İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

CHP ne yaşar, ne yaşamaz!

Ümit Kurt •
CHP, şu anda geleneksel-yeni olarak tanımlanabilecek bir çelişkili ifadenin içerisinde sıkışmış durumda. Dahası bu durum, CHP’yi siyaset üretiminde çözümsüzlüğe itiyor. CHP, iktidar partisine yönelik henüz süregelen geleneksel muhalif siyasetin devamını getirmek dışında bir siyaset geliştirebilmiş değil. Dolayısıyla sadece partililerin değil, giderek laik kesimin genelinin yaşadığı yenilgi ve hazımsızlık bitmeden CHP’nin değişemeyeceğini belirtmek mümkün. Bu ise sosyolojik bir ayak bağına işaret ediyor, çünkü CHP’nin değişmesi için laik kesimin demokrasiyi içselleştirmesi elzemdir. Öbür türlü CHP için gelinen nokta “CHP ne yaşar ne yaşamaz”ın ötesine geçmeyecek gibi gözüküyor.

***
Malumun ilanı nihayete erdi ve Başbakan Erdoğan’a köşk yolu sonuna kadar açıldı. Sonuç itibariyle CHP ve MHP’nin başını çektiği ana akım muhalefet bloğu bir kez daha Erdoğan’a karşı seçim kaybetti. Bu durumun bilhassa CHP ve Kılıçdaroğlu adına siyasi bir hezimet olduğunu öncelikle belirtmek gerekiyor.
Burada Ekmeleddin İhsanoğlu’nun çatı adayı olarak gösterilmesinin yol açtığı başarısızlıklarla ilgili hiç de öyle ex post facto yorumlar yapmak niyetinde değilim. Ancak özellikle birkaç gündür CHP içerisinde başını Emine Ülker Tarhan ve Süheyl Batum’un çektiği; ulusalcı ve muhafazakâr Kemalist diyebileceğim kanadın referandumdaki başarısızlığı Kılıçdaroğlu’na fatura eden çıkışı üzerinde CHP’de yaşanan gerilimi ve çelişkileri biraz tahlil etmek niyetindeyim.
Şunu en başından kabul etmek gerekiyor: Kim ne derse desin CHP bir “gelenekler partisi”. Her ne kadar Kemal Kılıçdaroğlu liderliğindeki “yeni CHP” birtakım reformist atılımlarla demokratikleşmek adına büyük bir gayret sarf etse de bu atılımların partinin seçmen tabanı ve parti üyeleri bazında yarattığı çalkantılara dikkat çekmek gerekiyor. Bugün CHP, gelenekleriyle reformcu söylemleri arasında sıkışıp kalmış ve her hamlesi ile biraz daha içine düştüğü dehlize hapsolan bir siyasi partidir.
Örneğin Deniz Baykal’ın, Emine Ülker Tarhan’ın, Süheyl Batum’un, Faruk Loğoğlu’nun, Metin Feyzioğlu’nun ve Muharrem İnce’nin temsil ettiği CHP’nin gelenekleri nelerdir? Bu isimleri CHP geleneğinin neresine oturtabiliriz? Sanırım bu soruya vereceğimiz ilk cevap CHP’nin yıllardır yürüttüğü katı laiklik-Atatürkçü geleneğin merkezinde yer aldıklarını söylemek olacaktır.
Bu bağlamda CHP ile artık açıkça anılan bu isimlerin partinin devlet politikası olarak benimsediği kamusal alanı tamamıyla devletin otoritesine hasreden bir laiklik anlayışının temsilcileri olduklarını iddia etmek çok da yanlış olmaz.
CHP’nin temsil ettiği geleneksel politikanın ayrıca elitist ve otoriter yansımaları olduğunu göz ardı edemeyiz. Liderlerin toplumsal mühendisler olarak görüldüğü ve öngördükleri modeli topluma sorgusuz sualsiz dayatabildikleri bu geleneksel davranış CHP ve kadrosunu tanımlayan önemli bir özellik.
Halkçılık altında yatan bir liderlik ve cengaverlik tutkusu, halkı söylemin sadece alıcı tarafına oturtan ve halktan akseden gerçeklere yüz çeviren narsisist bir yaklaşım. Ya da Cumhuriyetçilik altında yatan bir güç eşitsizliği, cumhuru gücün tek taraflı alıcısı olarak gören ve cumhurun yükselen sesini yine aynı gücün farklı bir kolunu, askeri ya da orduyu devreye sokarak kısmaya çalışan bir yaklaşım.
Yukarıdaki analiz, CHP’nin neredeyse 90 yılına yaklaşan tarihindeki kara noktalara dikkat çekiyor. Elbet, 90 yıllık bir geçmişi iki öğeye (katı laiklik anlayışı ve elitist ve otoriter yaklaşım) indirgeyemeyiz. Fakat CHP geleneğinin iki önemli ayağını bu öğeler üzerinden kısmen de olsa tanımlayabiliriz.
Bugüne gelindiğinde ise CHP’nin söz konusu kanadının savunmaya çalıştığı geleneklerin artık ne kadar yıprandığını ve günün şartlarıyla baş etmekten uzak olduğunu görüyoruz. Günümüz şartları toplumun, tüm farklılıkları ve talepleriyle varlığının göz önünde bulundurulması gereken bir güç olduğu, toplumsal dinamiklerin siyasal iradeyi değiştirebilme şansının arttığı, kısacası daha demokratik bir sisteme olanak tanıyor.
Bugünün devlet-toplum ilişkisi, tek taraflı işlemiyor. İşte bu sebeple CHP, Kılıçdaroğlu liderliğinde kabuk değiştirmeyi, yenilenmeyi ve böylelikle toplumla olan iletişimini güçlendirmeyi hedefliyor. Geleneklerine bağlılık bugüne kadar CHP’yi topluma yabancılaşmanın bir limanı olarak konumlandırdı.
Geleneklerine bağlı bir CHP, hızla devinen sosyal ve siyasal yaşamda statükonun yegane temsilcisi olarak kaldı: CHP, bürokratik sivil ve askerî elitlerin, burjuvazinin “laik” kanadının (ekonomik elitlerin) ve müesses nizamın diğer aktörlerinin partisi olarak anılır oldu. Ayrıca yine geçmişe ve geçmişin hatalarına özlem duyan darbeciler, darbe meftunları, hep CHP’ye meylettiler ve CHP’yi toplumla ve siyasal olanla hiçbir bağı olmayan kendi toplumsal-siyasal tasavvurlarının kanalize olduğu bir mecra olarak gördüler.
Fakat yenilenen CHP’nin kökleri mazide kalmış gelenekleri de bir yandan devam ettirecek olması, beraberinde çelişkileri de getiriyor. Gelinen noktada artık geleneklere bağlı, geleneklerin kitaben uygulandığı bir siyasetin maliyeti çok net: Topluma bu tarz bir yaklaşım CHP’ye seçim kazandırmıyor.
CHP, kitlelere, varoşlara, fabrikalara, üniversitelere, muhafazakârlara, liberallere ve toplumun çeperinde yer alan diğer kesimlere ulaşmak zorunda ve bunu yapabilmesi için de toplum ile gerçek anlamda kucaklaşması şart…
Fakat tarihsel geçmişi ve siyaseti bunun tam tersi yönde ilerleyen bir partinin bu anlamda çıkmazlarını da anlamak gerekiyor, CHP’deki değişime gönül veren pek çoklarının dileğinin gerçekleştirilmesi için CHP gibi köklü bir partinin atacağı adımlar kolay değil. Zira, CHP bir taraftan bu tarihsel bagajın yükünü taşımak, diğer taraftan da toplumun farklı katmanlarına yönelik ortaya koyduğu siyasi projeleri üretmek durumunda.
Ancak tam da bu noktada CHP’nin içinde bulunduğu ikilemin sonuçlarını görebiliyoruz. Kılıçdaroğlu’nun “yeni” CHP’sinin topluma ve toplumsal zemine yönelik politikalarına tepkiler CHP’nin bizatihi kemikleşmiş tabanından geliyor. Kılıçdaroğlu, sanki iki ipte oynayan, ya da oynamak durumunda bırakılan bir cambaz; oy artıracak her hamlenin oy kaybına neden olma riski de bir hayli yüksek.
Dolayısıyla CHP’nin muhafazakâr-demokrat kitleye tepeden bakmaya alışkın olduğu “Atatürkçü” tabanın CHP’nin sosyal demokrat bir parti olma çabasından pek hazzetmediği sonucunu çıkartabiliriz. CHP’deki değişimin sınırlarını da burada aramak gerekiyor.
CHP’nin gerek başörtüsü, askerî vesayet, sosyal devlet gerekse Kürt ‘sorunu’ gibi Türkiye’nin temel meselelerine ilişkin önerdiği her siyasi “açılım”ının ve yukarı ismi geçen partililerin geleneklerin partisi olarak tasavvur ettiği CHP’den her kopuş hamlesinin bu “Atatürkçü” tabanın ördüğü duvarlara çarptığını görüyoruz.
Sonuç olarak, CHP geleneksel-yeni olarak tanımlanabilecek bir çelişkili ifadenin içerisinde sıkışıp kalmış durumda. Dahası bu durum CHP’yi siyaset üretiminde çözümsüzlüğe itiyor.
CHP uzun bir süredir, iktidar partisine yönelik henüz süregelen geleneksel muhalif siyasetin (laiklik üzerinden AKP eleştirisi) devamını getirmek dışında bir siyaset geliştirebilmiş değildi. Ancak Kılıçdaroğlu, uzun bir kongreler furyası sonucunda parti içinde yapılan değişikliklerle ve bilhassa Kürt sorununun çözümü noktasında -fazla somut olmasa da- aldığı inisiyatifle AKP’yi sıkıştırmak yoluna gitti. Ve bu sayede alternatif bir iktidar tercihi olabileceğini hesap etti.
Ancak PKK tarafından kaçırılan Hüseyin Aygün’ün serbest bırakıldıktan sonra beğenelim beğenmeyelim Kürt meselesinin çözümü ve PKK’nın silahlarından arındırılması hususunda dile getirdiği açıklamalar ve bunun CHP’nin geleneksel kanadında yarattığı büyük hazımsızlık ve yenilgi duygusu, bize Kılıçdaroğlu’nun yaşadığı sıkışmışlığı yeniden gösterdi. Emine Ülker Tarhan ve diğer partili arkadaşlarının son çıkışı ise bu sıkışmışlığı pekiştirdi.
Dolayısıyla, sadece partililerin değil, giderek laik kesimin genelinin yaşadığı yenilgi ve hazımsızlık bitmeden CHP’nin değişemeyeceğini belirtmek mümkün. Bu ise sosyolojik bir ayakbağına ve bu minvalde CHP’deki demokrasinin sınırlarına işaret ediyor, zira CHP’nin değişmesi için laik kesimin demokrasiyi içselleştirmesi elzem gibi gözüküyor.
Öbür türlü AKP hâlâ seçeneksizliğin içinde seçenek olma gücünü ve bu anlamda topluma layık gördüğü sınırlı ve sorunlu demokratikleşme anlayışını sürdürecekmiş gibi duruyor. CHP içindeki göreli çok sesli görüntünün söylem düzeyinden öteye gidip belirli bir içerik kazanması ve bu çok sesliliğin somut politikalara yansıması gerekiyor.
Eğer CHP yenilenmek istiyorsa ilk elden yapması elzem olan, ağırlıkla Güneydoğu ve Doğu Anadolu’yu kapsayan 33 ilde milletvekili çıkartmayan bir partinin toplumsal güveni sağlamasıdır. Bunun yolu çok basittir: Tabana inmek ve toplumun bütün kesimleriyle özellikle empati kültürünü geliştirerek iletişim ve etkileşim kurmaya çalışmak.
CHP için, halk tarafından benimsenecek bir lider ve yenilikçi, parti içinde partinin gelişimi adına demokratik bir muhalefet yapacak bir kadro, partinin kendisini silkelemesi yönünde atacağı önemli adımların başında geliyor. Böyle bir çaba da demokratik ve katılımcı bir yapılanmayı içermelidir.
CHP, şu anda geleneksel-yeni olarak tanımlanabilecek bir çelişkili ifadenin içerisinde sıkışmış durumda. Dahası bu durum, CHP’yi siyaset üretiminde çözümsüzlüğe itiyor. CHP, iktidar partisine yönelik henüz süregelen geleneksel muhalif siyasetin devamını getirmek dışında bir siyaset geliştirebilmiş değil.
Dolayısıyla sadece partililerin değil, giderek laik kesimin genelinin yaşadığı yenilgi ve hazımsızlık bitmeden CHP’nin değişemeyeceğini belirtmek mümkün. Bu ise sosyolojik bir ayak bağına işaret ediyor, çünkü CHP’nin değişmesi için laik kesimin demokrasiyi içselleştirmesi elzemdir. Öbür türlü CHP için gelinen nokta “CHP ne yaşar ne yaşamaz”ın ötesine geçmeyecek gibi gözüküyor.

http://serbestiyet.com/chp-ne-yasar-ne-yasamaz/

Yorumlar kapatıldı.