Ferhat Kentel / ferhatkentel@gmail.com
Başbakanın geçtiğimiz günlerde yaptığı 24 Nisan açıklaması tahmin edileceği gibi etkili bir ses çıkardı. Muhtemelen epey insan kafa kafaya vermiş ve çok yönlü hesap güden iyi bir metin hazırlanmış. Erdoğan’ın etrafında örülmüş olan, onu kutsal bir ikona haline getiren organik kitleden bir “uzman” bu hesabın bir yönünü “Başbakan, Diaspora’ya çok iyi bir gol attı” sözleriyle çok net aydınlatmış. İlginç bir yaklaşım… Dedeleri, nineleri 99 yıl önce yurtlarını, evlerini, tarlalarını, işyerlerini, okullarını, beşiklerini terketmek zorunda kalan ve bu yüzden 99 yıldır “vatansız” yaşayıp, 1915’i vatan kılan insanları “gol atılacak kale” olarak gören zihniyet nasıl bir zihniyettir, pek anlamak mümkün değil. Ya da anlaşılabilir ama anlaşılan şey pek de hayırlı bir şey çıkmaz.
Erdoğan’ın hesabının içinde kuşkusuz 1915’te Ermenilerin canlarını kaybetmiş olmalarından ötürü, bir miktar acı hissetmiş olması da muhtemelen mevcuttur.
Niyetler ne olursa olsun, yapılan bu açıklama, buz gibi, soğuk bir dile sahip Türk devlet geleneğinde küçük çapta bir kırılmaya tekabül ediyor ve “hesapçıların” niyetleri ne olursa olsun, Türkiye’nin vicdanlı insanlarının atacakları adımların da önünü açıyor. “Yetmez ama evet” denilerek, bu toprakların en eski halkı olan Ermenilerden yüzbinlerce masumun yaşadığı büyük felaket (Metz yegern, soykırım, katliam) için özür başta olmak üzere, onların ruhlarını ve kimliklerini iyileştirici adımlar atılması için çabalar sürebilir.
Ancak atılacak bu iyileştirici adımlar sadece Ermenileri iyileştirmeyecek. Ermeniler bu topraklarda kesildiklerinden, sürüldüklerinden beri bir türlü iyileşemeyen Anadolu insanlarının üzerindeki “laneti” de belki söküp atmaya yarayacak bu adımlar.
Ama Ermenilere taziyede bulunmanın olumlu etkisini silen, onların ne kadar yaralı olduğunu bir türlü anlamak istemeyen dilin en önemli boyutu belki de bu meselenin “her din ve milletten milyonlarca insanın hayatını kaybettiği I. Dünya Savaşı” koşullarına bağlanılıyor olmasında yatıyor.
Çünkü çok basit bir şekilde, Çanakkale’de devletlerin savaşması, ya da Sarıkamış’ta Enver efendinin binlerce askeri göz göre göre öldürmesi ile bir devlet eliyle kendi vatandaşlarını çoluk çocuk, kadın erkek ölüme yollaması ve topraklarını Ermenilerden temizlemesi arasında dağlar kadar fark var.
Çünkü bir tarafta koskoca bir TC “devleti” var. Öbür tarafta Ermeni “insanlar” var.
99 yıl sonra bugün koskoca devletin arşivleri ver; insanların ise hafızaları var.
Birisinde –herkese gösterilmeyen, ancak makbul tarihçilere sınırlı biçimde gösterilen- kağıtlar, mühürlenmiş resmi belgeler, klasörler var.
Diğerinde et, kan, can, kalp, rüya, geceler yıllar boyu süren kabuslar, nineden toruna aktarılan hafızalar, yara izleri var.
Birisi vatan ve milletten, “güç” ve “milli çıkarlardan”, “gollerden” bahsediyor; diğeri kalbinden, damardan konuşuyor; “dinle beni, duy beni” diyebiliyor ancak.
Birisi üzerine oturduğu malları, mülkleri, tarlaları, evleri, altınları kapısı on kat kilitli Tapu Kadastro arşivleri ile saklamaya çalışıyor; diğeri kovulduğu evinin, kilisesinin harabesini yıllar sonra ziyaret edebildiğinde tek bir taşı hatıra olarak cebine koymaya çalışıyor.
Ve en nihayetinde sormak lazım: toprak altındakilerin sayısız çokluğuna ek olarak, 1915’ten kalma çok sayıda Müslümanlaşmış Ermeni varken, “karşılıklılık içinde” olması gereken Hıristiyanlaşmış-Ermenileşmiş Türkleri nerede aramak lazım acaba?
Ferhat Kentel
ferhatkentel@gmail.com
http://www.marksist.org/yazarlar/ferhat-kentel/14685-1915te-ermenilesmis-turkler-nerede
Yorumlar kapatıldı.