Yakın tarihimizde yaşadığımız üç büyük göç dalgası aynı zamanda üç büyük zenginlik furyasıdır. Yunanlıların ‘Küçük Asya Felaketi’ olarak adlandırdıkları 1914 Rum göçü, Anadolu’ya sıkışmış imparatorluk (İttihat Terakki) yönetiminin esaslı ilk operasyonuydu. Balkanlar’dan da çekilmek zorunda kalan Osmanlı İmparatorluğu’nun milliyetçilik rüzgarını da arkasına alarak yaptığı bir sürgün harekatıydı. Özellikle Batı Anadolu’daki Rumların malları pay edildi…
Ardından 1915 Ermeni tehciri geldi. Bu kez Ermeniler kovalandı. Ve bu apar topar göç sonunda yüzlerce yıldır sahip oldukları zenginliği bir günde bırakmak zorunda kaldılar. Sırada yağmalanmayı bekleyen Ermeni malları vardı…
Üçüncü büyük dalga ise resmi anlaşmayla oldu. 1923’te imzalanan Lozan’a göre yapılan Yunanistan’la nüfus mübadelesi yeni bir zenginlik furyası yarattı.
***
Yazar Gürkan Hacır: ‘Ermeni tehciri Türkiye’de hangi büyük zenginliğe dönüştü?’
Akşam Gazetesi / Gürkan Hacır
Ermeni meselesine (tehcire) bambaşka bir açıdan, ekonomik ve sosyal boyutu yönünden yaklaşmak istiyorum. Tehcir kararı sonrasında Ermeni bağları, bahçeleri, tarlaları, konakları kimin üzerine geçirildi? Yüzleşmemiz gereken soru budur. Ermeni tehciri Türkiye’de hangi büyük zenginliğe dönüştü?
Fransa’nın Ermeni soykırımını tanıma kararı hepimizi sarstı. Hiçbir tarihi bilgiye / belgeye dayanmadan alınan bu karar kimi ikna edebilir? İttihat Terakki merkez-i umumisinin bir kırım emri verdiğine dair belge elimizde yoktur. Üstelik tehcir kararı istanbul’dan tek bir Ermeni’yi kapsamamışken hangi soykırım? Kabinede Ermeni Bakan varken hangi soykırım? Geçiniz. Fransa bize yapılan siyasi taarruzun öncü birliğidir sadece… Tarihle, insan hakkıyla alakası yoktur. Ama bakınız… Ben Ermeni meselesine (tehcire) bambaşka bir açıdan yaklaşmak istiyorum. Ekonomik ve sosyal boyutu.
Tehcir kararı sonrasında uçsuz bucaksız Ermeni malları kimlere gitti? Bağlar, bahçeler, tarlalar, konaklar kimin üzerine geçirildi? Yüzleşmemiz gereken soru budur. Ermeni tehciri Türkiye’de hangi büyük zenginliğe dönüştü?
‘GÖÇ’LE ZENGİNLİK
Biraz geriye gidelim…
Yakın tarihimizde yaşadığımız üç büyük göç dalgası aynı zamanda üç büyük zenginlik furyasıdır.
Yunanlıların ‘Küçük Asya Felaketi’ olarak adlandırdıkları 1914 Rum göçü, Anadolu’ya sıkışmış imparatorluk (İttihat Terakki) yönetiminin esaslı ilk operasyonuydu. Balkanlar’dan da çekilmek zorunda kalan Osmanlı İmparatorluğu’nun milliyetçilik rüzgarını da arkasına alarak yaptığı bir sürgün harekatıydı. Özellikle Batı Anadolu’daki Rumların malları pay edildi…
Ardından 1915 Ermeni tehciri geldi. Bu kez Ermeniler kovalandı. Ve bu apar topar göç sonunda yüzlerce yıldır sahip oldukları zenginliği bir günde bırakmak zorunda kaldılar. Sırada yağmalanmayı bekleyen Ermeni malları vardı…
Üçüncü büyük dalga ise resmi anlaşmayla oldu. 1923’te imzalanan Lozan’a göre yapılan Yunanistan’la nüfus mübadelesi yeni bir zenginlik furyası yarattı.
Burada bir parantez açalım. Bugün hemen her toplumsal olumsuzlukta neden bu kadar ilkesiz bir toplum olduğumuzu sorguluyoruz. Vergi kaçıran, kurallara uymayan, uyanıklık yapmaya çalışan, yaşadığı topluma ve devlete güvenmeyen bireyler olduk. Bu toplumsal psikolojinin altında sakın bir yağma kültürü olmasın? Çünkü bizde normal bir sermaye birikimi olmadı. Hep bir vurgun ve fırsatlar ekonomisi oldu. Osmanlı’nın son döneminde de, Cumhuriyet’te de… Rant yemek en temel sermaye birikim metodumuz oldu. Bu fırsatlardan yararlanan grubun da ağırlıklı olarak göçmenler olduğunu belirtmeliyim. Selanik başta olmak üzere Balkanlar ve Karadeniz’in kuzey sahillerinden (Batum, Kırım vs.) göç edenler bu zenginliği paylaştılar. Bunların içerisinde Sabetaycı nüfus ağırlığı çekiyordu. Kuşkusuz tüm göçmenler için ‘Sabetaycıydılar’ demek mümkün değil ama önemli bir ağırlığa sahiptiler.
Konu sakın başka yerlere sapmasın.
Kimseyi etnik olarak tasnif etmek işim değil. Ama kışkırtıcı soru şudur: Anadolu’ya göç edenlerin bu kadar dahi ve yetenekli olmalarını neye borçluyuz? Bugün Türkiye’de hangi zenginlik
öyküsünün altını kurcalasanız birkaç kuşak öncesinde muhakkak bir ‘göç’ hikayesi bulursunuz. Bu tesadüf olabilir mi?
Sanmam!..
NASIL TOPRAK AĞASI OLDU?
Toprak zengini Cavit Oral’la başlayalım: ‘1908 Ermeni kargaşalığında babama ve evimize taarruz edildi. Yusuf Kemal Tengirşek’in de katıldığı bir heyet Adana’ya geldi. Babamı geçici bir zaman için Adana’dan aldılar, Mısır’a gönderdiler, biz gitmedik. Babamın Mısır’da Ermenilerin taarruzuna uğraması ihtimali karşısında bizim de bulunduğumuz Beyrut’a nakli kararlaştırıldı. Fakat babam burada 20 gün yaşayabildi. Onu toprağa vererek annem, kardeşim ve ben Adana’ya döndük.’ (09.12.1961, Milliyet / Mustafa Ekmekçi’yle Söyleşi)
Cavit Oral’ın babası İhsan Fikri Bey gazeteciydi. ‘İtidal’ gazetesini çıkartıyordu. Meşrutiyet yıllarında yazdığı ateşli yazılarıyla tanınıyordu. Çoğunlukla Ermeni karşıtı yazılardı. Bu yüzden Ermenilerin hedefindeydi. Ama bu; dünyada köşe bucak saklanmayı gerektirecek nasıl bir düşmanlık olabilirdi? Adana’ya bir daha dönemedi ve Beyrut’ta öldü. İttihat ve Terakki’ye yakınlığından ötürü ‘cemiyet’in sesi olmakla suçlanıyordu. 1908 öncesi önemli bir malvarlığı yoktu. Dahası toprak zengini hiç değildi. Beyrut’ta öldü.
Peki oğlu Cavit Oral nasıl oldu da, toprak zengini bir ağa oldu? Hem de Çukurova gibi ‘bereketli topraklar üzerinde’… Babasından devraldığı Ermeni karşıtlığı tehcir sonrası ‘mal’a mı dönüşmüştü? Ermeni meselesine bu gözlükle bakmalıyız.
MİLYONLUK ARAZİYİ ALDI
Sökeli toprak zengini Fahri Tanman’la devam edeyim… Belki isim yabancı gelmiş olabilir. Ama Tanman Ailesi, kamuoyunun yakından tanıdığı bir aile. Koçlar’dan Moranlar’a, Evliyazadeler’e kadar onlarca zengin aileyle akrabalık ilişkileri var. Fahri Tanman’ın Babası Ahmet Hulusi Tanman, mübadele öncesi Selanik Belediye Başkanı’ydı. Tarımla ilgili birisi değildi. Oğlu Fahri Tanman 1923’teki mübadelede Türkiye’ye geldiğinde ona başta İzmir Söke olmak üzere araziler verildi.
Bakın Hakkı Devrim, Fahri Tanman’ı nasıl anlatıyor:
‘İlgi çekici bir insandı Fahri Tanman. Paris’te … cole Polytechnique mezunu, tahsilini Almanya’da, Amerika’da tamamlamış, Haliç’te Tersaneler Müdürü parlak bir mühendisken, bir gün işini bırakıp Söke’de, mübadelede mülk edindikleri 40 küsur bin dönüm araziyi işlemeye başlamış, Türkiye’de modern tarımın seçkin bir öncüsüydü. Sahiden bilgili, dinamik, işyerinde, tarlada, tartışmalarda olduğu kadar fikir çatışmalarında da yetenekli ve kavgacı, lider yapılı, ilgi çekici bir işadamıydı. Ben, Fahri Bey’in anti-komünist tavrını biraz katı ve haşin bulurdum. O da beni gereksiz ölçüde ılımlı bulmuş olmalı ki, basın alanında biz parasızlara omuz verme niyetinden pek faydalanamadık.’
Hakkı Bey’in hayıflanarak ‘el sürmediği’ ama bazı gazetecilerin omuz aldığı ‘avanta’ işini bir tarafa bırakalım. Biraz hesap yapalım. Fahri Bey’in, Mübadele Komisyonu kararı uyarınca aldığı arazi 40.000 dönüm
Yani 40 milyon metrekare. Nerede? Tarım cenneti Söke Ovası’nda. Bugünkü değeri 10 milyon dolarlarla ölçülemez…
UYANIK MÜBADİLLER
Peki neye göre tespit edildi dağıtılacak arazinin ölçüleri? Türkiye’ye göç edecek mübadiller, Yunanistan’da ne kadar mülkü olduğunu beyannameye yazacaktı. Ama çoğunluk mübadile bu beyannameleri hemen doldurmaması, Türkiye’deki duruma göre doldurabilecekleri söylenmişti.
Bu kayıtların hiçbiri sağlıklı değildi. Sağlıklı olmayı bırakın bir tarafa akılla da izah edilecek yanı yoktu.
Bu beyanlar esas alınarak mübadillere 5 milyon dönüm arazi, 4 milyon 833 bin zeytin, üzüm ve incir ağacı dağıtıldı. Düşünün Yunanistan’ın tarıma elverişli alanı o yıllarda sadece 9 milyon dönümdü. Türkiye’ye göç eden vatandaşlarımızın beyanı ise bizim Yunanistan’da 5 milyon dönüm arazimiz var şeklindeydi. Şahsi beyana göre doldurulan beyanlarla neredeyse Yunanistan’ın tamamı Anadolu’da konuşlanmış olacaktı.
Peki bu herkesin kafasına göre doldurduğu beyannameyi Selanik Belediye Başkanı Ahmet Hulusi Tanman ve oğlu Fahri Tanman nasıl doldurmuştur dersiniz?
Sonucu aslında az önce yazmıştım.
40 bin dönüm… Fahri Tanman Türkiye’nin en büyük toprak ağalarından biri oldu.
Peki dağıtılan bu arazilerin yer tespiti nasıl yapıldı?
Mübadeleyle ilgili önemli bir çalışmaya imza atan Kemal Arı’nın kitabına bakalım: ‘Önce aile reislerinin adları ufak kağıtlara yazıldı, bükülüp bir keseye konuldu; komisyon üyelerinin ve ihtiyar heyetinin öncülüğünde bölüşümü yapılacak araziye gidilerek adların konulduğu keseden, bir çocuk aracılığıyla bir kağıt çektirildi. Çekilen kağıtta kimin adı yazıyorsa, ilk ölçümü yapılan tarla, o kişi adına kayıtlara geçildi.
VERGİ REKORTMENİ ‘AYLA HANIM’
Köylerde bile durum böyleyken büyük kentleri düşünebiliyor musunuz? Örneğin İzmir’i ele alalım.
Mübadele kapsamında göçmenlere, sadece İzmir’de 3 bin 815 dönüm bahçe, 59 bin 15 dönüm bağ, 280 bin 599 dönüm tarla, 433 bin 305 adet zeytin ağacı paylaştırıldı. İzmir’de Rum nüfusun ağırlıklı olarak yaşadığı Alsancak, Karşıyaka, Göztepe gibi gözde semtler nasıl dağıtıldı? Dünyanın en güzel kentlerinden biri olan İzmir nasıl ve kimlere pay edildi?
Bu büyük mülk dağıtımından sadece göçmenler değil, kudretli yerliler de faydalandılar. Bir isim mi istiyorsunuz? Hemen! Şerif Remzi Reyent…
İzmir’in önde gelen isimlerinden biriydi. İncir ithalatçısı olarak ünlenmişti. Ama mübadele yıllarında servetinin ve edindiği mülklerin sayısının nasıl çılgınca arttığını uzun yıllar sonra öğrenecektik. Şerif Remzi Bey’in çocuğu olmadığı için servetinin tamamını bıraktığı Ayla Ökmen Hanım sadece gayrimenkul geliriyle 2001 yılında vergi rekortmeni olunca işin mali boyutu ortaya çıktı. Ayla Hanım 2001’de 1 trilyon 113 milyar kira geliri gösterip, 369 milyar 825 milyon lira vergi ödeyerek vergi rekortmeni olmuştu. Ayla Ökmen’in sayısını bilmediği mülklerinden birisi de İzmir’in sembollerinden biri olmuş Asansör’dür. Ayla Hanım depo olarak kullanılan bu yeri 1983’te İzmir Belediyesi’ne bağışladı. Ve Belediye de ona şükranlarını sunarak bir plaket verdi. (Haksızlık etmeyelim, Ayla Hanım’ın bu akıl almaz zenginliğine bir küçük katkı da evliliğiyle gelmişti. Hayatını bir başka önemli ‘mirasçıyla’ birleştirmişti. Atatürk döneminin Tarım Bakanlarından Mümtaz Ökmen’in oğlu Laçin Ökmen’le. Laçin Bey de her ne kadar icralarla boğuşsa da büyük arazi zenginiydi. Talihsiz bir cinayete kurban gitti. ) Örnekleri istediğiniz kadar çoğaltabilirim.
SERVET TRANSFERİ İNCELENMELİ
Ermeni meselesinin (Rum malları da elbette) insan hakları boyutundan daha mühimi, bir avuç azınlığa yapılan servet transferidir. Bugünkü Türkiye’yi anlamak istiyorsanız bu bir avuç insanın yaşadığı ‘lüküs hayat’ın kaynağını didiklemek zorundasınız. Çok değil birkaç kuşak geriye gidin! Didiklediğiniz aile tarihlerinde karşınıza muhakkak bir ‘ekalliyetin malı’ çıkar!
Leyla KAPLAN
1 Nisan 2013 02:13
Gürkan bey çok iyi bilir ama tekrar hatırlatayım..Anadolu’lu Rumların servetlerinin kaynağı yine biz Türkleri sömürmekten gelmekteydi..Ayrıca Yunan ordusuna hizmet eden,onları alkışlarla karşılayıp Yunan ordusuna 50.000 eli silahlı Rum gencini gönderen yine Anadolu rumlarıydı. Anadolu rumlarının yaptığı yağma-yakma -göç ettirme baskın,tecavüzler ve hertürlü ihanetleri neden gözardı ediliyor..Hiç gündeme getirilmiyor..İhanetlerinin cezasını çekmemek için Anadolu’dan Yunan ordusuyla kaçmışlardır..Asıl mağdur olan doğdukları,yaşadıkları topraklara herşeyden önemlisi komşularına ihanet etmeyen Rumili Müslümanlarıdır..Verdiğimiz canların,şehitlerin,uğradığımız haksızlıkların daha öcünü bile alamadık..Sayın Hacıryan bunları zaten gayet iyi bilmektesiniz..Adları Ahmet ,Mehmet,Gürkan olsa da geçmişleri şüpheli binlerce lüks yaşayan insan var bu memlekette..Suç onlara ses çıkarmayan kim olduklarını hatırlatmayan bizlerde..
ramiz
23 Mart 2013 15:42
bizde selanik mubadiliyiz.lakin hiçte çizdiğiniz gibi bir tablo yok.osmanlı zamanı 98 dönüm arazi.2000,3000 ve 5bin arşınlık hanelerimize karşılık cumhuriyet bize 25 dönüm arazi ve 60 mt2 ev vermiş.memleketin tapuları elimizde.ama anca ne takdir edildiyse..heralde arnavutuz diye.yahudilere fazlası arnavutlara azı.yazarken binlerce hakkı yenenide yazın
Hasan Akar
29 Ocak 2012 15:07
Ermeni tehcirine sosyal ve ekonomik boyutundan bakalım deyip söz mübadeleye getirilmiş. Mübadele ile gelenlerin taşınmaz mal varlıklarını gösterir “Tasfiye talepnameleri” 4 nüsha olarak hazırlanmış ve 1 nüshası halen devlet arşivleri genel müdürlüğünde duruyor. Lütfen belge ile konuşun. Tüm mübadiller sefilleri oynarken sahte beyanname doldurup “karma komisyonuna” onaylatan sahtekarlar kimlermiş
Kürşat Demir
29 Ocak 2012 14:28
Gürkan Hacır Bey,desene tehcire tabi tutulan rum,ermeni tekrar anadoluya gelsin öyle mi?Peki YUnanistanda veya balkanlardaki sayısız Türk emlakinden haberin var mı?Kimler yağmaladı.Bu yazından sanki yağmayı Türkler yaptı,Yunan ve Ermeniler de oturup seyretti öyle mi?Allah tan kork be 1860 larda Erivan ın nufusunun `-70 i Türk imiş,şimdi esamesi okunmuyor.Ermenistan azerbaycan ın bir vilayeti imiş şimdi tek bir türk yok.Bu yazılarınız ve düşüncelerinizle inanın ermeniden yunandan çok ermenicilik yunancılık yapıyorsunuz.
melek
29 Ocak 2012 14:26
Atalarım 1923 te Selanik ten mübadele olanlardan. Kendi köylerinde toprak ve çiftlikleri olduğu halde Bursa nın bir ilçesinden avuç içi kadar arazi ile avutulmuşlar. Babaannem yunan ve bulgar mezalimini görmüştü. İnsanlar o kurtuluşu nimet bilip susmuşlar. Diğer uyanıklarda görüldüğü gibi belki çok mal sahibi değilken baş dönüdren serevete sahip olmuşlar. Bugün de aynı değil mi????
http://arsiv.gercekgundem.com/?p=434015#.U-wWwJtDPhA.facebook
Yorumlar kapatıldı.