Güven Gürkan Öztan
Türkiye’nin resmi kodlarına sinmiş ayrımcılık ve Müslüman-Türk olmayana içten içe beslenen nefret her vesile ile kendini dışa vuruyor. Türk ve Sünni Müslüman olmanın hem toplumsal tabanda hem de siyasi platformda kendinden olmayanlar için ağır ithamlar sarf etme ehliyeti ile özdeşleştiği bir coğrafya burası. Bir yandan ‘bizim kültürümüz’de ayrımcılığın katiyen olmadığı, İslam’ın bu topraklarda yaşanma biçiminin ötekine saygı üzerine kurulduğu, Atatürk milliyetçiliğinin de aslında ırk, dil, din ayrımı yapmadan herkesi kucaklamak olduğu ileri sürülürken en büyük kırımların, katliamların bu ülkede yaşanmış olması birlikte yaşama iradesini milli-muhafazakâr şartlara bağlayan ikiyüzlülüğü ifşa ediyor. Kendi varlığını nefret ve hınç üzerinden kurmanın konforu, çoğu zaman zihinlerdeki hazır “düşman” algılarını siyasi rant elde etmek için manipüle etmekle birleşiyor.
***
Erdoğan’ın yargıyı “dedelerden temizlemek” için oy istemesi hâlâ kulaklarımızda. Sonrasında bir dolu başka örnekle Ermenilerden Yahudilere bu ülkenin asli vatandaşlarına karşı nefret suçu işlendi. Tüm bunlar olurken iktidarın yanındakiler “olur böyle şeyler, geçecek”; “üsluba takılmayalım” demekle yetiniyordu
Türkiye’nin resmi kodlarına sinmiş ayrımcılık ve Müslüman-Türk olmayana içten içe beslenen nefret her vesile ile kendini dışa vuruyor. Türk ve Sünni Müslüman olmanın hem toplumsal tabanda hem de siyasi platformda kendinden olmayanlar için ağır ithamlar sarf etme ehliyeti ile özdeşleştiği bir coğrafya burası. Bir yandan ‘bizim kültürümüz’de ayrımcılığın katiyen olmadığı, İslam’ın bu topraklarda yaşanma biçiminin ötekine saygı üzerine kurulduğu, Atatürk milliyetçiliğinin de aslında ırk, dil, din ayrımı yapmadan herkesi kucaklamak olduğu ileri sürülürken en büyük kırımların, katliamların bu ülkede yaşanmış olması birlikte yaşama iradesini milli-muhafazakâr şartlara bağlayan ikiyüzlülüğü ifşa ediyor. Kendi varlığını nefret ve hınç üzerinden kurmanın konforu, çoğu zaman zihinlerdeki hazır “düşman” algılarını siyasi rant elde etmek için manipüle etmekle birleşiyor. İmparatorluğun bakiyesi topraklarda, kolektif hafızada daha önce beraber yaşanan halklara karşı biriktirilen ve siyasal-toplumsal mekanizmalarla taze tutulan öfkeyi, gerekçelendirme çabaları azınlıkta kalana reva görülen şiddetin meşrulaştırılmasına hizmet etme riskini içeriyor. Tarihsel bağlamı, acıları, kayıpların yarattığı öfkeyi anlamaya çalışmak elbette insani bir bakış açısı ve gerekli. Ancak tüm tarih Türklüğe-Müslümanlığa içkin bir mazlumluk-masumiyet özdeşliği üzerinden kavranmaya çalıştığında düşmanlıkları yeniden üreten bir kısır döngüye hapsolmamak imkânsızlaşıyor.
Ortak nefret!
Türkiye’de düşünce akımlarının büyük bir bölümü, Osmanlı’nın son, Cumhuriyet’in ilk dönemini okuma farklılıkları üzerinden birbirinden ayrılır. Devletin zaafa düşürüldüğü konusunda İslamcılardan Türkçülere kadar hemen herkes mutabıktır. Kemalistler taassubu ve ‘gericileri’; İslamcılar Tanzimatçı bürokratları; liberaller bir türlü reformları tam gerçekleştirmeyen idarecileri ve darbeci subayları suçlar. Ancak tüm bu yorum farklarını aynı potada eriten bir şey vardır ki o da başa ne geldiyse gayrimüslimlerden geldiğine dair ortak tavır almanın kolaycılığıdır. Erken Cumhuriyet’in Kemalistleri de sonrasının milliyetçileri ve İslamcıları da ülkede gayrimüslim bırakmama konusunda birbirine yakın görüş beyan etmiştir. Örneğin Türk milliyetçisi Mahmut Esat Bozkurt ile Soğuk Savaş’ın İslamcısı Necip Fazıl’ı birleştiren gayrimüslimlere duyulan nefrettir.
“Mezalim Edebiyatı”
1960’larda “mezalim edebiyatı”nın örnekleri Türkiye sağında politikleşen gençlerin elinden düşmüyordu. Kadir Mısıroğlu’nun, Hüseyin Ayberk’in elinden çıkan Yunan Mezalimi kitapları; Veysel Eroğlu’nun, Fahrettin Kırzıoğlu’nun imzasını taşıyan Ermeni Mezalimi dosyaları hep aynı şeyi söylüyordu: ‘Müslüman Türkler hem zulme uğrayan, Ermeniler, Rumlar ise şeytan!’ Bu nefret söyleminin İslamcı cenahta anti-semitizm ile daha da korkunç bir noktaya geldiği de yadsınamazdı. 1915’in soykırım olarak tanınması için Ermeni diasporası 1970’lerde faaliyetlerini arttırdığında Ermenileri hedef alan ayrımcı ve nefret dolu ifadeler de çoğalmıştı. Bu konjonktürde, örneğin Süleyman Ateş Diyanet’in başına geçtiğinde onun “Ermeni dönmesi” olduğunu iddia eden gazeteye karşı yaptığı savunma hali pür melalimizi gösterir nitelikteydi. Ateş, “öz be öz Türk ve Müslüman” olduğunu söylerken babasının dokuz yıl Ermenilere kaşı savaştığını iftiharla söylemişti. 1980’lerde ve 1990’ların önemli bir kısmında “Ermeni mezaliminin kanıtı” olarak toplu mezarlar açılırken, müzelere “katliam seleksiyonları” eklenirken amaç tarihle yüzleşmek değil reaksiyoner bir tutumla asıl kıyım faillerinin Ermeniler olduğu ileri sürülüyordu. ASALA- PKK “devamlılığı” üzerine tezlerin çeşitlendiği aynı konjonktürde küfür olarak “Ermeni dölü” demek popüler olmuştu. Hatta Tansu Çiller döneminde İçişleri Bakanlığı yapan Meral Akşener Abdullah Öcalan’ı eleştirmek için “Ermeni dölü” dahi demişti. Bildiğim kadarı ile epey bir zaman sonra özür diledi ancak “Ermeni dölü” ifadesinin “terörist” sözcüğünden daha ağır bir lanetleme performansı haline çoktan getirilmiş olduğunun kanıtı şeklinde tarihe geçti. Memleketin faşistleri her fırsatta demokrat isimleri “Ermeni dölü” diyerek hedef gösterdi. Velev ki “Ermeni dölüyüz” diyerek karşı çıkan da çok fazla olmadı. 1990’da Başbakanlık Müsteşarı Ahmet Selçuk kendisi hakkında Meclis kulislerinde “Ermeni dönmesi” dedikodularının yapılması üzerine istifa etmeye karar verdi. Milli Savunma Bakanı Safa Giray’dan aile kütüğünün çıkarılmasını isteyen Selçuk da “velev ki Ermeni’yim” diyemedi. Tıpkı Refahlı Belediye Başkanı Koçak, Uğur Dündar’ı Ermenilik ile “suçladığında” Dündar’ın diyemediği gibi… Soyu sopunun temizliği ile cevap veren Dündar ile Koçak’ın çok farklı yerde gezinmedikleri gibi…
2000’ler Türkiye siyasetinde gayrimüslimleri hedef gösteren metinler ve ifadeler ile doldu taştı. Önce Milli Görüş yazarları, içlerinden kopan AKP’lileri Siyonist, Sabetayist, Mason dönmesi ilan etti; sonra ulusalcı cenah içinde bir grup, komplo teorileriyle süsledikleri kitaplarda Erdoğan’ı ve Gül’ü benzer ifadelerle “büyük bir tezgâhın parçası” olarak tarif etti. Tüm bu süreçte liberallerin beklediği AKP’nin bu nefret söyleminden dili yanan bir hareket olarak tam tersini yapmasıydı. Erdoğan ve AKP etrafındaki entelijansiya nefret dilinin ve gayrimüslimlere öfkenin İttihatçı işi olduğunu, Kemalistlerin de bu mirası devraldığını ileri sürerek işe başladı. Ne İslamcı cenahtaki ne de milliyetçi-mukaddesatçılardaki inkârcılık ve ırkçılık gündemlerindeydi. Bütün kabahati ulusalcılara yükleyip kendilerini medeniyetler arası diyalogun elçisi olarak gösteriverdiler.
İktidarın maskesi aslında 2010 referandumu öncesinde düşmüştü. Erdoğan’ın yargıyı “dedelerden temizlemek” için oy istemesi hâlâ kulaklarımızda. Sonrasında bir dolu başka örnekle Ermenilerden Yahudilere bu ülkenin asli vatandaşlarına karşı nefret suçu işlendi. Tüm bunlar olurken iktidarın yanındakiler “olur böyle şeyler, geçecek”; “üsluba takılmayalım” demekle yetiniyordu. Ermeni göçmen işçilerini sınır dışı etmekle tehdit eden Erdoğan’a değil de 1915 için ‘taziye’ yayınlayan Erdoğan’a inanmayı tercih ettiler. Aralarından bazıları halen aynı minvalde kalem oynatıyor.
Kin’den oy çıkarmak
Bu hafta Başbakan Erdoğan aleni bir biçimde televizyon ekranlarında “Benim için neler söylediler. Çıktılar bir tanesi aynı zihniyet. ‘Gürcü’dür’ diyen oldu. Çıktı bir tanesi affedersin çok daha çirkin şeylerle Ermeni diyen oldu” dedi. Erdoğan; Gürcülüğün, Ermeniliğin bir aşağılama olarak kullanılmasına değil de kendisine yöneltilmesine hiddetlenmişti. Çankaya yarışında rakiplerini mezhebi ve etnik kökeni ile köşeye sıkıştırmaya çalışan Başbakan Müslümanlığını ve Türklüğünü bir kez daha ilan ediyordu. Ermeniler başta olmak üzere Sünni Müslüman olmayan herkes için itham edici ifadeleri kullanmanın kendine siyasi kazanç getireceğini bilecek kadar bu coğrafyanın insanı çünkü. Mahallesinde kızdığına “Ermeni dölü”, “Yahudi dönmesi” yahut “Rum piçi” diyen kindar-dindar neslin Erdoğan’ı kendilerinden hissettiği aşikâr. Ama bizler öyle hissetmiyoruz. Hepiniz “affedersiniz” biz Ermeni’yiz, Rum’uz, Kürt’üz, Alevi’yiz ama hırsız, cinsiyetçi, ırkçı ve müstebit değiliz!
***
Bir yandan ‘bizim kültürümüz’de ayrımcılığın katiyen olmadığı, İslam’ın bu topraklarda yaşanma biçiminin ötekine saygı üzerine kurulduğu, Atatürk milliyetçiliğinin de aslında ırk, dil, din ayrımı yapmadan herkesi kucaklamak olduğu ileri sürülürken en büyük kırımların, katliamların bu ülkede yaşanmış olması birlikte yaşama iradesini milli-muhafazakâr şartlara bağlayan ikiyüzlülüğü ifşa ediyor.
http://www.birgun.net/news/view/dunden-bugune-nefretin-tarihi/3497
Yorumlar kapatıldı.