Gelawej/ 10 Mayıs 2014 günü Berlin’de yapılan “1915 soykırımı, Toplumsal Sorumluluklar ve Roller; Kürt, Armeni, Asuri-Süryani İlişkileri” konferansına Abut Can’ın sunduğu tebliğin tam metni:
“Değerli arkadaşlar,
bu konferansın gerçekleşmesine vesile olan basta Recep Maraşlı Ağabey´e ve diğer arkadaşlara tesekkür eder saygılarımı sunarım. Hepinizi saygı ve sevgiyle selamlıyorum
Bir Yok edilişin Öyküsü – Tarihte ve Seyfodan günümüze Süryaniler
Alışılageldik “Zimmi” anlayışından ve ürkek tipik Süryani durusundan ve bu benzer ruhun dışavurumundan arınmış bir sunum takdim etmeye çalışacağım.
Önce Zimmiliğin ne olduğunu ve beraberinde neler getirdiğini anlatmaya çalışacağım.
Zimmi Arapça Dhimma´dan gelen bir kavramdır, koruma veya velayet anlamını taşır.
İslam hukukçularına (fakihlere) göre zimmi ya da ehl-i zimme, anlaşma gereği cizye verme yükümlülüğü anlamında kullanılır
(bkz. Tevbe Suresi, 29’uncu ayet: Kendilerine kitap verilenlerden Allah’a ve âhiret gününe inanmayanlarla, Allah’la Peygamberinin harâm ettiğini harâm saymayanlarla ve hak dînini kabûl etmeyenlerle savaşın cizye vermeye râzı olup bizzat kendi elleriyle ve alçalarak gelip verinceye dek.)
Zimmiliğin İslam şeriatında hukuksal kuralları vardır, bunlar:
– Zimmiler ata binemez, at yerine eşeğe binmek mecburiyetindedir.
– Erkek bir Zimmi Müslüman bir kadınla evlenemez, tersi ise serbesttir.
– Zimminin mahkeme ifadesi Müslüman’inkine nazaran yarim geçerli, Müslüman bir suçluya karşı ise tamamen geçersizdir.
– Zimmiye karşı islenen suca yarim ceza kesilir, ölüm cezası ise söz konusu olamaz
– Zimmiler memur olamaz, Müslüman’a emir verebilecek görevler üstlenemez. Mekke ve Medine’ye de ayak basamaz
– Zimmilerin giydiği kıyafet dini aidiyetlerini göstermelidir.
Kürtler Zimmilik anlayışı gereği Hıristiyanlara „Fellah“ Kavramını tabir eder.
Fellah, Allahsız veya gavur anlamında kullanılır, başka anlamı ise çalışan, isçi, amele olarak geçmektedir. Bu anlamda Arap coğrafyalarında özellikle Müslümanlaştırılmış Hıristiyanlar için kullanılan bir terim olarak geçer, bu da Hıristiyanların köle olarak algılandıklarını ifade eder.
Coğrafyamızda Kürtler Süryanice diline Süryanice demez „Fellahi“ derler. Fellaflar bölgeye göre belirli aşiretlerin „himayesi“ altındadır, bu yüzden Süryanilere genelde siz kimin Fellahısınız diye sorulur ve bu kimin hizmetkarı veya kölesisiniz iye anlaşılır.
Konuya Süryani-Kürt iliksileri kontekst ile bakmaya çalışacağım.
Komsu coğrafyalarda komsu iki halk bir arada yasıyorsa ve bu halklardan biri topyekun ortadan kaldırılıp, yerine diğeri yerleşiyorsa bunun adi soykırımdır.
“yok ediliş öyküsünü” ismiyle adlandırmak gerekiyor, ismi soykırımıdır ve burada failin kim olduğu tartışmasızdır. Eğer bir coğrafyadaki yerleşim birimlerinin isimleri yok edilmiş bir halka aitse, tarihi bina ve kalıntılar da ayni halkın eseri ise ve bu gerçek yok sayılıyorsa, soykırım devam ediyordur demektir.
Eğer söz konusu coğrafyada insanlar özgeçmişleriyle yüzleşmiyorsa, tarihin tekerrür riski doğar. Ve dolasiyla mağdur olan halkın güvenini yeniden kazanmak ve birlikte yeni bir hayat tesis etmek söz konusu bile olamaz.
Süryanilerin İttihat ve Terakkisi Kürtlerdir. Süryanilerin Talat, Enver ve Cemal`leri, dün Bedirxan ve Simko ve Hamidiyeci´ler ise, bugün onların varisleridir.
Ve bu varislerdir bugün son kalan Süryani toprak ve arazilerini işgal edenler.
Yani bir nevi soykırımı fiilen tamamen icra edenlerdir bunlar. Failler bugün ne Bursa´daki Türkler ne de Bolu´daki Türkmenlerdir. Onların ise zimmileri yani kurbanları Rumlardı! Ermeniler hem Türklerin hem de Kürtlerin ayni ve ortak derecede maktulüdür, Süryaniler ise Kürtlerin, tıpkı Ezidi kardeşlerimizin de olduğu gibi.
Katliam maalesef bugün değişik yöntemlerle devam etmektedir. Gerek aralıksız olarak yazılı bir bicimde aktarılan bu coğrafyanın tarihini çarpıtmakla ve inkarla, gerek yerleşim alanları isimlerini manipüle edip sahiplenmekle, yani gaspı legitime etmeğe çalışmakla, gerekse arta kalanların son kalan topraklarını ellerinden koparmakla katliam tüm hızıyla devam etmektedir.
Bugün arta kalan hemen hemen tüm Süryani yerleşim alanları Kürtlerin istilası altındadır. Ve Özenle de Seyfo´soykırımdan önceki yerleşim alanlarını bu uygulamadan ayrı tutarak bunları beyan ediyorum.
Tarihe bile tecavüz söz konusudur, misalen; Nemrud bir Kürt krali imis, „Namer“ den gelmeymiş, Hamurabi de öyle, „Hamu Raben“ da gelmeymiş, Mardin „Mere Din“ gelmeymiş, Mor Afrem bir Kürt bilim adamıymış vs…
Yerleşim alanları ve coğrafya isimlerini manipüle konusunda en popüler bir örnek olarak bugün „Rojawa“ kavramını gösterebiliriz. Hiçbir tarihi geçerliliği olmayan bu kavram artik dillerden düşmez oldu. Oysa verildiği mekanın tarihi bir ismi mevcuttur, adi Gozarto veya Cezire´dir
Yerleşim alanları isimlerinin manipüle edilişi konusunda Bati Ermenistanli Ermeniler size Homeros`un Ilyadasi`ni aratmayacak bir destan anlatabilirler.
Talan ve işgal zimmi zihniyeti gereği bu coğrafyada maalesef 21. Yy. da dahi sorgulanan birer insanlık sucu olarak kabul görmüyor.
Bu yüzden sunumun başlığını “ Bir Yokedilisn Öyküsü” olarak seçtim ve tarihin Süryaniler açısından kritik evrelerine değinerek Süryani trajedisini kısa ve kronolojik olarak aktarmaya çalışacağım. Geniş bir coğrafyadan başlayarak yok ediliş ve eriyiş prosesi ile paralel bir şekilde, doğduğum köyün tarihe tanıklığına kadar, bir piramit seklinde, aşağıdan yukarıya doğru, değinmeğe çalışacağım. İlkin kısaca:
Süryaniler Kimdir?
Süryaniler, kökü Akad, Asur, Babil, Aram, Keldani ve Fenikelilere dayanan Hıristiyanlığı kabul ettikten sonra Suriye´de yaşadıkları coğrafyaya adlarını veren ve bazen de Hıristiyan kavramıyla özdeş ifade edilen Semitik bir halktır.
İmparatorluklar, devletler ve şehir devletleri kurmuş bu halkın M.Ö. tarihine değinmeyi zaman darlığından ihmal edeceğim, ki bu dönemlerdeki Süryani medeniyetleri hakkında ilgilenmek isteyenler için dünya tarihi her dilde yeterince bilgi ve kaynak aktarmaktadır.
Etnik olarak Süryanilerin en yakin akrabaları İbraniler yani Yahudilerdir. Diğer yakin akrabaları Semitik Araplar ve uzaktan ise Habeş´lerdir.
Tevrat’ın üçüncü kitabında Yahudilerin atası olarak kabul edilen İbrahim „Babam yurtsuz bir Arami idi“ cümlesini ifade etmiştir ve dolayısıyla İbrani halkının da kökünün Süryani olduğunu teyit etmiştir. (Eski Ahit/ Levililer 26:5) Lakin bugün Yahudiler başlı başına bir halk olarak yasamalarını sürdürmektedir. Ve biz bu gerçeği kabul ediyoruz.
Süryaniler, Ortadoğu’da ve dünyanın çok sayıda ülkesinde dağınık bir şekilde yasamaktalar.
Anayurtları Bethnahrin/Mezopotamya´da sayıları oldukça azalmıştır, ve azalmasının ve hatta yok edilişin Tarihçesini ve sebeplerini sadece Arap ve Türk tarihi ile değil ayni anda Kürt tarihi kontekstiyle alakalı bir şekilde araştırılmasının ehemmiyetini vurgulamak isterim. Bu konuya sunumun ilerleyen bölümlerinde değinmeğe çalışacağım.
Süryaniler yaşadıkları bölgelerde değişik isimlerlere anılmaktadır.
Türkiye’de Süryani, Irakta Asuri/Süryani/ Keldani ve Mandai yani Sabiiler, Iranda Ashuri, Suriye`de Süryani/Arami ve Melkit, Lübnan´da ise Maroni isimleri kullanılmaktadır.
Süryanilerin Ortadoğu’da nüfusları 4,5 ile 5 Milyon arasındadır.
– Bunların 500.000 ine yakini Mezopotamya´da (Irak Suriye Türkiye olmak üzere)
– 500 bine yakin Ürdün Filistin ve İsrail’de,
– 2 Milyonu Suriye´nin diğer bökelerinde,
– Yaklaşık 2 Milyonu ise Lübnan’da
yaşamaktadır.
Dünyanın değişik bölgelerinde ise sayıları milyonları asan Süryani yaşamaktadır.
– Latin Amerika`da 6 Milyon çoğunluğu Lübnanlı Maronidir
– Kuzey Amerika`da 1,5 Milyon, çoğu Mezopotamyalı ve Iran-Urumiyeli
– Hindistan`da 1,5 Milyon
– Avrupa`da çoğu Türkiye kökenli 400 bin
– Kafkasya ve Rusya´da 80-100 bin
– Iran´da 30 bin
– Avustralya`da 25 bin
Hıristiyanlığı M.S. 37 yılından itibaren kabul etmeğe başlayan Süryaniler bugün değişik Hıristiyan mezhep ve Kiliselerinde toplnamis.
Süryani Ortodox, Katolik ve Protestan kiliseleri: Süryani Ortodox Antakya kilisesi M.S. 37 de Havari Petrus tarafından kurulan kiliseye kadar dayanan, Doğu veya Oriental kiliseleri üyesidir. Bugünkü merkezi Sam´dadır. Süryani-Katolik ve Süryani-Protestan kiliseleri bu kiliseden kopan kurumlardır.
Asuri Apostolik kilisesi veya Doğu Apostolik kilisesi. Isa´nin elcilerinden Tomas ve Aday´a dayanan Ktesifon-Babil merkezli Apostolik Süryani kilisedir.
Keldani katolik kilisesi, 1304 yılında Asuri Apostolik kilisesinden kopup Roma´ya aidiyetini ilan eden kilisedir.
Melkit ve Rum Ortodox Kilisesi. 451 yılından itibaren Bizans Kilisesine baglanan Süryani kökenli Suriye Merkezli bir kilisedir.
Maroni Kilisesi, 1182 de Süryani kilisesinden koptuğunu ve Roma ya bağlandığını ilan eden Lübnan merkezli bir kilisedir.
Süryaniler Asya kıtasında sadece Hindistan´a değil Çin ve Japonya’ya kadar Hıristiyanlığı taşımıştır. Tarihi kaynaklarda Moğolistan´in başkenti Ulan Batur da Asuri kilisesinin Han sarayı büyüklüğünde mevcudiyetinden bahseder. Cin´de Süryani dili ve kilisesinin kalıntıları halen mevcuttur.
Süryanice dili
Süryanice dili bugün konuşulan Semitik dillerin kökenini oluşturmaktadır. Çivi yazısına kadar dayanan bir yazı dilidir. Değişik alfabeleri vardır. Yüzyıllarca tüm Yakin ve Orta Doğu edebiyat ve ticaret dili olduğu kabul edilir. Mesih Isa dahi havarileriyle konuştuğu dilin Süryanice olduğu bilinmektedir, bunu kanıtlayan gerek tarihi gerekse dini bilgiler artik tartışmasız olarak kabul görmektedir.
Örnegin, İncil´de tüm dillerde tercüme edilmeksizin aktarılan haça gerilmiş İsa´nın son sözlerinden „Eli Eli lama Sabaktani“ ifadesi, (Yeni Ahit, Matta 27:46) bunun en belirgin kanıtlarındandır. „Tanrım tanrım beni neden terk ettin“ anlamındaki bu sözü duyan Yahuda bölgesinden Yahudiler, bu dili anlamadıklarından İliyas peygamberi çağırdığını zannederler.
Yahudanin kuzeyinde kalan Galile´nin Yahudileri ise Arami-Süryanice konuşur. Galileli Yahudiler Babil esaretinin çocuklarıdır.
Bilindiği gibi Babil Kralı Nebukadnesar Yerusalem yani Kudüs´ü işgal eder. Yahudi sanat ve zanaatkarları köle olarak Babil´e sürer. Galile´de Isa döneminde yasayan Yahudiler, ataları Pers Kralı II. Kyros tarafından M.Ö. 539 yılında Babil esaretinden kurtarılanlardır.
Üc cil Babilde kalmis Yahudiler topraklarına dönünce dilsel ve kültürel bir erimeye maruz kaldıkları için, Yahuda bölgesinin Yahudileri tarafından soyutlanırlar, kuzey de kalan Galile´de yasamak zorunda kalırlar. Böylece Babil´de öğrendikleri Aramice´yi muhafaza ederler. Isa ve Havarileri Galile´de büyümüş ve oranın lehçesini konuşurlar.
Süryani dili Aramice olarak ta ifade edilir ve değişik coğrafyalarda değişik lehçeleri mevcuttur. Bunlar:
– Irak, Iran`da ve Hakkari bölgesinde konuşulan Asurice lehçesi veya Doğu Süryanicedir
– Turabdin ve Doğu Suriye`de Gozarto bölgesinde konusulan Turoyo lehçesidir
– Urhoy/Edessa veya namı diğer Urfa/Reha ve çevresinde konuşulan yazı dili Kthobonoyo lehçesidir.
– Suriye’nin bati bölgelerinde özellikle Malula, Baxa ve Txubeddin bölgelerinde kullanılan Bati veya Eskiaramice lehçesidir.
Yok edilişin tarihçesine gelince
Süryanilerin ulustan halka „küme düşme“ terminolojisi olarak Babil İmparatorluğunun II. Kyros döneminde Pers İmparatorluğu tarafından yıkılmasıyla anılmaktadır.
Süryanilerin ataları bir halk olarak Pers İmparatorluğu ve değişik evrelerde Roma ve sonra Bizans imparatorluğu boyunduruğu altında yaşamlarını sürdürmüşler.
En son Süryani krallığı Osrohone Krallığı dediğimiz M.S. 250 senesine kadar süregelen Urfa ve çevresini kapsayan namı diğer Abgar Krallığıdır. Rivayete göre Kral Abgar Ukomo yani Siyah Abgar, cüzam hastalığına yakalanır, ve Yahudiler tarafından nefret edilen Isa adında bir Yahudi´nin insanlara şifa dağıttığını duyar. Kral Abgar´in lsa ile mektuplaştığı ve Urfa’ya davet ettiği bilinmektedir. Bu davet üzerine İsa yüzünü sildiği mendile çıkan mucizevi resmini ve Urfa’yı kutsadığına dair bir mektubunu Abgar Ukomo’ya gönderir. Bu olayı belgeleyen bir Süryanice bir mektubun mevcudiyeti de söz konusudur. Nitekim Isa`nin elçilerinden Aday Urfa´ya uğrar. Birinci Yy. da Elci Tomas ile birlikte Urfali bir kaç aile de Hindistan´a göç eder. İlerleyen cağlarda da ilişkiler sürdürülür ve cok sayıda Urfali ve diğer bölgelerden Süryani Hindistan’a gider, ki bu göç Hindistan’daki Süryanilerin ve Süryani kilisesinin mevcudiyetini de açıklamaktadır.
Süryaniler Hıristiyanlığı M.S. 37 den itibaren kabul eder. Bu tarihten sonra, bugünkü Suriye coğrafyasında yasayan Semitik Hıristiyanları tanımlamak amacıyla Suriyeli anlamına gelen Latince ve Yunanca „Syrian“ kavramı ortaya atılır, ki bu kavram Suriyeli demektir ve kökeni yine Assyrien yani Asuri kavramının Yunancasından gelmektedir.
Suriye coğrafyası bugünün Suriye devleti sınırlarının çok ötesinde ve oldukça daha geniş bir alana verildiğini önemle beyan etmek isterim. Bu coğrafya Mezopotamya’dan Küçükasya’ya, Yahuda ve Filistin’den Arabistan bölgesine kadar geniş bir alanı kapsar, ve bugünkü adlarıyla da Suriye haritasının yanında Mardin, Diyarbakır, Urfa Antep, Maraş ve Antakya´ya kadar olan yerleri de ihtiva eder, yani tarihi Kilikya ile komsu olan bir coğrafyanın adi olarak kullanılır.
Hıristiyanlığı kabul etmekle Süryani halkının ilk „Schisma`si“ yani bölünüşü de gerçekleşmiş olur. Bundan böyle Hıristiyan inancı dışında kalanlar Süryani olarak anılmaz, diğer toplumlar arasında asimile olur.
Süryanilerin Hıristiyanlığı kabul etmesi çok kanlı geçer. Roma, Hıristiyanlığı tehlikeli bir tarikat olarak görür ve bu inancı kabul edenleri en ağır şekilde cezalandırır. Ta ki bu hareketin önüne geçemeyeceğini ve bu inançtan istifade etmesi gerektiğini anlayana kadar.
İmparator I. Theodosios 380 tarihinde Hıristiyanlığı İmparatorluğun resmi dini olarak kabul etmesi ile, Roma ve Konstantinopel kiliseleri İmparatorluk kiliseleri olarak güç kazanır ve bu gücü Doğu kiliselerine karşı kullanmaktan da çekinmezler.
Bunun Sebebi ise teolojik olarak açıklansa dahi siyasidir! Çünkü Süryani Hıristiyanlığı hem Pers- Sasani egemenliği altında hem de Roma-Bizans egemenliği altında ayni anda kalmak mecburiyetinde olur, iki imparatorluğun sürtüşmesinde en fazla zarar gören halk yine Süryani halkı olur ve hep baskı altında tutulur.
Bu baskıların en dramatik dönemi 451 senesinde Halkedon (Kadiköy) konsilinden sonra yaşanmaktadır. Bu Konsilde, bir tarikat olarak nitelenen Patrik Nastorios öğretisine yani Nastorianismus´a (Nasturilik) karşı savaş açılır. Sasani boyunduruğu altında kalan Süryaniler bu öğretiyi abes bulmaz bilakis kabul eder. Bu tarihten sonra Nastorios ile birlikte Sasani boyunduruğu altındaki öğretisini inkar etmeyen Süryaniler aforoz edilir. Bu afaroz ile birlikte Doğu ve Bati Süryanileri sözde teolojik bir kavganın neticesinde, özde ise Roma ve Sasani İmparatorlukları arasındaki düşmanlık sonucu bölünür. Ve bu bölünme Süryanilerin ikinci Schisma´si olarak yüzyıllar boyu büyük zayiatlara sebep olur.
Bundan böyle Doğu ile Bati Süryaniler iki düşman Halkın emperyal hedefleri doğrultusunda birbirine karşı savaşlarda dahi kullanılmaktan kurtulamaz. Bati Süryanilerin Antakya kilisesine, Doğu Süryanilerin ise Babil-Ktesifon kilisesine bağlılıkları perçinlenir.
Islamiyetin Arabistan´da ortaya çıkışı ve işgal yoluyla Ortadoğu coğrafyasında yayılması ile birlikte, Süryaniler Semitik Araplari Doğu Roma – Bizans boyunduruğundan kurtulma fırsatı olarak algılar ve savaşta Arap İslam orduları lehine, Bizanslıların hiç hesap etmediği bir hamle yapar, cephe değiştirir. Bu olay Doğu Roma´nın Suriye coğrafyasında İslam ordusuna karşı savaşmadan yenilmesine sebep olur. Bu hamle ile Süryaniler tarihlerinin en büyük hatasını da işlemiş oldular, ki az bir zaman sonra zimmi uygulamasına tabi tutulurlar ve İslam kılıcı ile tanışırlar. Bu yüzden o dönemden bu güne kadar uğradıkları katliamları „SEYFO“ yani kılıç olarak nitelerler.
Ve bu yüzden 1986 Hamidiye katliamı ve 1915 Soykırımına Seyfo der Süryaniler.
İslamiyetin hükmetmesiyle Süryaniler artik tamamen bir dini toplum olarak algılanır. Seriat yasaları gereği Zimmi konumunda yasal işlem görür ve bunun gereği Cizye´ye tabi tutulular. Cizye burada Kafa vergisi olarak işlem görür, yani vergiyi verenin kafası muhafaza edilir, aksi takdirde kafası kesilir.
Bu işlem daha sonra Müslümanlaşmış Sasanilerde, Selcuklularda ve Osmanlılarda da uygulanır.
Süryani tarihi açısından diğer en trajik dönem ise, Ermeni ve Rumlar açısından da olduğu gibi 1071 Türk istilasıdır. Burada Türklerin ana doluya girişini Kürtlerin de desteğiyle gerçekleştiğinin tarafımızca bir gerçek olarak bilindiğini vurgulamak isterim. Cumhuriyetin kurulusu da bu gerçeğin ikinci bölümünü teşkil eder.
Abdullah Öcalan´in 21 Mart 2013 Nevroz bildirisini bu kapsamda ele alıyor ve algılıyoruz. Bu bildiride ifade edilenleri relative etme çabalarını da en az bildiri kadar kabahatli bulduğumuzu da ifade etmek isterim.
Selcuklular ve Osmanlı döneminde Süryaniler çok kan kaybeder, nüfusları gerek cizye şartlarının zorluğundan din değiştirmek yoluyla, gerekse katliamlarla önemli bir ölçüde azalır.
Bu arada Osmanlı döneminde de çok sayıda Süryani’nin Aleviliği zimmilikten bir kurtuluş yolu olarak ve şartların elvermesi durumunda yeniden Hristiyanliga geçme umuduyla din olarak seçtiği kaynaklarımızda aktarılmaktadır. Ve dolayısıyla Süryaniler bu din değiştirme ile bir nevi Aleviliği de inanç, örf adet niteliğinde etki altında bırakırlar. Bu Yüzden Alevilikte Süryani Hıristiyanlığı anlayışı da gözlenmektedir.
Bu konu hakkında sizlere uzunca ve çok sayıda örnek takdim edebilirim, lakin öz temamızdan uzaklaşmış oluruz.
Osmanlının 600 yıllık tarihi boyunca `Müslüman olmayan` toplumlara bakisi ve onlar karşı uygulamaları bilindiği için zaman darlığından değinmeyeceğim. Süryanilerin Osmanlı döneminde uğradıkları katliamların failleri genelde coğrafi komşuluktan dolayı hep Kürtler olarak önümüze çıkar. Bunun uzunca bir kronolojisi mevcuttur. Bedirxan´in 1843 Nesturi katliamı hafızalara kazınmış bir gerçektir. Simko Ağa´nın 1917 de Patrik Mor Semun Binyamin ve Asuri kilisesini haince büyük bir katliamdan geçirdiği de hep hatırlanacaktır. 1915 Seyfo faciası ise başlı başına bir konudur.
Çökme dönemindeki Osmanlının son icraatları çok hassas bir tarih olduğu için üzerine durmak isterim. Türk ulus devletinin temelinin oluşturulduğu yıllarda, ilk basta Ermeniler ve paralelinde Süryaniler sonra Rumlar da topyekun katliamlara maruz tutularak imha edilir. Oluşacak ulus devletinde asimile olamayacak „unsurların“ yeri yoktur, imha edilmesi gerekir.
Kilise kayıtlarında toplam Süryani nüfusu 811 bin olarak geçer. 1923 Yılında Cumhuriyet Türkiyesi’nin verilerinde Türkiye´de sadece 60 bin civarında Süryani yaşadığı teyit edilir.
1915 Soykırımını Süryaniler açısından detaylı bir şekilde anlatmaya zamanımız elvermiyor, lakin sunumun bu bölümünden sonra geniş Süryani yerleşim alanlarının zaten daraldığını ve bunları bir kenara bırakıp sadece memleketim Tur-Abdin´in ve doğduğum Zaz Köyü´nun Seyfo tarihçesi ile yetinmeye çalışacağım.
Turabdin´in her kösesinin her bir köyünün başlı başına bir katliam hikayesi mevcuttur. Bunlara genişçe değinen bir kaç eser haricinde maalesef Ermeni soykırımı gibi geniş bir literatür bulunmamaktadır. Fakat her köyün hikayesi başlı başına bir tarihtir.
Ben Midyat´in Zaz köyünde doğdum. Zaz´in tüm cevre köyleri eski Süryani yerleşim alanlarıdır. Deyrkfan, Derike, Xarabe Kasre, Kferboran, Saleh, Bote, Kafro ve diğerleri… Bu köy isimlerinin Süryanice dışında baska dillerde hiçbir anlamı da yoktur. Bu örnek çevredeki yüzlerce köy için de geçerlidir. Maalesef bu köylerin hepsi ve diğer yüzlercesi gibi Kürt istilası altındadır.
1915 in Ağustosunda Zaz Köyü, komsu Kürt köylerinin saldırısına maruz kalır. Anlatacaklarım o dönem 17 yaşlarında kurtulabilen dedemin anılarıdır. Ninem ise soykırımdan kurtulmuş, annesinin öldürülmesinden dolayı henüz 8-9 yaşlarında iken bir yaşındaki kız kardeşine bakıp büyütmüştür.
Dedem şunları anlatırdı: Hasat dönemi bitmek üzereydi, Ermeni Tehcir kafilelerinin Turabdin´in köylerinden de geçtiğini herkes görür bilirdi, sözde sadece bir Ermeni tehciriymiş, Süryaniler ile ilgisi yokmuş. Fakat herkes tedirgindir, yapacak bir şey olmadığını, kendini savunabilecek imkanların da maalesef kit olduğunu herkes bilir.
Bu arada o Ermeni kafilelerine yardim etmeyen veya korkudan edemeyen Süryanilerin bu davranışının detaylıca araştırılmasının öneminin altını çizmek isterim. Kanımca Süryanilerin Ermenilere karşı işlediği büyük bir kabahattir.
Köyün ileri gelenleri başlarına gelecekleri kendi aralarında bir gün görüşürler. Dedemin amcası, gelin hepimiz kaleyi andıran Mor Dimet Kilisesine sığınalım der, orada suyumuz var ve kendimizi daha uzun koruma imkanımız olur. Köyün diğer iki mahallesinin ileri gelenleri bunu reddeder. Yüksek duvarlı evlerinde kendilerini koruyabileceklerini söyler. Gün gelir yüzlerce silahlı köye gelir, bilinen tanınan Kürt aşiretleri üyeleri ve çevre komsu köylerden tanıdık insanlar. Köye saldırmaya başlarlar. Evlerinde kendini uzun süre savunamayan köylüler bir kaç gün dayandıktan sonra, sözde sadece tehcir edilecekler diye teslim olurlar. Bu tehcir 2-3 km. sürer, Perbume denen kayalıklarda 368 kişiden 366 kişi katledilir, cesetleri vadiye atılır. Sadece bir kadın ve bir genç iki kişi kurtulabilir. Kurtulan genç Kilisede sığınanlara gider ve katliamı anlatır.
Katliamın ertesinde Kürt aşiretleri kiliseye yaklaşır gelin siz de teslim olun, diğerlerini cevre köylere yerleştirdik, kılınıza kimse dokunamaz derler. Katliamdan haberdar olduklarını söyleyen kilisedekilere o halde başınıza geleceklerden siz sorumlusunuz değip saldırdılar. Kilisedekiler kendilerini 27 gün boyunca savunur.
Kürtler Kilisede Rus askeri var diye kaymakama gider tabur gelmesini sağlarlar. Taburun silah atışlarına karşılık gelmeyince Kilisenin askersiz olduğu saptanır, sur kapısı kırılır ve içerdekiler alınarak tehcire tabi tutulur. İlk önce Kferboran´a götürülürler. Çok sayıda insan öldürülür veya hastalıktan ölür. Üç senelik bir aradan sonra kurtulanlar köye dönmeye baslar.
Anlattıklarım her bir köyün başına gelmiş olaylardır. Özellikle Aynverdo Köyü kuşatması anlatılır, lakin bazı köylerde halk topyekun ortadan kaldırılmıştır ve anlatanları da kalmamıştır.
Zaman geçer ve köyde yeni bir hayat kurulur. Ve ara sıra failler ve çocukları köye uğrar „hal hatır“ sorar.
Dedemin anlattıkları bunlardır. 1983’te vefat eder dedem.
Dedeme 37 yaşlarında yeni bir soy isim „tahsis“ edilir ve ailemizin gerçek soy ismi „Beth-Sohdo“ geçerliliğini yitirir. Bugün bile dedeme verilen o ismi taşımak mecburiyetindeyiz.
Süryaniler Lozan antlaşmasında yok sayılır. Azınlık olarak sayılmalarına rağmen azınlık kanunlarına tabi tutulmaz ve kabul edilmezler. 1932 yılında Patrik Ignatios II. Eliyas, Patriklik merkezi konumundaki Deyrulzafan Manastırından Atatürk´ün emriyle kovulur önce Musul´a Atatürk´ün Irak Kralına baskısıyla da oradan Basra üzeri Hindistan’a gitmek mecburiyetinde bırakılır ve orada vefat eder. Böylece Süryani kilisesi Patriklik merkezi de Türkiye´den atılmış olur.
Cumhuriyet döneminde Süryaniler pek bir varlık gösteremez.
1980 Cuntasına kadar oldukça sessiz yasayan Süryaniler tekrar hedef gösterilir. 1990’li yıllarda toplu göçe tabi tutulur. Sadece 90’li yıllarda 60 tan fazla Süryani faili meçhul cinayetlere kurban gider.
Bugün Turabdin de 3000 den az Süryani yaşamaktadır. Arta kalan çok sayıda Süryani köyü halen Kürt komşuları istilası altındadır. Doğduğum Zaz köyünde bugün iki Süryani yaşamaktadır. Topraklarımız 20 yıldan beri işgal altındadır. Zaz köyünden bugün yurtdışında 350 aile yaşamaktadır.
Süryanilerin yok ediliş öyküsü kısaca budur. Hakkari´de, Batman´da, Diyarbakir´da, Urfa´da, Adıyaman´da, Elazığ´da, Adana´da, Kayseri´de, Malatya´da ve diğer yerlerde de durum farklı değildi, lakin oralardaki yok ediliş öyküsünü anlatacak insan kalmadı.
Abut Can
10 Mayıs 2014, Berlin
Yorumlar kapatıldı.