Kore Cephesi’nin gayrimüslim gazileri. Resmi tarihin ‘es’ geçtiği ‘öteki’ gazilerin hikâyesi. Kore Savaşı’nın bilinmeyen cephesi gün yüzüne çıkıyor. Gazeteci-Yazar Mesut Çevikalp’in 5 yıl süren titiz bir çalışmanın ardından yayınladığı ”Kızıl Cephe” adlı eser savaşa dair resmi tarihe meydan okuyor. Resmi söylemle yetinmeyen yazar Türkiye’yi karış karış gezip savaşı, cepheyi ve sonrasını hayatta kalan son şahitlerden dinlemiş. Salt gazilerin anlatımlarını yeterli görmeyip, sahafları, arşivleri karıştırmış. Sonuçta didaktikten uzak, klişe kalıplara girmeyen, albüm formatında bir esere imza atmış.
Kore’de Güreş Tutan Türk Askerleri
Gazeteci Çevikalp’e kitabın çıkış noktasını soruyoruz. Tarih yüksek lisansı ilgisine giren Kore Savaşı’nın hoş tevafuklarla derinleştiğini anlatıyor: ”6 yıl kadar önce bir Kore Gazisi’nin günlüğü geçti elime. Rahmetli gazinin günlüğüne yazdıkları, oğluna anlattıkları resmi tarihi boşa çıkarıyordu adeta. O günlükten elde ettiğim işlenmemiş bilgi çok hoşuma gitti. Benzer günlüklerin arayışına girdim. Keza okuduğum her yeni anı, günlükte Kore Savaşı’na dair anlatılan resmi tarih gözümde küçüldükçe küçüldü. Bende Kore Savaşı’na dair bir gerçek tarih yazma hissiyatı oluştu. Eser bu çabanın bir sonucu.”
Yazar Çevikalp önce sahaflardan başlamış işe. Kore ile ilgili hayli fotoğraf, mektup, belge toplamış. Ardından resmi yazışmalar için arşivlere girmiş. Araştırmasını yaşayan Kore gazileriyle yaptığı röportajlarla tamamlamış. Neredeyse Türkiye’yi il il gezmiş bu doğrultuda. Bir gazi için Gökçeada’ya gittiği de olmuş, Urfa’ya da. Hatta Kanada, Fransa’ya da ulaşmış görüşmeler. Türkiye’den göçen gayrimüslim gazilerle telefon-maille görüşmüş, anılarını kayda almış. Görüştüğü gaziler onu yeni isimlere taşımış. Gerçi tüm görüşmeler ilk kitaba sığdıramamış. İkincisi için de bir hayli anı biriktiğini anlatıyor.
İmam TeğmenZübeyr Koç
‘Kore Savaşı’nın Unutulan Cephesi: Kızıl Cephe’yi alandaki önceki eserlerden farklı kılan unsurların başında ilk defa Kore’ye giden Türk Tugayları’nda bulunan gayrimüslim Mehmetçiklere ışık tutması. Çevikalp hayatta kalan Ermeni, Rum, Musevi gazilere mikrofon tutan ilk araştırmacı olmuş. İzmirli Musevi Refael Sasun, Ermeni Jan Andronikyan gibi birçok gayrimüslim gazinin sıra dışı anılarına yer veriyor. Keza yine ilk kez Hataylı Alevi bir gazinin cephede yaşadıklarını okuyucuya taşıyor.
O buluşmalardan birini şöyle anlatıyor: ”Gökçeada’da yaşayan bir Rum Gazi’nin olduğunu duyunca yerimde duramadım. Önce adresini ardından telefonu bulup temasa geçtim. Gazi İlya Banago Bey görüşmeyi kabul etmesi üzerine yola düştüm. Çok sıcak karşıladı, saatler süren röportaj sırasında da o sıcak halini korudu. Anılarla 64 yıl öncesine gittiğinde sarf ettiği ‘Önceden ayrılık yoktu; Rum, Türk birdi. Komutanlarım cephede dini bayramımı bile kutlarlardı’ ifadesi bizi derinden sarstı. Buna rağmen aradan geçen 64 yılda kendi içinde cevabını bulamadığı sorusunu da yöneltti bize; ”Ölsem ben de şehit olur muydum?” Cephede ağır yaralan bu Osmanlı beyefendisi bugün olsa Kore’ye bu sefer gönüllü gideceğini söylüyordu. İlkinde gönüllü gitmemiş haddizatında!”
CEPHEDE Bİ ERMENİ!
Vatan millet için Kore Savaş’ına katılan gayrimüslim vatandaşlarımızdan bir diğeri de Ermeni asıllı Onbaşı Jan Andronikyan’dı. 1’inci Kore Türk Tugayı ile cepheye giden kanlı Kunuri cephesinde esir düşer. Tam 33 ay savaş kamplarında ağır şartlar altında yaşar. Kore Savaşı’na son veren Ateşkes Antlaşması (27 Temmuz 1953) ile özgürlüğe kavuşur. Askerlikten önce yaşadığı Ankara’ya geri döner. Onbaşı Andronikyan’ın adı kitapta uzun uzun anlatılan ‘Esir Olimpiyatları’nda da geçiyor. Mao’nun dönemin Dünya Olimpiyatları’na cevap olarak kurguladığı Esir Olimpiyatları’nda Kore Savaşı’nda esir düşen milletler yarışıyordu. Onbaşı Andronikyan, Türklerin bulunduğu kampı temsilen futbol dalında yarışan esirler arasında yer alır. Hatta bazı maçların hakemliğini yapar. Futbol kuralarını bilmesi, akıcı İngilizce tercih sebebi olur.
Çevikalp İngilizce bilen Andronikyan’ın esir kampında tutulan 234 Türk askerinin adeta eli-ayağı olduğunu anlatıyor: ”1929 doğumlu Jan Andronikyan uzun boylu, yakışıklı biri. Türk vatandaşı. Annesi Kıbrıs’ta doğmuş, güngörmüş geçirmiş biriydi. Babası İngiliz. Küçüklüğü Ankara’da geçmiş. Annesi o yıllarda bir yabancı sefarette aşçılık yapıyormuş. Bundan ötürü akıcı İngilizcesi var. Olimpiyatın dışında, esir kampındaki birlikte kaldığı Türk arkadaşlarının da tercümanlığını o üstlenir-. Yardımseverliği, cenaplığıyla kampın sevilen simalarından biri olur. Kampta birlikte kaldığı arkadaşları kendilerine büyük faydası dokunan Jan’ı bugün bile hayırla yad ediyorlar. Askerlikten önce Ankara Hava Meydanı’nda çalışmış. Yüksek Okul mezunu. Döndükten sonra yeniden Hava Meydanı’nda işe başlamış. Sonrası meçhul…”
ARKADAŞINA SİLAH ÇEKTİREN HAYA!
Kore’ye gönüllü giden gayrimüslim Mehmetçiklerden biri de Kayseri Ermenilerinden Toros Babaoğlu’ydu. Parasızlıktan ötürü genç yaşta iki hasta ağabeyini kaybeden Babaoğlu çok üzülür ve ”ben de en azından memleket için öleyim” deyerek başvurur askeriye. 1953’te yaşı tutmamasına rağmen Kore’ye gidebilmek için çok ısrar eder. Hatta normal askerlerin aldığı 6 aylık savaş-cephe eğitimini almadan katılır 4. Kore Türk Tugayı’na. Cephede geçen 1 yılın ardından 1954’te teskeresini alıp yurda döner. Askerler onu bayraklar eşliğinde evine kadar götürür. Kapıda gözyaşlarıyla karşılanır. Hasret, endişe son bulur. Toros’un sağ salim dönmesi için iki adakta bulunan annesi, kurbanlarını Eyüp Sultan Camii’nde kestirip, fakir fukaraya dağıtır… Gazi Toros, Mart 1988’de işten eve dönüş yolunda kalp krizi geçirir. 56 yaşındaki gazi kaldırıldığı Haseki Hastanesi’nde bir gün sonra vefat eder. Erken yaşta gelen ayrılık tüm aileyi yasa boğar. Çevikalp Toros Babaoğlu’nın Kore günlerini oğlu Civan Bey’den dinler. Civan Beyin naklettiği bir hatırayı da kitaba alır: “Bir keresinde babamın birliği arama tarama görevi almış. Asker arkadaşlarıyla belirtilen bölgedeki evlere tek tek aramaya başlarlar. Bizim askerlerden biri girdiği evde karşılaştığı çocuklu genç bir kadına sarkıntılık eder. Babam o askerden ‘direnmekte olan kadını rahat bırakmasını, aksi taktirde arkadaş filan dinlemeyip kendisini vuracağını’ söyler. İlk başta arkadaşı pek önemsemez uyarıyı, ona kurşun sıkabileceğine ihtimal vermez. Ancak babam silahını kafasına dayamasından sonra ciddiyetini anlar ve kadını rahat bırakır. Genç kadın ile küçük çocuğu babamın ayaklarına sarılıp dakikalarca ağlamalar. Babamı bu olaydan çok etkilemiş olmalı. Çünkü hayattayken anneme sadece bu anısını anlatmıştı…”
Vatan, millet için Kore’ye can pahasına savaşmaya giden başka gayrimüslimlerimiz de vardı. Bazıları da geri dönemedi. Müslüman silah arkadaşlarıyla koyun-koyuna gömüldü Pusan’daki şehitliğe. İstanbul-Kumkapı doğumlu Ermeni asıllı Ohannes Büyükandonoğlu gibi. 1930’da dünyaya gelen Ohannes ilk eğitimini Bezciyan Ermeni Okulu’nda (1942) tamamlamıştı. 2. Türk Tugayı’nın sıhhiye erlerindendi. 29 Ocak 1952’de şehit düştü. Kabri Pusan Şehitliği’nde… Gökçeadalı İlya Banago, İzmirli Musevi Rafel Sasun, Antakyalı Hıristiyan Ortodoks Cebrail Suadioğlu, Ermeni Jak Arad, New Jersey’de yaşayan Kunuri kahramanı Nazzaret Yoğumyan, İstanbul Ortaköylü Haygazun Atomyan, İatanbul Kumkapılı Arto Acemyan, yine Kumkapılı Kriz Dinçkayıkçı, Bakırköylü Sahak Demirci, Samatyalı Haci Orak, İstanbullu Toros Babaoğlu ve Sarkis Harputlu, Bakırköylü Keğan Sarıyurt, Los Angales’te vefat eden Rupen Halıcı Habesyan, Amasyalı Nubar Boynukalın, Sinoplu Sarkis Kasımoğlu, Margos Karabulut da vatan millet uğruna Kore’de savaşan gayrimüslim Mehmetçikler… Kitap bir çoğunun hikâyesine olabildiğince değiniyor.
Savaş sırasında Türk Tugayı’nın cephe gerisinde açtığı Türk Okulu ile ilgili bölüm kitabın can alıcı kısımlarından biri. Yazar TSK’nın 1952’de Suwon’da açtığı Ankara-Suwon Okulu’nun hikâyesini onlarca arşiv belgesini, anı ve fotoğrafı bir araya getirecek yazmış. Meseleyi ilk kez Türkiye gündemine sokan da Mesut Çevikalp olmuş: ”Ankara Okulu’nun hikâyesi başlı başına film olacak derinlikte. Türk askeri Kore cephesine BM şemsiyesi altında gidiyor. Türkiye gibi 15 BM üyesi askeri de Kuzey Kore/Çin’e karşı savaşıyor. Bunun yanında sadece Türk askeri cephe gerisindeki sivillere sahip çıkıyor. Yetişkinlere karavanadan yemek veriliyor. Kimsesiz kalan Koreli yetimler için de Tugay içinde bir okul inşa ediliyor. Genelkurmay’ın izni ve emri ile inşa edilen Ankara-Suwon Okulu’na Türkiye’den eğitim araç gereçleri, önlük hatta piyano getiriliyor. Müzikle bir çeşit psikolojik terapi uygulanıyor yetimlere! Subaylar cephe dönüşü küçük çocuklara Türkçe dersi verip, İstiklal marşımızı öğretir. Mevcut 300’ü bulunca Koreli öğretmenler de istihdam edilir. Okul Türk askeri Kore’den ayrılıncaya kadar, tam 20 yıl (1971) hizmet verir. Bugün okul ayakta değil. Ancak kitap çalışması sırasında görüştüğüm Koreli diplomatlar Ankara’nın gündeme getirmesi durumunda söz konusu okulun iki ülke dostluğuna hizmet etmek üzere yeniden açılabileceğini düşünüyor.”
KORE’DEN 60 YIL SONRA GELEN YETİM AYLA’NIN HİKAYESİ!
Ankara Suwon Okulu’nda eğitim alan Koreli yetimlerden biri Kim Eunja hanım 60 yıl sonra Türkiye’ye gelip cephede kendine sahip çıkan Astsubay Süleyman Dilbirliği’ni bulmuş. Türk askerinin ‘Ayla’ ismi verdiği Eunja hanım 10 gün sonra ülkesine döndüğünde Süleyman beyin varlığını Güney Kore hükümetine bildirmiş. Konu Kore gündemine bomba gibi düşer. Kore devlet televizyonu ikiliyi bir de Kore’de buluşturmak üzere Süleyman Bey ile eşini Güney Kore’ye götürür. Bununla da yetinilmez; 2010’da resmi ziyaret için Ankara’ya gelen Kore Cumhurbaşkanı Myung-Bak, Dilbirliği’ni Çankaya’da kabul edip, bizzat kendi eliyle devlet nişanı takdim eder. Sonrasında Dilbirliği ile görüşen Çevikalp ‘Ayla’nın hikâyesini kitaba taşımış.
215 sayfalık küçük bir albümle son buluyor. Çoğu ilk kez gün yüzüne çıkan 20 fotoğrafın her biri ayrı bir detaya dikkat çekiyor. Mesela fotoğraflardan biri 1’inci Kore Türk Tugayı ile Kore’ye gidecek olan Mehmetçiklerin sünnet törenini yansıyor! 20 yaşındaki gençler için sünnet merasimi de düzenlemiş TSK. Yine kitabın son kısmında verilen il il ayrıntılı şehit ve esir listeleri okuyucuya bir çırpıda memleketindeki Kore Gazileri hakkında bilgi sunuyor. Titiz bir araştırma neticesinde vücut bulan eser Kore Savaşı’nı akademik alanda çalışan uzmanlar için de bulunmaz Hint kumaşı niteliğinde…
Kitapta yer alan diğer sıra dışı hikayeler de şöyle;
KORE’DE SADECE SAVAŞMADIK!
Kore Cephesi’nde geçen 13 ayın ardından Ankara’ya dönen 1’inci Türk Tugayı Komutanı Tümgeneral Tahsin Yazıcı, muhalefetten yükselen ‘Kore’de Mehmetçiğin pisi pisine öldüğü’ yönündeki eleştiriyi şöyle cevaplar: ”Mehmetçik Kore’ye mazlum Korelilerin can ve namusunu korumak üzere, aziz bir vazife için gitmiştir. Ayrıca Mehmetçik Kore’ye sadece savaşmaya da gitmedi! Bugün Suwon’da üzerinde bayrağımızın daimi olarak dalgalandığı bir yetimhane ve okul vardır. Bu okulun ismi de Ankara Okulu’dur. Okulun 118 talebesi vardır. Haftada iki saat burada Türkçe dersi verilir. Öğrenciler şimdiye kadar 5 marşımızı tamamıyla öğrenmişlerdir.”
”KIZIL CEPHE BİZE ‘KAN KARDEŞLİĞİMİZİ’ HATIRLATIYOR”
Kızıl Cephe’ye takdim yazısı yazmakla kalmayıp, yazarın iki ülke ilişkilerine dair sorularını cevaplayan Güney Kore Ankara Büyükelçisi Sangkyu Lee, eserin iki ülke arasındaki dostluğa ciddi katkı sağlayacağını vurguluyor. Büyükelçisi Lee Kızıl Cephe’nin Kore Savaşı’na dair önemli bir açığı doldurduğunu düşünüyor: ”Bu kitap aracılığıyla Koreliler 8 bin km uzaktan koşarak Kore’nin barış ve özgürlüğünü koruyan Türklere duyduğu şükran borcunu bir kez daha hatırlayıp, tazeleyecek. Türklerin de geçmişte canlarını hiçe sayarak korumaları sayesinde gelişmiş olan bugünkü Kore ile gurur duyuyor. Kore ve Kore halkına besledikleri özel sevgiye her zaman muhafaza etmelerini, ‘Kan Kardeşi’ olan iki milletin dostluğunun ebediyete kadar sürmesini temenni ediyorum.”
MEHMETÇIĞIN KORE’DE ITAAT ETMEDIĞI TEK EMIR!
Gazi Binbaşı Nazım Dündar Sayılan cephede Mehmetçiğin itaat etmediği tek emri şöyle anlatıyor: “Askerlerimize teslim olan, yakalanan Çinli ve Kuzey Koreli esirlere sorgudan evvel su, sigara ve ekmek verilmemesini emrettik. Ancak askerimiz karşıdan elini kaldırarak gelen düşman askerlerini ‘vay hemşerim, hoş geldin’ diye karşılıyordu. Sorgudan önce ekmek, su, sigara ikram ediyordu. Kore cephesinde askerimizin itaat etmediği tek emir buydu.”
“KORELI YETIMLERI TÜRK ÜNIVERSITELERINDE OKUTTUK”
Gazi Astsubay Yusuf Günaydın naklediyor: “Türkiye ateşkes sağlandıktan sonra Kore’de cephe gerisinde sahip çıktığı yetimleri kaderlerine terk etmedi. Bazıları tahsil için Türkiye’ye getirildi. Hatta bir kısmı Ankara Dil Tarih Coğrafya Fakültesi başta olmak üzere kaliteli üniversitelere burslu olarak yerleştirildi. Bu öğrencilerden bazıları ülkelerine döndüğünde çok iyi makamlara geldi. Mesela diplomat Sang-Ki Paik bu öğrencilerden biriydi.”
60 YIL SONRA KORE’DEN GELIP ‘BABASINI’ BULAN YETIM
Gazi Astsubay Süleyman Dilbirliği, cephe gerisinde ölmek üzereyken bulduğu küçük kızı Türk Tugayı’na götürüp sahiplenir. Ayla adını verdiği bu kıza bir yılda Türkçeyi öğretir. Eve dönme vakti gelince de onu Tugay’da açılan yetimhaneye teslim eder. Ayla, 60 yıl sonra manevi babasını bulmak üzere Türkiye’ye gelir. Güney Kore, İstanbul Konsolosluğu üzerinden Süleyman Bey’i bulur. Tam bir vuslat yaşanır. Olay Güney Kore’de günlerce gündemde kalır. 2010’da Ankara’ya gelen Güney Kore Devlet Başkanı Myung-Bak, Gazi Süleyman’ı Çankaya’da kabul edip sergilediği büyük fedakârlıktan ötürü devlet nişanı takdim eder.
ESIR KAMPINDAN KAÇAN TEK TÜRK
1950’de 1’inci Kore Türk Tugayı ile Kore’ye giden Şevket Koçak, komünist kuvvetlere esir düşüp esir kampından kaçmayı başarabilen tek Türk. Koçak’ın kamptan kaçışına yardım ettiği Amerikalı subay ülkesine döndüğünde Koçak’ı unutmaz. Onun da ABD’ye gelmesini sağlar. ABD’de restoran açan Koçak, yine Amerikalı subay dostu sayesinde Demokratlardan siyasete atılır. Partide 39. Başkan Jimmy Carter ile aile dostu olacak kadar sevilir. 1987’de Başbakan Turgut Özal kalp ameliyatı için Houston’a gittiğinde onu hastanede ilk ziyaret edenlerden biri Şevket Koçak olur.
Yorumlar kapatıldı.