bilinçli hafızada olduğuna inanıyorum, zira gerçek uzlaşı geçmişi unutmak ve genç nesillerin inkarcı masallarla beslenmesi anlamına gelmemektedir. Türkiye, geleceğini inşa edebilmek için geçmişiyle uzlaşmalıdır.
Ermenistan cumhurbaşkanı, Türkiye cumhurbaşkanını 24 Nisan 1915’te Ermeni Soykırımının 100. Yıldönümü vesilesiyle Ermenistan’a davet etmiştir.
Bunun kayıp bir fırsat olmayacağı  ve Türkiye cumhurbaşkanının o gün Erivan’da olacağı umudundayız».
Ermenistandan haberler – NEWS.am

Yorumlar kapatıldı.