İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

‘Davutoğlu 1915’e dair hiçbir analiz veya açıklama önermiyor’

 Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun ‘Ermeni meselesi’ üzerine Turkish Policy Quarterly’de (TPQ) yer alan makalesine karşı, aynı derginin internet sitesinde, Diaspora’nın etkili isimlerinden Gerard Libaridian, cevap niteliğinde bir makale yayımladı. Libaridian’la Davutoğlu’nun ve kendisinin makalelerini, Türkiye hükümetinin Ermenilere yönelik genel tavrını ve 1915’i konuştuk.

01 Ağustos 2014 Cuma 08:52
EMRE CAN DAĞLIOĞLU
misakmanusyan@gmail.com
Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun ‘Ermeni meselesi’ üzerine Turkish Policy Quarterly’de (TPQ) yer alan makalesine karşı, aynı derginin internet sitesinde, Diaspora’nın etkili isimlerinden ve aynı zamanda Türkiye ile diyaloğa açık bakış açısıyla tanınan Gerard Libaridian, cevap niteliğinde bir makale yayımladı. Libaridian’la Davutoğlu’nun ve kendisinin makalelerini, Türkiye hükümetinin Ermenilere yönelik genel tavrını ve 1915’i konuştuk.
•          Osmanlı tarihinin Türk-Müslüman yönetiminde bir kolonyalizm tarihi olduğunu mu düşünüyorsunuz?
Osmanlı tarihi bir fetih tarihi olarak başlar ve din adına bir hanedanın, askeri sınıfın ve bürokrasinin egemenlik tarihi olarak devam eder. Osmanlı tarihi ve egemenliği, gayrimüslimlerin zorla Müslüman/Osmanlı toplumunun içine katılmasının yanı sıra, gayrimüslimlerin ekonomide ve önemli uzmanlık alanlarında kullanılmasıyla mümkün olmuştur.
•          Sizce Davutoğlu’nun makalesindeki tarih okuması, Ermenileri ve diğer gayrimüslim toplumları Osmanlı kimliğinin dışında bırakıyor mu?
Bu sorunun cevabı hem evet hem de hayır. Bir taraftan, Bakan’ın altını çizdiği argüman, gayrimüslimlerin Müslümanlarla eşit olmadığını gösteriyor. Fakat diğer taraftan da, Davutoğlu, herkesin acısını vurgulayarak, tüm toplumlar arasında geçmişe yönelik soyut bir eşitlik olduğunu dayatıyor.
•          Davutoğlu, makalesinde bahsettiği dönemde herkesin yaşadığı ‘ortak acı’dan bahsediyor. 1915 Ermeni Soykırımı ile Balkan devletlerinin Müslüman unsurlara karşı giriştiği katliamlar veya Kurtuluş Savaşı’nı birlikte analiz etmek adil bir yaklaşım mı?
Açıkçası Bakan bu makalesinde bir analiz yapmıyor. Onun yerine, tarihte neler olduğunu unutmayı talep eden yarı dini bir bildiriyi ahlaki biçimde özetliyor. Fakat tarih özü itibariyle unutmanın karşısında yer alır. Ancak tarih aynı zamanda Bakan’ın söyleminde yer almayan açıklamalar ve analizler gerektirir. Böyle bir yaklaşımı, Başbakan Erdoğan’ın 23 Nisan açıklamasında da göremedik.
1915’te Osmanlı’da başlayan şeye ne derseniz deyin, şu anda en azından bir nokta üzerinde tarihçilerle ve Türk hükümeti uzlaşmış durumda: Kimileri, bazı kurumlar, belirli odaklar Osmanlı Ermenilerinin varlığını ve geleceğini etkileyecek bir şeyler yaptı. Bunu herhangi birisi veya kurum yapamazdı. Bunu yapan, Osmanlı hükümeti yada iktidardaki İttihat Terakki’den başkası değil. Ve bunu, meşru olmasına ya da olmamasına bakmaksızın kitlesel anlamda, doğmuş veya doğmamış çocuklara, kadınlara ve Ermeni toplumundaki herkese yapılanın aklanmasına ya da aklanmamasına bakmaksızın, bazı neden veya nedenlerden ötürü yaptılar.
•          Davutoğlu’nun 1915’te yaşananlara yaklaşımı nasıl sizce?
Davutoğlu, bu anlamda hiçbir analiz veya açıklama önermiyor. Kim, ne yaptıysa niye yaptı? Ermenilerin unutması veya aşması ve dolaylı olarak affetmesi gereken nedir? Ve bu anlamda temel soru neden Ermenilerin Osmanlı veya Balkan Müslümanlarıyla empati kurarak kendi tarihlerini aşması gerektiği? Diğer toplumların da soykırıma ve acıya maruz kaldığı  gerekçesiyle ve 1915 Soykırımı’nın unutulmasımı gerekiyor? Neden Davutoğlu suça bulaşan tüm hükümetler için genel bir af mı öneriyor?
Ermenilerin başına gelenler, uygun bir şekilde soykırım olarak tarif ediliyor, açıklanıyor, analiz ediliyor ve tanımlanıyor. Bu, bir devletin bir suç işlemesidir. Hatta bu, soykırım olarak tanımlanmasa bile suçtur. Böyle suçlar, sanki bunlar hiç kimsenin sorumluluğu olmayan yağmur, kar veya fırtınaymış gibi, ‘oldu işte’ denilerek ele alınamaz. Zira bu afetlerin bile artık bir açıklaması var. Bakan’ın makalesi, ne olduysa ona bir açıklama getirmiyor ve bu açıklamanın olmaması, gerçek meseleden kaçışı mümkün kılıyor.
•          Sizce Davutoğlu, Türkiye tarihiyle yüzleşmeye hazır mı gerçekten?
Maalesef Davutoğlu, Cumhuriyet dönemiyle yüzleşmeyi bile başaramıyor. Osmanlı Ermenilerinin kaderi, Cumhuriyet dönemi liderlerinin suç ortaklığı olmadan açıklanamaz. Soykırım’ı gerçekleştiren Osmanlı mekanizmasının parçası olan Jön Türklerin birçoğu, Cumhuriyet’i, orduları yönetti. Bu ordular, özellikle Doğu’dakiler aynı zamanda Soykırım’daki suçlarda da sorumluydu.
Yine de Bakan’ın Osmanlı tarihiyle hesaplaşmak için en azından çok ciddi ve hakiki bir çaba sarf ediyormuş gibi göründüğünü düşünüyorum ve kendisi, bu iki rejimin ilişkili olduğunu algılayabilecek kadar parlak, zeki biri. Fakat geçmişteki Türk hükümetlerindeki gibi, belki de tarihteki en iyi hükümetin bile kör noktası var. Bu nokta; Ermeni meselesi. Yine de sorunuzun cevabı, evet hazır. En azından, onun Türkiye’nin geçmişiyle yüzleşebileceğine dair bir olasılık mevcut.
•          Peki, bu yüzleşme çabası kimleri kendisine muhatap alıyor?
Hem Bakan’ın makalesi hem de Başbakan’ın daha önceki açıklamasından anladığım, Soykırım’dan kurtulanların sadece yurtdışındaki torunlarını muhatap alarak konuştukları. Sanki Türk hükümeti bu metinleri, dış baskılara cevap olarak hazırlamış gibi. Peki, özellikle 1915-17 yılları arasında, önce Müslüman, sonra Türk veya Kürt yapılan dede ve nenelerinden ötürü Ermeni kimliğine ait olduğu bilinmeyen, ancak hatırısayılır sayıdaki Türkiye vatandaşı ne olacak? Bakan’ın Soykırım’ın sonuçlarını halen yaşayan bu insanlar için bir şeyler söylemesi gerekmiyor mu? 1915’te Osmanlı’daki Ermenilere yapılan her ne ise onun sonuçlarını tanıma konusunda, Türk hükümeti ne kadar istekli? Bunu, Bakan’ın bu konuyu ne kadar bildiği gösterecek.
•          Sizce Davutoğlu’nun makalesi, Türk devletinin ‘Ermeni meselesi’ne yaklaşımını değiştirme girişimi mi, yoksa sadece bu konudaki dili yumuşatarak süregelen tavrın yeniden düzenlenmesi mi?
Bu sorunun cevabını gerçekten bilmek isterdim, ancak bilmiyorum. Hatta Davutoğlu’nun bile bu sorunun cevabını bildiğinden emin değilim. Çok Karmaşık düşüncelerle dolu zihnini de okumak niyetinde değilim. Her iki yöne de gidebilir diye düşünüyorum. Zira bundan sonraki adımı etkileyecek çok sayıda dâhili ve harici etmen var. Burada şunun da önemli olduğunu düşünüyorum: Ermeni tarafı, ‘ne diyecek’ veya ‘ne yapacak’ ve ‘ne demeyecek’ veya ‘ne yapmayacak’. Tabii ki, tek bir ‘Ermeni tarafı’ yok. Bu önemli, elbette ki. Fakat sonuçta, bu karmaşık bir süreç ve bu geçmişi keşfetme ve şimdiki zamana etkisini anlama süreci devam etmeli. Her iki tarafın da meseleyi basit formüllere indirgeyecek şekilde şeytana uymasına direnmeye ihtiyacımız var. En azından hepimizin, 1915’te ne olduğu anlamında meselenin tarihsel boyutu ile Soykırım’ı tanıma ve inkâr siyasetini birbirinden ayırmaya ihtiyacımız var.
•          Davutoğlu’nun öne sürdüğü ‘adil hafıza’ kavramı hakkında ne düşünüyorsunuz?
Cezbedici bir ifade gibi görünüyor. Kim ‘adil’ olan bir şeye karşı olabilir ki? Fakat bu kavram, ‘hafıza’ sözcüğüyle bir araya getirildiğinde, gücünü yitiriyor; gerçekten de kelimenin ahlaki ağırlığı kayboluyor. Daha çok, 1915’ten başlayarak tabi tutulduğumuz nüfus mühendisliği gibi bir hafıza mühendisliğine davet olarak tınlıyor. Tüm detaylarıyla bu hafızanın yanılmaz olduğundan bahsetmiyorum, fakat birçok akademisyen tarafından yazılan çok sayıda tarih çalışmaları, bu hafızanın varlığını destekliyor diyorum.
•          Sizce yüzleşme için hangi kavram kullanılmalı?
‘Kolektif hafıza’nın bu durum için daha uygun bir terim olduğunu düşünüyorum. Yine de, Erdoğan gibi Davutoğlu da, bu terimi kullanmıyor; çünkü bu terim, ‘Ermeni ulusu’ veya ‘Ermeni halkı’ kavramını akla getirebilir. Hâlbuki onlar ‘Ermeniler’ terimini tercih ediyorlar. Bunu yaparak da, bilinçli veya bilinçsiz bir biçimde, bir Ermeni siyasetini ve bir politik kimlik olarak Ermeniliği reddediyorlar. Davutoğlu ve Erdoğan’ın metinleri, Ermenileri bireyler olarak ele alıyor. Bu insanlar, Soykırım’ın kurbanlarının torunları olsalar ve böyle bir bireyselleştirmeye karşı çıkan çok fazla sayıda insan olsa da, böyle yapıyorlar. Dolayısıyla Davutoğlu, hangi sorunu çözmeye çalıştıklarına karar vermek zorunda. Bu sorun, bireysel Ermenilerin uzun dönemli sorunlar silsilesi veya ‘Ermeni’ sorunu. Nasıl tanımlanırsa tanımlansın, sorun budur. Bu anlamda, Sayın Davutoğlu’nun Türklerin bugünkü ‘hafıza’sını ‘adil’ hafıza seviyesine çıkarmak için ne yapacağını veya ne yapmaya hazır olduğunu görmek de faydalı olacaktır.
•          Siz Türkiye’den ne tür adımlar bekliyorsunuz 2015’te?
Benim beklediklerimle, onların yapacakları iki ayrı mesele. Akla uygun beklentilerimin ne olduğunu burada tartışmanın uygun olduğunu düşünmüyorum. Türkiye hükümetinin de ne tür adımlar atacağına dair bir fikrim yok.
•          Örneğin Ermenistan-Türkiye sınırı, pragmatik bir adım olsa da, açılır mı 2015’e giden yolda?
Bunun makul bir adım olacağı düşünülebilir. Türk hükümetine tavsiye verme ihtimalini dışarda bırakarak, bunu yapmanın akıllıca bir siyaset biçimi olacağını düşünüyorum. İki ülke için de faydalı olacaktır. Sınırın kapalı kalması, iki ülkenin çıkarlarına da zarar verdi ve hâlâ da veriyor. Fakat halihazırdaki denklemde büyük değişiklikler olmadığı sürece, bu adımın, gelecek seneye kadar veya daha sonra da atılacağını düşünmüyorum.
Davutoğlu ne yazmıştı?*
Turkish Policy Quarterly dergisinin Bahar sayısında yer alan ‘Osmanlı’dan Arınma ya da “Tarihsizleşme” Sürecinde Türk-Ermeni İlişkileri: “Adil Hafıza” Mümkün mü?’ isimli makalesinde, Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, Osmanlı’nın egemenlik kurduğu alanlarda yaşanan ulus-devlet tecrübelerinin tarih algısında yarattığı olumsuz etkilere değiniyor. Davutoğlu’na göre, bu etkiler şöyle sıralanabilir: ‘Ulus-devletlerin meşruiyet kazanabilmek için Osmanlı dönemiyle hesaplaşmaya girişmesi ve bunun dışlayıcı ve indirgemeci bir tarih ideolojisiyle Osmanlı’da yaşayan toplumlar için bir tür tarihsizleşme psikolojisi yaratılması’ ve ‘bir bütün olarak Osmanlı tarihinin doğru bir zemine oturtulamaması’.
Bu tarih algısının Osmanlı bünyesindeki toplumları karşılıklı olarak ötekileştirdiğini belirten Davutoğlu, bu algının ilk olarak Hıristiyan unsurlar için Hristiyan-Müslüman/Türk ayrımında kendisini gösterdiğini, Müslüman unsurlar içinse daha çok geri kalmışlık ve dışlanmışlık temeline oturtulduğunu belirtiyor. Davutoğlu’na göre, böyle bir tarih algısı, asırlarca aynı coğrafyayı, aynı şehirleri, hatta aynı köyleri paylaşan unsurları karşı cephelerin temsilcileri haline dönüştürmüştür. Osmanlı’nın Hıristiyan toplumlarının tarih algısının ‘Osmanlı öncesinde var olan, Osmanlı döneminde bastırılan, Osmanlı’ya direniş ile tekrar güçlenen ve ayağa kalkan’ bir kimliğin etrafında kurulduğunu söyleyen Davutoğlu, bundan dolayı ‘Rum-Yunan kimliğini Doğu’nun parçası olarak gören güçlü bir entelektüel-dini-siyasi damarın tümüyle ulusal tarih yazımının dışına itildiğini’ vurguluyor.
Davutoğlu’na göre, Rum kimliğinin yanı sıra Ermeni kimliği de ‘Osmanlı düzeni tarafından bırakın baskı altına alınmayı, aksine aynı potada ve kurumsal bir bütünlük içinde kaynaştırarak teminat altına alınmıştır’ ve “Osmanlı’ya rağmen” değil, “Osmanlı’nın katkısıyla” farklı kültür unsurlarının sürekliliklerini korunmuştur. Buna örnek olarak ‘Rum kökenli Aleksandros Karatodori ve Sava Paşaların, Ermeni kökenli Gabriel Noradunkyan Paşa’nın Osmanlı Hariciye Nazırı olmalarını’ gösteren Davutoğlu, İstanbul mebusu Seragiotis’in ilk Osmanlı Meclis’inde yaptığı şu çağrının bu bakımdan son derece çarpıcı olduğu görüşünde: “İzin verin Müslüman, Gayrimüslim, Rum ve Ermeni tabirlerini ebediyen yok edelim. Ayrıma son verelim, hepimiz Osmanlıyız”. Davutoğlu’nun aynı minvaldeki diğer örnekleri ise şöyle; birçok edebiyat tarihçisi tarafından ilk Türkçe roman kabul edildiğini belirttiği Vartan Paşa’nın 1851 yılında kaleme aldığı Akabi Hikâyesi’, ‘İstanbul’un İslami mimarisine en büyük katkıları yapan Ermeni kökenli Balyan ailesi’,’ İstiklal Marşı’nın orkestrasyonunu yapan Edgar Manas’.
‘İki milletin ortak tarihini önceki uzun ve zengin asırları bir kenara bırakıp travmatik olayları merkeze alan bir tarih inşa etmenin büyük bir haksızlık’ olduğunu dile getiren Davutoğlu’na göre, 1915 olayları çerçevesinde oluşturulan “adil olmayan hafıza”nın Türkler ve Ermenilerin ortak geçmiş ve geleceğini ipotek altına alıyor. Tarihin tek taraflı kurulmaması gerektiğini belirten Davutoğlu, 1915’e nasıl gelindiği hususunda, Ermenilerin İngilizler, Ruslar, Fransızlar ve Amerikalılarla ilişkilerinin iyi tahlil edilmesi gerektiğine işaret ediyor. 2009 yılında Türkiye’nin Ermenistan’la başlattığı açılım sürecinin bu anlayışı ortadan kaldırmayı amaçladığını söyleyen Davutoğlu, Türklerin ve Ermenilerin karşılıklı olarak birbirlerinin neler yaşadığını, anlamaları için birbirlerinin hafızasına saygı göstermesi gerektiği görüşünde.   Davutoğlu, 1915’in Ermeniler için bir tehcir yılı olduğunu söylerken, 1915 öncesi ve sonrasının Türkler için varoluş mücadelesi yılları olduğunun altını çiziyor ve ekliyor: ‘Aslında bu yıllar “ortak acılar”ın yaşandığı yıllardır’.
Açılım sürecindeki hedefin sadece Türkiye-Ermenistan sınırının açılması olmadığına dikkat çeken Davutoğlu’na göre, esas amacın Kafkaslarda barışın önünü açmak olduğunu ve bu anlamda üç meselenin önem taşıdığını vurguluyor: Türkiye-Ermenistan ilişkileri,  Güney Kafkasya’da barış ve istikrar ortamı, dünyanın neresinde olursa olsunlar Türk-Ermeni ilişkileri. Bu bağlamda, ‘Anadolu’dan göç eden tüm topluluklara bizim diasporamız gözüyle baktıklarını belirten Davutoğlu, Başbakan Erdoğan’ın taziye mesajı konjonktürel bir adım olarak değil, bir zihniyet ve hafıza dönüşümünün başlangıcı olarak görülmesi gerektiğini söylüyor.
* Makalenin Türkçesinin tam halini okumak için tıklayınız.
Libaridian’ın Davutoğlu’nun makalesine cevabı*
Önemli bir ülkenin siyasa üretiminde ve bunların uygulanmasında rolü olan bir dışişleri bakanının hükümetinin hassas bir mesele üzerindeki politikalarının arkasındaki mantığı ortaya koymaya cesaret etmesine sık rastlanmaz. Bu sebeple, Sayın Ahmet Davutoğlu’nun TPQ’da yayınlanan makalesinde, ‘1915’, ‘Ermeni meselesi’ ve buna benzer tanımlarla ifade edilen mesele üzerine Türk hükümetinin pozisyonunu ortaya koymuş olmasına minnettarız. Başbakan Erdoğan’ın 23 Nisan 2014’teki açıklamasıyla birlikte Bakan’ın bu makalesi, mevcut Türk hükümetinin birçok uzmanın Ermeni Soykırımı dediği olayı da içine alacak şekilde Türk-Ermeni ilişkilerine nasıl yaklaştıklarını gösteriyor.
Ermeni meselesine, zaman ve tarih Osmanlı’yla başlıyormuş gibi yaklaşmak tarih dışıdır. Osmanlı’dan önce de, Osmanlı’nın dışında da bir dünya vardı ve bu dünya, bir Ermeni halkı, bir Ermeni kimliği ve bugünkü Türkiye’nin önemli kısmında, Türkler bu bölgelere yerleşmesinden çok daha öncesinde var olan Ermeni devletlerini içeriyordu.
Yeni bir kavram olarak ulus inşası, Osmanlı’dan önce var olan Ermenileri ve diğerlerini inkâr etmeyi tercih edenlerin sıkça başvurduğu uygun bir perspektif. Böylece imparatorluğun özü üzerine tartışmalardan kaçabiliyorlar. Burada da teori veya onun gölgesi, Ermenilerin kendi tarihlerini inkâr etmeleri için kullanılıyor. Öyle görünüyor ki, Bakan, Osmanlı kutsiyetinin yüceliğine ve dolayısıyla bugünkü Türk milliyetçiliğine Ermenilerin tarihinin kurban edilebileceğini düşünen önceki Türk hükümetleri ve onların resmi tarihçileri tarafından yayılan propagandanın tuzağın düşmüş.
Fakat Osmanlı’nın çıkarlarına kutsallık atfetmek tarih dışı bir yaklaşımdır. İmparatorluklar, fetih, şiddet ve diğerlerine boyun eğdirme üzerine inşa edilir. Sınırlarının meşruiyeti yoktur ve şiddet yoluyla ayakta kalırlar. Yine de, İttihat ve Terakki tarafından Ermenilerin ‘tehcir’ edilmesi dışında, yazar, yüzyıllar boyunca neden oldukları ne olursa olsun, Osmanlı’daki her şeyin harika olduğunu düşünüyor. Çalışmanın öznesine eleştirel yaklaşım tam da eksik olan şey. Zira bu olmadığında, tarihçi kendini imparatorlukla özdeşleştirir ve artık bir tarihçi değildir. Hatta bir siyasetçi olarak bile imparatorluğun siyasalarının sorumluluğunu göz önünde bulundurmalıdır.
Osmanlı devletinin bürokraside en yetenekli Ermenilerden bazılarına yer vermesi, Osmanlı İmparatorluğu tarihi boyunca tüm Ermeni halkına karşı 500 yıllık bir iyilikseverliğin işareti olamaz. Bunun, ABD’nin güneyinden birisinin ‘En iyi hizmetçim bir siyah’ veya devletin resmi ‘Ermeni meselesi’ anlatısını hiç sorgulamamış ve Ermenilerle bir sorunu olmadığını söyleyen, modern, eğitimli ve İstanbullu bir Türk’ün ‘Fırıncım Ermeni Agop’ demesiyle hiçbir farkı yok.
Bakan’ın makalesi, 1915’te yaşananları ‘tehcir’ olarak tanımlıyor. Bu tanım, İttihatçı politikaları soykırım olarak tanımlamamaya eğilimli olanların kullandığı ‘göç ettirme ve katliam’ tanımını kullanmaktan daha kolay bir suç tanımı. Bu, benim birisini olanların soykırım olduğuna ikna etme politikamın karşısında yer alıyor ve ben bunu incitici buluyorum. Fakat 1915’te yaşananların gerçeğiyle yüzleşmekte köklü bir isteksizlik duyan ve yaşananları soykırımdan daha iyi karşılayacak bir kelime olmadığını inkâr eden birçoklarını da kabullenmek zorundayım.
Sonuçta, Bakan’ın makalesinde, Yerevan’a giden uçakta daha önce açıkladığı gibi, ‘tehcir’i bile mahkum etmeyi başaramadığının altı çizilmeli. Ne Bakan ne de bakanlığı, Türkiye medyasında yer alan bu tanımlamasını yalanlamamıştı. Belki de şaşırmamalıyız, çünkü bu tehcirlerde nihayetinde ‘savaş ve çatışma’ hali içerisinde değişime uğradığını söylemek, tarihteki en şiddetli olayları tanımlamanın en pasif yollarından birisidir: Savaş ve çatışma olurken, bu olay da gerçekleşti, aynı yağmur ve fırtınanın gerçekleşmesi gibi, hiçbir insanın dahli yoktu.
Diasporalar meselesi
Bu makalede 1915 ziyadesiyle değişime uğratılmış. Bu tek makale içerisinde, bu olay, ilkin ‘tehcir’ olarak sunuluyor, sonra ‘göç’e evriliyor ve nihayetinde ‘savaş ve çatışma’ oluyor. Bu cömert ve derinlikli teklif, gerçekten yapıcı bir tavır hissi uyandırıyor. Buradaki sorun, bunun hangi soruna cevap olduğunun açık olmaması. Kurtulanların çocukları ve torunları kendilerini ‘göçmen’ olarak mı tanımlıyor? Bakan, onları Türkiye’yi Avrupa’da iş bulmak için terk eden Türk vatandaşları gibi sıradan göçmen durumuna indirgeyebilir ve sonrasında çözüm olarak kumdan bir kale inşa edebilir, fakat Ermeniler, bu kumların Riviera’nın değil Der Zor’un kumları olduğunu biliyorlar.
* Makalenin İngilizcesinin tam halini okumak için tıklayınız.

Yorumlar kapatıldı.