Geçtiğimiz günlerde Kuzey Ege’deki bir adaya dört Yunanlı ailenin gelip yerleşmesine ilişkin bir kaç haber çıktı Türkçe yayın yapan gazetelerde. Haberlere göre, Gökçeada’da uzun yıllar aradan sonra bir Rum ilkokulu açılıyordu ve bu okulun açılması Yunanistan’daki bazı ailelerin Türkiye’nin bu adasına (geri) gelmelerine yol açmıştı. Türkiye’de gayrimüslimleri yeniden kucaklayan politikalardan söz etmek için henüz çok erken. Ancak Rumlara yönelik düşmanca politikanın yumuşaması ve Ege adalarına bazı Rumların geri dönmesi, gelecek için ümit vadediyor.
The Turkish island of Bozcaada is known for its vineyards, pictured here Sept. 4, 2013. (photo by GURCAN OZTURK/AFP/Getty Images)
Aslında bu “küçük” haber Türkiye’nin oldukça derinlere işlemiş “azınlık politikaları” göz önüne alındığında oldukça büyük bir anlam ifade ediyor.
Bu haberlerde adı geçen Gökçeada ve Bozcaada, Yunanca adlarıyla Imbros ve Tenedos, bilinen bütün tarih boyunca ve 1960’lı yıllara kadar ezici çoğunluğunu Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı Rumların oluşturduğu adalardı. 60’lardan sonra Türkiye’nin izlediği bazı politikalar sonucunca adalardaki nüfus oranları bütünüyle değişime uğradı; etnik olarak Rum olanların sayıları yüzlü rakamlara düşerken, Türk kökenlilerin rakamları on binlere ulaştı.
Yunanistan ve Kıbrıs’ta Türk azınlık ne zaman bir zulme uğramış veya Türkiye ile Yunanistan arasındaki ilişkiler gerginleşmişse, bunun bedelini Türkiye’de yaşayan Rumlar ödemiştir. Üzerinde Rumların ağırlıklı olarak yaşadıkları Gökçeada ve Bozcaada’nın Türkiye’nin Rum vatandaşlarına yönelik politikalarından en fazla etkilenen yerleşim birimleri olduğu söylenebilir.
Gökçeada ve Bozcaada’nın tarihi, kültürel yapısı ve adayı terk etmek zorunda kalan Rumların durumlarını inceleyen Avrupa Parlamentosu raportörü Andreas Gross 2008 yılında kapsamlı bir rapor hazırlayıp kamuoyuna sunmuştu. Gross’un raporunun en çarpıcı bölümlerinden bir tanesi de, Rumların adaları nasıl terk etmeye zorlandıklarını anlattığı kısımdı. Gross’a göre Türkiye’de 1960 yılında gerçekleşen askeri darbeden sonra adadaki Rumların durumu dramatik bir şekilde kötüleşmişti. 1964’de Kıbrıs’ta Türk ve Rumların çatışmalarına paralel olarak Gökçeada ve Bozcaada’daki Rum okulları kapatıldı. Rumların ekim yaptığı tarım arazilerinin büyük kısmı kamulaştırıldı. Gökçeada’ya inşa edilen “açık cezaevi” ve buradaki mahkûmların Rumları hedef alan pek çok suç işlemeleri, Rumların adayı terk etmelerinde önemli roller oynadı. Gross raporunda mahkûmların Rumları hedef alması karşısında yetkililerin etkili tedbirler almadığından söz etse de, son yıllarda ortaya çıkan bazı belgeler aslında bütün bunların birer devlet politikası olduğunu gösteriyor.
Şu anda iktidarda bulunan AK Parti hükumetine karşı “Balyoz” isimli bir darbe gerçekleştirecekleri iddiasıyla yüzlerce askerin yargılanıp mahkûm edildikleri dava dosyasında yer alan, bazı toplantılara ilişkin ses kayıtları adaların nasıl Türk ordusunun hedefinde olduğunu gösteriyor. Bu ses kayıtların bir tanesinde bir albay arkadaşlarına şunları anlatıyor:
“…İlk kapsamda buradaki Rumları Gökçeada’dan göçertmek için jandarma komando birliği gönderdik. Bölgeye açık hapishane yaptık. Bölge içerisinde bunun sonuçları da önemli işte miktarda göç oldu. Adım adım sanıyorum devlet kuruluşlarında bölgede bir işte açık cezaevinde bazı şeyler yapıldı bazı ekimler dikimler falan filan. Bunun ortaya saldığı bazı konular bunu tartışmıyorum. O zamanki şartlar içerisinde şimdi böyle bir şey yapmak olanak dışı ama o zamanki Türk-Yunan ilişkileri çerçevesinde böyle bir şey yapılma zarureti çıkmış onlara da Batı Trakya’daki uygulamalara karşı.”
Bu ses kaydında 2003 yılında Birinci Ordu Komutanlığı Plan Harekât Şube Müdürü Albay Bülent Tuncay konuşmakta ve arkadaşlarına Rumlara karşı yapılanların bir “devlet politikası” olduğunu anlatmaktadır.
Andreas Gross, bütün bu olup bitenler içinde Rumları adadan kaçırma konusunda en caydırıcı faktörün 1964 yılında Yunanca eğitim yapılan okulların kapatılması olduğunu belirtiyor.
Bütün bu tarih göz önüne alındığında, yazının başında belirttiğim Gökçeada’da 49 ve 50 yıl aradan sonra tekrar Rum okullarını açılması, kendisi küçük ama işaret ettiği temel siyasi tercihler bakımından büyük önem taşıyan adımlar olarak ortaya çıkıyor.
Bu politika değişikliğinin önemli işaretlerinden bir tanesi de Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun 13 Aralık 2013’de gerçekleştirdiği Atina ziyareti sırasında Gökçeadalı Rumlarla görüşmesi olmuştu.
Bu görüşmede hazır bulunana İmroz Derneği başkanı Paris Asanakis, bütün dünyaya yayılmış 25 bin Gökçeadalı Rum’un bulunduğunu ve Davutoğlu’nun bu Rumları Türk vatandaşlıklarını geri almak için başvurmaya davet ettiğini söylemişti.
Davutoğlu’nun bu ziyareti ve Gökçeada’da Rum okullarının açılmaya başlanması Rumların geri dönmesini teşvik edecek gibi görünüyor. Taraf Gazetesinden Sümeyra Tansel 9 Mayıs tarihli haberinde şu bilgileri veriyor:
“Gökçeada’da geçtiğimiz yıl, 49 yıllık aradan sonra eğitim hayatına dönen Rum İlkokulundan sonra şimdi de Rum ortaokulu ve lisesi açılıyor. Çanakkale İl Özel İdaresi’ne ait eski okul binası ve okulların kapandığı 1964 yılında yapılan ancak hiç kullanılamayan anaokulu binası tamir edilerek ortaokul ve liseye dönüştürülecek. Ayrıca önceden Rum öğretmenlerin lojmanı olan ve daha sonra İl Özel İdaresine geçen pansiyon, eski sahiplerine geri verildi. Pansiyonda Rum öğretmenler kalacak.
50 yıl sonra açılacak okullarla birlikte adaya Yunanistan’dan geri dönüşler de başladı. İlk etapta adaya dört aile dönüyor.”
İmroz Derneği başkan yardımcısı Stelyos Pulados da, Zaman gazetesine verdiği mülakatta ilkokulun açılacak olması ve Yunanistan’daki ekonomik krizin adaya dönmeyi düşünenleri harekete geçireceğine dikkat çekmişti.
Aslında sadece Gökçeada ve Bozcaada’dan değil İstanbul’dan ayrılan Rumların da Türkiye’ye geri dönebilecekleri uzun bir zamandan beri konuşuluyor.
Örneğin 2012 yılında “Gidenlerin İstanbul’u” adlı kitabın yazarı Yunan gazeteci Aleksandros Massavetas’ın anne-babası Türkiye’den göç eden Rumları İstanbul’a geri dönmeye çağırması bir tartışma yaratmıştı. Massavetas Türk basınına verdiği demeçte “Artık Türk toplumu, Rumların gitmesini İstanbul için kayıp sayıyor” demişti. Ama Türkiye’de yaşayan Rumların tamamının bu görüşü paylaşmadığı biliniyor. Örneğin Rum kökenli İstanbullu gazeteci Mihail Vasiliadis, bu tür bir geri dönüşün gerçekleşmesi için Türkiye’de Rumlara karşı var olan “nefret söyleminin” ortadan kalması gerektiğini söylüyor.
Al-Monitor’da daha önce yayınlanan makalelerimde de belirttiğim gibi, iktidardaki AK Parti hükumetinin Gayrimüslimlere yaklaşımı, Türkiye’nin Kemalist-Militarist devlet geleneklerinden uzaklaşmaya işaret etse de, daha henüz çok radikal bir dönüşüme işaret etmiyor. Türkiye’nin gayrimüslimlerini yeniden kucaklayıp, kitlesel geri dönüşleri sağlayacak politikaların varlığından söz etmek için henüz çok erken görünüyor. Örneğin, başbakan Erdoğan Türkiye’nin heterojen yapısından söz etmek için sık sık Türkiye’deki etnik kimlikleri sayma işine girişiyor ama bu saydıklarının tamamı Müslüman olan Kürt, Çerkez, Arap ve Türkler gibi etnik gruplarla sınırlı kalıyor.
Ancak, her şeye rağmen, Türkiye’nin Rumlara düşmanca davranan politikalarının yerini bir yumuşamaya bırakması ve Ege’nin şirin adaları Gökçeada ve Bozcaada’ya bazı Rum ailelerin geri dönmesi, gelecek için ümit vadediyor.
http://www.al-monitor.com/pulse/tr/originals/2014/05/greeks-turkey-returning.html
Yorumlar kapatıldı.