İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Artvin Ermenilerine Ne Oldu?

Cemil Aksu* -Giriş
Devletin,Artvin’i “turizm cenneti” yapma ‘kalkınma planı’nın öngördüğü doğrultuda hazırlanan turizm tanıtım materyallerinde ‘kültür ve tarih zenginliği’ nişanı olarak bölgedeki kiliseler, manastırlar, şapeller tanıtılıyor.(1) Hemen hepsi virane olmuş ya da edilmiş bu yerlerin ‘kültür ve tarih turizmi’ adına ‘değer’ kazanması,zar zor ayakta kalan yıkık dökük tarih yadigârlarının korunmaya alınması ya da en azından artık tahrip edilmemesi olumlu bir gelişme sayılır.Bu ‘turizm faaliyetleri’, örgütleyicilerinin  muradı hilafına ağır bir soru(n) ortaya çıkarıyor:Peki bu kiliselerin cemaatlerine ne oldu,nereye gittiler,niye gittiler?Diğer taraftan,bir zamanlar Artvin’de Ermenilerin yaşadığı bilinmesine ve bunun ‘resmi kaynaklar’da yazılmasına rağmen,bu ‘turizm’ materyallerinde onlara ait kilise,manastır vb. kalıntılarına dair hiçbir bilgi yer almamaktadır.

Artvin İl Kültür Müdürlüğü’nün resmi sitesinde ildeki ‘tarihi yapılar’ arasında Barhal/Parxal (Altıparmak) Kilisesi,İşhan/İşxan Manastır Kilisesi,Dört Kilise,Dolishane (Hamamlı) Kilisesi,Porta Manastır Kilisesi,Tibeti Kilisesi,Yeni Rabat Kilisesi,İbriga Şapeli,Köprülü Kilise sayılmaktadır.Artvin’deki kilise ve manastırlar üzerine yapılan hiçbir çalışmada da Ermeni kilise/manastırlarından bahsedilmemektedir.Burada,harabe ve kalıntıları olan kiliselerin hepsinin Gürcü/Bagrat kilisesi olduğu belirtilmektedir.(2) Artvin Ermenilerine ait kiliseler,manastırlar yok muydu;var idiyse,onlara ne oldu?Ve tabii asıl soru,Artvin Ermenilerine ne oldu?Nereye gittiler?Turizm tanıtım materyallerinde neyse de,maalesef tarih kitaplarında da bu soruların cevapları yok.

Bu çalışmada,Artvin’deki Ermenilerin tarihini ve kaderini araştırmaya,bunu yaparken de Artvin tarihi kitaplarında konunun ele alınış biçimi ve sorunlarını ortaya koymaya çalışacağız.
‘Resmi tarih’ mesaisi ve ‘Artvin tarihi’ kitapları
Osmanlı İmparatorluğu’nun Dünya Savaşı koşullarında ‘elde kalan toprakları kurtarmak’ ve bu topraklar üzerinde egemenliklerini sürdürme gayretlerinin ideolojisi olarak doğan ve gittikçe kabul gören ‘ulus’ ve ‘ulus-devlet’ anlayışı,hızla Türk etnik kimliğinin nüfusta,ekonomide,siyasette egemen kılınması olarak icra edilmeye başlanmıştır.Cumhuriyet,İttihat ve Terakki Fırkası’nda temsil bulan oluşum döneminin ‘ulusçuluk’ anlayışını sürdürmekten başka bir kader seçmemiştir kendine.Türkiye’de ulus inşasında birincil yardımcı olarak tarih görevlendirilmiştir.Bu nedenle,hem emperyalistlerin ‘Misak-ı Milli’nin Türk yurdu olduğuna inandırılması -Wilson ilkelerinden dolayı,özellikle Ermenilerin,Rumların yaşadığı bölgelerden Batılı devletlerin yetkililerine gönderilen mektuplardaki ana vurgulardan biri budur- hem de devletin tebaasının ‘anlı,şanlı’ bir ulus olduklarına ikna için,ülkede ve dünyada ‘Türk’ün ‘şanlı’,’destansı’,’köklü’ varlığını ispatlamak,’kurmak’ tarih çalışmalarının ana mesaisi olmuştur.Tarihin bu ‘resmi’ görevinin önemli bir mesaisini,hiç kuşkusuz,Anadolu’daki farklı etnik,dilsel ve dinsel grupların Türklüğünü,Türk kökeninin ispatı oluşturur.Araştırma alanındaki ‘öteki’lerin tarihleri,yaşamları vs. bu düsturla çalışan tarihçinin gözüne gözükmez olmuştur.Ezcümle tasvir edilen yaklaşım konu Ermeniler,Rumlar olduğunda çok daha titizdir.Türk kimliğinin kuruluşunda Ermenilerin,Rumların oynadığı ‘düşman’ rolü,(3) tarih kitaplarında bu halkların ancak ‘düşmanlık’larıyla yad edilmesini getirir.Nüfus ve ekonomik-sosyal yaşamdaki etkinlikleri ile öne çıkan Rum ve Ermenilerin Osmanlı egemenliğinde uğradıkları haksızlıklar ve bunlardan ‘kurtuluş’ arayışlarını anlamaya çalışmak -ki ‘resmi tarhçi’lerden böyle bir şey beklemek fazla naiflik olur- bir yana zaten ‘misafir’ olan bu halkların ‘ihanetleri ve katliamları’nı ispatlamak dışında onların başına neler geldiği ile ilgilenilmemektedir.
Hasbelkader Artvin(4) tarihi üzerine yapılan çalışmaların da bu ‘tarih’in mikro uygulaması olduğunu söyleyebiliriz.’Artvin tarihi’ kitapları,(5) yukarıda ezcümle tarif edilen anlayış doğrultusunda,tarihi Türklerin ya da Türk olduğu iddia edilen kavimlerin Artvin’e yerleşmesiyle başlatıyor.Bu kanondaki diğer kitapların ve yazıların ana kaynağı olan Fahrettin Kırzıoğlu’nun Artvin tarihi üzerine çalışmalarının özeti sayılabilecek yazısının girişindeki şu ‘tespit’ ilk vuruştur:”Kuzeyindeki Acara-Batum bölgesi de balkanlık olan Artvin iline komşu yerlerin ilk medeni insanları,Irak ile Doğu Anadolu’nun halkı gibi,M.Ö. beşinci bin yıllarında Türkistan’dan göçüp gelen yuvarlak başlı (brakisefal) ve Sümerliler,Elamlılar,Subarular,Hurriler ile Soydaş (Asyanik) denilen ve Türklerin ataları ile ırkdaş sayılan insanlardır.”(6) Bundan sonra yapılacak ‘iş’ bu ‘medeni insanlar’ın tarih içindeki gelişiminin takip edilmesidir.Bu ‘medeni insanlar’ dışında sahneye girip çıkan diğer insanlar -ki yöntem gereği onlar işgalci,barbar,vs. oluyor- bu nitelikleri dışında ‘tarihçi’nin nazarında bir değer ifade etmezler.
Bu çalışma boyunca ‘okunacak’ ‘Artvin tarihi’ kitaplarında da Ermeniler,(7) ‘ihanet’leriyle ve nüfus verisi olarak sahneye girip çıkmaktadırlar.Ermeniler,en çok da Birinci Dünya Savaşı yılları anlatılırken adları anılır ve bu birkaç yıldan sonra adları bir daha hiç anılmaz.(8) 1926 yılında,kalan son Ermenilerin de Artvin’den ayrılışları ‘kurtulduk/temizlendik’ havasında anlatılır.
Artvin tarihi çalışmalarının en büyük eksikliklerinden biri de 1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı’ndan (’93 Harbi) sonra imzalanan Berlin Antlaşması ile Rusların egemenliğine geçen bölgenin Rus egemenliği altındaki kırk yıllık zaman dilimine dair çok az bilgi sunmalarıdır.Bu dönem için asıl odaklanan nokta ‘muhacirlik’tir.Buradaki temel sorun,bölge tarihine yaklaşırken sadece ‘Türk’ün gözünden bakma’ (daha doğru tanımlama ile,Türk devletinin gözüyle bakma) ve Türk/çe kaynakları esas almadır.Oysa bölge ile yakından ilgili olan Ermenistan,Gürcistan ve Rusya kaynakları neredeyse hiç araştırılmamış ya da yok sayılmıştır.
Asıl konumuza geçmeden,bu alanda yapılan çalışmaların başka sorunlarına da değinmek gerekir.Birincisi,Artvin üzerine -belki kentteki Çoruh Üniversitesi yeni kurulduğundan- yapılan tarih çalışmaları çok sınırlıdır.Bu alandaki eserlerin büyük çoğunluğu ‘araştırmacı-yazar’ yani tarih mesleği dışındaki kişilerin çalışmalarıdır.(8) Bunun tek istisnası Fahrettin Kırzıoğlu’dur.Kırzıoğlu,bütün mesaisini “Kür boyları”nın Türklüğünü kanıtlamaya vakfetmiştir.Ondan sonra konuya eğilenler de onun düsturundan ayrılmamışlardır.
Artvin,Ardahan,Kars ve Doğu Karadeniz Bölgesi’nin tarihini yapan/yazan kişi olarak Kırzıoğlu’nun ‘tarihçiliği’ne biraz yer ayırmak durumundayız.Kars’ın Çarlık Rusya’sı egemenliğindeki dönemine dair çalışmasında,kendisinden önceki Kars tarihi çalışmalarında tek kaynak olarak Kırzıoğlu ile karşılaşan Candan Badem,örneklerle Kırzıoğlu ve şürekâsının ‘tarihçiliği’ hakkında şunları yazmaktadır:”1960’larda Kırzıoğlu’nun tez danışmanı olan ve aynı zamanda Brüksel’de NATO merkezinde danışmanlık yapmış olan Prof. Akdes Nimet Kurat gibi Prof. Kırzıoğlu da Ruslara,Çarlığa ve Sovyetler Birliği’ne karşı şiddetli bir nefret duygusuyla hareket etmiştir…Bu aşırılık Kırzıoğlu’nda ilginç bir hal almaktadır çünkü bir yandan aşırı bir Rus düşmanlığı ile Rusların yaptığı her şeyi (ama her şeyi) kötülerken bir yandan da Rusların Karslılardan vergi almadığını tamamen mesnetsiz bir şekilde iddia etmektedir![…] Kırzıoğlu’nun yöntemi bilimsel değildir ve saldırgan bir milliyetçiliğin en uç biçimlerinden birini oluşturmaktadır…Kırzıoğlu’nun yönteminin bilimsel olmayışının bir kanıtı da verdiği çok özgül bilgiler için bile hiçbir kaynak zikretmemesidir.”(10) Bu uyarının aşağıda Kırzıoğlu ve şürekâsının eserlerine gönderme yaptığım durumlarda,gözönünde bulundurulmasını murat ediyorum.
Kırzıoğlu’nun esas olarak Artvin üzerine bir çalışması yoktur.Ama istek üzerine Artvin Valiliği tarafından çıkarılan Artvin Yıllığı için bir makale kaleme almıştır.Kırzıoğlu,dönemin TTK’nun misyonuna uygun olarak bölgedeki Türk varlığını araştırmaya ve bölgedeki ‘ötekiler’in Türklüğünü ispatlamaya mesai harcamıştır.Bunlar dışında,Artvin’de ilk ve tek arkeolojik çalışma ise 2008 yılında yapıldı.(11) Bu ‘araştırma’ kitaplarının -savaşlar,el değiştirmeler,Artvin’in kurtuluşu vs. konular dışında- önemli bir kısmı bölgenin ‘Türk yurdu’ olduğunu ispat için yer-yöre adlarının Türkçeliğini anlatmaya vakfedilmesine rağmen eser sahiplerinin -ve de kaynaklarının- hiçbiri etimolog değildir.Ve birçok yer adının Türkçe olduğu noktasındaki gayretkeşliğe rağmen hâlâ Artvin’in etimolojik kökeni ve anlamı bulunamamıştır!
Yeri gelmişken,çalışma boyunca değindiğimiz ‘resmi Artvin tarihi’ kitaplarının/yazılarının genel bir özelliğine dikkat çekmek istiyorum:’Artvin tarihi’ kitapları,savaşın pek çok cephesi ve genel gelişmelerle ilgili izahatlara yer vermelerine karşılık,Osmanlı hükümetinin tehcir kararına ve uygulamalarına hiçbir şekilde değinmiyorlar.Diğer taraftan özellikle Ermenilerin Türklere karşı saldırıları anlatılırken Artvin değil,’Evliye-i Selase’ bölgesi konu edilmektedir.Böylece Evliye-i Selase’ye dahil olan Ermeni nüfusun daha yoğun yaşadığı Kars,Ardahan’da ve diğer yerlerde yaşanan Rus ordusundaki ve Osmanlı-Türk çetelerine karşı silahlanmış Ermeni çetelerinin saldırı olaylarından hareketle ‘resmi tarih’ müfredatının ‘Ermeni katliamları’ dersini ‘Artvin tarihi’nde de işlemiş oluyorlar.Çünkü “Evliye-i Selase’de Ermeni katliamları/zulmü” başlıkları altında Artvin’de yaşanan herhangi bir olay anlatılmıyor.
‘Artvin tarihi’ kitaplarının müfredatının Fahrettin Kırzıoğlu’nun 1973 Artvin Yıllığı’nda (M. Adil Özder ile birlikte) yazdığı “tarih” bölümünde belirlendiğini söyleyebiliriz.Örneğin,2001 yılında yayımlanan Ali Gündüz ve Halit Özdemir’in ‘Artvin Tarihi’ kitaplarının,bazı yerlerde aynı cümlelerle,Kırzıoğlu’nun makalesindeki bilgilerin birkaç kelime,cümle ile ‘detaylandırılması’ndan ibaret olduğunu söyleyebiliriz.Yazının başında da belirttiğimiz gibi,Kırzıoğlu,Artvin’in tarihini Türk kökenli ‘medeni insanlar’ın buraya yerleşmesiyle başlatıyor.Adı geçen eserlerde,M.Ö. 5 bin yıllarından 1538 senesine kadar anlatılan ‘tarih’te (yani yaklaşık 6538 yıl) Ermenilerden üç yerde bahsedilmektedir:”…30 Nisan 607’de toplanan Diwin-Konsili ile 450’deki Kalkedon-Konsili’ne bağlı ve Hazreti İsa’da ‘iki cevher’ (hem Tanrı,hem insan vasfı) gören Ortodoksluk ile,’bir cevher’ gören ve adını Arsaklı (Türkman) Aziz Grefuvar’dan alan Gregoryenlik kesin olarak ayrıldı.Bu yüzden,yerli Ortodokslara Bizanslı/Rum mezhep başlarından ayırmak için ‘Korklu/Gorglu’ ve bundan bozma olarak sonraları Gürcü,Gregoryenlere de coğrafya bölgelerinden dolayı Ermeni denmek,gittikçe adet oldu.Mezhep anlamındaki bu iki deyim…”(F. Kırzıoğlu,M.A. Özder);”…Böylece Selçuklular ve Bizanslılar arasında ilk ciddi karşılaşma vuku buldu.Musa Yabgu’nun oğlu Hasan’ın da katıldığı bu harekât sırasında Gence önünde Gürcü,Ermeni ve Rumlardan oluşan Bizans ordusu ağır bir yenilgiye uğratıldı (1046),”(H. Özdemir,s. 45);”[1249 senesi] (…) Başta Kereyitler olmak üzere birtakımı Hristiyan çoğu Şaman ve Budist olan Çingizliler,’Ermeni’ ve ‘Gürcü’ gibi yerli Hristiyanları istila ve seferlerinde asker ve memur olarak da kullanıp,Müslümanların bunlar eli ile ezilmesine yol açtılar.”(H. Özdemir,s. 64)
Kırzıoğlu’na göre,Artvin bölgesinde tarihten beri yaşayan,buradan gelip geçen bütün kavimler,Sümerler,Hititler,Arsaklılar,Hurriler,Urartular,Bagratlar vs. Türk soylarındandır;bütün yer,kişi isimleri de Türkçedir dolayısıyla Artvin Oğuz elidir.Kırzıoğlu’nun bu ‘tarihçiliği’ ile Özdemir’den aktardığımız iki parçadaki “Ermeni imgesi” (büyük dış güçlerin ‘askeri/maşası’,Türk-Müslümanlara eziyet eden) birbirini tamamlamaktadır.Özdemir,çalışmasının ilerleyen sayfalarında (s. 131) 2 Nisan 1538-18 Ocak 1539 tarihlerinde işlenmiş “İcmal Defteri”nden,1593 Ahıska/Çıldır Eyaleti Tahrir Defteri kayıtlarına bakarak,bölgedeki yer ve kişi adlarının öz-Türkçe olduklarını;”Çoruh ve Yukarı Kür boylarındaki Ortodoks-Kıpçak Türklerinin neden kısa zamanda Osmanlı himmeti ile gönülden Sünni-Müslüman olduklarını anlarız.Resmi belgelerde gördüğümüz bu Türkçe adlar;öteden beri buralarda tek tük kalan Ermeni-Gregoryen ve sonra Artvin Katolik Ermeni köylüleri dışında,hepsi Türk ve tek dili Kıpçak-ağzı güzel Türkçe olan yerli halkın,milli dil ve kültürünü koruduğunu gösterir” demektedir.Kırzıoğlu ve onun iktibasçılarının bu Türklük iddialarına rağmen (fakat onların Türkleştirme zihniyetine uygun olarak),Cumhuriyet’in erken bir tarihinde,1926 yılında Artvin’deki bütün yer isimleri değiştirilmiştir.
Ondokuzuncu ve yirminci yüzyılda Artvin Ermenilerine dair bilgiler
Artvin’de yaşayan halkın etnik ve dini bileşenine dair istatistik bilgilere Osmanlı döneminin sonralarında yapılmaya başlanan nüfus sayımları ve salnameler sayesinde erişebiliyoruz.Halit Özdemir’in aktardığı 1869 Trabzon Salnamesi’nde Lazistan sancağına bağlı Livana kazasında 378 gayrimüslim hanesi ve 308 Ermeni,1261 Katolik erkek olduğu belirtilmektedir.Ayrıca 80 öğrencili bir Ermeni okulu,300 öğrencili dört Katolik okulu,14 rahip,dört kilise olduğu ifade ediliyor.Özdemir,1870 salnamesinin verilerini aktarırken dört Ermeni kilisesi olduğunu aktarıyor.Aynı bilgi 1873 ve 1876 Trabzon Salnamelerinde yineleniyor.Yine aynı salnameye göre Arhavi’de üç Rum kilisesi var.1873 Erzurum Salnamesine göre,o zamanlar Çıldır sancağına bağlı olan Ardanuç kazasında 549,Şavşat kazasında ise 647 Hristiyan erkek nüfusu yaşıyor.Ardanuç’ta dört kilise,dört Hristiyan ilkokulu,Şavşat’ta üç Hristiyan ilkokulu olduğu bu salnameden aktarılan bilgiler arasında.’93 Harbi’nin başladığı yıl olan 1877 yılına ait Trabzon Salnamesinde de Livana’daki Katolik-Ermeni toplam erkek nüfusu 1549 (Müslüman-gayrimüslim toplam erkek nüfus sayısı 16036) olarak verilmektedir.(12)
1887 yılında yayınlanan Chorohskiy Kray adlı kitabında V.Y. Lisovskiy,bölgedeki Ermenilere dair şunları yazmaktadır:”Ermenilere gelince,onlar da görünüşe göre Türkler gibi bölgeye sonradan yerleşenlerden sayılmalıdır;çünkü,birinci olarak sayıları çok azdır ve ikinci olarak da sanki küçük kolonilermiş gibi dağınık halde,birkaç yerleşim yerinde,esas itibariyle bölgenin güney kısmında yaşarlar.Şavşat’ta Ermeni nüfus şuralarda yerleşmiştir:Phukiur ve Okrobaket köylerinde,ve ‘Rabata’ adı verilen iki köy stili yerleşim yeri,Samcelya ve Mamanelisa’da.Ardanuç ilçesinde Ardanuç kasabası ile Tanzot ve Enirabat’ta yerleşmişlerdir.Kintriş ilçesinde ise onlara sadece ticaret faaliyeti yürüttükleri birkaç yerleşim yerinde rastlanır.Bunlara ek olarak,Ermeniler Artvin şehri nüfusunun 4/5’ini ve Batum’unkinin 1/10’unu teşkil ederler.Batum’daki Ermenilerin bir bölümü buraya sonradan gelme bir unsurdur;bölgeye ancak Rusya’ya ilhak edilmesinden sonra gelmişlerdir.”(13)
1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı’ndan sonra bölgenin egemenliğini ele geçiren Rus Çarlığı,bölgede ayrıntılı nüfus çalışmaları yapmıştır.Bu çalışmalarda nüfus milliyet,din ve mezhep,ekonomik durum gibi çeşitli kriterlere göre tasnif edilebilecek kadar ayrıntılı bilgiler mevcuttur.1886 yılında yapılan bu nüfus sayımın sonuçları Kafkasya İstatistik Komitesi tarafından 1889’da yayınlanmıştır.(14) Buradaki bilgilere göre Artvin’in (bu tarihlerde Artvin merkez,Şavşat ve Ardanuç bölgeleri Rusların egemenliğindedir) nüfusu,Ermeniler 2853,Gürcüler 17802,Türkler/Müslümanlar ise 24887 ve diğer milletler (Kürtler,Çingeneler ve İspanikler) 450 kişiden mürekkep,toplam 45992’dir.(15)
1907 yılında yayınlanan The Catholic Encyclopedia,Artvin’deki Katolik eğitim kurumlarına dair bilgileri,1894 yılını esas alarak vermektedir.Ansiklopedi’ye göre Artvin,Karadeniz’e akan Çoruh’un sol yanına,’Türk Ermenistanı’nın yakınına konumlanmıştır.1894 yılı Artvin’inde,çoğunluğu Türk ve Ermenilerden oluşan 5.900 nüfus vardır.Dokuz Ermeni-Katolik kilisesi ile bu kiliselere bağlı,dördü kız,üçü erkekler okulu olmak üzere yedi Katolik okulu vardır.Bu okullar,”Artvin ve havalisi”ndedir.Artvin ve havalisindeki bu kiliseler ve okullar,Artvin Ermeni-Katolik Diakozalığına(16) bağlıdırlar.Papa Gregorius’a bağlı olan Gregoryen Ermenileri ise beş kiliseye ve iki okula sahiptirler.”
“Ermeni sayımları,Artvin diakozasının yaklaşık 12 bin Katoliği,25 görevli rahibi,30 kilise ve şapeli,yaklaşık 900 öğrencisi olan 22 ilkokulu gösteriyor.Kızlar,kısmen Kutsal Bakire Meryem Kızkardeşleri tarafından eğitilmektedir.Artvin diakozasındaki Latin sayımındaki Katolikler,Tiraspol Piskoposluğunun yetki alanına bağlıdırlar.”(17)
Osmanlı Devleti’nin isteği üzerine Ermeni Patrikanesi tarafından 1912-1913 tarihlerindeki faal kilise ve manastırların durumuna dair bir rapor hazırlanarak yetkililere verilmiştir.”Annotated Selections from the Inventory of Armenian Church Properties conducted for and by the Ottoman Government in 1912-1913″(18) adlı belgeye göre,Artvin’in Rusya egemenliğinde olduğu o yıllarda,Erzurum sancağına bağlı olan Kiskim’de (şimdiki Yusufeli ilçesi) dört Ermeni kilisesi olduğu anlaşılmaktadır.Kiskim’deki kiliseler;Kutraşen köyünde The Church of Holy Mother of God,Khotorçur köyünde The Church of Holy Mother of God,St. Gevorg Church,Holy Resurection Church,St. Hovhannes Church,St. Karapet Church,Holy Saviour Church,St. Hakob Church,St. Illuminator Church;Nikhakh köyünde The Church of Holy Mother of God;Karmrik köyünde St. Hovsep Church,The Church of Holy Mother of God olarak belirtilmektedir.1288 (1872) Tarihli Erzurum Vilayet Salnamesinde Kiskim’deki erkek nüfus 15 hanede 1612 Hristiyan,4060 Müslüman olmak üzere toplam 5672 olarak verilmiştir.(19) “Ermenistan ve Çevre Bölgelerin Yer İsimleri Sözlüğü”ne göre;(20) “Kiskim kazası 1829 yılına kadar Akhıskha paşalığındadır.Kiskim kazası kendi bölgesiyle eski Berdagrak’tır.Vital Cuinet’e gore 1891 yılında Kiskim’de 23929 Müslim,bundan 5954 Ermeni sakin ve 68 başka boylar yaşamaktaydı.Bu Müslim sakinler arasında Türkler,zorla İslamlaşmış/Türkleşmiş olan Ermeniler ve Lazlar da vardı.”(21)
Kaçkar dağlarının güneyinde Çoruh bakarlarındaki Barhal (Altıparmak),Hevek (Yaylalar),Khodorçur (Sırakonaklar) Hemşin coğrafyasına dahildirler.(22) İspir-Yusufeli sınırında olan ve bu nedenle bazen İspir’e bazen Yusufeli’ne bağlanan Khodorçur köyü 1574 tarihinde tahminen 334 haneli 1804 nüfusa sahiptir.(23) Katolik Ermenilerin yaşadığı Khodarçur hakkındaki,Raffaele Gianighian’ın 1992’de yayınlanan kitapta Khodorçur’a bağlı Hunut,Areki,Gudraşen,Garmik,Mokhorgut,Zraraçur,Cicibağ ve Kisak köylerinden söz edilmektedir.Zraraçur,Mokhorgut ve Kisak’ta birer kale bulunmaktadır.Areki köyünde Surp Yerrortutyun kilisesi bulunmaktadır.Mokhorgut köyünde Surp Asdvadzadzin manastırıyla bir kale bulunmaktadır.Cicibağ’da ise Surp Yerrortutyun katedrali ile içinde pek çok “khaçkar”ın(24) bulunduğu bir mezarlık vardır.(25) Sonraları İspir’e bağlanan Khodorçur’daki 23 “vartabed”inin(26),’tehcir’ edildiği bilinmektedir.(27) Köydeki kilise de cami yapılmıştır.(28)
Khodorçur ve yine bugün Yusufeli’ne bağlı olan Hevek/Khevak köyü ile ilgili 1776 yılında bu köye uğrayan Venedik Mkhitar Manastırı üyesi Poğos vardapet Meheryan’ın anılarında bazı bilgilere ulaşılmaktadır.(29) Meheryan,1776 yılında Khordorçur’da Karmirk ve Hokhrakuyt köylerinin mugannilerini papazlığa terfi etme töreni için Hemşin sancağındaki Hevek/Khevak köylü muganni Serobe’yi getirdiklerini anlatır.Khordorçur’un yaşlı papazları,Heveklilerin Türkleşmesi esnasında beş-altı hanenin dinlerini değiştirmediğini ve kendilerinin de onlara papazlık yaptıklarını anlatmışlardır.Ayrıca Meheryan,Hevek’teki yıkık kiliseyi de onardığını ve orada yaptıkları ayine Müslümanlaşmış Heveklilerin de katıldığını anlatır.Meheryan,Hevek’ten üçgünlük bir yolculukla Artvin’e vardıklarını,buradaki halkın kendilerini sevgiyle karşıladığını ve Artvin’de Ter Hovsep’in evinde kaldığını aktarır.
’93 Harbi ve sonrasında Artvin
Halk arasında ’93 Harbi olarak bilinen 1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı’nın Rusya’nın galibiyetiyle sonuçlanması üzerine imzalanan barış anlaşması gereği Osmanlı Devleti,Evliye-i Selase (Kars,Ardahan,Batum) ile Batum sancağına bağlı olan Artvin,Ardanuç,Borçka,Şavşat,Hopa’nın Kemalpaşa kesimi Rusya’ya bırakmıştı.Bu tarihten itibaren 1918’e kadar Artvin Rusya’nın egemenliğinde kalmıştır.
’93 Harbi’nin -konumuz açısından- en önemli sonuçlarından biri,Evliye-i Selase’nin (Kars,Ardahan,Batum) Rusya’ya verilmesi üzerine bölgedeki Müslüman halkın Osmanlı topraklarına,buna mukabil Osmanlı’da katliamlara maruz kalan Ermeni ve Rumların bir kısmının da bu bölgeye göç etmesidir.Osmanlı-Türk kaynaklarında “muhacirlik yılları” olarak yadedilen yıllarda binlerce Müslüman Osmanlı’nın değişik ellerine göç etmiştir.’Muhacirlerin’ bir kısmı ancak terkettikleri yerlerin tekrar Osmanlı’ya geçişinden sonra geri dönüş gerçekleştirmiştir.
’93 Harbi,Kafkas bölgesinden Anadolu’ya yapılan göçe yeni bir ivme kazandırmıştır.Bu savaşta Kafkasya bölgesinde Türkler,Çerkesler,Çeçenler,Abazalar,Dağıstanlılar ve Acara bölgesinde yaşayan Müslüman Gürcüler,aktif olarak Osmanlı Devleti’nin yanında savaşa katılmışlardır.Savaş Osmanlı aleyhine neticelenip Kafkaslar yine Rusya’nın hakimiyetinde kalınca Müslüman Kafkas toplumları da bunun acı neticesi ile karşılaşmışlardır.Artvin ve Batum halkından bir kısmı deniz yolu ile göç ederken bir kısmı da kara yolu ile Erzurum ve Bayburt gibi yerlere ulaşmıştır.Buralarda yerleşmeler olduğu gibi göçmenler Tokat,Amasya,Muş gibi başka bölgelere gitmişlerdir.Deniz yolu ile göç edenler Karadeniz’de sahil boyu ve iç bölgelerde Hopa’dan itibaren İstanbul’a kadar iskân edilmişlerdir.İstanbul’a ulaşan göçmenler boş arazi bulunan Anadolu vilayetlerine sevkedilerek yerleştirilmişlerdir.Bu göçler tam anlamıyla bir insanlık dramıdır.Yollarda çekilen her türlü açlık,sefalet,salgın hastalıklar göç edenlerin büyük çoğunluğunu yok etmiştir.
Ayastefanos Antlaşması’nın 21. maddesine göre Rusya’ya bırakılan yerlerin halkına,bulundukları yerde kalmak veya göç etmek hususunda üç sene serbestlik tanınmıştır.Rusya,işgal ettiği yerlerdeki halkın göç etmemesi için ikna edici faaliyetlerde bulunmasıyla beraber 1890 yılına kadar göçleri serbest bırakmıştır.Bu tarihten sonra toplu göçler,Osmanlı Devleti’nin Rusya nezdinde resmi girişimlerle mümkün olmuştur.1909 yılına kadar Rusya,bölge halkının sınır geçişlerini serbest bıraktığı için küçük gruplar diplomatik konu teşkil etmeden göç edebilmişlerdir.
Bu göçlerin Osmanlı Devleti tarafından hem bir işgücü hem de elde kalan topraklarda Türk-Müslüman unsurunu egemen kılma politikası açısından da değerlendirildiği anlaşılmaktadır.”Toprak kayıpları ile başlayan Türk ve Müslümanlar göçler,Osmanlı Devleti tarafından teşvik edilmiş ve göçmenlere iaşe,barınma ve yerleşmeleri konusunda her türlü destek sağlanmıştır.Padişah II. Abdülhamid,”93 Göçmeni” olarak adlandırılan Artvin ve Batum göçmelerine karşı Müslümanları koruyup sahip olması gerektiği inancıyla hareket etmiştir.Ayrıca göçmenlerin sağlayacağı işgücü Anadolu’da boş arazilerin ekonomiye kazandırılması bakımından ve göçmen kitlelerin,Anadolu nüfusunun Türkleştirilmesi yönünden önemsenmiştir.”(30)
David Martirosyan,bu göçler hakkında şu bilgileri vermektedir:”Albay N.Y. Lisovskiy’nin araştırmasında belirttiği resmi verilere göre ayrıcalıklı süre zarfında [geçişlerin serbest olduğu ilk üç yıl] Batum bölgesini yaklaşık 38 bin kişi terketmiştir.Böylece Batum’un kuzeyindeki vadilerden nüfusun yaklaşık 2/3’ü;Goniya’dan ve Aşağı Acaristan’dan ise 1/2’sinden biraz azı göç etti.Kintriş ve Maçahel vadilerindeki bazı yerleşim yerleri nüfuslarının 9/10’unu kaybetmiş,bazıları ise tamamen boşalmıştır.En az göçü ise Şavşat,Ardanuç ve Yukarı Acaristan verdiler:Ekilebilir topraklardan yana daha zengin oldukları ve savaş sahnesinden de uzakta bulundukları için kıtlığın dehşetine maruz kalmadılar.”(31)
M. Adil Özder göçler konusunda biraz farklı bir tablo çiziyor.(32) Ona göre,Rusya’nın eline geçen bölgelerdeki ileri gelenlerden bazıları,insanların göç etmemesi konusunda ikna çalışması yürütmüştür.”Kars Şehbenderi olarak 1880 Ağustos’undan itibaren onaltı ay şehirde bulunan Mehmed Asım Bey,el altından ve yine imam ve müftüler vasıtasıyla:’Buraları Padişah,geçici bir zaman için tazminat yerine Ruslara bırakmıştır.Gaziler ocağı,şehitler yatağı mübarek Kars’tan Ezan-ı Muhammedi ve Müslüman (Türk) sesi kesilmesin.Cami ve mescitlerin,türbelerin hatırı için kâfirin zulmüne katlanarak vatanda kalıp,ekseriyeti temin etmek,en büyük ibadet ve millet hizmetidir’ yollu haberler yayarak halkı uyandırmıştı.”(33) Özdemir,Mehmed Asım Bey’in Batum Müftüsü aracılığıyla da fetva çıkarıp bu anlayışı yaydığını belirtiyor.Bunun gibi çalışmaların Artvin,Ardanuç ve Şavşat’ta da yapıldığını söylüyor,Özdemir.(34)
Çarlık döneminde Artvin
Artvin ve civarının Rusya’nın egemenliğinde geçirdiği dönem için,yerli halklar arasındaki ilişkiler açısından Hristiyanların Müslümanlara karşı sosyal,ekonomik ve siyasal olarak avantajlı hale geldiklerini tahmin etmek zor değil.Osmanlı’da askere alınmayan,ekstradan vergiler ödemek zorunda olan,sosyal yaşamda ikinci sınıf muamelesi gören Hristiyanların,Rusya’nın yönetiminde bu durumdan kurtulurken,Müslüman halkın baskı ve asimilasyonuna dair herhangi bir bilgi yoktur.Fakat bu statü değişimi,Rusya’nın ve Osmanlının bölge siyasetleri tarafından bir enstrüman olarak kullanılmıştır.
Rusya’nın egemenliğinin başlamasıyla idari olarak Artvin,Ardanuç kazaları ile Şavşat ve Borçka nahiyeleri 1878’de Batum oblastına (vilayet) bağlanmıştır.1883’te Batum oblastı kaldırılarak Kutaysi guberniyasına bağlanan Artvin,1903’te yeniden Batum oblastına bağlanır.Sonradan Şavşat kaza,Artvin de naçallik yapılmıştır.Naçalliklerin albay rütbesinde kişiler olduğunu ve bunların genelde Gürcü olduğunu,buna karşın nahiyelerin başındaki kişilerin halk tarafından seçildiğini ve Türk-Müslüman olabildiklerini belirtiyor,M. Adil Özder.(35) ’93 Harbi ile Rusya’nın egemenliğine geçen Evliye-i Selase’deki idari örgütlenme hakkında,bu yıllardaki Kars’ın yaşantısını Rus kaynaklarına dayanarak yazan Candan Badem’in Kars Vilayeti kitabında özetle şu bilgiler verilmektedir:Bu dönemde Rusya İmparatorluğu’nun idari yapılanışı askeri ve hukuki mahiyetleri açısından guberniya,oblast,okrug,kray gibi farklılıklar göstermektedir.Guberniyalar Çarlık yasalarının tam olarak uygulandığı normal yönetim birimleridir.Oblast ise henüz tüm Çarlık yasalarının uygulanmadığı,yerel adetlere de izin verilen bir tür ikili hukukun uygulandığı askeri yönetim birimleridir.”Batum ve Kars oblastları askeri valilerinin yetki ve yükümlülüklerine ilişkin Şubat 1879 tarihli bir talimatnamede bu valilerin kendi vilayetlerindeki asayişten sorumlu oldukları ve nüfusu yavaş yavaş uygar yurttaşlığa (grajdanstvennost) hazırlamaları,ancak halkın alışmış olduğu düzeni ve yaşam tarzını özel bir gereklilik olmadıkça keskin bir biçimde bozmaktan kaçınmaları gerektiği yazılı idi.Valiler vilayetlerindeki en etkili kişileri Güney Kafkasya’ya ve hatta Rusya’nın içerlerine bağlayan maddi ve manevi çıkarları olmasını sağlamalı ve bunun için ticareti geliştirmeli,okullara öğrencileri yollamalıydılar.[…] Doğal afetlerde ve kıtlık durumunda halkın yardımına koşmak ve gerekirse Kafkasya başkumutanlığından yardım istemek,okullar açmak,fanatizme kaçmamak koşuluyla Müslüman dini okullarına karışmamak,özel girişimi desteklemek ancak tekelciliğe izin vermemek,bayındırlık ve ulaşımı geliştirmek,yerel halkın haklarını kısıtlamamak kaydıyla Rus yerleşimciler için yeni araziler bulmak,ormanları korumak,atlı zaptiye için gönüllüleri teşvik etmek,zaptiye subaylarının seçimine özen göstermek ve vilayetin gelirlerini artırmak için gerekli önlemleri bildirmek görevleri arasındaydı.”(36)
Özder ve Özdemir,Rusya’nın egemenliğinde geçen “kırk yıllık kara günler”deki halkın yaşamına dair şu bilgileri(37) vermektedirler:”Yerli halkın gönlünü hoş tutmak amacıyla vergiler de pek ağır sayılmazdı.Köylerden iki taksitte ödemek şartıyla yıllık toprak vergisi alınır,zamanında ödenmeyen vergilere zam yapılırdı.Vergileri köy muhtarları toplar ve Rus idaresine teslim ederdi.(…)Toprak belirli sınırlar içinde köy adına verilir,bölüştürme işi köylüye bırakılırdı.Genel olarak toprak bölüştürmesi üç-beş yılda bir nüfus oranına göre yapılırdı.Nüfusu azalan ailelerden alınan toprak,artan ailelere verilirdi.Bölüştürme işindeki anlaşmazlıkları hükümet giderirdi.Nüfusu oranında verilen toprağı köylü değiştiremez ve satamazdı.Payına düşen toprak üzerinde bağ ve bahçe yapan köylülere o toprak mülk olarak verilir;bölüştürmeye girmezdi.”(38)
Rusya egemenliğinde askerlik sistemi de değişmiştir.Osmanlı’da Hristiyanlar askere alınmazken Rusya’nın egemenliğinde Türk-Müslümanlar askerliğe alınmıyor.Askerlik sırası gelen Türkler yılda 1,5 ruble vergi ödeyerek askerlikten muaf tutuluyor.Bununla beraber,kendi atı ve silahıyla ücretli stranjnik (jandarma) ve abeşik (orman muhafaza memuru) gibi görevlerde çalışabiliyorlar.Halit Özdemir bu uygulamayı “savaşçı Türklerin benliğini hiçe indirmek” amacını taşıdığını ifade ediyor.(39)
Yazarların askerlik konusundaki bu şoven yorumuna karşılık Çarlık yönetiminin Türkleri askerliğe mahsustan almadığı bilgisi yalandır.”[…] Çarlık yönetimi aslında bu konuda bazı girişimlerde bulunmuş ancak hem yerli halkın hem de 1879’dan itibaren yöreye yerleşen Rus sektantları olan Duhoborların ve kısmen Malakanların şiddetli direnişiyle karşılaşmıştır.Nihayet 1889 yılından itibaren gayri-Hristiyan (Müslüman,Yezidi,Yahudi,vd.) nüfusa ve Rus sektantlarına askerlik hizmeti yerine Osmanlı Devleti’nde gayrimüslimlerin ödediği bedel-i askeri vergisine benzer bir ‘askeri vergi’ (voinskiy nalog) getirilmiştir.Yani sorun Kırzıoğlu’nun deyişiyle Rusların ‘uyuşturma ve erlikten düşürme’ siyasetleri değildir;tam tersine Rus hükümeti dinine ve mezhebine bakmaksızın bütün tebaasının askerlik yapmasını istemiştir.”(40) Fakat bu konuda direniş nedeniyle geri adım atmak zorunda kalmıştır.
M. Adil Özder,Rusya’nın bölge halklarını Ruslaştırmak siyaseti güttüğü iddia etmesine karşın Türklerin dini eğitim ve ibadetlerinde,sosyal hayatlarında serbest olduğu da ifade ediliyor.Rusya’nın açtığı okullarda resmi dilin Rusça olduğu halde din dersinin Türkçe verildiği anlaşılıyor.(41) Buna rağmen Türklerin Rusya’nın açtığı okullara pek gitmediğini ifade ediyor,Özdemir.
Özder,Rusya’nın Evliye-i Selase’de uyguladığı genel siyaseti;”a)Yerli Müslüman-Türk ahaliyi uyuşturma ve Ruslaştırma çabası,b)Türkleri kendi yerlerinde azınlığa düşürmek için yürütülen uygulama,c)Yerli ahaliden ileri gelenleri memnun etmek için verilen unvan ve memuriyetler” olarak özetliyor.(42)
Özder,”36 yıllık Çarlık yönetimi” döneminde,”Ermenilerin ticari baskısı ve sinsi seyirci kalan Rus idarecileri bu iki cemaatin münasebetlerini çığrından çıkarmağa sebep olmuşlardır”,diyor.Özder,örnek olsun diye 1890’lı yıllarda,Artvin belediye başkanının iki muavini olan Ermenilerden Andriyas ile Türklerden Ahmed Tevfik Bey (A. Tevfik Bey aynı zamanda Artvin Naçaliğinin jandarma kuvvetlerinin başındadır) arasında yaşanan bir olayı aktarıyor:Bir toplantıda yaşanan söz düellosundan sonra,adamlarını da yanına alan A. Tevfik,gecenin karanlığında Andriyas’ı bir köşede sıkıştırıp öldürür.(43) Özder’e göre “zengin ve azgın komiteci” Andriyas’ın Tevfik Bey tarafından öldürülüşünü anlattıktan sonra “Bu vahşice intikam alma hıncının oluşup yerleşmesine sebep olanlar kimlerdi” diye soruyor.”Burada tekrar sormağa lüzum var mı bilmem,ama 1890’da İstanbul’da henüz kurulmuş olan Hınçak Cemiyeti’nin bu gelişmelerin baş körükleyicisi olduğu da apaçık bir gerçektir.”(44)
Özder’in aktardığı olayı anlatışına,’neden’ine dair ‘yorum’una diyecek söz yok…Arada belediye başkanı muavinliğinin biri Ermeni biri Türk iki kişi tarafından yürütülüyor olması dikkat çekicidir.Ayrıca geçerken Artvin Naçaliği Abaşidze’nin de bir Türk tarafından öldürüldüğü de aktarmaktadır Özder.”Okuduğumuz” çalışmalarda bu dönem boyunca Artvin’de Ermenilerin Türklere yönelik bir katliam,öldürme girişimi veya faaliyetinden bahsedilmemektedir.
Diğer taraftan,genel siyaset arenasında Rusların Ermenilere hamilik yapıyor gibi görünmesine karşılık Rusya’nın Osmanlı’dan hicret eden Ermenilerle bölgedeki Ermeni sayısının artmasından rahatsız olduğu anlaşılmaktadır.Örneğin Kars’ın ilk askeri valisi olan V. Frankini,18 Şubat 1879 tarihli raporunda bölgedeki Ermenilerin siyasi emelleri olduğunu ima ederek sayı olarak Rumlarla dengelenmesi gerektiğini bildirmektedir.Frankini ayrıca bölgeye gelen Ermeni mültecilerin mevcut Ermeni köylerine dağıtılmalarını ve yeni köyler kurmalarına müsaade edilmemesini salık vermektedir.(45) Balkanlar’da özellikle Bulgarların bağımsızlık hareketlerine büyük destek veren Rusya,bu hareketlerin ‘devrimci’ potansiyelleri nedeniyle içine düştüğü durumla yeniden karşılaşmamak için Kafkasya’daki bağımsızlık hareketlerine karşı çıkmıştır.1882-1895 döneminde Rusya Dışişleri Bakanı olan Nikolaus Giers,Rusya’nın Ermeni politikasını şöyle ortaya koyuyordu:”Rusya’nın ikinci bir Bulgaristan yaratmayı arzu edecek hiçbir nedeni yok.O zaman Rusya Ermenilerinin de katılmak isteyecekleri özerk Ermeni prensliklerinin doğuşu,Rusya’ya tehlike oluşturacaktır.”(46) Yine,Rusların Osmanlı’ya,Kafkasya’ya göç etmiş Ermenilerin memleketlerine dönmelerine izin verilmesi konusundaki ısrarlı girişimleri(47) de gözönüne alınarak,Rusların bölgedeki Ermenilere yönelik kayırmacı bir yaklaşımlarının olmadığı söylenebilir.
’93 Harbi’nden Birinci Dünya Savaşı’na doğru Osmanlı’da ‘Ermeni sorunu’
Halk arasında ’93 Harbi olarak bilinen savaşın ardından 3 Mart 1878’de imzalanan Ayastefanos Antlaşması’na göre Rusya,Osmanlı va’dettiği reformları gerçekleştirinceye dek Doğu vilayetlerindeki işgali sürdürme hakkını kazanmıştı.(48) Fakat Rusya’nın o bölgede asker bulundurmasını Hindistan’daki sömürge çıkarlarına bir tehdit olarak algılayan İngiltere,yeni bir kongre toplanmasını sağlamıştı.Kongre sonucunda imzalan 1878 Berlin Antlaşması,Ayastefanos’a göre daha hafif şartlar içermesine rağmen Osmanlılar,Balkanlar ve Kafkasya’daki büyük toprak kayıplarının yanı sıra nüfusunun beşte ikisini kaybetti.
Berlin Antlaşması ile Doğu sorunu artık Ermeni sorunu olarak belirmiştir.1830 ve 1840’larda Osmanlı hükümetinin Kürt aşiretlerini yerleşik düzene geçmeye zorlaması sırasında Doğu vilayetlerinde yaşanan ve etnik ya da dini kökenli olmaktan çok yerleşik ve göçebe toplumsal yapılar arasındaki gerilimden kaynaklanan asayiş sorununun yarattığı huzursuzluk,1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı’yla artmıştır.Savaş sırasında Osmanlı ordusuna hizmet eden ve çoğunluğu Kürt ve Çerkes süvarilerinden oluşan düzensiz birliklerin başına buyruk davranışları,savaş sırasında ve sonrasında Kafkasya’dan Osmanlı topraklarına kaçan muhacirlerin ve savaş koşullarının yarattığı genel sıkıntılar ve bazı Ermeni militanların savaş sırasında Rus ordusunda görev yapmaları gibi gelişmeler,sözkonusu asayiş sorununu daha da ciddileştirdi.Osmanlı Devleti,Berlin Antlaşması’nın 61. maddesiyle Ermenilerin yaşadığı vilayetlerde gereken reformları gecikmeden gerçekleştirme ve Ermenilerin Kürt ve Çerkesler karşısında güvenliğini sağlama taahhüdünü vererek bu asayiş sorununun uluslararasılaşmasına giden yolu açmış oldu.(49)
Berlin Antlaşması’nın 61. maddesi ile “Babıali,Ermenilerin yerleşik olduğu eyaletlerin yerel gereksinimlerinin dayattığı iyileştirme ve reformları gecikmeksizin gerçekleştirmeyi ve Kürtlerle Çerkeslere karşı Ermenilerin güvenliğini garanti altına almayı üstlenmektedir.Uygulamayı takip edecek olan büyük devletlere,bu amaçla alınan önlemler hakkında düzenli bilgi aktarılacaktır”,deniyordu.Avrupa’daki toprak kayıplarından sonra Osmanlı için Doğu bölgelerinin,Anadolu’nun yeni bir düzene kavuşturulması sorunu,iç ve dış siyaset açısından giderek daha büyük bir önem kazanmaya başlamıştır.Bir başka ifade ile Doğu sorunu/Ermeni sorunu,İmparatorluk açısından beka sorunu olarak algılanmaya başlanmıştır.
“Berlin Antlaşması’nda verilen sözlerden cesaret alan Ermeniler,elbette beklentilerin artmasına yol açan yeni bir ulusal bilinç geliştirdiler.Münferit hak aramalar,Osmanlı sistemine has suistimallere edilgen bir şekilde boyun eğme geleneklerini aşındırmaya başladı.Bunlara ek olarak,göçmen Ermeni entelektüeller bu suistimalleri protesto etmek ve va’dedilen reformların uygulanmasını zorlamak için Avrupa’nın çeşitli başkentlerinde komiteler kurdular.”(50) Programları itibariyle farklı tonlarda ulusalcı-sosyalist bir dünya görüşüne yakın Ermeni devrimci örgütleri olan Hınçak 1887’de Cenevre’de,Daşnak 1890’da Tiflis’te kuruldu.Osmanlı yönetiminin bir türlü çözemediği asayiş sorunu Ermeni toplumunun Jön Türkleri olarak tanımlanabilecek bu grupların eylemleriyle Avrupa kamuoyuna taşınmaya başladı.1890 Temmuzu’nda Hınçak militanlarının İstanbul’da düzenledikleri gösteri kanlı bir şekilde durduruldu.1894-1896 yılları arasında ise Ermeni sorunu iyiden iyiye kendini hissettirdi.Önce,1894’te Sasun’da çıkan bir ayaklanma kanlı bir şekilde bastırıldı.Ardından,1895 sonunda Anadolu’nun pek çok yerinde yaşanan saldırılarda çok sayıda Ermeni öldürüldü ve malları yağmalandı.(51)
İmparatorluğun doğu bölgelerinde yaşanan çatışmalar Karadeniz’e de sıçramıştır.Ermeniler ve Rumlar,nüfus ve ekonomik güç açısından önemli bir ağırlıklarının olduğu bölgelerden biri olan Orta ve Doğu Karadeniz’de (Samsun-Canik ve Trabzon eyaletleri) özellikle 1890’dan sonra yerel derebeylerinin,çetelerinin saldırılarına maruz kalmışlardır.1985 Ekimi’nin ilk haftasından itibaren Trabzon ve çevresinde yaşananları “Asya Türkiyesi’ndeki seri olayların ilki” olarak niteleyen Longworth’a göre,olaylarda 298’i Trabzon merkezde olmak üzere,civar kasaba ve köylerde (Gümüşhane dahil) toplam 507 Ermeni ölmüş,5197 kişi göç etmiş,1510 ev ve dükkân yağmalanmış,320 ev ve dükkân yanmıştı.Türk tarafının kaybı ise 16 kişi olup,Trabzon’da Müslümanlara ait 162 dükkân,Gümüşhane’de ise 70 dükkân yağmalanmıştı.Olaylarda üç de Rum ölmüştü.
Bu olaylardan sonra Trabzon’dan Rusya’ya ilk göçler de başlamıştır.Longworth’un tahminine göre 1896’nın sonunda Trabzon Sancağı’ndan göç edenlerin sayısı 7.600 kişiye ulaşmış,1200 Ermeni hanesi 450’ye inmiştir.(52)
Göç edenlerin bir kısmının Batum ve civarına (Abhazya ve Krasnador) yerleştiği bilinmektedir.Ama bunlara ilişkin sayısal veriler bulunmamaktadır.Karadeniz’den ve Osmanlı’nın doğu vilayetlerinden Artvin ve civarına göçlerin olduğu belirtilmesine rağmen bunların iskânına dair bilgi bulunamamıştır.
Özder -ve onu yineleyen Özdemir- “Samsun ve başka bölgelerden Artvin,Ardanuç,Şavşat kasaba ve köylerine yerleşmeye başlayan ve çoğu ilkten fakir çiftçiler olan Ermeniler kısa zaman sonra ‘ağa’ olmuşlardı.İçlerinden biraz paralı olanlar ise bölgenin ticaret ve yerli sanatlarını tamamıyla ellerine geçirmişlerdi.Yerli ahali de bunların bir nevi kölesi durumuna düşmeğe başlamıştı”(53) demektedir.Özder ve Özdemir,Ermenilerin zanaatkâr olmalarını adeta bir kabahat sayıyor.Öyle ki,Türkler arasında “bu işleri [zanaatçılık] yapmak sizin dinde günahtır” şeklinde propaganda yaptıklarını bile ileri sürüyorlar.
Artvin ve Batum’daki Ermeni nüfusundaki artışın asıl olarak bölgenin Rusya’nın egemenliğine geçmesiyle oluştuğunu söyleyen Martirosyan,Rus Bibliografik Enstitüsü’nün Granat Ansiklopedik Sözlüğü’ne dayanarak,Birinci Dünya savaşı başlangıcına doğru Batum bölgesinin nüfusu için şu bilgileri aktarmaktadır:”1-Batum civarında ki nüfus yüzde 63.9 Gürcü kalanı da yüzde 10.1 Rus,yüzde 8.1 Ermeni,yüzde 5.5 Yunan ve yüzde 3.6 Türk bölgenin tüm nüfusu 96.500 (1908 yılındaki verilere göre) şeklindedir.2-Artvin bölgesinde ki nüfus durumu ise yüzde 73.9 Türk,yüzde 14 Ermeni,yüzde 9.8 Gürcü,yüzde 2 Rus,nüfus sayısı da 62.800 şeklindedir.”(54)
Birinci Dünya Savaşı sürecinde Teşkilat-ı Mahsusa’nın Artvin’deki faaliyetleri ve Artvin Ermenilerinin trajedisi
Birinci Dünya Savaşı’nın Kafkasya Cephesi ele alınırken,Türkiye’de tarihsel ve toplumsal bir travma olan Ermeni Soykırımı’nda başrolü oynayan Teşkilat-ı Mahsusa’nın namlı isimlerinin Artvin’de toplanmış olması konuyla ilgilenen herkesin dikkatini celbetmesi gerekirdi.Buna mukabil,Ermeni Soykırımı üzerinde duran ‘resmi tarih dışı’ çalışmalar bile Teşkilat-ı Mahsusa’nın Artvin’deki faaliyetlerini ıskalamışlardır.”Resmi tarih” çalışmaları ise,bu Mahsusacıları bir kahraman olarak işlemektedir.
“Tehcir”in başlamasından birkaç ay önce Artvin’de yaşananlara karşı ilgisizliğe Martirosyan da dikkat çekmektedir:”Birinci Dünya Savaşı’nın Kafkas (Rus-Türk) cephesindeki olayları incelerken 1914 yılının sonları ile 1915 yılının başlarındaki seferin bilimsel analizinin çerçevesi dışında olarak,Batum bölgesinde (cephenin sağ uç kanadında) birtakım dramatik olayların gerçekleşmiş bulunması dikkatimi çekti.Gerçekten de,o zamanlardan bu yana geçen neredeyse yüz yıl boyunca askeri tarihçiler Y.V. Moslovskiy ve N.G. Korsun’un Kafkas ordusunun (cephesi) operasyonlarıyla ilgili eserlerinden çıkarılması mümkün olan birtakım bölük pörçük bilgiler dışında bu doğrultuda hiçbir çalışma yapılmamıştır.Ve yukarıda anılan her iki yazarın da monografilerinde Batum bölgesindeki olayları tek bir ifadeyle,yani Acar İsyanı olarak nitelendirdikleri gerçeği gözönünde tutulursa bu çok tuhaftır.Mesela N.G. Korsun şöyle yazmıştır:’Türklerin engebeli,dağlık Çoruh bölgesinde yaptıkları saldırıya Batum bölgesinin güney kısmındaki Acar nüfusun Rus Çarlık güçlerine karşı genel isyanı eşlik etmiştir.’ Dünyanın medeni ülkelerinin çoğunda Ermeni Soykırımı olarak adlandırılan olaylarla bu konunun bir dizi nedenle doğrudan ilişkisi vardır.İlkin,Türk-Acar isyanının sonucu olarak Rusya İmparatorluğu’nun Batum eyaletindeki Ermeni nüfusun hatırı sayılır bir bölümünün toplu katli gerçekleşmiştir.İsyancıların mezalimi,Batum Ermenilerinin herhangi bir saldırgan faaliyeti yüzünden,tahrik sonucu gerçekleşmiş değildi.Daha açık söylemek gerekirse,onlar sırf etnik kimliklerinden ötürü yok edilmişlerdi.İkinci olarak,’Özel Teşkilat’ (Teşkilat-ı Mahsusa) tabir edilen Türk organizasyonunun elemanları,bu cürümlerde faal ve direkt bir rol üstlenmişlerdir.Türk askeri tarihçileri bu kuruluşun faaliyetlerine değinmekten çekinmemekte,hatta resmi nitelikli çalışmalarda onun Rusya savaşındaki ‘başarılarını’ betimlemektedirler.”(55)
Osmanlı Devleti’nin Birinci Dünya Savaşı’na henüz resmen girmemişken İtilaf devletleri,Osmanlı topraklarına yönelik askeri hazırlıklara hız vermişlerdir.Rusya ise Kuzey İran topraklarını kullanarak sınırına yakın Türk topraklarına karşı saldırılar başlatmış,Türk-İran sınır bölgelerinde yaşayan Ermenileri,Nasturileri ve bazı aşiretleri,çeşitli vaatlerle Türkler aleyhine harekete kışkırtmıştır.Osmanlı Devleti de Birinci Dünya Savaşı’na resmen girmeden önce aynen Rusya’nın yaptığı gibi karşı etkinliklere girişerek,Kafkasya bölgesinin Türk ve Müslüman halklarıyla temasa geçerek burada isyan hazırlıkları yapmıştır.(56)
Osmanlı Devleti’nin Birinci Dünya Savaşı’na dahil olmasında ve Kafkasya’da izlediği siyasetinde Almanya’nın rolü ve Enver Paşa hükümetinin Turancılık gayeleri belirleyici olmuştur.”Almanlar Osmanlı Devleti’nin kendileri safında bir an önce savaşa girmesini isterlerken Rusların bir kolordularını Kafkasya’dan Avrupa yönüne aldıklarını belirtip bu bölgenin Türkler için istikbal olduğunu vurgulayarak Erzurum’daki askerle Türk ordusunun Kafkasya’ya girmesini istemişlerdir.”(57) Yapılan görüşmeler sonucunda 2 Ağustos 1914’te Almanya ile gizli bir ittifak anlaşması imzalanmıştır.
Enver Paşa,Osmanlı Devleti savaşa resmen girmeden önce,ihtilal çıkarmak üzere Kafkasya’ya istihbarat ve örgütlenme için görevliler göndermiştir.Bu amaçla Ağustos ayı içinde kurulan ve başkanlığına Süleyman Askeri Bey’in getirildiği Teşkilat-ı Mahsusa görevlendirilmiştir.Teşkilat-ı Mahsusa’nın bu faaliyetlerini yürütmek için Musul’a eski mebuslardan İbrahim Fevzi Bey,Erzurum’a Bahaeddin Şakir,Trabzon’a da Mülazım Rıza Bey gönderilmiştir.(58) Bu kişilerden gelen raporlar,Kafkasya’daki Müslümanların ayaklanmaya hazır olduğu,Osmanlı Devleti’nin Rusya’ya savaş açması durumunda bu halkların kuvvetli desteği ile muzaffer olunacağı yönündedir.Ayrıca,Osmanlı Devleti’nin Kafkasya harekâtı için kimi Gürcü siyasetçileriyle de işbirliği yaptığı,bu Gürcülerin de kendi birliklerini oluşturarak harekâta katılması için kayıklarla Trabzon’a ve Rusya’ya gönderildiği anlaşılmaktadır.Osmanlı Devleti,planlanan bu Kafkasya harekâtı için 12 Ekim tarihinde “Kafkas İhtilal Cemiyeti”ni kurmuş,Erzurum’da genel merkez,Trabzon ve Van’da birer bölge yönetim kurulu oluşturmuştur.(59)
Cemiyet’in talimatnamesine göre,amaç,”Kafkasya’da genel bir ihtilal tertip ve hazırlanmasıyla Rusya’nın halihazırda mağlubiyet sebeplerini temin ve Devlet-i Aliye tarafından Rusya’ya harp ilan edildiği takdirde Kafkasya dahilindeki kavimleri silahlandırarak Rusya’nın askeri harekâtını güçleştirmek ve Kafkasya’yı işgal edecek Osmanlı ordusuna fiilen yardımdır”,olarak belirtilmektedir.(60) Bahaeddin Şakir ve Kara Kemal,Ağustos ayı içinde bölgedeki faaliyetin genel planını yaparlar ve eylemlerden hükümet ve Parti’nin sorumlu tutulmaması amacıyla “Kafkasya İhtilal Cemiyeti”ni kurarlar ve hazırladıkları gizli nizamnameyi ilgili kişilere ve Teşkilat-ı Mahsusa şubelerine dağıtırlar.(61)
İttihat ve Terakki hükümeti,Kafkas harekâtı için Teşkilatı Mahsusa’nın önemli kadrolarını Doğu Karadeniz’e göndermiştir:Dr. Bahaeddin Şakir,Rıza Bey,Yakup Cemil,Filibeli Hilmi Bey,Kara Kemal,Yenibahçeli Nail.”İttihat ve Terakki Fırkası’nın Merkezi Umumi Azası Bahaeddin Şakir,Kara Kemal,Topçu Binbaşı Trabzonlu Rıza ve Yenibahçeli Nail beylerin Doğu Anadolu’ya ve Kafkas sınırına gönderilerek çeteler teşkil etmeleri ve Acara halkını ayaklandırmak üzere Rus hududunu geçmeleri” için görevlendiriyordu.(62)
Dadrian,Bahaeddin Şakir’in doğuya gelişinin Ermenilerin “tehcir”ine hazırlık maksatlı olduğunu ifade etmektedirler.Dadrian,”Ermeni soykırım oyununun giriş bölümündeki kesin aşamanın Şakir’in (eski takvimle) Şubat sonunda/(yeni takvimle) 13 Mart 1915’te Erzurum’dan İstanbul’a dönüşüyle başladığına hükmedilebilir” demektedir.(63)
Bahaeddin Şakir,teşkilat çalışmaları için merkezini kurmak üzere 1914 Ağustosu’nda Erzurum’a gelir.Bu tarihlerde Taşnak Kongresi (28 Temmuz-14 Ağustos) yapılmaktadır Erzurum’da.Bahaddin Şakir’in Taşnak liderlerine,Kafkaslar’da Rusya’ya karşı sabotaj ve gerilla eylemlerine iştirakin karşılığında Ermenilere,Türkiye’nin ve Transkafkasya’nın doğusundaki bazı bölgelerde toprak imtiyazları ve otonomi va’dettiği bilinmektedir.(64) Fakat bu teklif Taşnak Partisi tarafından kabul edilmemiştir.”Hatıratında belirttiği gibi Şakir’in,ilkin doğu vilayetlerinde ardından tüm İmparatorluk’taki Ermenilerin kitlesel imhasıyla sonuçlanan çeşitli tedbirler almaya yönelik ilk somut girişimi,Erzurum’daki vekili Filibeli Ahmed Hilmi’ye kongrenin sonunda şehirlerine dönen Taşnak liderlerini pusuya düşürerek ortadan kaldırması için verdiği emirdir.”(65)
Bahaeddin Şakir’in Kasım 1914’te Erzurum’dan Yusufeli-Ardanuç üzerinden Artvin’e geçtiği anlaşılmaktadır.5 Aralık 1914 tarihli eşi Cenan Hanım’a yazdığı mektupta şunları yazmaktadır:”Erzurum’dan Yusufeli kazasına geçtim.Buradan sonra Ardanuç’a ve oradan da Artvin’e geldim.Buralar hep bizim çetelerin zaptettiği yerlerdir…Şimdi Artvin’deyim.Bana çekmiş olduğunuz telgrafı burada aldım ve derhal cevap yazdım.Artvin kasabası bir dağ üzerindedir.İnsan kasaba olduğunu anlıyor.Evleri de gayet güzel.Biz şimdi bir Rus baytarının evindeyiz.Orası hükümet konağı yapılmıştır.Evin sahipleri piyanoya varıncaya kadar her şeylerini bırakıp gitmişler.Kuş tüyünden yastıklar,yorganlar velhasıl her şey mevcut.İstanbul’dan çıktığımdan beri ilk defa olarak eve benzer bir yerde oturuyorum…”(66)
Artvin’de üç ayrı Teşkilat-ı Mahsusa çetesi vardır:Bunlar Yakup Cemil’in komutasındaki “İstanbul Çetesi”,Borçka-Acara bölgesinde faaliyet yürüten Rıza Bey’e bağlı çeteler ve Dr. Bahaeddin Şakir’in başında olduğu çetedir.Bazı kaynaklarda bu çetelerin hepsine birden “Çoruh Müfrezesi” denilmektedir.Bahaeddin Şakir aynı zamanda Artvin’deki (ve doğudaki bütün) Teşkilat-ı Mahsusa çetelerinin komutanıydı.Artvin’deki resmi ordu kuvvetlerin başında ise Alman Binbaşı Stange vardır.Kafkas Cephesi Harp Ceridesi’ne göre,Bahaeddin Şakir,Binbaşı Stange ile birlikte Artvin’deki birliklere komuta etmektedir.Şakir ve Stange,yayınlanan “ortak” emirlere birlikte imza etmişlerdir.(67) 3. Ordu Komutanlığı’nın Şakir’in ve ona bağlı Teşkilat-ı Mahsusa çetelerinin faaliyetlerinden haberdar olduğu da bu Harp Ceridesi’nden anlaşılmaktadır.(68) “O dönem Hasan İzzet Paşa 3. Ordu Komutanı olarak tanınırken Bahaeddin Şakir Bey ise Çeteler Başkumandanı olarak anılıyordu.”(69)
İttihat ve Terakki hükümetinin Kafkasya’daki hazırlıklarının esas olarak Sarıkamış Harekâtı’na paralel olarak bölgede yerli ayaklanmalar gerçekleştirmeyi amaçladığı anlaşılıyor.İstanbul’dan Kafkasya’daki Teşkilat-ı Mahsusa operasyonunun önemli simalarından olan Rıza Bey’e gönderilen talimatta “dikkat çekecek nümayişkâr hareketler yapılmaması,henüz bizim tarafta yapılacak düzenleme ve hazırlıkların tümüyle örtülmesi gereği icap edenlere bildirilmelidir” denmektedir.
Kafkasya’daki Teşkilât-ı Mahsusa operasyonu için Ağustos 1914’te Trabzon’a gelen ve çalışmaları başlatan kişinin Rıza Bey olduğu anlaşılıyor.(70) Fakat Arif Cemil’in “anıları”nda bölgeye iki Teşkilat-ı Mahsusa heyetinin geldiği ifade edilmektedir.Arif Cemil Denker’in “Birinci Dünya Savaşı’nda Teşkilat-ı Mahsusa” adıyla kitaplaştırılan anılarının ilk bölümünde (s.13-268) Artvin cephesinin Borçka-Acara kısmındaki Rıza Bey’in faaliyetleri ile ilgili oldukça ayrıntılı anlatımlara yer vermektedir.Arif Cemil’e göre Enver Paşa taraftarı olan Rıza Bey haricinde Nail Bey,Kara Kemal Bey ekibi ve ayrıca Almanlar ve Gürcüler de Trabzon’a gelmiş ve faaliyete başlamıştı.(71) Ayrıca “sopalı mutasarrıf namı verilen ve o sırada Rize Mutasarrıfı olan Cemal Azmi Bey Trabzon’a vali tayin edilmişti.” Onun yerine de İstanbul valisi olan Süleyman Bey atanmıştı.
Rıza Bey ve diğer Teşkilatı Mahsusacılar,”gönüllüler birliği” oluşturmak için Trabzon,Rize,Arhavi,Hopa gibi yerlerdeki yerel çetelerden,kaçaklardan,mahkûmlardan yararlanma yoluna gitmişlerdir.”Dr. Bahaeddin Şakir Bey,Trabzon Valisi Cemal Azmi Bey ile de irtibat kurdu.Kendisiyle yaptığı görüşmeler sonunda,Trabzon’da bulunan Gürcüler ve Rusya’ya gidip gelen tüccarlardan bilgi edinilmesi,Rusya’ya karşı Gürcülerin tarafımıza çekilerek desteklenmesi ve Trabzon hapishanelerinde bulunan çete reislerinin kazanılması kararlaştırıldı.”(72) Bu amaçla,Trabzon’daki kayıkçılar kâhyası Yahya,Topal Osman,Rizeli İpsiz Recep gibi birçok çetecinin adamlarıyla birlikte Teşkilat-ı Mahsusa’ya katıldıkları bilinmektedir.Arif Cemil’in anılarında,Teşkilat-ı Mahsusa ve resmi birliklerin ilk saldırılarında muvaffak olmalarının duyulması ile birçok çetenin “ganimetten pay kapmak”(73) için cepheye gitmek için başvurduğunu belirtmektedir.
Teşkilat-ı Mahsusa’nın oluşturduğu “gönüllü birlikler”in sayısına dair farklı bilgiler vardır.Şakir ve Yakup Cemil’e bağlı kuvvetlerin 1000-1500 kişi olduğu tahmin edilmektedir.(74) “Artvin ile Ardahan arasında 3 bin kadar milis [Teşkilat-ı Mahsusa ve gönüllüler] vardır.”(75) Sarısaman,Rıza Bey’in Trabzon,Giresun ve Ordu’dan 3 bin gönüllü topladığını,fakat başka belgelerde bu sayının onbin olarak geçtiğini belirtmektedir.Sarısaman ayrıca,bu çetelerin sık sık yağmacılık olaylarına kalkıştığını,Kayıkçılar Kâhyası Yahya’nın kaçakçılık yapmaya başladığını,çete kumandanlarından halkı soyan ve zulmeden kişilerin çıktığını aktarmaktadır.(76) Bu arada İstanbul hapishanelerinden de bölgeye mahkûmlar gönderildiği bilinmektedir.İstanbul’dan toplanmış gönüllülerden oluşan ve başlarında Yakup Cemil’in olduğu “İstanbul Çetesi” de bölgedeki faaliyetlere katılmıştır.Yakup Cemil’in ekibinde daha sonra iktisat vekili olan Şakir Bey,İttihat ve Terakki devrinde Lazistan Mebusu olan Sudi Bey,Cesri Mustafa Paşa Kaymakamı Binbaşı Asım Bey,sonraları Halit Paşa diye şöhret kazanan Yüzbaşı Halid Bey,Abdülhamid’i Beylerbeyi Sarayı’nda muhafaza edenlerden Mülazım Etem Bey gibi önemli isimler vardı.
Teşkilat-ı Mahsusa’nın bu faaliyetlerinin önemli bir ayağı da ’93 Harbi’nden beri Rusya’nın işgali altındaki Artvin ve ilçelerindeki çete örgütlenmesinin sağlanmasıdır.Artvin ve ilçelerindeki bu örgütlenmenin ileri gelenleri olarak Murgullu İmamzade Mehmed Efendi adıyla Mehmed Emin Dinç,Artvinli Çoşkunoğlu İsmail Ağa,Artvin’den Korzullu Yolustasıoğullarından Jandarma Binbaşı emeklisi Yusuf Rıza Bey,Seyitler köyünden Kadir Ağa,Artvin Çarşı imamı Hafız Hasan (Binatlı Hoca),Sirya’dan Keşoğlu Yusuf Ağa,Kuvarshanlı Çil Hüseyinoğullarından Kadir Ağa,Ardanuç’tan Müker Köylü Nâzım Efendi (Artvin’de Rus hükümeti memurlarındandı),Şavşat’tan Savaş Köyünden Ali Ağa isimleri anılmaktadır.(77) Özder,savaş başlamadan önceki günlerde Jandarma teşkilatı başı olan,Artvin merkeze bağlı Sümbüllü (eski adı Sinkot) köyünden Kadir Ağa’nın önemli görevler üstlendiğini belirtmektedir.Rusya’nın Artvin ahalisinden askeri birlik oluşturması için görevlendirdiği belirtilen Kadir Ağa,bu “resmi” görevi sayesinde bölgenin diğer ileri gelenleriyle (Artvin köylerinden Aksakaloğlu Muhammed,Cımuroğlu Mustafa,Çaloğlu Süleyman,Keleşoğlu Hasan ve Abbas,Kadir Ağa’nın yeğeni Ahmed) birlikte Teşkilat-ı Mahsusa’ya bağlı bir müfreze oluşturmuştur.Türkiye sınırları içerisindeki Yusufeli’nin Aşağı Hod (yeni adı Aşağı Maden,bugün merkez ilçeye bağlı köy),Demirköy (Nigzivan) ve Çamlıca (Lusuncur) köylerinden toplanan gönüllülerin liderliğini de Çamlıca köylü Molla Sabid Bey yapıyordu.Hopa ve Arhavi’de de gönüllülerin örgütlendiği biliniyorsa da bunların liderliğini yapan kişiler saptanamamıştır.(78)
Rıza Bey,Trabzon’dan sonra karargâhını Arhavi’ye taşır.Rıza Bey’le birlikte diğer heyetler de (Nail Bey,kati-i mes’uller,Alman ve Gürcü heyeti) Arhavi’ye yerleşmişlerdir.Burada Arhavi eşrafından Yüzbaşı Rauf Bey ve “pederi İslam Gürcüler arasında nüfuz sahibi olan” süvari yüzbaşısı Kâmil Bey,Talat Bey ve daha önce askerlikten atılmış olan Halil Paşa Rıza Bey’in maiyetine verilir.Rıza Bey’in Arhavi’deki teşkilatlanma faaliyetleri kapsamında çocukların da kullanıldığı anlaşılmaktadır:”Arhavi Mektebi’nde okuyan 13-14 yaşlarındaki öğrencilere ilkyardım ve yaralıların sağlık kuruluşlarına sevketme usulleri öğretildi.Rus donanmasını ve sahilleri gözetlemek ve istihbarat yaptırmak amacıyla Arhavili çocuklara mors alfabesi gösterildi.Ayrıca onlara,flama,düdük ve fenerlerin haberleşmede nasıl kullanılabileceği hakkında eğitim verildi.”(79)
Kafkasya cephesinin resmen açılması 29-30 Ekim 1914’te Almanya’dan getirilen ve adları Yavuz ve Midilli olarak değiştirilen gemilerin Rusya’nın Odessa,Sivastopol ve Novorossiysk şehirlerini topa tutmasıyla başlar.Savaşın ilk günlerinde henüz Osmanlı’ya karşı bir harekât halinde olmadığı görülen Rusya birlikleri karşısında Osmanlı ordusu bazı muharebeleri kazanır.Artvin çevresinde ilk muharebe 1 Kasım 1914’te Osmanlı Devleti’nin Melo Hudut Taburu’nun Selalet Mezrası’ndaki Rusya birliğine saldırması ile gerçekleşmiştir.Bu muharebeler sonucunda yeterli askeri birliği olmayan Rusya askerleri Artvin’den Ardahan’a çekilmiştir.
Rıza Bey’in komutasındaki Teşkilat-ı Mahsusa birlikleri de 23 Kasım 1914’te de Murgul ve Borçka’daki Rusya askerlerini geri püskürtmeyi başarır.Murgul’un zaptı sırasında Ruslardan bir albay,iki yüzbaşı,bir ihtiyat subayı,üçyüz piyade esir alınmıştır.Ayrıca dört top,yetmiş hayvan ve bol miktarda zahire,eşya ele geçmiştir.Murgul’daki Amerikan şirketine ait hastane ve binalar da Rıza Bey’in denetimine girmiştir.Diğer Rusya birlikleri de Acara’ya çekilir.(80) Rıza Bey’in,Batum’u işgal etmek için yaptığı taleplerin geri çevrildiği anlaşılmaktadır.Süleyman Askeri Bey’in Irak ve Havalisi Umum Komutanlığı’na tayin edilmesinden sonra Teşkilat-ı Mahsusa adına Halil Bey’in Rıza Bey’e gönderdiği telgrafta,ondan beklenilenin Kafkaslar’ın Müslümanlarla meskun yerlerinde teşkilat yapmak,Batum ile Kars arasındaki araziden bölgeyi tanıyan çeteler sevkederek Rus kuvvetlerini taciz etmek ve keşif yapmak olduğunu belirtir.(81) Ancak Sarıkamış Harekâtı başladığında Rıza Bey’den Batum’a saldırarak Rus kuvvetlerini oraya çekmesi istenir.Fakat bu arada,Rus kuvvetleri Maradit’i geri almış olduklarından Rıza Bey’in Batum’a saldırma imkânı kalmamıştır.Ayrıca,savaşın çetinliğini gören çeteler firar etmeye,çözülmeye başlar.
Öte yandan Binbaşı Stange’ın başında olduğu 8. Alay,9 Aralık’ta Rize’ye varmıştır.Stange Alayı 16 Aralık’ta Hopa’ya ulaşır ve ertesi gün Arhavi üzerinden Murgul’a hareket eder.Buradan da Artvin’e hareket ederek,Artvin’deki Bahaeddin Şakir komutasındaki Teşkilat-ı Mahsusa birlikleriyle birleşir.
Şavşat tarafındaki Rus birlikleri de Ardahan’a çekilmiştir bu arada.Özder,bu süreçte Şavşat’ta yaşananlara dair şunları aktarıyor:1914 Kasımı’nın ilk haftalarında,”Ermeni kuvveti gelecek,ahaliyi doğrayacak” haberleri halkın arasında dolaşmaya başlamıştır.Bunun üzerine Şavşat’ta on yıl boyunca Satlel İstarşinası görevinde bulunan Yusuf Bey liderliğinde silahlananlar Sahara’da toplanır.Özder,Şavşat Okrubaket’li Ermenilerin “arabulucuk” önerisinde bulunduklarını ama Yusuf Bey’in bunu reddettiğini aktarıyor.Ayrıca,olayların tırmanmasında korkuttukları için Ardahan’a kaçmak isteyen Okrubaket’li otuz Ermeni yakalanarak “merkez”e gönderiliyor.Beklenen saldırı gerçekleşmemiştir.Bir süre sonra da Yakup Cemil ve Halid Paşa komutasındaki Teşkilat-ı Mahsusa birlikleri de Şavşat’a gelir.Yakup Cemil ve Halid Paşa buradaki gönüllülerden de milisler oluşturur.
26 Aralık’ta Yakup Cemil komutasındaki Teşkilat-ı Mahsusa çeteleri Şavşat/Sahara,Stange komutasındaki 8. Mürettep Alayı ile Bahaeddin Şakir komutasındaki Teşkilat-ı Mahsusa çeteleri de Ardanuç/Yalnızçam üzerinden Ardahan’a iki koldan saldırı düzenleyerek 29 Aralık günü Ardahan’a girilir.
Fakat Sarıkamış Harekâtı’nın tam bir felaketle sonuçlanmış olması ve Rusya’nın güçlerini takviye ederek karşı harekâta başlaması üzerine 4 Ocak 1915’te ağır yenilgi alan Osmanlı güçleri geldikleri yollardan geri çekilmek zorunda kalırlar.Artvin ve çevresi (bu sefer Hopa ve Arhavi de dahil),yaklaşık beş aylık Osmanlı egemenliğinden 27 Mart 1915’te yeniden Rusya egemenliğine geçer.Artvin Teşkilat-ı Mahsusa Reisi Bahaeddin Şakir Bey,23 Şubat 1915’te bölgeyi terkederek Erzurum’a gider.Bu tarihten itibaren çeteler Halid Bey’in emir ve komutasına verilir.
Arif Cemil,Bahaeddin Şakir’in kendisinin yerine Teşkilat-ı Mahsusa çetelerinin komutanı yaptığı Halid Bey’in,Rus taarruzu karşısında geri çekilirken bölgedeki Ermenilerin rehine olarak yanlarında götürülmesi gerektiğini düşündüğünü belirtmektedir.”[…] Artvin’den çekildikten sonra orada kalacak olan İslam ahiliye Ruslar ve Ermeniler tarafından fenalık yapılmamasını temin etmek için Artvin’de bulunan Ermeni Katolik ahaliden ileri gelenlerinin ve ailelerinin kalabalık olan erkeklerle ileri gelenlerini rehin olarak bir an önce dahile sevki lazımdır.”(82) Arif Cemil,Halid Bey’in bu görüşünü 15 Şubat’ta bir telgrafla Erzurum’a sunduğunu yazmaktadır.Fakat Erzurum derken 3. Ordu Komutanlığı mı yoksa Bahaeddin Şakir’i mi kastettiği anlaşılmamaktadır.Ayrıca Erzurum’un ne cevap verdiğine de değinmemektedir.
Fakat Osmanlı arşivinden ulaştığımız bazı belgeler Erzurum’un Halid Bey’in önerisine onay verdiğini göstermektedir.4 Kasım 1918 tarihli belgeye göre Artvin’deki Ermenilerin bir kısmının Burdur tarafına sürgün edildiklerini anlaşılmaktadır:”Harbin başında Artvin’in Osmanlı askerleri tarafından zabt ve işgali üzerine Burdur sancağına sevkolunan bazı Ermenilerin Kafkasya’ya dönmeleri şartıyla müfarekatlarına müsaade olunmasının Dahiliye Nezareti’ne teklif edildiği…”(83)
Artvin’in yeniden Rusya’nın eline geçmesi ile Ermeniler bir tahkikat komisyonu kurulması için Rusya’ya başvururular.Özder,bu tahkikat komisyonun oluşumu ve faaliyetlerine dair şu bilgileri aktarıyor:29 Nisan 1915’te Artvin’e gelen heyet üç ay tahkikat yapar.Bu tahkikat sonunda Artvin ve havalisinden 840 kişinin “Ermenilerin katli” ile ilgili bulundukları tespit edilir.Heyetin raporu üzerine Batum’da bir mahkeme kurulur.Heyetin raporunda adı bulunanlar tevkif edilir ve 72 kişi cezalandırılır.Bu cezalar idam,sürgün ve uzun süreli hapistir.(84) İdam edilenlerden biri Sinkot köyünden Ahmed Ağa’dır.Sibirya’ya sürgün edilenlerden Şavşatlı dört kişinin ismini vermektedir Özder;Atabekoğlu Fuad Bey ve oğlu Musa Atabek;Satlel (Söğütlü)’den Molla Sabrioğlu Şükrü;Vanta (Elmalı)’dan Mustafaağaoğlu Burhan.Dört-sekiz yıl arasında hapis cezası alanlardan adları tespit edilenler ise şunlardır:Artvin’den Gedikoğlu Ali Usta,Moraloğlu Kâzım Efendi (Halid Bey’in Melo’da doktoru iken esir düşmüştür),Çarbiyetli Osman Efendi,Süvet (Seyitler)’den Kadir Ağa,Vazirya (Vezir) köyünden Çaloğlu Süleyman Ağa,İmam Binat Köyünden Hafız Efendi,İşhalbir (Kalburlu) köyünden Ellidirhemoğlu Hafız Efendi,Sirya (Zeytinlik) köyünden Kaşifoğlu (Keşoğlu) Yusuf Ağa,Şavşat’tan Savaş köyünden Ali Ağa.Buna karşın Özder,avukatların Tiflis’te ve St. Petersburg’ta yaptıkları girişimler sonucunda Batum yargılamalarının hükümsüz kaldığını aktarıyor.Özder,Batum mahkemelerinde yargılanan Türklerin avukatlığını yapan Bakü’lü Türk avukatların savunmalarından aktardığı şu bölümler dikkat çekicidir:”Vatana ihanet ve Ermenilerin katli isnat edilen mazlum insanlar mahkemeye verilmişlerdir.Bu mazlumların aslında suçları,gelen Türk askerlerini karşılayıp,silahlarıyla onlara katılmak ve Türk çeteleriyle birlikte Rus kuvvetlerine saldırmış olmaktır.[…] Şahitlerin ifadelerine nazaran,bir köylü bir Ermeniyi öldürmüş ise,diğer birçok Ermeniyi de çete elinden kurtarmıştır.Buna göre,Ermenilerin katli ne bir milliyet davası ve ne de yerlilerin işi idi.”(85) Avukatların bu ifadesinde bir biçimde Ermenilerin katledildiği kabul ediliyor ama bunun “çete” -muhtemelen Teşkilat-ı Mahsusa çeteleri- işi olduğu ima ediliyor.
Artvin ve çevresindeki Ermenilerin bu dört aylık süreçte yaşadıkları olaylarla ve Batum yargılamalarıyla ilgili David Martirosyan daha ayrıntılı bilgiler aktarmaktadır:
“Sonuçta Artvin bölgesindeki tüm Ermeni nüfusundan kaçıp kurtulabilenler yalnızca Artvin şehir merkezindeki Ermenilerin büyük bir kısmı oldu.O sırada Ermeni nüfusun geride kalanlarının nelere katlanmak zorunda kaldığını ise Rus toplumu ancak daha sonra,Türk ordu bölükleri ve gayri nizami birimleri isyancılarla birlikte yenilerek Batum bölgesinin sınırları dışına püskürtüldüğünde öğrenecekti.1915-1916 yıllarında Batum’da gerçekleşen seyyar askeri mahkeme oturumlarında iddia makamının tanıkları,esir alınmış yerel Müslümanların eylemleri hakkında verdikleri ifadelerde şok edici gerçekler ortaya koydular…İspatsız kalmamak maksadıyla tanıkların ifadelerinden kimi alıntılar veriyorum.
İddianamenin giriş bölümünde şu bilgiler yer alıyor:’1914 yılının Kasım ayında Türk çetecileri Ardanuç ilçesinin Tanzot köyüne geldiği zaman diğer köylülerin -Rus uyruklu Müslümanların- arasında köy muhtarının oğlu Osman Ahmedoğlu da onlara katıldı;bu kişi çetecilerden aldığı tüfekle silahlandı.Tanık Maryam Sakoyan’ın söylediğine göre adı geçen Osman yerel çetecilerin başıydı ve daha sonra o köyde Ermeni nüfusuna karşı gerçekleşen kıyım ve soygunlarda aktif rol üstlenenlerden biri olmuştu.Tanık Süleyman Raşidoğlu’nun ifadesine göre burada o tarihte çeteciler tarafından 150 Ermeni öldürüldü.Köydeki Ermenilerin kıyım ve katliamı 15 Kasım 1914 gecesi gerçekleştirildi.Bütün yetişkin erkekler akşamdan çete gruplarınca güya sayım için toplandı ve sonra geceleyin tümü de öldürüldü.’
Süleyman Reşidoğlu’nun (60 yaşında,Artvin bölgesinin Ardanuç ilçesindeki Tanzut’tan bir köylü) soruşturma tutanağından:
‘Ardanuç’un çetecilerce işgalinden sonra köyümüzün imamı Molla Ahmed Afaroğlu,Muhtar Ahmed Mehmedoğlu ve Tanzut kırsal bölgesinin ihtiyar heyeti başkanı Osman Aga Eziroğlu derhal Ardanuç’a doğru yola çıkarak silahlandılar ve çetecilere katıldılar.[…] Dahası,muhtarın oğulları Osman Ahmedoğlu ve Peylül Ahmedoğlu ile atlı korucu Muhammed Hüseyinoğlu da çetecilere katıldılar.Bu kişilerin hepsi Türkiye’ye gittiler.Ardanuç’taki katliamın gerçekleştiği o gece bizim köyümüzde de kıyım başladı.Toplamda 150 civarı insan katledildi.Kıyım gecesinde aralarından Sarkis Kürdioğlu ve Agop Krikorov’u tanıdığım dört Ermeni saklanmaya muvaffak oldularsa da iki gün sonra Osman Ahmedoğlu onları bularak kendi elleriyle öldürdü…’
Veysel Mahmudoğlu’nun (Artvin bölgesinin Ardanuç ilçesindeki Tanzut köyü sakini) soruşturma tutanağından:
‘Çeteciler Ardanuç’a girdiğinde İmam Molla Ahmed Afiroğlu,Muhtar Ahmed Mehmedoğlu ve Tanzut kırsal bölgesinin ihtiyar heyeti başkanı Osman Ezir Ağaoğlu hemen onlara katıldılar.İlk olarak bu kişiler Ardanuç’a gitmişlerdi ve ertesi gün de Türk çetecilerden aldıkları tüfeklerle silahlanmış olarak geri döndüler.Onlar Tanzut’a döndükten bir gün sonra kendilerine ilk çeteci grubu geldi;göründüğü kadarıyla bunlar sayıca yirmi kişiydi.Ardından sürekli yeni gruplar varmaya başladı;üstelik bir grup gidiyorsa başkaları geliyordu.Topyekûn yüzden fazla kişi toplandı.İmam,muhtar ve ihtiyar heyeti başkanı Osman Ağa gençleri çetecilere katılmaları için teşvik etmeye koyulmuştu.'”(86)
Artvin’de,Teşkilat-ı Mahsusa’nın elindeyken neler yaşandığını yakından bilmesi gereken kişilerin başında Şakir’le birlikte ordu kuvvetlerinin komutanlığını yapan Binbaşı Stange gelmektedir.”Stange, ‘Türk hükümetinin…’ baş belası olarak adlandırdığı çetelerin ‘hayvani vahşet’le yürüttükleri kitlesel cinayeti ‘…örtbas etme gayretleri’ni ortaya dökmek istediğini beyan etmiştir.Kafileler,’meşru av’ sayılmış ve askerlerin önünde ve hatta yardımlarıyla talan,tecavüz ve katliama uğramıştır.Askeri değerlendirmelerin önemsiz olduğunu,fakat Ermeni halkına yönelik,imha değilse bile,titiz bir azaltmaya gitmeyi temel alan ‘uzun bir zamandır akılda tutulan planı (einen lang gehegten Plan) gerçekleştirmek için savaş gibi ‘elverişli bir fırsat’tan yararlanma ‘vesile’si olarak kullanıldığını ileri sürmüştür.Bu planın esas infazcılarını tanımlarken,’harpten sonra Ermeni meselesi diye bir şey kalmayacak’ diye övündüğü söylenen 3. Ordu Komutanı Mahmud Kâmil Paşa ile birlikte Bahaeddin Şakir’in adından söz etmiştir.”(87) Fakat Stange’ın bahsettiği “hayvani vahşet”in Artvin’deki katliamlarla bağlantılı olup olmadığı meçhuldür.
Artvin’in Teşkilat-ı Mahsusa birliklerinin denetiminde kaldığı dönemde yaşananlara dair bir başka kaynak da Ahmed Refik’in (Altınay) “İki Komite İki Kıtal” adlı kitabıdır.Ahmed Refik 1919’da yayımlanan “İki Komite İki Kıtal” adlı eserinde,İttihatçıların Ermenileri imha etmek ve bu surette Vilâyât-ı Sitte meselesini ortadan kaldırmak istediğini aktarmıştır.Ahmed Refik,Artvin ve havalisindeki Ermenilerin katliamına ilişkin şunları anlatıyor:
“[Teşkilat-ı Mahsusa marifetiyle gönderilen çete reisi] Halil’in gazası daha büyüktü.Bu mücahid,mebus Sûdi Bey’in çetesi Ardahan’a girdiği sırada,o da Artvin’e gitmiş,bu güzel beldede yaşayan mesut Ermenileri perişan eylemişti.Bu felaketi daha Ulukışla’da bulunduğum zaman işitmiştim.Bir Alman gazetesinin muhabiri,menfur çeteler cinayetlerinden nefret ediyordu:Görseniz,diyordu,ne zalimane hareketlerde bulundular![…]
Alman gazetesi muhabirinin bu sözleri birer hakikatti.Üç sene sonra Artvin’e gittiğim zaman bunun ne derece doğru olduğunu gördüm.Zavallı Ermeni kadınları,Türk üniforması gördükleri zaman ezile büzüle duvar diplerine sokuluyorlardı.Cennetten nümune olan güller,çiçekle,meyva ağaçlarıyla ruha şevk ve sürur veren güzel belde bomboştu.Halil ve avenesi,Artvin halkına o kadar zulmetmişti ki,Ermenilerin teşviki üzerine Rus hükümeti tarafından Sibirya’ya sürülen İsmail Ağa,bu bedbaht halkın çektiklerin dilhûn olmuş,Rus ordusunun ricatını müteakip Ermenileri tecavüzden vikaye [koruma] eylemişti.”(88)
Etnolog,folklorcu Verjine Svazlian’ın 1955’ten itibaren,kendi inisiyatifiyle,Batı Ermenistan’dan,Kilikya’dan ve Anadolu’dan zorla sürgüne gönderilip daha sonra Ermenistan’a dönenlerden Nektar Hovnan Gasparyan (1910 Tandzot doğumlu) ve Stephan Martiros Hovakimyan (1910 Tandzot doğumlu) ile yaptığı görüşme kayıtları da Ardanuç’un Danzot köyünde yaşananlara ilişkin yukarıda anlatılanları desteklemektedir.(89)
Svazlian’ın aktardığı Nektar Hovnan Gasparyan anılarında Ardanuç’un Tandzot köyünde yaşananları şöyle aktarmaktadır:”1914’te Türklerin Ermenilere saldıracaklarını duyunca babam bizi alıp Tiflis’e,kızkardeşinin yanına götürdü.Ama Türkler yolu kesmişlerdi ve yolumuza devam etmemize izin vermediler.Mecburen geri döndük.Sonra Türkler Tandzot’a geldiler ve Ermenilerin her türlü silahını,hatta ekmek bıçaklarını bile topladılar.Daha sonra erkekleri toplayıp kiliseye hapsettiler ve gece vakti hepsini vahşiyane bir şekilde öldürdüler.Babam ordan kaçmayı ve teyzemin evine ulaşmayı başarmıştı…Sabah bütün erkeklerin öldürüldüklerini duyunca bütün Tandzot köylüleri umutsuzluğa kapıldı.Tandzot’ta tanınmış Grigor Ağa’nın ve Şuşan Hanım’ın kızı olan annem hem kendi hayatına ve hem de bizim hayatımıza son vermeye karar verdi.Yanında arsenik vardı;ondan mahalledeki birkaç kıza da verdi;kendisi onu içti;dört yaşında olan bana ve Anuş ablama da içirdi;ama on aylık olan küçük oğluna içirmedi…Dayımın evi Çoruh Irmağı’nın kıyısındaydı.Biz hepimiz de zehir içmiştik.Orada,ırmağın kıyısında bazı kadınlar Türklerin kendilerini de öldüreceklerini düşünerek ağlayıp sızlıyorlardı.Zehir de içmiş olan annem umutsuzluğa kapılarak kendini Çoruh Irmağı’na attı.İnsanlar gelip annemin cesedini ırmaktan çıkardılar.Anuş Teyzem de zehiri içmişti;o da öldü.Ben küçüktüm;bana turşu suyu içirdiler,elime de yemem için bir elma tutuşturdular.Anuş Ablam ölmüyordu;ama zehirin etkisinden dolayı bacakları aşırı derecede şişti.Ona da turşu suyu içirdiler.Ben,Anuş ve on aylık erkek kardeşimiz öksüz kaldık.”
Artvin’de yaşanan bu sürecin hemen akabinde de sonucu bir soykırıma dönüşen Osmanlı’daki tüm Ermenilerin “tehcir” edilmesi gündeme gelmiştir.24 Nisan 1915 günü İstanbul’daki Ermeni cemaatinin önde gelen 250’ye yakın temsilcisi sürgüne gönderilmesiyle süreç başlamış oluyordu.
Martirosyan,Artvin’deki bu sürecin,hemen akabinde uygulamaya sokulan “tehcir”in önden habercisi olduğunu söylüyor.Taner Akçam da,”tehcir” için İttihat ve Terakki hükümetinin çok önceden hazırlıklara başladığını söylüyor.Tehcir aylarında (tehcirin resmen başladığı Nisan 1915 ve sonrasında) Artvin,Şavşat,Ardanuç,Borçka Rusya’nın egemenliğindedir.Dolayısıyla savaştan geri kalan ve geri gelen Ermeniler Artvin’de kalmaya devam etmişlerdir. 
Tehcir sonrası dönemde Artvin Ermenilerine dair bilgiler
Rus ordusunun Anadolu’daki hem Karadeniz sahilinden hem de içeriden,Erzurum üzerinden ilerleyişi 1917 Ekim Devrimi patlak verene kadar sürmüştür.18 Şubat 1916’da,General V. Liakhov’un komutasındaki iki Rus tümeni,Rize,Sürmene ve Of’tan sonra Trabzon’a girdiğinde geride kalan Ermeniler derin bir nefes aldılar.Ardından Van,Muş,Erzurum ve Erzincan da Rus işgaline uğradı.Ama 1917 Bolşevik Devrimi durumu aniden tersine çevirdi.Bolşevik Devrimi nedeniyle kargaşa içine giren Rus ordusunun zaaflarından yararlanan Osmanlı birlikleri 24 Şubat 1918’de Trabzon’u geri aldılar.Sovyet hükümetinin “ilhaksız ve tazminatsız barış” sloganıyla başlattığı barış görüşmeleri 3 Mart 1918’de Brest-Litovsk Antlaşması’yla sonuçlandı.Brest-Litovsk’un 4. maddesi Rus ordusunun Elviye-i Selâse’yi tahliye ve ahaliye kendi kaderini belirleme hakkı tanıyordu.Bu madde sayesinde Rusya araziyi terk ve tahliye etmeyi kabul ettiğinden hukuki hakimiyeti tamamen sona erdi.Dolayısıyla Osmanlı Devleti bölgenin mukadderatını belirlemede fevkalade önemli bir üstünlük elde etmiş oldu.Bunun üzerine 3. Ordu 12 Şubat 1918’de ileri harekât başlatarak bölgenin denetimini eline geçirmiştir.13 Nisan’da Batum’a girilmesiyle harekât tamamlanmış oluyordu.Osmanlı,Brest-Litovsk Antlaşması’nın sözkonusu bölgenin hangi ülkeye bağlanacağının referandum yoluyla belirlenmesini öngördüğü için,kendi denetiminde referandum yapılması için hazırlıklara girişmiştir.
Plebisit hazırlıkları Haziran ve Temmuz aylarında tamamlanmıştır.19 yaşını dolduran erkekler oy sahibi sayılmıştır.Bunların listeleri,iddia edildiğine göre eski Rus kayıtlarına göre tanzim edilmiştir.(90) Ağustos ayı içinde neticelendirilen plebisitte Türk resmi makamlara göre Artvin’de şu sonuçlar alınmıştı:”Artvin:çevresinin İslam ahalisi 35.992 ve gayrimüslim 2.194 olup yekûnu 64.028 kişi idi;bunun erkek nufusu 27.282 kişi Müslüman ve 3.553 gayrimüslim olup,hepsi,30.853 kişi idi,rey sahibi de 16.317 kişi idi.Bunlardan 16309 “evet” ve üç kişi “hayır” pusulası kulandı.”(91)
Askeri idare altında ve diğer (Rus,Gürcü ve Ermeni) tarafların gözetimi dışında yapılan plebisitin sonuçları objektiflikten de uzaktır.Gerek nüfus verileri gerekse de ‘evet-hayır’ sonuçları tutarsız ve açıklanmaya muhtaçtır.Ama zaten,askeri idarece yapılan bir ‘halkoylaması’ndan başka sonuç beklemek de naiflik olsa gerek.
Savaşın bitmesi ve “halkoylaması” ile de bölgedeki egemenlik sorunları son bulmamıştır.30 Ekim 1918’de Mondros Mütarekesi’nin imzalanması ile bölge bu sefer İngiltere’nin egemenliğine verildi.İngiltere 27 Kasım 1918 günü Batum’a asker çıkardı.Mondros Mütarekesi,Osmanlı’nın diğer bölgelerinde olduğu gibi,Artvin ve civarında da,tehcir edilen Ermenilerin geri dönmeleri ve intikam almaları korkusunun ihya olmasına neden olmuştur.Oltu’da bulunan Çoruh Müfrezeleri komutanı Deli Halid Paşa ve diğer Teşkilat-ı Mahsusacıların girişimiyle 7-9 Ocak 1919 tarihinde gerçekleştirilen ve Cenubi Garbi Kafkas hükümeti kurma çalışmaları için düzenlenen II. Ardahan Kongresi,”son birliklerini 1914 sınırı gerisine (Erzurum) çekmekte olan 9. Ordu’dan silah ve malzeme yardımı alarak yerli halktan erler toplayıp,ordudan kalacak gönüllü çavuş,onbaşı ve erlerle 3. Fırka’dan ayrılacak subaylar idaresinde Ermeni ve Gürcüleri memlekete sokmayacak askeri düzen ve birlikleri kurmak” ve “Batum,Erzurum ve Trabzon’da çıkan Sada-yı Milliyet,Albayrak ve İkbal gazeteleri ile içerdekileri uyandırmak,dışarıdakilere de yayın ve resmi belgelerle milli hakları tanıtmak” kararları alıyordu.(92)
Osmanlı’nın dağıtılması sürecinde Ermenistan,Suriye,Irak gibi kimi bölgelerin “bağımsız devlet” haline getirilmesini öngören Sevr Antlaşması,Kars,Erzurum gibi bölgelerin Ermenistan’a verilmesini kararlaştırmıştı.Batum,Borçka,İmerhev,Şavşat bölgeleri de Gürcistan tarafından istenmektedir.Bölgedeki siyasi ve askeri karışıklıklar Sevr ile neticeye kavuşmamıştır.Bölgenin İngiltere tarafından terkedilmesiyle Gürcistan,Ermenistan ve Türkiye devletleri arasındaki anlaşmalarla sınırlar netleştirilmiştir.Aralık 1920’de Ermenistan ile imzalanan Gümrü Antlaşması ve 1921’de Gürcistan ile yapılan anlaşma neticesinde Türkiye’nin buralardaki sınırı netleştirilmiştir.Böylece Ardahan,Artvin ve Batum Türkiye’ye dahil olmuş oldu.Daha sonra imzalanan Moskova Antlaşması ile Batum tekrardan Gürcistan’a bırakılacaktır.
1918 ve sonrasında Kafkasya’daki durum bu çalışmanın boyutlarını aşmaktadır.Yukarıda ezcümle aktardığımız gelişmeler içinde Artvin Ermenilerine dair çok az bilgi mevcuttur.Bunlardan biri;I. Meclis’te Batum mebusu olan Edip Dinç’in 1918 yılına ait günlüğündeki şu bilgilerdir:”[Mayıs] 10. Artvin’de Cuma namazını eda ile öğle yemeğini Boçniyan Bedros Ağa’da yedim.Bedros Ağa’da sabah-akşam çayı yemekle beraber misafireten kendi hanesinde ikâmet ediyorum.11. Marhasa (piskopos) Efendi’nin yanında öğle yemeği yedik.Birçok zevat beraber idi.[…] 14. Artvin’deyim.Marhasa Efendi’nin yanında Ermeniler ziyafet verdiler.”(93)
Bu döneme dair ele alacağımız bir diğer belge Artvin’in kasaba,nahiye ve köylerinin nüfusu ile ilgilidir.(94) Artvin mutasarrıfı tarafından Haziran 1922 (Haziran 1338) tarihinde düzenlenen cetvelde Merkez Liva ile Borçka,Şavşat kazalarına bağlı nahiyelerin nüfusları hane kadın ve erkek olarak belirtilmiştir.Nüfus sayımının hangi millete mensup olunduğunun dikkate alınarak yapıldığı görülmektedir.Buna göre bu tarihte hangi sayıda Türk,Ermeni ve Gürcü’nün sakin bulunduğu izlenebilmektedir.
Bu belgeye göre,Merkez Liva’ya bağlı Ardanuç nahiyesinde İslam mahallesinde 160 Türk,Ermeni mahallesinde 100 Ermeni yaşamaktadır.Köylerin tamamı Türklerden oluşmaktadır ve toplam nüfus 7809 kişiden ibarettir.Merkez Liva’ya bağlı Berta nahiyesi tamamen Türklerden oluşmaktadır ve nahiyede toplam 1122 kişi yaşamaktadır.Sirya nahiyesi tamamen Türklerden oluşan nahiyelerden birisidir ve 1528 kişilik nüfusa sahiptir.Şavşat kazasında 8603 Türk yaşamaktadır.Kazaya bağlı İmerhev nahiyesinde 7134 Gürcü İslam,Merya nahiyesinde 9539 Türk yaşamaktadır.
Borçka kazasında ise 835 Gürcü İslam ve 250 Ermeni toplam 1085 kişi,kazaya bağlı Maradid nahiyesinde 1333 Gürcü İslam,Maçahel nahiyesinde 1480 Gürcü İslam,Murgul nahiyesinde 1560 Gürcü İslam yaşamaktadır.
Başka bir belge de 1925 tarihli bir rapordur.Dahiliye Vekaleti Temmuz 1925’de Kars ve Artvin vilayetlerine gönderdiği yazıda mübadeleye tabi ne kadar muhacir bulunduğu ve kaza miktarına göre bunların sayısının bildirilmesini talep eder.Kars vilayetinden gönderilen cevabi yazıda bunların henüz düzenlenmediği bildirilerek,1925 yılında Elviye-i Selase’ye gönderilmiş olan Taksimat-ı Mevki-i Birinci Heyeti’nin,bu konuda yapmış olduğu incelemelerden sonra çok ayrıntılı bir biçimde hazırlanan raporu,29 Ağustos 1925’te Dahiliye Vekaletine gönderilir.Bu raporda,”Artvin vilayetine muhacir iskân edilmesi mümkün değildir.Ancak Rusya’dan hicret edip hudutta yerleşmiş olanlar gizlenmiştir.Artvin kazasında sakin ikiyüz hanede sekizyüz kadar nüfusu olan Ermeniler Rusya’ya gitmez ve dahile sevkedilirlerse casusluk ve propaganda yapmaları önlenemez.Bunlar yine de meyve,tütün ve ziraattan,orman mamullerden anlarlar.700 ve 1500 rakımlı yerlerde yaşayabilirler,” denmektedir.(95)
Artvin’in Türkiye’ye katıldığı döneme dair bir diğer kaynak da,Muvahhid Zeki tarafından 1927’de yayınlanmış olduğu tespit edilen “Artvin Vilayeti Hakkında Ma’lumat-ı Umumiye”(96) adlı çalışmadır.Kitabın yazarı Muvahhid Zeki,1924 yılında Artvin’e ilköğretim müfettişi olarak atanmış,1927 yılına kadar yaklaşık üç yıl Artvin’de kaldıktan sonra başka yere tayin edilmiştir.Zeki’nin,Artvin’in tüm ilçe ve köylerini dolaştığı,ayrıntılı notlar tuttuğu anlaşılıyor.Kitabında iklimden,coğrafyaya,tarımdan ulaşıma,kılık kıyafetten adetlere,mimariden tarihe kadar birçok konuda bilgilere rastlıyoruz.Aynı zamanda Artvin nüfus bilgilerine de yer veriliyor.
Cumhuriyet’in kuruluşundan sonra yapılan ilk nüfus sayımı da 1925 yılındadır.Bu nüfus sayımına göre Artvin’in nüfusu,10608 hanede 54.584 olarak görülmektedir.İl merkezinin nüfusu ilse 494 hanede 2139 olarak tespit edilmiştir.1925 nüfus sayımına göre Artvin’de 478 Ermeni’nin sakin bulunduğu görülmektedir.Bu Ermeni nüfusun “kendi rızaları” ile Rusya’ya,Batum civarına göç ettikleri belirtilmektedir.(97)
Sonuç
Osmanlı-Türk egemenlerinin kendilerinin gerilemelerine rağmen Batı’nın muzafferane gelişimi karşısındaki “nasıl varkalırız” arayışı,Anadolu’daki Türk/Müslüman olmayan halkların felaketine neden olan bir ulus-devlet yaratma sürecini başlatmıştır.Osmanlı-Türk egemenleri,Birinci Dünya Savaşı’ndan “zafer”le çıkan emperyalist devletlerin de kabul edebilecekleri bir sınır içinde egemen olmak/kalmak için,en başta bu sınırların içindeki Ermenilerin,Rumların ve diğer Hristiyanları (sonrasında Kürtleri,Alevileri) bir şekilde “sınırdışı” etmeye gayret etmiştir.Bunda da büyük oranda muvaffak olmuştur.Artvin Ermenileri de,önce Teşkilat-ı Mahsusa çeteleri tarafından kıyıma uğratılmış,Türkiye’de kendilerine yer/yurt olmadığını anlamaları sağlanmıştır.Onlardan son kalanlar da 1926’da topraklarını terkederek ‘muhacir’ olmuşlardır.’Artvin Tarihi’ çalışmaları,Ermenilerin buradan gitmesini bir kayıp,bir eksilme olarak görmemektedirler,bilakis “defettik,kurtulduk hainlerden” kodundadırlar.Onlardan geriye kalan kırıntılar yaşamaya devam ediyor.Artvin’de Ermenilere ait olduğu bilinen bir bina Milli Eğitim Müdürlüğü binası olarak hizmet vermeye devam ediyor.1926’da Artvin’deki bütün yer isimleri (Ermenice,Gürcüce,Lazca,vd.) değiştirilmesine rağmen bazı yerlerin eski isimleri hâlâ kullanımda…
***
1-Bkz.Artvin İl Kültür Müdürlüğü’nün resmi web sitesi.
2-http://www.artvinkultur.gov.tr.,Fahriye Bayram,Artvin’deki Gürcü Manastırlarının Mimarisi,Ege Yayınları,2005;”Artvin Katolik Eğitim Kurumları”,http://www.08haber.com/…,yazarı belli değil.
3-Ermenilerin Türk kimliğinin oluşumundaki rolü üzerine en önemli çalışma için bkz. Taner Akçam,Türk Ulusal Kimliği ve Ermeni Sorunu,İletişim Yayınları,1995.
4-Artvin’in ‘idari’ sınırları tarih içinde değişiklikler göstermiştir.Bu yazı boyunca,bugünkü il sınırları gözönünde tutulmuştur.
5-İçeriğinde Artvin’le ilgili bilgilerin olduğu kitaplar dışında,bu kitaplardaki bilgilerin de derlendiği ve bu çalışmada ‘okunacak’ Artvin Tarihi kitapları şunlardır:Mustafa Adil Özder,Artvin ve Çevresi (1828-1921 Savaşları),1971;Muvahhid Zeki,Artvin Vilayeti Hakkında Ma’lumat-ı Umumiye,1927;Halit Özdemir,Artvin Tarihi,2002;Ali Gündüz,Çoruh Havzası ve Artvin,Fahrettin Kırzıoğlu&M. Adil Özder,Artvin Yıllığı 1973 “Tarih” bölümü,Artvin Valiliği;(der.) Muammer Demirel&Mustafa Akıllı,Geçmişten Geleceğe Yusufeli Sempozyumu Bildirileri,Yusufeli Belediyesi,2010;19 ve 20. Yüzyıl Belgelerinde Artvin,Artvin Valiliği,2.bs.,2008.Konu ile ilgili bulabildiğim tek edebi eser ise,Asım Gönen’in Fırtınada Kaçkar Çıplaktı Yar Yayınları,2007 adlı uzun romanıdır.Gönen romanında Birinci Dünya Savaşı döneminde Ardanuç’un Tandzot köyünde birlikte yaşayan Türklerin ve Ermenilerin trajedilerini anlatıyor.
6-Fahrettin Kırzioğlu-M. Adil Özder,Artvin Yıllığı 1973 “Tarih” bölümü,Artvin Valiliği,s.2 (Yazım kaynaktaki gibidir).Kırzıoğlu,başka bir yerde de “Çoruh ile Kuban ağızları arasındaki Karadeniz kıyıları,tarihte hiçbir zaman medeni bir hayat yaşamamış ve buralarda şehir kurulmamıştır” iddiasında bulunmaktadır.Bkz. Osmanlılar’ın Kafkas Elleri’ni Fethi (1451-1590), 2. bs.,TTK,1998,s.2.
7-Artvin Ermenileri ile kastettiğimiz,Hristiyan Ermenilerdir.Artvin’in Hopa ve Borçka ilçelerinde (ayrıca Rize,Trabzon,Erzurum ve Sakarya ve çevresinde) yaşayan Hemşinlilerin,Trabzon İmparatorluğu’nun Osmanlı tarafından işgalinden sonraki süreçte Müslümanlaştırılmış Ermeniler olduğuna dair çalışmalar mevcuttur. (Levon Haçikyan,Hemşin gizemi,İstanbul:Belge Yayınları,1996;Peter A. Andrews,Türkiye’de etnik gruplar,İstanbul:Ant,1992) Bu çalışmalara göre “Hemşinliler”,sekizinci yüzyılın sonlarında bugün Hemşin ve Çamlıhemşin adıyla bilinen bölgeye gelip yerleşmiş olan Ermeni topluluğun adıdır.Genel kanı Müslümanlaşma sürecinin onsekizinci yüzyılın ortalarında tamamlandığı,Hristiyan kalmayı tercih edenlerin ise başta Trabzon olmak üzere diğer Karadeniz kentlerine dağılmış oldukları yönündedir.Hemşinlilerin Müslümanlaş(tırıl)ma sürecine dair önemli bir belge yakın zamanlarda Sergey Vardanyan tarafından yayınlanmıştır.(Sergey Vardanyan,”1776 yılına ait Müslüman Hemşinli Ermeniler hakkındaki önemli bir şehadetname”,”Hemşin ve Hemşinli Ermeniler (Konferans makaleleri),Yerevan:Ermenistan Cumhuriyeti Bilimler Ulusal Akademisi Tarih Enstitüsü,2007,s.278) Bugün hem etnik hem de yöresel kimlik olarak tedavülde olan Hemşinlilik için özcü bir yaklaşımla genellemeler yapılması yanıltıcı olacaktır.Bölgeye Osmanlı öncesi ve sonrasında Türki ya da Müslüman iskânların yaşandığına dair bilgiler de böylesi genellemeler için daha ihtiyatlı olmayı salık vermektedir.Artvin Hemşinlileri açısından ise,bugün hâlâ Ermenicenin bir diyalekti kabul edilen Homshetsma/Hemşinceyi konuşmalarından dolayı Ermeni köken iddiası daha kabul edilebilir gelmektedir.Buna rağmen Artvin Hemşinlileri (genel olarak Hemşinliler),’resmi tarih’ tarafından Türk sayılmaktadır;Artvin tarihi çalışmalarında da Ermenilerden sayılmamışlardır.Bu çalışma açısından ise,hem Artvin’de yaşayan Hemşinliler ile Ermeniler arasındaki ilişkilere dair henüz bir çalışmanın olmamasından hem de egemen güçlerin bu iki gruba yönelik ayrımlaşmış politikalara sahip olmalarından dolayı Hemşinliler gözardı edilmiştir.
8-2005 yılında 08Artvin adlı bir yerel dergiye yaptığı açıklamada o günün Artvin Baro Başkanı İzzet Varan,Artvin adliye binasının Ermenilerden kalma bir bina olduğunu hatırlatarak,”bir Ermeni binasında görev yapmaktan utan[dığını]” söyleyerek yetkililerden yeni adliye binasının bir an önce bitirilmesini talep ediyordu!
9-Bu çalışmada okunacak kitapların yazarlarından Ali Gündüz,orman mühendisi;M. Adil Özder,öğretmen;Halit Özdemir,tarih öğretmeni,M. Zeki ise üç yıl Artvin’de görev ifa eden bir ilköğretim müfettişidir.
10-Candan Badem,Çarlık Rusyası Yönetiminde Kars Vilayeti,Birzamanlar Yayıncılık,2010,s.15-16.
11-Artvin’in Şavşat İlçesi’nde bulunan Şavşat Kalesi eski adıyla Satlel Kalesi’ndeki kazı çalışması Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Sanat Tarihi Bölümü Öğretim Üyesi Yrd.Doç.Dr. Osman Aytekin başkanlığındaki on kişilik ekip tarafından gerçekleştirildi.Osman Aytekin,Ortaçağ’dan Osmanlı Dönemi Sonuna Kadar Artvin’deki Mimari Eserler,Kültür Bakanlığı Yayınları,1999 adlı eseri de alanındaki tek araştırmadır.
12-Halit Özdemir,a.g.e,s.143-150.
13-V.Y. Lisovskiy,Chorohskiy Kray,Tiflis:1887),s.53.
14-Transkafkasya İstatistik Komitesi tarafından yayımlanan istatistiğin Artvin bölümü ayrıntılı olarak “Ekler” kısmında verilmiştir.
15-Zakavkazskiy Staticheskiy Komitet [Kafkas Ötesi İstatistik Komitesi],”Svod Staticheskih Dannıh o Naselenii Zakavkazskavo Kraya,Izvleçennıh iz Posemeynıh Spiskov 1886 G.” [Kafkas Ötesi Bölgenin Nüfusu Hakkında 1886 Yılı Aile Kayıtlarından Çıkarılmış İstatistik Veriler Derlemesi],Tipografiya I. Martirosiantsa,Tiflis:1893.http://www.mashtots.ru/biblioteka,Erişim tarihi:23 Nisan 2010.
16-Artvin Ermeni-Katolik Diakozası,1850’de,IX. Pius tarafından Güney Rusya’daki Birleşik Ermeniler için kurulmuştu ve İstanbul metropolitanın ilk yardımcı piskoposu idi.Daha sonra doğrudan Kilikya Ermeni Katolik Patriği’ne bağlandı.İlk Piskopos,Timotheus Astorgi’ydi (1850-1858),Antonius Halagi (1859) ve Joannes Babtista Zaccharian’dı.(1878) 1978’de Rusya,bu diakozayı topraklarına kattı ve Tiraspol’la birleştirdi.
17-Joseph Lins,”Artvin”,The Catholic Encyclopedia,c.1,Robert Appleton Company,1907.Erişim tarihi:25 Ekim 2011,;http://team-aow.discuforum.info/t7828-Artvin.htm.Erişim tarihi:22 Ekim 2011.Kaynak belirtilmediği halde yukarıdaki bilgilerin aynen kullanıldığı başka bir kaynak:http://www.08haber.com/index.php?page=makale&file=makale_goster&yazid=136&id=1588
18-http://www.arak29.am/duringgenocide/index.php?lg=1&iw=Erzerum,&cntx=source.Erişim tarihi:23 Ekim 2011.
19-Bayram Kodaman,”Fransız Arşiv Vesikalarına Göre Erzurum-Van-Sivas Vilayetlerinde Ermeni Nüfus”,Ermeni Araştırmaları I. Türkiye Kongresi Bildirileri,c.1,http://www.eraren.org/index.php?Lisan=tr&Page=YayinIcerik&IcerikNo=28.Erişim tarihi:23 Ekim 2011.Bazı Ermeni kaynakları Kiskim’in nüfusu hakkında farklı bilgiler vermektedir.Buna göre,1891 yılında Kiskim’in nüfusu 5954 Ermeni ve diğerleri de Müslümanlaştırılmış Ermeni ve Lazlardan oluşan 29.951 kişidir.
20-Ermenistan ve Çevre Bölgelerin Yer İsimleri Sözlüğü,Yerevan:1986,c.III,s.143.
21-Ermenistan ve Çevre Bölgelerin Yer İsimleri Sözlüğü,Yerevan:1986,c.III,s.143.
22-Yusuf Işık,”Kaçkarların Üç Yamacı-Hemşin Coğrafyası”,Yeşil İspir Dergisi.
23-Yaşar Gök,Tarihi Süreç İçerisinde Yusufeli Nüfusu,a.g.e.,s.449.
24-Khaçkar/Haç-kar:Taşların yontulmasıyla yapılan haçların Ermenice adı.
25-Raffaele Gianighian,”Khodorciur,Viaggio di un pellegrino alla ricerca della sua Patria”,akt. Arsen Yarman,Palu-Harput 1878,Derlem Yayınları,2010,c.1,dipnot 34,s.45.
26-Vartabed:Manastırlardaki öğretmenler.
27-Teodik,11 Nisan Anıtı,Belge Yayınları,2010,s.176.
28-Yeri gelmişken;Yusufeli ile ilgili ‘en kapsamlı’ çalışma sayılabilecek ‘Sempozyum’ bildirileri kitabında bir kere bile Ermeni kelimesi geçmemektedir.Sempozyumun ‘tarih bildirileri’ ise,Birinci Dünya Savaşı dönemine dair hiçbir bilgi içermemektedir;daha çok idari teşkilatlanma bilgilerine yer verilmektedir.
29-Sergey Vardanyan,a.g.e.,s.278-285.
30-Muammer Demirel,”Artvin ve Batum Göçmenleri (1871878 Osmanlı Rus Savaşı’ndan Sonra)”,A.Ü. Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü Dergisi,Sayı:40,2009,s.320.
31-Akt. David Martirosyan,Давид Мартиросян:Трагедия батумских армян:просто “резня” или предвестник армянского геноцида? [Batum Ermenilerinin trajedisi sadece kıyım mı yoksa Ermeni Soykırımı’nın habercisi mi?].Rusça’dan bu çalışma için çeviren Selim Tez.
32-Artvin Tarihi kitaplarının diğer yazarları (Halit Özdemir,vd.) birçok yerde Özder’i kelimesi kelimesine yinelemektedirler.Bu nedenle Özder’in yazdıklarını referans olarak kullanırken ayrıca diğerlerinin yazdıklarına değinmedim.
33-Fahrettin Kırzıoğlu,Edebiyatımızda Kars’tan akt. Halit Özdemir,a.g.e.,s.200.
34-M. Adil Özder,Artvin ve Çevresi,s.80-81;Halit Özdemir,a.g.e.,s.192-193.
35-M. Adil Özder,Artvin ve Çevresi,s.75,94-95;Halit Özdemir,a.g.e.,s.199.
36-Candan Badem,a.g.e.,s.32-33.
37-“Bilgi” demişken,resmi tarihçilerin nasıl bilgi ürettiklerine,hiçbir kaynak göstermeden,birinden duyduklarını “bilgi” olarak yazmaya devam ettikleri hakkında bkz. Candan Badem,a.g.e.,1. bölüm.
38-Halit Özdemir,a.g.e.,s.210-221,Özdemir bu bilgilere kaynak olarak Sami Önal’ın Milli Mücadele’de Oltu çalışmasını gösterir.Fakat Önal’ın kaynağı da Kırzıoğlu’dur ve iki kişinin anılarıdır.
39-A.g.e.,s.211.
40-Candan Badem,a.g.e.,s.15.Badem’in dikkat çektiği,Kars tarihi yazarlarının hemen hepsinin yinelediği,Halit Özdemir’in Artvin Tarihi kitabında da geçen (s.206) “1855 Rus Arazi Nizamnamesi” diye bir belgenin olmadığı gerçeğidir.Sözkonusu olan “1855 değil,1858 tarihli ve Rus değil Osmanlı arazi nizamnamesidir” (Candan Badem,s.18).Ama ne hikmetse bütün “tarihçiler” (İlber Ortaylı bile) Kırzıoğlu’nun yanlışını sürdürmüşlerdir.
41-A.g.e.,s.207.
42-M. Adil Özder,a.g.e.,s.75;Halit Özdemir,a.g.e.,s.199.
43-M. Adil Özder,a.g.e.,s.83-86.
44-M. Adil Özder,a.g.e.,s.84-85.
45-Candan Badem,a.g.e.,s.53.
46-Vahakn N. Dadrian,”Ermeni Soykırımı’nda Kurumsal Roller”,Toplu Makaleler,c.1,Belge Yayınları,2004,s.127.
47-A.g.e.,s.57.
48-Vahakn N. Dadrian,a.g.e.,s.42 ve 111.
49-Tarih 1839-1939,TÜSİAD Yayınları,2006,s.174.
50-Vahakn N. Dadrian,a.g.e.,s.80.
51-Tarih 1839-1939,a.g.e.,s.174.
52-Akt. Ayşe Hür,a.g.e.,s.146.”Trabzon’daki Ermeni cemaati,1895’teki darbeyi,ABD,İngiltere,Fransa ve İsviçre başta olmak üzere Batılı ülkelerin maddi yardımları,İstanbul’daki Ermeni Ortodoks Patrikhanesi ve Viyana’daki Katolik Mıkhitaristlerin maddi-manevi desteği ile kısa sürede atlatacaklardı.Nitekim Ermeni Ortodoks Patrikhanesi kayıtlarına göre 1902’de,Trabzon Sancağı’nda 24 bin Ermeni yaşıyor,41 kilise ve üçbin öğrencinin okuduğu 47 okul ile Ermeni tiyatrosu faaliyetine devam ediyordu.”
53-M. Adil Özder,a.g.e.,s.79;Halit Özdemir,a.g.e.,s.213.
54-David Maritrosyan,a.g.e.
55-David Maritrosyan,a.g.e.
56-Vahdet Keleşyılmaz,”Birinci Dünya Savaşı Başlarında Kafkasya ve Çevresine İlişkin Stratejik Yaklaşım ve Faaliyetler”,Yeni Türkiye Yayınları,2002,Türkler,c.13,s.393.http://w3.gazi.edu.tr/~vahdet/392-397.pdf,Erişim tarihi:12 Aralık 2011.
57-Vahdet Keleşyılmaz,a.g.e.
58-Sadık Sarısaman,”Trabzon Mıntıkası Teşkilat-ı Mahsusa Heyeti İdaresinin Faaliyetleri ve Gürcü Lejyonu”,XIII. Türk Tarih Kongresi,Kongreye Sunulan Bildiriler,2002,s.496.
59-Vahdet Keleşyılmaz,a.g.e.;Adı Kafkas İhtilal Cemiyeti olmasına karşın,yerel çetelere gönüllü eleman toplanması için yapılan çağrılarda “İslam Milis Fırkası” denmiştir.”Aşiretlerden asker toplamak için ilgili yerel yöneticilere gönderilen telgraflarda su ifadelere yer veriliyordu:’Üçüncü Ordu Kumandanı paşanın tasvibiyle Dr. Bahaeddin Şakir Bey’in riyasetinde esnana (yirmi yaşına,askerlik çağına) dahil olmayan gençlerle esnanı mütecaviz fakat zinde olan ihtiyarlardan bir kısım İslam Milis Fırkası teşkil ediliyor.[…] Teşkilatın nizamnamesi memurlarındadır.Ona göre gizlice ve dağdağasız bir surette ise mübaşeret ve peyderpey neticeyi iş’ar ediniz.'” Alaattin Uca,”İttihadı ve Terakki liderlerinden Doktor Bahaeddin Şakir Bey”,Atatürk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü,Yayınlanmamış Doktora Tezi,s.242-243. Taner Akçam ise,bu cemiyetin yapacakları eylemlerden hükümetin ve İttihat-Terakki Cemiyeti’nin sorumlu tutulmaması için paravan olarak kurulduğunu belirtir,bkz. Taner Akçam,İnsan Hakları ve Ermeni Sorunu,İmge Yayınları,2002,s.233.
60-Alaattin Uca,a.g.e.,s.238.
61-Taner Akçam,İnsan Hakları ve Ermeni Sorunu,a.g.e.,s.233.
62-Alaattin Uca,a.g.e.,s.235.
63-Vahakn N. Dadrian,a.g.e.,s.122.
64-Vahakn N. Dadrian,a.g.e.,s.120.Ayrıca Alaattin Uca,a.g.e.,s.253 şu aktarımda bulunur:
“Erzurum’da gerçekleştirilen Ermeni kongresi hakkında geniş açıklamalar yapan Arsen Avagyan ve Gaidz Minassian şunları söylemektedir:
‘2-14 Ağustos 1914’te Erzurum’da toplanan Tasnaksutyun VIII. Kongresi’nin özel bir önemi vardır.Kongre,Parti’nin başlamış olan savaştaki konumunu belirleyecekti.Kongre açılmadan önce mebuslar genel seferberlik ilan edildiği haberini almışlardı.Bu nedenle kongre Osmanlıların savaşa fiilen girme olasılığının çok yüksek olduğuna ve olaylar bu yönde geliştiği takdirde partinin tüm şubelerinin vatani görevini yerine getirmek zorunda olduğuna karar verdi.Bu Osmanlı Ermenilerinin Osmanlı ordusu saflarında dövüşecekleri anlamına geliyordu.Bunun içindir ki kimi Türk tarihçiler Ağustos 1914’teki kongrede Osmanlı İmparatorluğu’na karşı İtilaf devletlerinin yanında savaşa girme kararı alınmış olduğunu söylüyorsa da bu sav gerçekle örtüşmemektedir.Kongre çalışmaları tamamlandıktan sonra İttihat ve Terakki Cemiyeti Heyet-i Merkeziyesi’nden Bahaeddin Şakir,Ömer Naci ve Hilmi Bey önderliğinde bir heyet yanlarında Gürcü ve Azeri temsilcileriyle Erzurum’a geldi.İttihatçılar burada Taşnak liderleri Rostom,Vramyan ve Agnuni ile bir araya geldiler.Bahaeddin Şakir,Taşnaksutyun’a Kafkasya’da bir isyan çıkarılmasını İttihat ve Terakki Cemiyeti adına resmen önerdi.Bu tüm Transkafkasya halklarının toplu başkaldırı planı çerçevesinde gerçekleştirilecekti.Şakir,Azerilerin böyle bir ayaklanmaya hazır olduklarını,İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin bu konuda şimdi de Gürcü milliyetçilerle görüşmeler sürdürdüğünü ve umut verici sonuçlar alınmış olduğunu da açıkladı.İttihatçılar başka yerlerdeki Tasnaksutyun liderleri ile de aynı anda görüşmeler yapmaktaydılar.Ancak Ermeni önderleri bir kez daha Jön Türklerin önerilerini olumsuz yanıtladılar…'”
65-Vahakn N. Dadrian,a.g.e.,s.120-121.
66-Akt. Arif Cemil,Birinci Dünya Savaşı’nda Teşkilatı Mahsusa,Arma Yayınları,s.138-139.
67-Hatice Yalçın,”Harp Ceridesi (Birinci Dünya Savaşında Kafkas Cephesi)”,Gaziosmanpaşa Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstütüsü Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi.
68-A.g.e.,”(Tarih:2.11.330/15 Ocak 1915)[…] 3. Borçka civarındaki Ali Rıza Bey müfrezesi efradı müstesna olduğu halde o civardaki tekmil Teşkilat-ı Mahsusa efradı Bahaeddin Şakir Bey vasıtasıyla emriniz altındadır.Bunları efrad-ı askeriye gibi istihdam idiniz ve duyduğum ba’zı intizamsızlığa vesa’ireye cür’et idenleri i’dam dahi idebilirsiniz.3. Ordu Kumandanı Hafız Hakkı.”
69-Alaattin Uca,a.g.e.,s.245.
70-Arif Cemil Denker,a.g.e.,s.20;Sadık Sarısaman,a.g.e.,s.497.Rıza Bey’le birlikte Teşkilat-ı Mahsusa üyeleri Nail Bey,Hamal Ferid,Hasan Basri,Menduh Şevked,Ethem,Küçük Hasan Bey de Trabzon’a gelmişlerdir,Polat Safi,”Birinci Dünya Savaşı ve Milli Mücadele Döneminde Artvin”,19. ve 20. Yüzyıl Belgelerinde Artvin,Artvin Valiliği,2008,s.77 vd.
71-Arif Cemil Denker,a.g.e.,s.20-21.
72-Alaattin Uca,a.g.e.,s.247.
73-Arif Cemil Denker,a.g.e.,s.118.
74-Hatice Yalçın,a.g.e.,s.59.Uca,bu çeteler hakkında başkaca şu bilgileri aktarmaktadır:”Gönüllüler halkın ve Mevlevi,Kadiri,Bektaşi gibi tarikatların katkısı ve cezaevlerinde bulunup da yararlı olacağına inanılarak affedilen kişilerin katılımı ile teşekkül ediyordu.’Teşkilat-ı Mahsusa Baha Bey Kuvveti’ olarak da nitelendirilen bu birlik 9 subay ve 671 erden oluşuyordu.Başka bir kaynakta ise Bahaeddin Şakir Bey kuvvetlerinin 1120 muharip,316 gayri muharip olmak üzere toplam 1436 kişiden ibaret olduğu ifade edilmektedir.816 Fevzi Çakmak ise bu konuda şunları söylemektedir:’389 mevcutlu Milo Taburu ile 1250 mevcudundaki Bahaeddin Şakir ve Yakup Cemil gönüllüleri de beraber hareket ediyorlardı,'” Alaattin Uca,a.g.e.,s.275-276.
75-Birinci Dünya Harbi’nde Türk Harbi Kafkas Cephesi 3. Ordu Harekâtı,Genelkurmay Başkanlığı Yayınları,1993,s.601,akt. Alaattin Uca,a.g.e.,s.286.
76-Sadık Sarısaman,a.g.e.,s.507.Arif Cemil de,anılarında Borçka’nın düşmesinden sonra kaymakamın yanında değerli eşyalarla dolu denklerle kaçarken yakalandığını yazmaktadır,a.g.e.,s.183-184.
77-Fahrettin Kırzıoğlu&M. Adil Özder,1973 Artvin Yıllığı,s.31.
78-Alaattin Uca,”Stange Müfrezesi’nin Harp Ceridesine Göre Kafkas Cephesi’nde Dr. Bahaeddin Şakir,s.125-131.M. Adil Özder,kitabında Artvin çevresindeki Teşkilat-ı Mahsusacılardan bazılarının adlarını veriyor:Artvinli İsmail Coşkun (1863-1939),Murgullu (İmamzade Mehmet Efendi adı ile) ilk dönem Batum Mebuslarından Mehmet Edip Dinç (öl. 1963),Artvin-Seyitler köyünden Kadir Ağa,Artvin Çarşı Camii imamlarından Binat köylü Hafız Efendi,Artvin-Sirya’dan Kâşif (Keş) oğlu Yusuf Ağa,Ardanuç-Müker köyünden Nazım Efendi,bir ihtimal yine Ardanuç’tan Sagara (Sakarya) köyünün Cola Mahallesinden Şaban Efendigillerden Recep Efendi ile Masalahet (Naldöken) köyünden Kahya oğullarından Şükrü Bey;Şavşat’tan Savaş köylü Ali Ağa,M. Adil Özder,a.g.e.,s.103.
79-Arif Cemil Denker,a.g.e.,s.87-88.
80-A.g.e.,s.107-108.Arif Cemil bir yerde Ruslar esir alındı derken,biraz ileride Ruslar kaçtı demektedir:”Ruslar Murgul’u terkederek çekildikten sonra oradaki ahali birbirine girmişti.Kurtarılan memleketi paylaşamamaya kalkışmışlardı.Kafalar o kadar kızışmıştı ki,nihayet ne sana kalsın ne bana!Diye kasabayı ateşe vermişlerdi.Bu yangında maatteessüf en evvel maden müzesiyle talebeyi madenciliğe alıştırmaya mahsus olan mektebin binası yanmıştı,”s.116.
81-Sadık Sarısaman,a.g.e.,s.510.
82-Arif Cemil Denker,a.g.e.,s.219.
83-Tarih:04/11/1918 (Miladi) Dosya No:2460 Gömlek No:88 Fon Kodu:HR.SYS.Osmanlı arşivlerinden 1850’li yıllarda ya da öncesinde de bazı Ermeni ailelerinin Bilecik-Burdur taraflarına göç ettikleri ya da ettirildikleri anlaşılmaktadır.Tarih:03/S/1273 (Hicri) Dosya No:161 Gömlek No:84 Fon Kodu:HR.MKT. Belge özeti:Bilecik’te ölen Artvinli Ohannes’in terekesinden varisi olmadığı halde pay alan Katolik Sagomon’dan,bu meblağın tahsili.Tarih:21/Z/1273 (Hicri) Dosya No:201 Gömlek No:41 Fon Kodu:HR.MKT. Belge özeti:Artvin kasabası sakinlerinden olup Bilecik’te vefat eden Heci Agop adlı Ermeni’nin terekesi hakkında varislerinin ihtilafının giderilmesi.Bunlara benzer daha birçok arşiv kaydı,belgesi mevcuttur.
84-M. Adil Özder,a.g.e.,s.145-146.
85-M. Adil Özder,a.g.e.,s.145-146.
86-David Martirosyan,a.g.e.
87-Vahakn N. Dadrian,a.g.e.,s.131;ayrıca bkz. Taner Akçam,Ermeni Meselesi Hallolunmuştur,İletişim Yayınları,2008,s.167.
88-Ahmet Refik Altınay,İki Komite İki Kıtal/Kafkas Yollarında,Tarih Vakfı Yurt Yayınları,2010,s.40-41.
89-Artvin-Ardanuç yolu üzerindeki Cehennem Deresi Kanyonu için halk arasında anlatılan öykülerin de bu dönemde yaşanmış ya da dönemi yansıtıyor olması muhtemeldir.Bir anlatıma göre,Artvin’deki (Ardanuç’taki) yediden yetmişe bütün Ermeniler toplanıp,süngüden geçirilerek Kanyon’a atılmıştır.Çoluk-çocuk,kadın erkek Kanyon’a atılanların çığlıkları hep yankılandığı için buralara “Sesli Kayalar” dendiği anlatılır halk arasında.Fakat burada öldürülen Ermenilerin Ardanuç’taki Ermeniler değil de,Oltu’da toplanan Ermeniler olması da ihtimal dahilindedir.Verjine Svazlian’ın aktardığı anılarda Stepan Martiros Hovakimyan’ın anlattıkları bu yöndedir.Hovakimyan,”1914 olaylarını kendi gözlerimle görmedim.Ama Türklerin Oltu’ya gelip Ermeni erkeklerini bağlayarak Tandzot yakınlarındaki dere vadisine götürdüklerini ve orada onları kurşuna dizdiklerini anlatırlar” demektedir.
90-Cem Ender Arslanoğlu,”Kars Milli İslam Şurası ve Cenubigarbi Kafkas Hükümeti Muvakkata-i Milliyesi (16 Ocak-13 Nisan 1919)”,Azerbaycan Kültür Derneği Yayınları,s.124.
91-“Hariciye Nazırı Ahmed Nesimi Bey’in Müttefik ve tarafsız devlet nezdindeki sefirlerine sirküler”,1 Ekim 1918 tarih,umumi no.10490,hususi no:102.DİA.H.U. Karton 124,akt. Cem Ender Arslanoğlu,a.g.e.,s.124-125.
92-Halit Özdemir,a.g.e.,s.275.
93-Yunus Zeyrek,”Batum Mebusu Edip Dinç’in 1918 Yılı Günlüğü”,Bizim Ahıska,Sayı:10,2009.
94-TİTEA:K.96 G.10B.10.Akt.Nurşen Gök,”Artvin Livası’nın Anavatan’a Katılışı Sırasındaki Durumuna İlişkin Belgeler”,Atatürk Yolu Dergisi,Sayı:41,Ankara Üniversitesi Türk İnkılap Tarihi Enstitüsü,Mayıs 2008,s.89-104.
95-BCA,İskan Evrakı,272-12/45.77-1,akt. Nebahat Oran Arslan,”Güney Kafkasya’dan Türkiye’ye Gelen Muhacir ve Mültecilerin Durumu (1921-1945)”,A.Ü. Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü Dergisi,Sayı:35,2007,s.351-352.
96-Muvahhid Zeki,Artvin Vilayeti Hakkında Ma’lumat-ı Umumiye;(ed.) Muammer Demirel,Yusufeli Belediyesi,2010.
97-Muvahhid Zeki,a.g.e.,s.91;Fahrettin Kırzıoğlu&M. Adil Özder,a.g.e.,s.55.
*Cemil Aksu,Artvin Ermenilerine Ne Oldu?,Tarih ve Toplum Yeni Yaklaşımlar,Sayı:16 (256),Yaz 2013,s.91-126.
Gönderen Nabukednazar zaman: 07:49

Yorumlar kapatıldı.