İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Alaturka nağmeler

Sevan Nişanyan
“Almanya’da yabancılara Türk sanat müziğini anlatırken “türkische Kunstmusik” diyoruz. Türk Sanat Müziği ismi sizce uygun mu? Yoksa bu da uydurulmuş bir isim mi?” “Türk sanat müziği” TRT’nin yanılmıyorsam 1960’larda, hatta 1970’lerde uydurduğu bir bürokratik kamuflaj tabiridir. Sanat olmayan müzik mi var? Varsa hangisi? Bence bu kasten yanıltıcı başlık altında birbiriyle alakasız üç müzik türü bir araya getiriliyor. Aralarındaki ilişki aşağı yukarı Beethoven ile Beatles arasındaki kadardır -aynı coğrafya, benzer perde dizileri, o kadar.

Birincisi Osmanlı saray müziği, osmanische Hofmusik diyelim, ya da Lale Devri’nden 1850-60’lara kadar. Rafine ve hoş bir müziktir. Zevkle dinlenir. Çağdaş Batı müziğine oranla ifade yelpazesi ve keşif cüreti çok kısıtlıdır. “Ne zarif bir dil, keşke söyleyecek bir şeyi olsaydı” dedirtir.
İkincisi geç Osmanlı pop müziğidir. 1860’lardan 1930’lara kadar sürer. Fesle çağdaştır. İstanbul orta sınıflarının popüler eğlence müziğidir. Batıda o devirde ortaya çıkan “Yüksek müzik” (Wagner, Mahler, Schönberg …) ile şanson ve kabare ve müzikhol müziği ayrımında net bir şekilde ikincisine tekabül eder. Şevki Bey ve Tanburi Arif Beylerle başlayıp Lemi Atlı ve Münir Nurettin’e kadar devam eder. Hoş popüler melodileri ve hayli basit bir duyarlılığı vardır. Nostaljiktir. Rakıyla iyi gider.
Üçüncüsü ‘proto-arabesk’ diyebileceğimiz 1930-1970’ler meyhane müziğidir. Gerek güfte, gerek beste kalitesi açısından (“ben seni ellerin olsun diye mi sevdim”) ülkenin o devirdeki gerekçelerine uygun, feci bir bayağılığın temsilcisidir. 1970-80’lerde kalite bakımından biraz evrilerek arabesk müziği doğurmuştur.
Nevzat Atlığ yönetiminde TRT korosu tarafından asık suratlı, kaskatı bir taşra ciddiyetiyle icra edilmek dışında bu üç müzik tarzı arasında ne gibi bir ortaklık olabileceğini anlamaktan acizim. Makam dersen, Madonna ile Beyonce’nin de do majör ile la minörden şaştığını duymadım. Sırf bu yüzden onları da çağdaş Haydn mı sayalım?
*
Madem bu mevzulara girdik, sor bakalım 19. yy sonlarında bir Osmanlı “yüksek müziğinin” (Rauf Yekta Beyin teorik çabalarına yahut Darülelhan bünyesindeki birtakım cılız arayışları bir yana bıraksan) gelişememiş olmasını nasıl açıklayacağız. Dede Efendi’den neden bir Brahms Efendi yahut bir Kemani Piyotr İlyiç türemedi?
Geç devir
Osmanlı seçkin sınıfının, gerek ekonomik gerek kültürel özgüvenden yoksun, son derece dar bir zümre olması mıdır sebep? O küçük azınlığın da, özgün bir müzik geleneğini desteklemek yerine Batı müziğinin tüketicisi olmakla yetinmesi midir? (Keçecizade Fuad paşa da, Damat Ferid Paşa da klasik müzik hayranıdır; Ahmet Cevdet Paşa kızlarına Avrupalı hocalardan piyano dersi aldırır.)
Rusya’da, Macaristan’da, hatta uyduruk Romanya’da, yerli gelenekle alakası olmadığı halde, Avrupai tarzda iyi besteciler çıkarken burada ilaç için bir tane çıkmamasının sebebi nedir? En üst tabaka Batı müziğine yönelirken, orta sınıfın o müziği benimsememesi, alaturka santimantal popla yetinmesi midir?
(Ne yerli, ne Avrupai “yüksek müziğin” yetişmediği bu topraklarda, yıllar sonra, 1930-40’larda, devlet serasında suni ilkahla alafranga besteci yetiştirme denemeleri yapılacaktır. Sonuç, Adnan Saygun’dur.)
Önemsiz sorular değil bunlar. Osmanlı medeniyeti neden çürüdü ve tükendi sorusuyla yakından bağlantılı mevzular. Ahir zamanda Osmanlı’yı ihya etmeye kalkışan fantezistleri de ilgilendirse gerek.
http://nisanyan1.blogspot.com.tr/

Yorumlar kapatıldı.