Neticede tehlikeli olan, Tilbe’nin “marjinal” denip geçilebilecek “ırkçı” ve antisemitist görüşlere sahip olması değil. Saldırganca ve alışılmamış bir açıklıkla ifade etse de söylediklerinin Türk milliyetçiliğinin vasatı, ortalaması olmasıdır. Bir de şu: Günümüzün zulüm ve haksızlıklarına karşı durmanın ilk şartı, geçmişteki yıkım ve vahşetin kurbanlarıyla özdeşlik ve duygudaşlık kurmaktan geçer. Bunu anlamayan, bugünün mağdurlarını (mesela Filistinlileri) dünün egemenlerinin zulümleriyle ananların yaptığı yegâne şeyse kendi çağının zulmüne bir tuğla koymaktan ibaret olacaktır. Tarih de (büyük harfli olanı değil, ezilenlerin yaşayan geleneği anlamında olanı) onları böyle anacaktır.
***
Dünya Kupası’nda Brezilya’nın Almanya karşısında hezimete uğramasının ardından sosyal medyada Almanya’nın bu başarısını Hitler’li espriler, Nazi ordularının Polonya ve Sovyetler Birliği’nde yarattığı vahşi yıkım ve kırıma anıştırmalar, gaz odalarına göndermelerle “ti”ye alan çok sayıda paylaşım ve caps’e tanık olduk. Belki bazılarımız bu atıflardan rahatsız oldu ama sanırım büyük çoğunluk bu esprilere gülüp geçti. Belki de “doğru” olan buydu; sözün bir ağırlığının kalmadığı, dizginsiz bir sinizmin geçer akçe haline geldiği sosyal medyada, dilin izansız, özensiz, ötesine berisine bakmadan kullanılması, hepimizin daha fazla kanıksar hale geldiği bir durum ne yazık ki. Ancak sosyal medyayla sınırlı bir meseleyle karşı karşıya olmadığımız da ortada.
Geçen sene Ekim ayında Türkiyeli iki öğrenci Majdanek toplama kampı önünde Nazi selamı vermeyi şaka saymış, iki ay sonra da iki başka öğrenci de “ölüm kampı” Aushwitz’in önünde Nazi selamı verip “Heil Hitler” diye çığırarak bu “espri” anlayışının yaygınlığını göstermişti. Aslında Nazilerle alakalı kara mizah örneklerinin sadece Türkiye’de değil, dünyada da giderek daha görünür olması (internette kısa bir arama, bu yaygınlığın örneklerine şahit olmak için yeterli), günümüzün egemen ideolojisi sayılabilecek sinizmin, faşizmi sıradanlaştırıp kapıyı usulca ona aralıyor olmasının bir işareti.
Karşısında bulunduğumuz bu hal, kötü icra edilmiş “kara mizah” ya da “kakaya dönen şaka” örneklerinden ziyade, geçmişle kurduğumuz ilişkinin aldığı biçimde düğümleniyor. Geçmişin felaketleri ve acılarıyla bugün nasıl bir ilişki kurduğumuz, bugünümüz ve gelecekle ilgili nasıl tasavvurlara sahip olduğumuzla doğrudan alakalı. Geçmişte egemenler tarafından icra edilmiş vahşet ve kıyımlar, kurbanların acıları, bizim için geride kalmış, uzak ve duygusal hiçbir özdeşlik kuramayacağımız birer hikâyeden ibaret değil, olmamalı. Tam tersine geçmiş acılara ilişkin tarihsel algı ve kolektif belleğin alacağı biçimler, siyasal mücadelenin en ayrıcalıklı alanlarından birini oluşturuyor.
Sosyal medyadaki “eğlenceli” göndermelerin kısa bir süre sonra, bir süredir neredeyse alternatif (hatta muhalif) bir ikon haline getirilmiş Yıldız Tilbe’nin, Hitler’in (kendi deyimiyle “adamcaaz”) Yahudilere “az bile yaptığı” mealinde soykırımı alenen meşru ve haklı gören, kelimenin gerçek anlamıyla suç addedilmesi gereken tweetlerine tanık olduk. Tilbe’nin mesajlarını, onun nev-i şahsına münhasır duygu ve düşünce dünyasının bir eseri saymamalı. Sosyal medyada bu paylaşımlarından ötürü onu tebrik eden ve cansiperane savunmaya girişen Melih Gökçek’i anmak, Tilbe’nin yalnız olmadığını göstermek için yeter de artar bile. Aslında Tilbe’nin kullandığı ifadelerin önemli bir kısmı, toplumun giderek daha büyük bir bölümünün benimsediği görüşler. Osmanlı’yı ve Türkiye’yi Yahudilere kucak açmış olarak gösteren resmi anlatıya rağmen Türkiye toplumu içerisinde antisemitizm oldukça köklü bir damarı oluşturuyor. 2000’li yılların ortalarında yasaklanana kadar o “adamcaaz”ın Kavgam adlı “ölümsüz eseri”, çok satanlar listelerinin demirbaşı konumundaydı; unutmayalım. Yani 1934 Trakya olaylarına kadar geriye gitmeye falan gerek yok. Türk milliyetçi muhafazakâr düşüncesinde ya da milliyetçiliğin “ulusalcı” diye tanımlanan versiyonunda dünya tarihini bir Yahudi komplosu olarak gören güçlü bir damar daima mevcut. Osmanlı-Türk modernleşmesini dahi bir Yahudi-mason komplosu olarak gören bir zihniyetin bu memlekette mevkii makam sahibi olduğunu akıldan çıkarmamak gerek. “Gezi olaylarını Yahudi diasporası tetikledi” diye beyanat veren AKP hükümetinin ağır toplarından Beşir Atalay’ı anımsamak yeter.
Tilbe’nin yarattığı “sarsıntı” henüz dinmemişken Leman Sam’ın yine sosyal medya mecrasında zuhur eden “İstanbul’da Arap turist görmek istemiyorum” tepkisiyse bu zihniyet dünyasının ayna yansıması adeta. (Zaten anti-semitizmin “orjinal” versiyonunda nefret söylem ve pratiklerinin Yahudiler dışında Sami dilleri konuşan diğer halklara, özellikle de Araplara yöneltildiğini unutmayalım.) Elbette kullandığı ifadeler Tilbe’nin “paylaşımları” karşısında hayli hafif kalsa da aynı dışlayıcı ve ırkçı zihin dünyasının bir tezahürü. I. Dünya Savaşı’nda Araplar tarafından “arkadan hançerlenmiş” olmak Türk milliyetçiliğinin ve ulus inşa sürecinin kadim bir temasıdır. Bu tasavvurda Araplara adeta beyaz sömürgecinin merceğinden bakılarak, pis, geri, fanatik ve tembel olarak kodlanır. Dolayısıyla Sam’ın ifade ettiği “görüşler” kendisiyle sınırlı bir durumdan çok, bu zihinsel ve tarihsel arka plana dayanan ve son yıllarda toplumda giderek güçlenen ve aleniyet kazanan bir durum. Özellikle Suriye’de yaşanan iç savaştan kaçıp Türkiye’ye gelen Suriyeli göçmen ve mültecilerin gündelik hayatta daha görünür olmaları, Arap düşmanlığı olarak nitelendirilebilecek hissi katmerlendiriyor. Önümüzdeki dönemde bu tepkilerin çok daha yoğunlaşacağı açık. Suriyeli göçmenlere dönük fiili saldırıların sayısındaki artış, bizi nasıl bir karanlığın beklediğinin göstergelerinden. Bu arada göçmen karşıtlığının da “mizahı” eksik değil, atlamayalım. Sokakta uyuyan kedinin yanı başına, dilenmek zorunda kalan Suriyeli göçmenlerin sıkça kullandığı, “Suriye’den kaçtım. Türkçe bilmiyorum. Lütfen yardım edin” notunun iliştirilmesi mesela. Kelimenin gerçek anlamında arsız, cinai bir “mizah” anlayışı…
Neticede tehlikeli olan, Tilbe’nin “marjinal” denip geçilebilecek “ırkçı” ve antisemitist görüşlere sahip olması değil. Saldırganca ve alışılmamış bir açıklıkla ifade etse de söylediklerinin Türk milliyetçiliğinin vasatı, ortalaması olmasıdır. Bir de şu: Günümüzün zulüm ve haksızlıklarına karşı durmanın ilk şartı, geçmişteki yıkım ve vahşetin kurbanlarıyla özdeşlik ve duygudaşlık kurmaktan geçer. Bunu anlamayan, bugünün mağdurlarını (mesela Filistinlileri) dünün egemenlerinin zulümleriyle ananların yaptığı yegâne şeyse kendi çağının zulmüne bir tuğla koymaktan ibaret olacaktır. Tarih de (büyük harfli olanı değil, ezilenlerin yaşayan geleneği anlamında olanı) onları böyle anacaktır.
şalom4062014
http://kehaber.org/2014/07/11/10125/
Yorumlar kapatıldı.