Prof. Taner Akçam, AK Parti’nin Ergenekon ve Balyoz operasyonları ile derin devleti kontrol altına aldığı fikrinin yanlış olduğu kanaatinde: “Şimdi derin devletle uzlaşarak, onun kendisine biat edeceğini düşünüyor. En büyük hatası, en büyük yanılgısı bu olur.” Devrimci-Yol örgütünün en önemli isimlerindendi, 1980’lerde Taner Akçam. Uzun süre Suriye’de yaşadı, daha sonra örgütle bağını kopartarak Avrupa’ya iltica etti. Ardından Amerika’ya yerleşti. Yıllardır Türkiye’yi Batı perspektifinden izlemeye çalışıyor. Profesör unvanıyla, Clark Üniversitesi’nde soykırımlar ve yakın dönem Ortadoğu tarihi üzerine dersler veriyor, aynı zamanda Taraf gazetesinde köşe yazıyor. Kendisiyle, bir İstanbul ziyaretinde Türkiye’nin çetrefilli gündemini konuştuk.
Derin devletin kendisine biat ettiğini sanıyor
-Amerika’dan bakınca Türkiye nasıl görünüyor?
Çok iyi görünmüyor. Hızla giderken büyük bir duvara çarpmış bir arabaya benziyor. Şoför ne yapacağını bilmiyor. Paniklemiş durumda. Ben AKP’de ifadesini bulan büyük dalgayı, Türkiye’nin İslami gövdesinden çıkmış önemli bir demokrasi hareketi olarak görüyordum. Bu dalga, bugüne kadar dışlanmış toplulukları siyasetin içine çekerek hem bu kesimleri aktif hâle soktu hem de ekonomide ve siyasette önemli kazanımlara imza attı.
Ama bu atılım ve demokratikleşme süreci durdu. Gözünü Avrupa’ya dikmiş; askeri siyasetten uzaklaştırmış ve sivil yönetim üzerindeki tahakkümünü hemen hemen sıfırlamış; darbecileri hapse atmış; karanlık cinayetleri işleyen Ergenekon’u, faili meçhul cinayetleri işleyen yapıları tümüyle dağıtmamış olsa da kısmen geriletmiş, hapse tıkmış; özetle derin devleti yavaş yavaş sivil siyasi otoritenin altına sokmayı başarmış olan AKP, 2010 ile birlikte yavaşladı ve durdu.
-Çerçevesini çizdiğiniz böyle bir atmosferde Recep Tayyip Erdoğan cumhurbaşkanı seçildi.
Seçim sonuçları, AKP ve Erdoğan’ın beklediği gibi olmadı. Zafer kazanmadıklarının farkındalar. Onlara seçimi, sandığa gitmeyenler verdi. Sadece yaz tatili, araştırma şirketlerinin manipülasyonları gibi nedenlerle izah edilir mi bilemiyorum. Ben bunu Türkiye’de Erdoğan ve Kılıçdaroğlu tarzı siyasetten bıkkınlık diye okumak taraftarıyım. Seviyesi düşük, hatta biraz ‘kültürsüz’ diyeceğim siyasetten bıktı Türkiye insanı gibi geliyor bana… Demirtaş’ın oylarındaki patlamanın sebebi de budur ve seçimin asıl galibi bence Demirtaş’tır. HDP’nin Demirtaş’a giden bu ‘fazla’ oyları doğru okuyabileceğinden kuşkuluyum. Erdoğan, büyük bir zaferle gelemediği için, hayalindeki başkanlık sistemini hayata geçiremez. AKP ve Erdoğan’ın ağır ağır dibe vuruş sürecini yaşarız diye tahmin ediyorum. Yeni siyaset ve siyasi liderlerin çıkmasına kadar sancılı bir süreç geçireceğiz. Mesela, “Aferdersiniz daha çirkinini söylediler, Ermeni dediler” sözüyle, kendisine egemen olan kültürel kodun ne olduğunu da açıktan itiraf etmiş oldu. Ona göre, insanlar grup grup, kendi kafasındaki Müslüman en üstte duruyor, diğerleri “aferdersiniz” insan bile değil…günümüzde bunu söyleyene ırkçı diyoruz.
-Başbakanın kim olacağına dair AKP içindeki dengeler önümüzdeki günlerin en önemli hadisesi olacak gibi. Neler söylersiniz konuyla ilgili?
Ben siyaseti günlük bazda takip eden birisi değilim. Bu nedenle kısa vadeli öngörülerde bulunmak istemem. Ama AKP içindeki dengeleri değiştirecek tek kişi şu anda Abdullah Gül gözüküyor. Fakat anladığım kadarıyla Gül hiç ama hiçbir şeyi Erdoğan ile çatışarak yapma taraftarı değil. Bugüne kadarki çizgisi ile gösterdi ki, Erdoğan’ın sınırlarını çizdiği alanda kalmayı tercih ediyor. Dolayısıyla, AKP içi liderlik kavgası, bir başka tarzda yeni Erdoğan–Gül uzlaşması ile de sonuçlanabilir. Bekleyip göreceğiz. Ben, Erdoğan’ın cumhurbaşkanlığı koltuğundan, her şeyi başbakanmış gibi kontrol edebileceğini düşünmüyorum. Türkiye, Erdoğan’ın çuvalına sığmayacak kadar büyük bir ülke ve o bunu zorladıkça çatlar.
Türkiye’nin geleceği Ankara dehlizlerindeki ayak oyunlarında yatmıyor! Ortadoğu, eğer Türkiye akıllı bir liderlik göstermezse Türkiye’yi de boğacak gelişmelere gebe… Asıl dikkati oraya yoğunlaştırmak gerek! Şimdi bakın, Ergenekoncular, Balyozcular dışarıda, faili meçhul cinayetleri işleyenler tek tek bırakıldı; hırsızlık, soygunculuk yapanlar, rüşvet yiyenler ise hiçbir şekilde takibe uğramıyor. Tüm bu Ergenekoncular, Balyozcular, faili meçhulcüler bırakılacak idi ise, bu mücadele niçin verildi? AKP, Balyoz’u, Ergenekon’u içeri atarak derin devleti kontrolü altına aldığını zannediyor. Şimdi derin devletle uzlaşarak ve ittifak içine girerek onların kendisine biat edeceğini zannediyor. En büyük hatası, en büyük yanılgısı bu oldu ve olacak. AKP, derin devlet dediğimiz yapıyı, sivil siyasetin kontrolü altına sokacak mekanizmalar oluşturmayarak tarihî bir hataya imza attı. Hatta tam aksine, çıkardığı Sayıştay ve MİT kanunlarıyla, derin devleti sivil siyasetin kontrol alanının tamamıyla dışına çıkardı ve potansiyel olarak daha da kuvvetlenmesinin koşullarını oluşturdu.
-Biraz daha açar mısınız, özellikle Ortadoğu mevzuunu.
Erdoğan bugün uluslararası arenada itibarını yitirmiş bir lider konumunda. Ortadoğu’ya ilişkin bir misyonu ciddi olarak hayata geçirme şansı vardı. Ortadoğu’yu demokrasi ve insan haklarına saygı temelinde şekillendirebilirdi. Fakat, özgürlükleri esas almadan Ortadoğu’nun lideri olabileceği zaafına kapıldı; güçlü olmanın bölgenin lideri olmaya yeteceğini zannetti. Sıradan bir anti-İsrail retoriği ve Sünni-İslam ideolojisi ile bölge liderliğine soyundu. Mısır’da Müslüman Kardeşler ve Kuzey Irak Kürt rejimi (Barzani) ile işbirliği yapmanın kendisini bölge liderliğine taşıyabileceğini düşündü. Başta bölge Hıristiyanları ve Alevileri olmak üzere, demokrasi ve özgürlük arayışı içinde olan çevreleri dışlayan ve ötekileştiren bir politika izledi. Yani, Sünni İslam’ın, evrensel demokrasi ve insan hakları ile buluşma potansiyelini kullanmadı ve sıradan bir İslamcı siyasetçi düzeyine takıldı kaldı. Bölgede Sünni İslam’ı esas alan radikal akımlarla, açıklanması zor ilişkiler içine girdi.
Şu anda Tayyip Erdoğan dünyada İŞİD ile aynı çizgide görünüyor. Özetle Erdoğan’ın çizgisi ters tepti ve bu da Türkiye’yi vurdu. Sanki Musul konsolosluğumuzdaki insanları İŞİD’e bilerek teslim ettiler. Aksini zor ispatlarlar. Elde İŞİD’in başarıları ve ilerlemesine ilişkin bu denli istihbarat olacak, konsolosluğun seni tehlikeden haberdar edecek ve sen bırakın devlet memurlarını, 2 yaşındaki bebekleri bile boşaltmayacaksın? Bunu kimseye anlatamazsın! Sanki birileri AKP’yi İŞİD’e karşı askerî hareket içine sokmak isteyecekti ve hükümet de kendi diplomatlarını İŞİD’e rehin bırakarak bunun önünü kesti.
Bu biraz komplo kokan teorimi bir kenara bırakırsak, herhangi bir Batı ülkesinde, Musul gibi bir yerde bu kadar devlet görevlisini aileleriyle birlikte bir terör örgütüne teslim etmiş hükümet ertesi saat gümbür gümbür devrilirdi. Bırakın devrilmeyi, bizim ülkemizde yayın yasağı konuyor ve tuhaf bir biçimde herkes de buna uyuyor. Bunu aklımın aldığını söyleyemem. Özetle, bana göre, Erdoğan Türkiye’yi çok tehlikeli bir yere soktu ve buradan da çıkış zor görünüyor. Sadece Sünni-İslam’a dayalı bir ideolojik çizgiye bağlı kalmaktan vazgeçmek gerekiyor. Ortadoğu’da, Aleviler ve Hıristiyanları da kapsayan insanlığın evrensel değerlerini savunan bir anlayışın geliştirilebilmesi gerekiyor.
-Hizmet Hareketi ile AKP’nin ters düşmesinin bir nedeni de bu olabilir mi?
Kuvvetli bir biçimde bunun olma ihtimali var. Fakat Hizmet Hareketi ile AKP arasındaki çatışmanın tüm resmine vâkıf olduğumu söyleyemem. Bu iki çevre arasında on yılı aşkın süren bir beraberlik söz konusu idi ve ne bu beraberliğin ne de bu ayrılığın sağlıklı bilgisi elimde yok. Şu an söyleyebileceklerimi boşa çıkartabilecek birçok bilgiden yoksun olduğumu tahmin ediyorum. Ayrıca Hizmet Hareketi, siyasi bir hareket değil ve bir kıyaslama yapmak zor. Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı’nın bildirilerini, bu harekete yakın insanların köşelerinde yazdıklarını göz önüne alarak şunu kesin olarak söyleyebilirim ki Hizmet Hareketi, insanlığın evrensel değerleri olarak kabul ettiğimiz demokrasi ile, insan haklarına saygı ile İslam’ı buluşturma noktasında ciddi ve önemli bir yerde duruyor.
-Tam da bu noktada özellikle Hizmet Hareketi’nin Amerika’da, Ermeni diasporası ile kurduğu iyi ilişkilileri nasıl değerlendiriyorsunuz?
Konunun Türkiye’de klasik ele alınışı şu: Amerika’daki başta Ermeniler olmak üzere birtakım lobiler var ve bu lobiler Türkiye’yi zor durumda bırakmak için yoğun çaba harcıyorlar. Ama aslında olaya, “Biz Türkler ve Türk hükümetleri ile savaşan bir Ermeni diasporası var.” mantığı ile yaklaşmak, bir Ergenekon kafası, Veli Küçük kafasıdır. Türkiye’de maalesef hâlâ bu kafa etkin. Bu yüzden de Gülen hareketi, Ermeni diasporasına yönelik açılım yapmak istediği için hainlikle suçlanıyor.
Bu çok yanlış ve haksız bir suçlama! Ama burada Gülen hareketine şunu demek isterim: Hoşgeldiniz! Amerika’daki Ermeni çevreleriyle diyaloğa giren herkese bu yafta yapıştırılır. Bunda tuhaf bir şey yok. Aksine bu iyi ve doğru bir yolda olduğunuzu size gösterir! Ben ABD’ye gittiğim ilk günden itibaren, bana yöneltilen kampanyalar, küfürler, saldırılar da bu zemindeydi. Hizmet Hareketi’ne ve tüm herkese Ermenilerle daha cesur ilişki kurmalarını tavsiye ederim. Herhangi iki topluluk arasında, tarihte yaşanmış bir meseleye ilişkin sorunları çözmek isterseniz, kısa sürede fark edersiniz ki, meselenin en zor tarafı, tarafların birbirleri hakkındaki ön yargılarıdır. Bu ön yargıları, öteki hakkındaki tasavvurları değiştirmek çok zordur ama her şeyin başlangıcı da budur.
Türkiye’de 80-100 yıllık inkâr politikalarıyla, homojen, tek parça ve bir öcü ile eş değer tutulan bir Ermeni imajı oluşmuş, oluşturulmuştur. Aynı şey tersten Ermeniler arasında da söz konusu idi. Onların çoğunluğu için de, Türk deyince akla gelen, kendi atalarını öldürmüş olan “barbar ve katil Türk” idi. Birbirleri hakkında bu tür sert yargılara sahip olan bu Türk ve Ermeni çevreler, geçmişte yoğun bir “savaş” içindeydiler. Bu nedenle, öteki hakkındaki ön yargılı kanaatleri değiştirmek için uğraşan insanlar hain olarak görülür ve eleştirilirdi. Geldiğimiz noktada benim gibi birçok aydının çabası ile Ermeniler arasında, Türkler hakkındaki bu kanaatin epey değiştiğini söyleyebilirim; Hrant Dink’in önderliğinde yapılan girişimlerle Ermenilere karşı benzeri bir pozitif değişimi Türkiye’de de gözlüyoruz. Bu nedenle, Hizmet çevresine yapılan saldırılar bana göre biraz fazla bayat. Hizmet’e bu saldırılardan fazla etkilenmemesini salık veririm.
-Ermenilerle iyi ilişkiler kurma adına Hizmet Hareketi, tam olarak neler yapıyor ABD’de?
Tablonun bütününe vâkıf değilim. Sadece benimle ilgili kısmı hakkında bir şeyler söyleyebilirim. Bundan iki-iki buçuk yıl önceydi, Hizmet Hareketi’nden arkadaşlar ziyaretime geldiler. Bana özetle şunu dediler: “Kendimizi ABD’de yaşayan Müslümanlar olarak telakki ediyoruz ve ABD’de ne kadar kültür, dil ve din grubu varsa bunlarla diyalog kurmak istiyoruz. Bu çerçevede Ermenilerle de ilişki kurmak istiyoruz. Üstelik onlarla bir tek ABD vatandaşları olarak değil, tarihten kaynaklanan da bir ilişkimiz var. Acaba bize yardımcı olabilir misiniz?” Soykırım gibi bir konunun Türk-Ermeni ilişkileri açısından merkezî önemi olduğunu söyledim. İlişkileri geliştirmede önemli bir handikap olacağı uyarıma, “Bizim herhangi bir ön yargımız yok, dinlemek ve öğrenmek istiyoruz. Onların da bizleri dinlemesini bekliyoruz” mealinde cevaplar verdiler. Elimden geldiğince yardım etmeye çalıştım, hâlâ da çalışıyorum. Boston çevresi Ermenilerin ileri gelenlerinden, yaptığım öneriyi kabul edenler ile Hizmet’ten arkadaşları bir araya getirdik; Hizmet onları vakıflarına davet etti. Ayrıca, Hrant Dink’i anmak için düzenlenen toplantılara Hizmet‘ten katılan ve güzel konuşmalar yapan arkadaşlar oldu. Böylece bir diyalog kapısı açıldı. Ayrıca ABD’nin başka bölgelerinde, Hizmet Hareketi Anadolu kültürünü yaşatma yönünde düzenledikleri festivallere Ermenileri de çağırıyorlar ve katılan Ermeniler de oluyor.
Tüm bunlar daha ilk temaslar. Bana göre henüz istenilen boyutlarda değil. Bunun sebeplerinden biri, Hizmet Hareketi’nin 1915 üzerine konuşma konusunda tereddütlerinin olması. Zannediyorum bünyelerinde çok farklı düşünen insanların olması, Hizmet’in bu konularda cesur adımlar atmasını engelliyor. Benzeri şekilde Ermeni çevreler de çok dikkatli. Örneğin, Hizmet tarafından kendilerini tanıtmak veya istedikleri bir konuda konuşmak için davet edilen bazı Ermeni kişi ve kuruluşlar buna yanaşmadılar. Özetle, ben bu adımları çok cılız da olsa önemsiyorum ama Hizmet Hareketi’nin daha cesur olması ilerleme sağlayabilmek için şart gibi duruyor.
-Siz, Öcalan’ı, Suriye’de kaldığınız 1980’lerden bu yana tanıyorsunuz. Nasıl bir çözüm süreci var onun kafasında? Ya da siz gelinen noktayı nasıl değerlendiriyorsunuz?
Benim gördüğüm ana problem şu: Hükümet, Kürt sorunu ile ilgili meseleleri (ana dilinde eğitim, yerel ve yerinden yönetim vb. gibi), PKK ile görüşmelere endekslemiş durumda. Bence bu büyük bir hata ve buradan bir şey çıkması çok zor. Çünkü, Kürtlerin özgürce yaşaması, PKK ile pazarlık yapılarak elde edilecek bir şey değildir. Şu mantığı anlamakta zorlanıyorum: Hükümet, Kürtlerin özgürlüklerini PKK ile müzakere ederek mi verecek? Eğer Kürtlerle eşit ve eşdeğer koşullarda yaşanmak isteniyorsa, bunun için ne beklemeye ne de PKK ile pazarlığa gerek var. Bugün MİT ile ilgili yasayı 24 saatte Meclis’ten çıkarabilen bir hükümet, Kürtlerin Türklerle eşit ve özgür koşullarda birlikte yaşamlarına engel olan uygulamaları ortadan kaldıracak yasaları 24 saatte çıkartabilir. Ellerini tutan yok.
Kürt sorunu esas olarak vatandaşlık sorunudur. Tüm mesele, Kürt ve Türk’ün eşit ve eşdeğer vatandaşlar olarak tüm haklardan yararlanmalarını sağlamaktır. Batısı ile doğusu ile insanlar, ana dillerinde eğitim, yerel ve yerinden yönetim vb. birçok konularda özgür olmalıdırlar. Eğer arzu edilen bölgesel özerklik, Kürt kimliği ile siyasal katılım arasında eşitlik kurularak yapılırsa büyük sorunlar çıkabilir. Ulusal kimlik ile siyasi aidiyet arasında kurulacak ilişki sorunu (yani ulusal devlet sorunu) tarih boyunca birçok probleme kaynaklık etmiştir.
Önümüzdeki süreçte dikkat edilmesi gereken husus, probleme kolektif haklar değil, bireysel haklar ekseninde yaklaşmak gereğidir. Batıda yaşayan Kürtlerin sorunlarının, Kürdistan denen coğrafyada yaşayan Kürtlerin sorunları kadar önemli olduğunu kavramaktır. Kürt meselesinin, tüm Türkiye’nin, onun tüm illerindeki Kürt vatandaşlarının sorunu olduğunu anlamak ve çözümleri buna göre geliştirmek zorundayız. Bu nedenle meseleye vatandaşlık hakları çerçevesinde yaklaşmak gerekir, diyorum.
Yorumlar kapatıldı.